Barbie bebeğinin sarı saçlarını büyük bir ciddiyetle tarayan Amelya işine devam ederken sordu.
"Selim abi?"
"Efendim tatlım?" dedim, bakışlarımı elime tutuşturulan ve saçlarını toplamam söylenen diğer Barbie'den-pardon Barbie'nin komşusundan- ayırıp Amelya'ya kaldırarak.
"Sen babanın arkadaşısın di mi?"
Allah Allah nerden gelmişti şimdi bu soru? Acaba küçük yaramaz olanlara uyanmış da evdeki yerimi mi sorguluyordu?
"Evet." Dedim temkinli bir biçimde.
"Baba heygün işe gidiyo. Ömey abi de. Sen niye gitmiyosun?"
Heh! Haydi bakalım. Şimdi cevap ver de görelim Selin Hanım dedi iç sesim.
"Kuzucum, ben çalışmıyorum ki." Dedim, bir süre düşündükten sonra.
Amelya'nın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Elindeki işi bile ona bıraktıracak kadar ilginç bir şey söylememiştim hâlbuki. Küçük kızın yüzüme uzaylı görmüş gibi bakmaya başlamasıyla neredeyse gülüyordum. Boğazımı temizleyip ciddiyetimi geri kazanarak,
"Ne oldu Amelya'cım?" diye sordum.
Amelya bir yandan bana kaçamak bakışlar atıyor arada da çok önemli bir meseleye kafa yoruyormuşçasına tavana bakarak düşünüyordu. Sonunda bir karara vardığı belli, tüm ilgisi yeniden üzerimde, bana döndü.
"Bir şey mi merak ediyorsun kuzucum? Çekinme sor." Dedim, küçüğün sıkılgan haline gülümseyerek.
"Sen eykek değil misin, Selim abi?"
Odanın ortasına bomba misali düşen soruyla kalakalmıştım. Bu kadar insanın arasında gerçekte erkek olmadığımı anlayan Amelya mı olmuştu sahiden? Gerçi boşuna çocuklar her şeyi hisseder demezler. Hay Allah'ım, ne halt edecektim şimdi ben!? Parmak kadar çocuğa nasıl açıklanırdı ki böyle bir durum? Ya babası? Nefretim dadı kamerasından olan biteni izlerse ben ne yapardım?
"Neden öyle söyledin, Amelya'cım?" dedim, içim pırpır ederek.
Kaderimin minnacık bir çocuğun iki dudağının arasında olması ne kadar garipti.
"Şey- Eykekley çalışıııyy, kadınlay çalışmas. Sen çalışmıyosun."
O an nasıl bir rahatlama yaşadığımı tarif etmem mümkün değildi. Vücudumdan çekilen kan damarlarıma büyük bir coşkuyla yeniden dalga dalga yayılmaya başladığında içten bir kahkaha attım.
"Bir tanem, böyle bir kural yok ki. Bazı erkekler çalışırken bazıları çalışmaz, bazı kadınlar da çalışırken bazıları çalışmaz. Birinin çalışıyor olması onu erkek yapmayacağı gibi çalışmıyor olması da kadın yapmaz. Anlaştık mı?" Göz kırptım.
Amelya, minik sosis parmağı ağzında bir süre düşündükten sonra lülelerinin sağa sola savrulmasına neden olacak bir şiddetle başını salladı.
"Anlaştık."
Çocuk da haklı bir yerde diye düşündüm. Birçoğumuz da onun gibi küçükken toplumun ya da çevremizin dayatmasından dolayı aynı şekilde düşünmüyor muyduk sanki.
--------------------------------------------
Saat bir buçuk gibi Amelya'yı uykuya yatırdıktan sonra odama gitmek ve mutfağa inmek arasında gidip geldikten sonra fırsat bu fırsattır diyerek odamı tercih ettim. İki gün öncesinin gerginliğini üzerimden hala atamamıştım. Ilık bir duş alsam belki biraz gevşerdim. Gerçi nasıl atabilirim diye düşündüm, artık gizli bölmem olan kilitli sandığı açıp içinden kıyafetlerimi çıkartırken. Tehlike hala kapımdaydı. Bana cesaret vermesi umuduyla çıkartıp komodinin üzerine koyduğum faturalar şu an ölüm fermanımmış gibi görünüyorlardı gözüme. Evet, faturaları nefretime hala verememiştim.
Aşağıya inmek yerine odama saklanmak konusunda verdiğim kararı içimden bir kere daha alkışladım zira dünkü konuşmamızdan sonra Letafet kalfa beni nefretimle yüzleşmem için sıkıştırıp durmuştu. Hiç şüphe yok ki beni ilk gördüğü yerde aynı şeye bir daha teşebbüs edecekti. Adam geceleri bile kâbusum olurken ben nasıl onunla yüzleşir de faturaları verirdim. Tabii gel de bunu Letafet kalfaya anlat.
Duştayken de beni yalnız bırakmayan düşüncelerim beynimde dönüp duruyordu. Bir yol, bir çare bulmalıydım. Kendimi şu an Amelya'dan bile çocuk hissediyordum, o kadar komik bir durumdaydım ki...
