ÖZGÜRLÜK SAVAŞÇILARI SEÇİM (D...

By Zeliha_GNGR

8K 1.1K 841

Gelecek geçmişte saklıydı. Mavinin içinde siyah gizliydi. Suyun içinde ateş vardı. Ve o ateş, yakıp yıkmaya;... More

"SEÇİM"
GİRİŞ "17 YIL SONRA GÜNÜMÜZ"
1.BÖLÜM"AÇIĞA ÇIKMA"
2.BÖLÜM"UMUT"
3.BÖLÜM"MEKTUP"
4.BÖLÜM"ZİYARET"
5.BÖLÜM"ŞOK"
6.BÖLÜM"KAHİN"
7.BÖLÜM"BOŞLUK"
8.BÖLÜM"TATİL 1.PART"
9.BÖLÜM"TATİL 2.PART"
10.BÖLÜM"TUZAK"
11.BÖLÜM"EĞİTİMLER"
12.BÖLÜM"MİSAFİRLER"
13.BÖLÜM"DARK CİTY"
14.BÖLÜM"ZÜHRE YILDIZI"
15.BÖLÜM"KAYIP ANILAR"
16.BÖLÜM"ZİNCİRLEME"
17.BÖLÜM"İTİRAF"
18.BÖLÜM"GÖREV"
19.BÖLÜM"KEFARET"
20.BÖLÜM"SALDIRI"
21.BÖLÜM"DONAN MÜREKKEP"
22.BÖLÜM"YEDİNİN ARDINDAKİ KARANLIK"
23.BÖLÜM"SON KADEH"
25.BÖLÜM"MEY"

24.BÖLÜM"ATEŞTE ERİYEN MUM"

100 2 2
By Zeliha_GNGR


24. BÖLÜM ATEŞTE ERİYEN MUM

Karanlık başını dizlerime koyup saçlarını okşamamı istedi.

Satılmış zamanların çözülmeyen denklemleri yıkık, dökük hayatların sisine kapılıp gidiyordu. Yarısından kopmuş asma köprünün ucu aşağıya uzanıyor, boşluğun rüzgarında sallanıyordu. Yan tarafımda uzun ve kaya çıkıntılarının oluşturduğu duvarlar vardı. İleriyi göremiyordum, sis her şeyi yutmuştu.

Başımı daha fazla dik tutamadım. Yerdeki taş parçaları dizlerime batıyordu. Alnım sivri bir taşa değdi ve delindi. Acıdan dolayı dudaklarımdan kaçacak olan inlemeyi bastırdım.

Hayat fonksiyonlarım durmuş gibiydi. Aldığım nefes ciğerlerimi şişirmekten öteye gitmiyordu. Nefes alışlarım da dahil bu izbe yerde hiçbir ses yoktu. Avuç içlerimi yere bastırıp bedenimi kaldırmayı denedim. Olmayan gücümle kendimi ittim. Şakaklarımdan toprağa ter damladı. Ben ne kadar toprağı itiyorsam, toprak da kendini bana bir o kadar bastırıyordu.

Gücüm tükendi. Direnmeyi bıraktım. Hayatta kalmamı sağlayacak halatlarım sıkıca çekilmiş, bir lastik gibi gerilmişti. Solaklarım hızlandı, boğazımda büyük bir yumruk oluştu.

Bedenimden kopup giden terler küçük bir göle döndü. Dudaklarımı birbirine bastırıp inledim. Gözlerimi kapattım. Devrildiğim yerde dünya dönüyor, ben de bu hortumun içine kapılıp gidiyordum.

Sırtıma büyük bir sancı girdi. "Ah!" Kopan acı dolu inlemeyle sırtımı geriye atıp doğruldum. Bedenimde hiç olmayan enerji şimdi takat bulmuştu. Omuriliğimin halkaları yerinden teker teker sökülüyordu. Ağzım açık, başım göğe kalkmış halde acıyı çekiyordum. Sayhalarım etrafta yankı buluyor, kendi acı dolu seslerimi yeniden kulaklarıma taktim ediyordu.

Ciğerlerime tuz basılmış gibi yandı. Yıllarca yanmaktan usanmayan bir ateşin etkisi bedenimi kendine esir ediyordu. Midem eğilip büküldü. Kaburgalarımın kıvrımları düzleşti. Kalbimin atış hızı milyon fite kadar çıktı. Bedenim titriyor, kollarım iki yanımda dalgalanıyordu.

Yanma kalbimi es geçip boğazıma kadar geldi. Nefesim boğazımdaki yumruğa takıldı kaldı. Yanmanın tadını ağzımda hissettim. Burnumdan, gözlerimden sıvılar geldi. Aynı sıvı ağzımdan da boşaldı. Dehşet içinde gözlerimi açtım.

Kendine köle bulmakta zorlanmayan tek nesneydi.

Köle eder, hakim olurdu.
Masum olurken, cani olurdu.
Yaşam olurken, ölüm olurdu.

Kan.
Kızıllığın sahteliğiyle sahneye çıkıp seyircilerin gözlerini boyuyordu.

Yapışkan ve kendi kokusunu yaya yaya şelale misali dışarıya akıyordu. Saçlarım sırtıma yapışmış, tüm bedenim kırmızının en kötü tonuna bürünmüştü. Kollarımdan aşağıya doğru inen kanın izleri, göbek deliğimden dahi bedenimdeki tüm deliklerden gelen kan beni boğuyordu. Yer kayganlaşmıştı. Biraz önce çorak olan yer kanımla renklenmişti.

Benim hayatımı alırken, başkalarına hayat veriyordu.

Kan olmayan yerler buz tuttu. Can olmayan yerler yalnızca et parçasına dönüştü. Vücudumdan çıkan kanın şiddeti azalmaya yüz tuttu.

Uzaklardan gelen gürültü sesleri koptu. Büyük ve hızlı bir şey buraya geliyordu. Bitmiştim. Tükenmiştim. Kanım katilim olmuştu. Şimdi kurbanın acı dolu çırpınışlarını; oturduğu tahtında, elinde tuttuğu kadehten kanımı içiyordu. Bakışları boş, yüzünde canımı almanın mutluluğunu taşıyan gülümseme mevcuttu. Ses gittikçe yaklaşıyordu. Tozu dumana katarak geliyor, geçtiği yerleri yakıp yıkıyordu.

Bedenim temizlenmiyor, kirleniyordu.

Sırtımdaki can çekildi. Kendimi tutamadım, bedenim öne savruldu. Her şey sanki ağır çekimde gerçekleşiyor gibiydi. Külçe gibi ağır bedenimi yere bırakmaya hazırlandım... Bedenimi su kavradı. Etrafımı sarmıştı, yukarıya çıkmadım. Suyun dalgaları yüzünden sallanıyor olsamda aynı halde duruyordum. Boğazımdaki son titremeler geçti. Kalbim attı ve son buldu.

Kalp durdu, ruh gitti.
Kalp durdu, hayat bitti.

Sular kabarıp köpürdü. Derinliğinin seviyesi yükseldikçe, ben bir o kadar dibe batıyordum. Kabaran köpükler bedenimi sardı ve döndürmeye başladı. Hızlandı, hızlandı, hızlandı. Suyun girdabı arasında kahrolmuş, kaderim soyut kalemle sulara işlendi. Hortum nedeniyle havalanan bedenim, hortumun son bulmasıyla sert zeminin tadına baktı.

Durmuş bir araba motorunun can bulması gibi ciğerlerime nefes çekerken, kuruyan boğazımı kıvrandırdı. Islak pantolonun içinde pelte olan bacaklarımı kendime çekip deli gibi öksürdüm. Su kaybolmuş, kalbim atmayı durdurmuş, bedenime batan taşlardan kurtulmuştum.

Öksürük krizim biraz yatışınca doğruldum. Bulunduğum yeri incelemeye başladım.

Bulunduğum odanın büyüklüğünü tarif edecek olursam iki futbol sahası büyüklüğündeydi. Duvarları yoktu. Ancak havada birkaç meşale vardı. Meşalelerin ucunda insan kafatası asılıydı ve içerisinden su akıyordu. Aşağıya inen su yok oluyor, bu da ortamı aydınlatmaya yetiyordu. Duvar olamamasına karşın etrafındaki hava durgundu, sanki etrafımda dört duvarla çevrilmiş hissi vücudumu alarm haline sokmuştu.

Ayağa kalkarken yerden destek aldım. Dengem tam değildi. Ayak tabanlarımın altında yay varmış gibi oynadı. Sağıma, soluma döndüm. Tek değildim, bunu biliyordum. Bir çift yabancı gözün meskeni altındaydım.

"Çık ortaya." Havadaki yoğun enerji katılaştı.

"Lara." Arkamı döndüm. Karşımda iki metre boyuyla, yanaklarının kenarlarındaki ölüm çukurlarıyla dikilen bir siluet vardı. Koca, sert elini kaldırdı. "Yanıma gel, Lara."

Kılımı kıpırdatmadım. İçimdeki hiçbir his hareket etmemiş, yüzümdeki kaslar yerinden oynamamıştı. Jamie'yi görmek yanında en hafif kaçan bu duyguları hissettirirken, şimdi onun yüz hatlarını kuşanmış; ama onun ruhunu taşımayan bedenine bakıyordum.

O'na doğru adımladım. Ayakkabımın topukları yere değince tok sesler çıkarıyordu. Ellerimi yumruk yaptım. Başımı kaldırıp nefret kusan gözlerimi sahte yüzüne diktim.

"Sakın benimle oyun oynama. Gerçek olmadığını alamayacak kadar aptal değilim." Durdum, sağ dudağımın köşesini yukarıya kıvırdım. "Senin aksine."

Karşımdaki sahte yüz öfkeden çarpıldı. Beden şekil değiştirdi. Televizyonda kanalların değişmesi gibi bir erkek, bir kadın, genç, yaşlı, çocuk oluyordu. Konuşurken girdiği şekillere göre sesi çıkıyordu. "Fani gözlerin nuruma dayanamayacak kadar güçsüz. Gerçek yüzümü görürsen, kör olursun."

Uzun ve ince yapılı bir bedenin şeklini aldı. Siyah dalgalı saçları göğsüne kadar geliyordu. Kontrolsüzce geriye doğru adım attım. Sıcacık mavi gözlere sahip olmasada, gördüğüm keskin yüz hatları ve yumuşak sesle bedenimde kol gezen öfke balon gibi söndü. "Ben herkes olurum." Anneme ait olan ses kulaklarımdan geçince irkildim. Aklım onun gerçek olmadığını söylüyor, mantığım bu tezi destekliyordu; ama kalbimin süratli atmasını durduramıyor, içinden taşan yoğun özlemi dindiremiyordum.

Dudakları beyaz dişlerini gösterecek kadar gerilmişti. "Ben her şey olurum." Bu sefer koyu ten rengine ve üzerinde tuhaf işaretler olan bir kıyafetle karşımda dikildi. Başına dolanmış olan eşarptan birkaç koyu saç tutamları gözüktü. Dünyada görevlendirdiği ve bazı yeteneklerle kutsadığı kadına dönüşmüştü. "Senin yanıma gelmeni istedim. Bana ait olanı senden geri almak için yanıma çağırdım."

Afya'nın sıcak kelimelerine nazaran Suyun Kalbi'nin kelimeleri, etrafıma çevirdiğim bariyerleri delip geçiyordu. Özlem duygusuna karışan öfkenin yoğunluğu zihnimi kuşattı.

"Sakın," dedim. "Sakin benimle oyun oynamaya kalkma." Ellerimi yeniden yumruk yaptım.

Bedenin cüssesi küçüldü, boyu alçaldı. Şimdi küçük Boo'nun kopyasıyla bakışıyordum. Dudakları titredi. Korkuyormuş gibi kafasını omuzlarına gömmüştü. "Lütfen, bana zarar verme, Lara. Çok korkuyorum!" Sesi boğuklaştı. "Yanıma gel, götür beni buradan."

Aldatıcı sahte yüzlerin gerçekliği gözlerde parlıyordu. Yüzlerini, seslerini taklit edebilirdi ancak gözler, ardındaki şeytanın kahkahayla yanıyordu.

"Sana benimle oynama dedim!"

Şiddetimin etkisiyle enerjiyi özgürlüğüne saldım. Benden kopup giden enerji Suyun Kalbi'nin göğsüne saplandı. Ayakları yerden kesilip geriye savruldu. 4 metre kadar havada uçtuktan sonra ayaklarını zemine sabitledi ve kayarak durdu.

Yine karşımda şekli eğilip büküldü. Uzun bacaklara, kollara, gövde ve baş halini aldı. Hatlarını tamamlandığında onu süzdüm. Otuzlu yaşlarının sonlarında, sarışın bir adam karşımda duruyordu. Geniş omuzlarına sıkıca oturmuş ceketi, gri renkteki takım elbisesiyle, uyum içerisinde olan kravatıyla endamını sergiledi. Ayağındaki deri ayakkabılar siyah, bakışları düzdü. Uzun parmaklarıyla alnına düşen düz saçlarını geriye yatırdı. Gözlerinin rengi morun uğursuz tonuna kuşanmıştı.

Vurgulu sesi yukarıya kıvrılmış olan dudaklarına eşlik etti. "Bu halim daha güzel. Biliyorum, çok yakışıklıyım." Göz kırptı, ağzı yamuldu.

"Sesini daha önce duymuştum." Kayıp hafızamın derinlikleri canlandı.

Benimle gülüp alay etmesini bekliyorken, sakin bir şekilde kafasını salladı. "Evet, duymuştun. En derinliklerinde, kendinin bile bilmediğin yerlerinden sana ulaşmıştım."

"Rüyamda görmüştüm." Savaşçılarla ilk göreve çıktığımızı, üstüme düşen görevi ve gecenin sonunda, uçurumun kenarında olanlardan sonra rüyamın içinde bana seslenen ilahi sesi hatırladım. "Seni bulmamı söylüyordun."

Ağır sesiyle tok kelimelerini saldı. "Doğru." Kısa cümlesi aklımdaki soru işaretlerini de beraberinde getirdi.

Öne temkinli bir adım attım. "Kendi soyundan gelen kadınların seni görmelerine bile izin vermezken, neden beni yanına çağırdın? Neden beni görmek istedin?"

"Çünkü seni görmem gerekiyordu." Ellerini ağır başlı tavrıyla önünde birleştirdi.

Dişlerimi sıkıp sorumu yeniden tekrarladım. "Beni görmek istemenin sebebi ne?"

Gözlerimin içine dikkatle baktı. Çoktan gülümsenin çekildiği yüzüne ciddiyet örtüsünü geçirdi. Avuç içleri havaya dönük şekilde açıldı. Yanımdan hızla geçen kalın su kümeleri Suyun Kalbi'nin etrafında toplandı. Birbirleriyle savaşıp onun isteğini yerine getirdiler. Biri diğerini geçerek, sadakatinin yoğunluğunu kanıtlamaya çalışıyordu. Sular katılaşıp yoğunlaştı. Sağlam bir kale edasıyla zemine sabitlendi. Bir virüsün vücudu ele geçirip zararlarını salmasının hızı gibi suyun oluşturduğu kıvrımlar, şekillendi ve büküldü. İhtişamlı ve göz kamaştırıcı mücevherleri andırıp elmaslardan dökülmüş gibi parlıyor, koca ve şaşaalı bir tahtta dönüştü.

Suyun Kalbi tahtına oturup sırtını dikleştirdi. Bedeni genişledi ve heybetlendi. Kollarını kenarlara bıraktığında, sular etrafını sarıp teninin üzerinde gerindi. Gözlerinin mor halklarının ardında sular oynaştı.

"Sen, Lara Black." Sesi derinleşmiş, iç organlarımda bile hissedilebilecek kıvama ulaşmıştı. "Sen yalnızca bir fanisin. Bu suretim senin gözlerinin görüp, dayanabileceğinin kat be kat yıkanıp, sana sunulan hali." Katı gözlerinde küçümseme belirdi. "Sen yalnızca sıradan bir insansın."

Beni küçümseyen suratına tiksintiyle baktım. "Yanılıyorsun," dedim, bir adım daha atarak. "Ben bir Güç İnsanıyım. Ateşe, suya aynı anda sahip olabilen tek kişiyim."

Sözlerimi duymamış gibi yaptı. "Benim için sen öldürülmesi en kolay canlısın. Ölümlüsün. Nefesini boğazından kesmesi en pis varlık, yok etmesi heyecan uyandırmayansın."

"En azından bir ruha sahibim." Gözlerimi kıstım. "Ruhu olan her canlı ölümsüzlüğün kapısından bir gün muhakkak geçecektir."

Kaşlarını kaldırdı, geri adım atmadım. "Şimdi benden ne istediğini söyle."

"Evrendeki bütün sular benim kontrolüm altındadır. Ben ne istersem, ne arzularsam onu yapmak zorundadır. Asıllarca suyun şerifine, asaletine, onu taşıyacak birisinin doğmasını bekledim. Eva Black annesinin rahmine düştüğü andan itibaren hissettim. O, suyun asaletini ve şerefini taşıyacak kadar namuslu, yönetecek kadar asildi."

Gözleri boşluğa dalıp iç çekti. "Çocuğum bunun için en doğru kişiydi. Yeryüzünde suyun en güzel yansımasıydı."

Su en güzel anneme yakışırdı. O, en güzel şekilde suyu taşırdı. Gücünü kullanırken güzel mavi gözleri, suyun rengine kuşanır, iliklerine kadar hissederdi. Gücünü içinden çıkarıp saatlerce oynadığı bile olurdu.

"Çocuğum yüzümü asla kara çıkarmadı. En iyi aldığım karar suyu onun kalbine nazar etmekti." Boşlukta olan gözlerini bana çevirip, delip, geçmek ister gibi baktı.

"Ama sen, sana bahşetmediğim halde suyu kalbinde hissettin. O'na gebe kalıp doğurdun. Suyun tohumlarını benden çaldın."

Parmaklarını kıvırdı. "Ve şimdi taşımaya gücün olamayan tohumlarımı senden geri alacağım." Tahtında oturuyorken öne eğildi. "Bu gücü ben sana bahşetmedim. Suyu taşımaya yetecek kadar yüreğinde şeref yok."

Salonun ısısı düşmeye başladı, ağzımdan çıkan nefesler beyaz sis bulutlarına dönüştü. Yüzündeki aşağılayıcı bakış karşısında dirayetli kalmaya devam ettim. "Son nefesimi verdiğimde bile suyu benden alamayacaksın."

Ayağa kalkarken kahkahalarını duvarları olmayan salonda çınlattı. İki dudağının arasından kahkaha tufanları çıksa da bedeni gergin, bakışları tehlikeliydi.

"Şu an yaşadığını mı zannediyorsun?"

Acının keskin dişlerinin ürpertisi derin kuyuların ucunda sallanmama neden oldu. Kalp durup hayat biterken, bedenime yapılan kınanın rengini de belirleyip gitmişti.

Kör sokakların kayıplarına saklanmış acılardı nefesimi kesen.

Mürekkep kokusu benim sessizliğimdi.

Dudaklarımı bastırdım. Acı çektiğimi onun kahpe gözlerine tattırmayacaktım.

"Ben de öyle düşünmüştüm." Sessiz kalmamı kendince yorumladı.

Söylediğini duymazdan gelip sorusunu cevapsız bıraktım. "Suyumu sana vermeyeceğim."

Bunun için son nefesime kadar savaşmaya hazırdım. Şeytan'ın ardında dans ettiği yakıcı gözlerini açtı. "O'nu senden alacağım, buna engel olamayacaksın."

"Dene de gör." Göğüs kafesim etkisiz şekilde havalanıp indi. Ben ileri adım atarken, Suyun Kalbi'ni geri yürüttüm.

En çok korkulması gereken canlı, değer verdikleri için ölümü göze alan insanlardır.

"Beni böyle durduramayacağını biliyorsun." Yüzüne kuşandığı maskesini çıkardı. Benim cesedimi kullanarak, yapacağı kuklayı hayal etti. İpleri nereye yönlendirirse kukla öyle hareket edecek, ruhumun özgür iradesini sonsuza dek haps edecekti.

Elini savurdu. Hareket gücümle bana çarpıp dizlerimin üzerine çöktürdü. Başımı geriye atıp saçlarımın kapattığı yüzümü meydana çıkardım.

Suyun Kalbi tepemde dikiliyor, kendine göre zafer kazandığını ilan ediyordu. Tek dizimin üzerinde doğruldum. "Hiç düşündün mü?"

Sorum afallamasına sebep oldu. Ayağa kalkıp aşağılayan bakışlarımın ışığını, ona göndermeye tenezzül ettim.

"Sana tattıracağım acıyı."

O, burnundan solurken, ben keyifle gülümsedim. Kollarımı iki yana serbest bırakıp bacaklarımı açtım.

Eliyle havaya şekiller çizdi. Ayaklarımın altındaki yer sallandı. O, etrafında dönüyor, dudakları oynuyordu. Sudan meşaleler söndü, karanlık hakim oldu. Suyun Kalbi'nin bulunduğu yer aydınlandı. Sudan kolonlar yanında, bir krallığı ortadan kaldırmak için eğitilmiş askerler gibi el pençe divan olarak duruyor, canlarını önemsemiyordu. Elini kaldırarak sudan bir parça kopardı.

"Ben istediğimi alırım. Suyu senden geri alacağım. İffetsizliğinin suyun asaletine gölge düşürmesine daha fazla izin vermeyeceğim."

Sudan parçayı üzerime saldı. Hareket gücümle konsantre olup suyu durdurdum. Kendi etrafımda bir tur dönüp bana gönderdiği parçayı göğsüne sapladım. Yerinden hiç kımıldamadı.

İçimdeki suyu kabarttım. "Aynı sözleri tekrarlamaktan nefret ederim. Görüyorum ki bir sözü hemen anlamıyorsun. Kendimden bir parçayı asla sana vermeyeceğim."

Daha büyük bir su topunu üzerime fırlatmaya hazırlandı. "Suların hakimi benim."

"Yeter!" Patladım. "Hiçbir şeyin hakimiyeti senin ellerinde değil. Sen de benim gibi yalnızca bir elçisin. Hakimiyet yalnızca Tanrı'ın elindedir."

Söylediklerim ile iyice zıvanadan çıktı. Hareketleri dengesizleşti. Topu üzerime fırlatırken, büründüğü şeklin hakimiyetini bir an yitirir gibi oldu.

"Dur."

Elimi havaya kaldırıp suyu durdurdum. İçimdeki baraj fokurduyordu. Elimi çevirdim. "Yok ol." Su etrafına damlalar saçmadan yok oldu. Havada patlarken oluşturduğu rüzgar nedeniyle saçlarımı geriye savurdu.

Suyun Kalbi bu sefer iki elinde parçalar tutuyordu. "Benden başka kimsenin suya hükmetmesine izin vermeyeceğim!"

Kontrollü savaşıyor, gücünü harcamıyordu. Bana gereken kontrolünü tamamen yitirip kafasının bulanmasına sebep olmaktı.

Hiçbir savaş kafayı tam anlamıyla sıyırmadan kazanılmazdı.

Üzerime doğru yürümeye başladı. "Şeytan'ın çocuklarından en aşağı olanın tohumlarına sahipsin. Bu da seni bir hiç yapıyor."

Çileden çıkmak için bu adi ve boş sözlere ihtiyacım yoktu.

Bunun için kendi ruhuma bakmam yeterliydi.

Ellerimi iki yanımda yumruk yapıp kafamı yukarı kaldırdım. Ateşin tadı dilimde patladı. Zihnimi bulanıklaştırıp olanlara kör, duyulanlara sağır ettim.

Acı yok. His yok. Endişe yok. Panik yok.

Güç var. Öfke var. Kan var. Ölüm var.

Görüşümün kırmızıya bulanması Suyun Kalbi'nin yerinde durmasına yetti. Bakışlarında ilk kez korku nam saldı.

"Burada ateşi kullanamazsın. Burası suyun dünyası, ateşe yer yok."

Korkusu ateşimi besledi ve olduğu yerde daha da büyüdü. Kahkaha attım. Olmayan duvarlarda sesim yankılanıp sessizliği yok etti. Ve ilk kez sessizlik canımı bu kadar sıktı.

Sesim, sessizliği boğmuştu.

"Ateşin tadıyla yok olacak kadar şerefli değilsin. Seni, seninle yok edeceğim."

İçimde çıkmak için fokurdayan suları dışarı çıkardım. Sularımın tatlı ahengi çevremde dört dönüyordu. O'nları üzerime çekip giydim. Aldığım parçayı Suyun Kalbi'nin üzerine attım. "Şimdi!" Su gövdesine değince bedeni savruldu. Dengesini sağlayamayıp yere devrildi.

Hamle yapmayıp ne yapacağını bekledim. Düştüğü yerden tekrar ayağa kalktı. Mor rengi gözleri dalgalandı. Ciğerlerine çektiği nefes sesleri yanıma kadar geliyor, burun delikleri kırmızı bir bez tutulmuş, matadorun üzerine koşan boğa gibi açılmıştı.

Hafif öne eğilip belini kamburlaştırdı. Parmakları pençe gibi kıvrılmış, avının üzerine atlamaya hazır bir yırtıcı gibi sesler çıkarmaya geçti.

"Bana gelin." Bedenime giysili olan suları yanıma çağırdı. Sular bedenime daha fazla yapıştı. O'na itaat etmiyor, emirlerini duymazdan geliyordu.

Hırıltıları şiddetlendi. "Lanet olsun! Bana gelin dedim!"

Sularımda en ufak hareketlenme bile olmadı. Bu da Suyun Kalbi'ni çileden çıkarmaya yetti. Üzerime öfkeyle yürüdü. "Seni buna pişman edeceğim, aşağılık döl!"

"Bana katılın." Sesim hükmedici tondaydı. Duygulardan arınmış katılıktaydı. O'nun etrafında çevrili olan sular bedenimdeki diğer türdeşlerine katıldı. Ben onun sularına hükmedebiliyordum.

Sularını üzerime fırlatırken öfkeyle, tüm sesiyle hırladı. Giydiğim suları çekip üzerime gelen suya siper ettim.

İkimiz şimdi karşı karşıya duruyorduk. Suyun Kalbi'nden gelen suya dikkatimi veremiyordum. Ellerim biraz daha öne ittim. Harcadığım güç ve ondan bana gelen güç, ayaklarımın yerde sabit durmasını engelliyordu.

Sularımız çarpışırken bütün gücümü harcadım. "Bana boyun ey." Suyu şiddetlendi.

"Asla," dedim. Sesim doğum yapan bir kadının ıkınması gibi çıktı. "Asla, sana boyun eğmeyeceğim."

Hareket gücümü yerinden çıkarmayı denedim ancak çıkmayı ret etti. Enerjim yavaş yavaş tükenmeye yol alıyordu.

Tek dizimin üzerine çöktüm. Suyumun ışığı ve tazyikliyi sönmeye başladı. Güldü. "Seni yok etmemin tadını çıkaracağım."

"Beni yok edemeyeceksin." Zemin çatladı. Suyun Kalbi'nin kabullenemediği bir şey vardı. "Unutuyorsun." Çatlaktan su sızdı. "Kardeşlerine katıl ve onlara güç ver." Çatlak büyüdü. "Hepiniz bana katılın, size emrediyorum."

Sarsıntılar çoğaldı ve çatlaklar derinleşip çukurlaştı. Güçlü şekilde çıkan sular bir füze gibi üzerime geldi. Dehşetle yüzüme baktı, söyleyeceklerimden korkuyordu.

"Sen benim suyuma hükmedemiyorsun. Yenilmeye mahkum olacak olan da sensin."

Suları içine çektim. Hepsini bir yerde toplayıp gücünü avuçlarıma verdim. Kollarımı geriye çekip içimdeki tüm suyu dışarıya ittim.

Suyun Kalbi yok oldu. Çatlaklar genişledi. Bir adım öteme kadar çukur oluştu. Aşağısı suyla doluydu. Suyun Kalbi şimdilik gitmişti. O, yalnızca sade saf suya hüküm ediyordu ve sularım onun kalbine ağır gelmişti.

Benim sularım cennetteki nehirlerin masumluğuna sahipken, cehennemdeki azap gören ruhların irinlerini de taşıyordu.

Susuzluğuyla yakıyordu.

Burada işim bitmişti. Su yerinde gerindi. Kendisini canım pahasına korumam hoşuna gitmiş, çocuk gibi şımarıyordu.

Çukura yöneldim. Eve gitme zamanım gelmişti. Su ile hayatım biterken, su ile yeniden hayat bulacaktım. Ayağa kalkım ve bedenimi boşluğa bıraktım.

Su beni dibine çekerken bir kez daha hayat buldum.

*****

Alacakaranlığın şafağı sönmek üzereydi. Karanlıktan doğan kıymıklar gözlerime batıyordu. Ateşin yakarak dövdüğü odunların sesi zihnimi yalayarak geçti. Yumuşak, saten çarşaf bedenime yaslanmıştı. Kollarımı yastığın altından geçirip göğsüme yasladım. Kalbimin önce yatağa çarpıp sonra da bedenime geri geldiğini hissettim.

Ateşin havada süzülerek dans etmesi gözlerime takıldı. Havada yaptığı kıvranışlar, hiçliği kesen testere kadar güçlüydü. Arkasından gelen sarı alev iyice bilevlenmiş, Hz. İbrahim'in bıçağı kadar heybetliydi. Odunlar oğlu İsmail; kurban olunmaya gönüllü, yok edilmeye kendi ayağıyla giden bir çocuktu.

Bense bir dağdan diğerine koşan saka kadındım.

Karanlık son oynayışlarını sırtında dolaştırdı. Baştan çıkarıcı hareketleri, tahrik etmeleri hazzın şiddetiyle yanıyordu. Ağzından dökülen zevk dolu inlemelerine boğun eğdirmeye, hükmetmeye çalışıyordu.

Adamın karanlığa teslim olması için baştan çıkarılmaya gerek yoktu.

Ayağa kalktım. Kadın bedenine sahip olarak, erkeğini baştan çıkarmaya uğraşan bir kadın değil, şehvetin hazzını doruklarda yaşamaya gönüllü olan kadının; ruhundaki şehvet etkisiyle yakmaya hazırdım.

Şehvet yedi günahtan biriyken, kadın ve erkeğin ruhları bu günahı tadacaktı.

Yanına yaklaştım. Çıplak sırtı dirseklerini dizlerine yasladığından dolayı açığa çıkmıştı. Şöminede birleşen ateş ve odunun yansıması gözlerinde, elmacık kemiklerinde, çenesinde ve dudaklarında; zevkin doruklarını yaşadı. Bakışlarını yanan ateşten ayırmadı. Kollarını iki yanına indirdi, sırtını dikti.

Kucağına oturdum, beli bacaklarımın arasında sıkıştı. Ellerimi yüzüne koyup sakallarını okşadım. Parmakları külot lastiğimden yukarı çıkarak, omur iliğimin kopçasına geldiğinde, parmaklarını kumaşın altına geçirdi. Kumaşı istese eliyle saniyeler içerisinde parçalayabilirdi; ama yapmadı. Parmağını orada daire şeklinde döndürdü.

Kabirlerinde ateşin dansını izledim. Bana hiç dönüp bakmadı. Gözlerini görmeliydim. O'nları görmeden evimde olduğumu anlayamazdım.

Başını bana çevirdim, itiraz etmedi. Göz kapakları katranlarını örttü. Saklanıyordu benden, benim ondan saklandığım gibi. Siyah kirpikleri kıvrık ve uzundu. Bir belin kıvrılıp yürümeye aciz olması gibiydi.

Dudaklarımı sol gözünün üzerine örttüm. Kirpik uçları dudaklarımın arasından geçip derinlerde kayboldu. Titredi, bedeni gerildi. Nefes alışları âdem elmasını dövdü. Geri çekildim. Dağılmış haline baktım. Sırtımdaki elinin hepsini açtı ve avuç içlerini gezdirdi.

Sol gözüne geldim. Burayı öpmeden durup bekledim. Kirpik uçları titredi. Tenindeki gölgeleri öldü, ardında yetim kalmış umutlar bıraktı.

Kalbine giden damarlarının geçtiği gözüne dudaklarımı kapadım. Nefesi sıkışmadı, sırtı dikleşmedi... Omuzları çöktü. Boynu bükük kaldı. Sol gözünden bir damla yaş döküldü.

Dudaklarımın arasından geçip dilimin üstüne ceset oldu. Dilim ona kefen, damaklarım kabir oldu. Dişlerim ise başına dikilen beyaz mermerdi.

Göz kapakları oynadı. Acı çekiyordu. Acı bizim vuslatımızdı.

Sözlüğümüzde en derin anlamı olan kelimeydi.

Lügatimize en çok pelesenk olmuş üç harfti.

Soğuk kelimelerim satırlarıma akarken, göz kapaklarımın beşiğini salladım. Yedi adım kala durdum, hiçliğe, bakışlarındaki boşluğa. "Seb'a," dedim, ateşiyle kavrulan iki dudağımın arasından.

Dilimle dudağımı ıslatıp yeniden söyledim. "Seb'a. Yedi adım kaldı gözlerinde hapis kalmaya, dudaklarında haps olmaya." Kollarımı bedenine daha sıkı sardım. "Sadece yedi adım kaldı, sonsuzlukta yok olmaya."

Gözlerinde belirmeye başlayan dalgalarını parya ilan ettim. Hat yazısıyla yazılmış harfler olup, gözlerinde büyüyen hisler kalbime parmaklarını geçirip, izlerini kazıdı. Oluklarını bıraktı.

Öne eğildi, ağırlığıyla sırtım geriye büküldü. Meraklı gözlerimi karanlıktan çekip aldığı zifirilerden çekmiyordum. Dizlerine dayandım. Yüzündeki müphem ifade nedeniyle olacakları bekliyordum.

Dudaklarını getirip şah damarımın üzerinden öptü. Kesik nefes aldım, bedenim titredi. Baş parmağını boynumun bitişi, göğüs kafesimin başlangıç yeri olan oyuğa getirdi. Parmağını çukura bastırıp boşluğu doldurdu.

Oradan süzülerek aşağılara indi. Sutyenden taşan et parçalarına tırnağını geçirerek yoluna devam etti. Bir elimi koluna koydum. Yaptığı hareketler nedeniyle rüzgârda uçmaktan başka sansı olmayan yaprak gibi titriyordum.

Kavislenmeye başlayan karnımı es geçmeyerek, oradan göbek deliğime ulaştı. Hiçbir hamle yapmadan bekledi. Gözlerini gözlerime mühürledi.

Mavinin uğruna siyahı kurban etti.

Baş parmağını göbek deliğimin içine bastırdığı an bacaklarımı kastım. O'nun bedeninin kasılmasını, titremesini ve sıcaklığını vücudumun altında hissettim. Boşta kalan dört parmağını açıp karnımın kenarına geçirdi. Bakışlarını benimkilere iyice perçinleyerek, elini arkaya götürdü, kalçamın üzerine bıraktı.

Titrek bir nefes daha çektim ciğerlerime. Çok hızlı hareket etti. Sol bacağımı havaya kaldırıp beline çıkardı ve elini ait olduğu yere tekrar koydu.

Ateşin yaptığı ritim sırtımda hayat buluyordu. Tenimde karıncalanan ateş ise çok daha farklıydı. Aşağıya sarkan saçlarım şöminenin içine düştü. Ve ateşin çılgın ritmine o da karıştı.

Vücudum bir kez daha onunkiyle birlikte ürperdi. Nefes almıyor gibiydi. Gözünü kırpmadan bana bakıyor, göz bebekleri poyrazlı hareket ediyordu.

Yeniden şah damarımı öptü. Bu kez ıslık dolu bir nefes çektim içime. "Şişş."

Sakinleştirmeye çalışsada kalbim hoyrat dolu atışlarını yapmaya son vermiyordu.

"Bu gece senden izin istiyorum. Bedenimizi, ruhumuzu ortaya tüm çıplaklığıyla dökelim."

Dudaklarını yeniden değdirdi. "Ateşimize tanık olsun bu gece. Yatağımız olsun yıldızlar."

Sesimi bulamadım. Zeytinleri canlılığıyla parlıyordu. Başımı salladım. Elini ateşe uzattı, zihnim alarm durumuna geçti.

"Ne yapıyorsun?"

Şömineden aldığı bir parça ateş avuçlarının arasında yanıyordu. Cılız alev bana hareketlendi. Kıvılcımın oynaşları zihnimin yoldan çıkmasına sebep oluyordu.

Yanmayan eline ardından yüzüme baktı. "İzin ver, Lara."

"Canın yanacak. Bunu sana yapamam."

Hafif doğrulup ateşi ikimizin ortasına getirdi. "Yanmak istiyorum. Ateşinin tadına bakmak istiyorum."

İnanamaz gözlerle yüzüne baktım. Ateşi tutan bileğine dokundum. "Ateşimin tadına bakmak için bunu yapmana gerek yok."

"Bunu istiyorum." Ağzı düz çizgi halini aldı.

Ateşi avucunda haps etti. "Canımı yakmak istiyorum." Bakışları kederlendi. Omuzları çöktü. "Bana bunu çok görme."

Yüreğim kabardı. Bedeni korkuyla titredi. Ateş olan avucuna parmaklarımı geçirdim. "Kendini cezalandırıyorsun. Buna izin veremem. Bunu benden asla isteme."

Boynumda özgürlüğüyle salınan kolye onun sıcaklığıyla yanıp kavruluyor, derimi kabartıyordu. Jamie sutyenden taşan kabarıkların arasında kendine yuva yapmış sayıyı öptü. Sayıya tapıyordu. O yedi sayısı için can alacak ve can verecekti.

Ellerimizi çözüp boynumu sardı. Kafasını oraya gömüp inledi. Sesinde yakarış vardı.

"Kalbim üşüyor."

Başını göğsüme koydu. "Yokluğunda geçen saniyeler ruhuma kızgın demirlerini geçirdi. Sen o yatakta acıyla her kıvranışındayken, derin inlemelerindeyken; ben yalnızca seni bekledim. Elim, kolum bağlıydı. İşe yaramaz adamın tekiydim. Acını hissettim. Nefesinin boğazında tıkandığını, kalbinin atmadığını hissettim." Geriye çekildi, dik durdu. Aramızda boşluk bırakmasına izin vermedim. Bakışları azaptı.

"Ruhunun kaybolduğunu hissettim."

Sağ elini açıp avucunu gösterdi. Daha önce fark etmediğim koyu kırmızı leke vardı. Kana benziyordu. "Bu ne biliyor musun?" dedi, başıyla avucunu işaret ederken.

"Ruhumun kayboluş bileti."

Dilini çıkarıp avucundaki kanı yaladı. "Bana verilen en büyük ceza, kanını dilimde tatmak oldu."

Eli boşluğa düştü. "Şimdi söyle bana. Sen o yatakta burnundan kan gelerek, acılar içerisinde kıvranıyorken, aynı acıyı çekmemek haksızlık olmaz mı?"

Bakışları odağını yitirdi. "Bu adamlığa sığar mı?"

Ellerimi yanaklarına koydum. "Jamie bana bak, beni gör."

Sesi boştu. "Kayboldum, yolumu bulamıyorum."

"Jamie!" Omuzlarını sarstım. Aynı boş ve yitik ifadesiyle bakmaya devam etti. "Bana bak, beni duy."

Tanrım. Aklımı yitirmeme saniyeler kalmıştı. Kaybolmak yok olmak demekti. O'nun kaybolmasına izin veremezdim.

Hâlâ elinde duran ateşi aldım. Atmakta zorlanan kalbine bastırdım. "Isıt onu. Hayat ver."

Derisinden içeriye giren ateş kayboldu. Bedeni ısındı. Başı göğsüme düştü. Ağlamamak için dudağımı kanayana kadar dişlemek zorunda kaldım. Sesi tenime çarptı. Duyduklarım karşısında ağzımdan kahkahadan uzak bir ses çıktı.

"Adam kadının kalbini soğuturken, kadın adamın kalbini ısıtmaktan hiç vazgeçmedi."

*****

Afya'nın çadırındaki otantik hava salonda hakim değildi. Açık koltuklar son derece rahat ve moderndi. Elinde ekmek sepetiyle çıkan Emily'le karşı karşıya geldim. Orta boylu, yüz hatları keskin bir kadındı. Boo'nun annesi olacak asalete sahipti.

Ocağın başında olan Afya'nın yanına gittim. Tencerenin içine baktım. "Güzel gözüküyor." Beyaz dişleri dudakları gerilince ortaya çıktı. Tezgaha yaslandım.

"Evinize kabul ettiğiniz için teşekkür ederim. Jamie bana her şeyi anlattı."

Elindeki kaşıkla yemeği karıştırmaya devam etti. "Genç adam sana çok düşkün."

"Öyle."

Yüzüme baktı. Bilge gözleri yine iş başındaydı. "Geleceğinden hâlâ korkuyor musun?"

Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Gelecekten korkmaya hâlâ devam edeceğim. Sanırım bu hiç geçmeyecek."

Aklımı kurcalayan bir şey vardı. "Suyun Kalbi'yle aramızda geçenleri biliyor musun?"

Kaşığı yemeğin içinden çıkarıp tezgaha bıraktı. Vücudunu tamamıyla bana çevirdi. "Tam olarak ne olduğunu bilmiyorum; ama bazı hislerim var."

"Suyun Kalbi hiç beklediğim gibi çıkmadı. Ruhumdan olan bir parçayı benden geri almaya çalıştı." Gözlerimi arkasındaki duvara götürdüm. "O'nun iyi birisi olduğunu düşünmüştüm. Neredeyse beni yok ediyordu."

Elini omzuma koyunca yüzüne bakmak zorunda kaldım. "Beklentilerimiz her zaman istediğimiz gibi çıkmıyor. O, düşündüğün gibi değil. Dünyadaki elçisiyim diye böyle söylediğimi zannedebilirsin. Seni temin ederim ki bunları tüm içtenliğimle söylüyorum. Yapman gerekeni yaptığın için sana kızgın değil."

"Emin misin?" Kollarımı çözdüm. "Çünkü en son onu gördüğümde hiç de mutlu olmuş bir ifadesi yoktu."

Sağ elimi tutup kalbine götürdü. Yavaş ve sakin kalp ritimleri vardı. "Burası biliyor ve hissediyor."

Elimi bıraktı ve dikkatini yemeğe verdi. "Sen bu yaşlı kadına güven. Sözlerini dinle."

"Pekâlâ."

Tencerenin kapağını kapattı. "Yemek hazır. Sofraya götürebilirsin."

Başımı salladım. Tencereyi alıp yemek odasına geçtim. Emily masayı kurmayı bitirmişti. "Başka bir şey kaldı mı?"

"Sanırım yok."

"Sen otur. Ben diğerlerini çağırayım."

Ortada dizili olan sandalyenin birini çektim. Lambalar yakılmıştı. Akşam üzeri olmasına karşın hafif karanlık vardı. Sesler etrafı doldurmaya başladı. Jessica kucağındaki Boo'yu dikkatle dinliyor, söylediklerine gülüyordu.

Emily kocasının koluna girmişti. Max annesinin kopyasıydı. O'nun gibi ince, uzun bedeni ve bilge gözlere sahipti.

"Seni iyi ve aramızda görmek ne güzel."

Güldüm. "Umarım yemeklerimizi beğenirsin."

Yanağımı öptü. "Seveceğimden eminim."

Afya içimizde en büyüğümüz olarak masadaki baş köşeye oturdu. "Size Kenya'nın meşhur yemeklerinden yaptım. Afiyet olsun."

Ugali dediği yuvarlak hamuru ağzıma attım. Emily bunun ekmek niyetine yenildiğinden, mısır unu ve suyla yapılmış hamur olduğunu söylemişti. Tadı fena değildi.

Önüme doldurulmuş bir tabak bırakıldı. Jamie kulağıma eğildi. "Bol vitamine ihtiyacın var."

Çatalımı elime alıp fasulye ve mısır tanelerine batırdım. Yüzünde memnun olunmuşluk vardı.

"Kenyan Pilau'yu çok seviyorum. Tanrım! Ellerinize sağlık." Tom kaşık dolusu pilavı ağzına tıktı. "Ağzım şu an cennette olabilir." Emily kıkırdadı.

"Max işlerini ne yapmayı düşünüyorsun." Ian suyunu yudumlamadan önce konuştu.

"Şimdilik piyasa çok ölü. Bazı harcamaları kısıtlamak zorunda kalabiliriz."

Alex bıçağını bıraktı. "Bu sizi zor durumda bırakmaz mı?" Ela gözleri sanki sönmüş gibiydi. Etrafında çevrili olan her zamanki enerji onu terk etmiş gibi duruyordu.

Max kafa salladı. "Başka bir çözüm yolu yok, dostum. Bir yerden başlamak gerek."

"Anlıyorum." Kendilerine ait dünya yaratan Jessica ve Boo' ya baktı. Çenesini sıkıp hiç dokunmadığı tabağına döndü.

"Bizim yapabileceğimiz bir şey olursa yardım ederiz, Max."

Minnetle güldü. "Teşekkür ederim, Jamie. Dediğim gibi bir süre böyle ilerleyip duruma bakacağım."

Birkaç dakika çatal, bıçak seslerinden başka bir şey duyulmadı. Bu sırada güneş yok olmuş, gece zifirilerini üzerine geçirmişti.

Chepati dedikleri katmeri ısırdım. Dışarıdan yüksek sesler geldi. "Nedir bu?"

Emily yüz ifadesini sabit tutmaya çalıştı. "Bir grup genç toplanıyorlar."

Kaşlarımı çattım. "Ne için?"

Cevap vermeye ağzını açtığında dışarıdaki seslerin desibeli artmıştı.

"Pis zenciler. Gidin ülkemizden, sizi burada istemiyoruz. Lanet ten renklerinizi alıp gidin buradan."

Gülme sesleri geldi. Ardından başka bir kişinin sesi duyuldu. "Dağlardaki çöplükleriniz sizi bekliyor. Burası size çok gelir." Tekrar gülme ve iğrenç kahkahalarının sesleri yerini aldı.

Jamie çatalını masaya gürültüyle bıraktı. "Bu nasıl terbiyesizliktir böyle?"

Gürleyen sesiyle küçük Boo başını Jessica'nın göğsüne gömdü.

"Maalesef hâlâ bazı insanlar ön yargılarını kıramıyor." Max konuşurken başı eğikti. Emily elini kocasının sırtına koydu.

"Yetkililere söylediniz mi?" Jennifer Afya'ya baktı.

"Hayır." Yemeğine geri döndü.

Jamie ve Ian bakıştılar. Jamie başını sallayıp Max ve Afya'ya baktı. "Bunun icabına bakacağımızdan hiç şüpheniz olmasın."

"Böyle insanlar empati yoksunu. Biz de onlara empati ne demek öğreteceğiz." Ian'ın mavi gözleri hırçınlaştı.

Emily boğazını temizledi. "Yıpranan sinirlerimize chai iyi gelecektir."

Boş tabağını alıp masadan kalktı. Jennifer tek söz etmeden arkasından gitti.

Hâlâ böyle sığ düşüncelere sahip insanların olduğuna inanmak istemiyordum.

Sofrada yeniden muhabbet başlasada önceki hava yoktu. Herkes konuşmak için konuşuyor, ortamdaki gergin havayı dağıtmaya uğraşıyordu.

Jamie önümüzde ki Fransız pencereden gözüken geceye baktı. Kulağına yaklaştım. "Yürüyüşe çıkmak iyi olurdu."

Jennifer'ın uzattığı kupayı aldım. Jamie kendi kupasıyla ayağa kalktı. Bana döndü. "Çaylarımızı dışarıda içmemizin sakıncası var mı?"

"Hiçbir sorun yok." Yanında dikildim.

Masaya döndü. "Biraz yürüyeceğiz." Emily'e baktı. "Çay için teşekkür ederim."

Bahçe kapısına kadar yanında sessizlik içerisinde yürüdüm. Sonbaharın ayazı yüzüme vurdu, sıcak çayımdan bir yudum daha aldım. Sokaklar sessiz, gece yalnız kalmıştı. Birkaç evin yanından geçtik. Jamie'nin yüzüne baktığımda, kafasının içindeki dünyada kaybolmuş görünüyordu. O'na hiç karışmadım, kafasındaki düşünceleri hazır olduğunda söyleyeceğinden emindim.

"Leyl," dedi, siyah gözleri gökyüzüne bakarken. "Sırların açığa çıktığı, insanların gerçek yüzünü ortaya koyduğu tek zaman dilimi."

Başını yana yatırdı. "Ruhun kendini özgür hissettiği tek an."

Yürümeyi bırakmıştık. Ben de onu taklit ettim. Derin nefes çektim içime. "Gece kokuyor."

"Bedenlerde saklanan ruhların içinde."

"Haklısın." Bakışları üzerime çevrildi. Belime dolanıp bedenine yasladı. Omuzlarına kadar ancak geliyordum. Burnumla göğsünü dürttüm. "İyisin, değil mi?"

"Evet." Saçlarıma nefesini verip havalandırdı. "Sen yanımda olduğun sürece iyiyim."

Yanağını okşadım. "Ben hep senin yanında olacağım. Söz veriyorum."

Kardeşi olduğu gece gözleri sabit kaldı. Başımın tepesini bir kez daha öptü. Bedenlerimizi hareket ettirdi.

"Yemekte olanlar çok kötüydü. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?"

"Adaletsizliği. Acımasızlığı. Ön yargıyı."

Eline satır almış ve kelimelerin her birine keskinliğini tattırmıştı. Öfke sesinden buram buram yayılıyordu.

"Bu işin icabına bakacağım. Eve gitmeden bu mesele hal olunacak."

O'na baktım. "Sana güveniyorum."

Karşımıza çıkan dönemeçten girdik. Evler arkamızda kaldı. Buralar seyrekti.

"Gece savaşçılarla görüşeceğim. Araştırma yapacağız."

Çayından son yudumunu aldı. Rüzgar esti. Kolunu bana iyice sardı. "Hadi, geri dönelim. Hava soğuk."

O sırada sert esen rüzgarın içinde bir ses daha vardı. "Sen de duydun mu?" Keskinleşmeye başlayan gözleri cevabı verdi. Boş fincanı elinden aldım. Cebinden telefonu çıkarıp uzattı.

"Ne olduğuna bakacağım. Rehberde Ian'ın numarasını bul ve ara."

"Ben de seninle geliyorum."

Elimi tutup ayaklarımı kendi hızına uydurdu. "Seni arkamda bırakmayı hiç düşünmedim ki."

Eliyle komut verdi. Aynı sesleri yeniden duymayı deniyordu. Bu sefer gelen ses daha yakındı.

"Ses oradan geliyor." Boş garajı gösterdim.

"Dikkatli ol."

Elimi bırakıp yarı aydınlık olan garaja yöneldi. Karanlıkta hareketlilik vardı. Ağlama sesi geliyordu.

"Yalvarırım! Lütfen, bırak beni." Kadın sesiydi. Sesi titriyor, boğuk çıkıyordu.

Öfkeli ses kadının sesini bastırdı. "Kes sesini! Zenci sürtük!"

Elimdeki fincanlar yere düşüp parçalandı. Duyulan sesler ile birlikte Jamie de adımlarını hızlandırdı.

Karanlıktakiler hafif loş ışığa çıktı. Kadın birisi tarafından duvara zorla dayandırılmıştı. "Kim var orada?" Kadının ağzını kapattı.

Yüzünü Jamie'ye döndü. Sarı saçları çenesine kadar, deri ceketli bir şeydi. İnsan demiyorum çünkü böyleleri insan değildi. Adam hiç denilmezdi, bu o dört harfi oluşturan harflere hakaretten başka bir şey olmazdı.

Telefonu açıp Ian'ın numarasını tuşladım. "Jamie."

"Ian hemen buraya gelmeniz gerekiyor." Cevap vermeden telefonu kapattı.

Jamie yumruklarını sıktı. Kol pazıları iyice genişledi. "Bırak kadını." Sesinden ölüm akıyordu.

Varlık Jamie'yi kendine rakip olarak görmüyordu. "Gecenin ortasında kadının biri tecavüze uğrayacakken, onu kurtarmaya gelen şövalyemiz de buradaymış. Ne güzel bir masal!"

Kadını bıraktı. Kadın yere düşmüş olan çantasını alıp koştu. Üzerindeki kıyafetler dağılmıştı. Eteği bacaklarına kadar yırtıktı. Beni gördü. "İyi misin?" Başını salladı.

Sokağı işaret ettim. "Koş! Yardım geliyor."

Gözünden akan yaşlarla siyah cildi parlıyordu. Kadın oradan ayrılınca, Jamie öne adım attı.

Deri ceketli silah çıkardı. "Biliyor musun, ben masalları hiç sevmem." Silahı doğrulttu. "Avımı benden kaçırdığın için seni buna pişman edeceğim."

Jamie hızlandı. "Bittin sen."

Şimşek olup fırladı. Karanlıkta gözden kayboldu. Karanlığın içinden deri ceketli fırlayıp duvara çarptı. Jamie üstündeki yerini almıştı. Yumruklarını yüzüne savurdu.

"Gücün bir kadına mı yetiyor şerefsiz? Adamsan bana vur, bana!"

Karnına tekme attı. "Erkek misin sen?"

Kolunu tutup ters çevirdi. "Kadına kalkan elini kırayım mı?"

Gözleri deliydi. Bedeni kontrolünü kaybetmişti. Kıvırdığı koldan kırılma sesleri geldi. Deri ceketli acıyla haykırdı.

"Kadına kalkan kolunu kırıp sana yedirteceğim."

O'na adımladım. Biraz daha böyle devam ederse onu öldürebilirdi. "Jamie kendine gel. Yalvarırım pişman olacağın bir şey yapma."

Artık pelte kıvamına gelen bedeni tiksinerek bıraktı. "O'nu öldürmek istiyorum, Lara. Soluk borusundan her nefes çekişinde ölmek için yalvarıncaya kadar acıyla kıvrandırmak istiyorum."

Sesi geceden daha soğuktu.

Bakışları ölümden de ölüydü.

Bedene bir tekme daha attı. "Seni aşağılık pislik." Gözleri kaymaya başlayan deri ceketlinin çenesini sıkıp havaya kaldırdı.
"Bu gözleri görüyor musun, bu sesi duyuyor musun? Bu yüzü iyi belle. Gözlerini her kapatışında, her nefes alışında ve korkuyla her yutkunuşunda; ben senin celladın olacağım. Bıçağımla boynunu kesip tekrar birleştireceğim."

Kafasını yüze yaklaştırdı. "Dünyadaki yaşayan Azrail'in izini ruhuna kazıyacağım."

Kafasını yüze gömdü. Deri ceketlinin açık kalan ağzının kenarından kan geldi.

Jamie bedenden uzaklaştı. Bacakları bedenini taşıyamayınca kendini yere bıraktı. Karşısına oturdum, yerin soğukluğu hissedilmiyordu. Karanlık gözleri kana bulanmış ellerindeydi.

"Pişman değilim."

Ellerini tuttum. "Pişman olmadığını biliyorum." Ellerindeki kan suyla birlikte aktı. Birbirine geçirilmiş olan elimizi kaldırdım. O'nun elini çevirip öptüm. "Bunun için mutluyum."

Başımla yerdeki bedeni işaret ettim. "Sen orada yalnızca hayat değil, bir can da kurtardın."

Elinin tersiyle yanağımı okşadı. Şimdi bakışları haraptı.

"Benden nefret etme."

"Asla!" Alnımı ona yasladım. "Senden nefret etmem mümkün değil."

Başını göğsüme yasladı. Daha demin öfkesiyle ortalığı kasıp kavuran kendisi değilmiş gibi göğsüme sindi. Sakalları boynumu çizdi.

Saçlarını öptüm. Bedenine sıkıca sarıldım. "Biz bunun için varız. Masum bir canı kurtarmak için hayatlarımızı feda ederiz. Biz gecenin içinde saklanan gizli savaşçılarız."

Yanağımı saçlarına yasladım. "Onurlu bir savaşçısın. Gecenin kahramanısın. Sen özgürlük savaşçısısın."

Elimi kalbine götürdüm. Benimkiyle buluşup bir olmuş, atıyorlardı. "Satırlarıma ilham olan beş harfin kurucususun."

Beni daha sıkı sardı. Kutsandık. Geceyle, kanla, ölümle ve ruhla. Sayfalara konuk olduk. Kaleme destan, zihinlere dost olduk.

Biz, biz olduk.

Ölüm sindi üzerimize.



























Continue Reading

You'll Also Like

3.8M 313K 86
Ölüm uşaklarını peşime salmıştı. Soluğum korkunun soluğuna karışmıştı. Koşuyordum. Sivri dalların berelediği bacaklarım hiç durmadan hareket ediyor...
306K 26.5K 47
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
18.4K 832 21
Kaderin bana oynadığı o cilveli oyundu karnımdaki bağ. İki krallığın acımasız savaşının ortasında kalmış hamile bir kadın mı? Ondan hamileydim...
76.2K 2.8K 13
"Seni çok seviyorum Çavê Şîn. Seninle gözlerimi açıp kapatacak kadar. Seninle doğup ölecek kadar. En çokta o mavi gözlerine aşık oldum."