Havluma sarılıp aynanın karşısına geçtim ve kolumun tersiyle buğu tutmuş aynayı silerek yansımamı incelemeye başladım. Şu birkaç günü erkek olarak geçirmemin bana tek bir yararı olmuştu; makyaj yapmadığım için cildim daha bir canlı ve pürüzsüz görünüyordu. Küçük bir çocuk gibi burnumu çekerek şimdi, dokunmadığım için kendi kendilerine bir cumhuriyet kurmaya başlamış olan kaşlarıma baktım. Çalı kaş olma yolunda hızlı ve emin adımlarla ilerliyordum. Düşüncelerime gülüp başımı iki yana sallayarak banyodan çıktım ve önceden yatağın üzerine bıraktığım kıyafetlerimi giymeye başladım. Faturalar bana durdukları yerden göz kırparken onları görmezden gelmenin daha fazla işe yaramayacağını fark ettiğimde bıkkınlıkla olduğum yere çöktüm. Ellerimi ıslak buklelerimin arasından dalgınca geçirirken,
"Biraz erkek ol be Selin!" diye mırıldandım düşünmeden.
Akabinde burnumdan alaylı bir hava kaçarken ne ironik diye düşündüm. Demir adamın karşısına çıktığımda bırak erkek olmayı kadınlığımı bile unutuyor ve bir anda çocukluğuma dönüveriyordum. Öylesine yoğun bir etkisi vardı üzerimde.
Bir anda aklıma Leyla düşüvermişti. Ne yapıyordu acaba? Belki onunla konuşursam bir fikir verirdi. Hiçbir şey olmasa bile en azından cesaretlenmeme yardım ederdi. Evet, evet kesinlikle Leyla'yı aramalıydım. Telefonu elime alarak son arananlara girip isminin üzerine tıkladım ve telefonu kulağıma tutarak beklemeye başladım.
---------------------------------------------------
Telefonu kapatırken yüzümde kocaman bir gülümseme vardı. Leyla böyle bir dosttu işte. Her ne olursa olsun sonunda işlerin yoluna gireceğine seni inandıran ve en kötü anında bile gülümsetmeyi başarabilen...
Az buz değil yarım saat konuşmuştuk can arkadaşımla. Beni sabırla dinlemiş, nefretimle aramızda geçenleri anlatırken kâh sinirlenmiş kâh sövmüştü. Sonunda da bana duymak istediklerimi değil duymaktan korktuklarımı söylemişti. Leyla'nın tavsiyesine uyarak ayna karşısında biraz prova yapmaya karar vermiştim. Nasılsa Amelya'nın uyanmasına zaman vardı ve benim de yapacak daha iyi bir işim yoktu açıkçası. Banyodaki aynanın karşısına kurularak boğazımı temizledim ve omuzlarımı dikleştirdim. Hayalimde, nefretim her zamanki gibi masasının başında çalışıyor ve bana bakmıyordu.
"Doğan Bey, faturaları getirdim efendim." Dedim, ciddi ve korkusuz bakışlar atmaya çalışarak.
Nefretim, başını işinden kaldırmadan şuraya bırakabilirsiniz diye masasını işaret ediyordu ve ben de mutlu mesut bir şekilde faturaları gösterilen yere bırakıyor ardından seri adımlarla odayı terk ediyordum. Nokta.
Kendi kendine kapanan gözlerim açıldığında aynadan kendime bakan yüzüm asıldı.
Hayır, hayır. Bu çok kolay olmuştu. Nefretim işin içine karıştığında gerçekte olaylar asla bu şekilde muntazam gitmiyordu. Bir kere daha omuzlarımı dikleştirerek yeniden denemeye karar verdim.
"Doğan Bey, faturaları getirdim efendim."
Bu defa nefretim, kafasını kaldırıyor delici bakışlarını üzerime dikerek kaşlarını çatıyor ve ne faturası? diye soruyordu aksi bir tavırla.
"Benden istediğiniz faturalar. Hani alışveriş yaptıktan-"
Havaya kalkan eli bir kere daha boğazıma sarılıp nefesimi kesmişçesine susturuyordu beni. Cesaretim yavaş yavaş buhar olmaya başlıyordu.
Evet, tamam uzatmayın diyordu nefretim aynı aksi tavırla ve masasını işaret ediyordu. Fakat ben olduğum yere mıhlanıyor ve hareket edemiyordum.
Başka bir şey?
"Ha-hayır efendim."
Bir... İki... Üç...
O halde faturaları masaya bırakmak için davet mi bekliyorsunuz, Selim Bey?!
Korktuğum başıma geliyor ve nefretim bütün azametiyle bana çemkiriyordu. Bunun üzerine hareketlenen vücudum bacaklarıma söz geçiremiyor ve yürümeye çalışırken kendi ayağıma takılıp yere kapaklanıyordum.
HAYIR!
Göz kapaklarım şak diye açıldı. Gündüz gözüyle resmen kâbus görmüştüm. Nefes alışverişimi düzene sokmaya çalışırken ne halt edeceğimi düşünüyordum bir yandan da. Provada bile tökezlemişken gerçeğinde neler olacaktı kim bilir. Başımı iki yana salladım. Bu böyle gidemezdi. Bu evde, her daim korku içinde mi yaşayacaktım ben yani. Aynadaki görüntüme,
"Biraz erkek ol be Selin!" dedim, bu defa üstüne basa basa. "Biraz cesur ol!"
Ama bunun olması için önce kendimi inandırmalıydım cesaretime. Ani bir kararla yüzümü aynaya yaklaştırdım.
"Sen cesursun kızım Selin! Sen cesursun! Nelerin üstesinden geldin, bundan mı gelemeyeceksin. Sen cesursun! Kendini beğenmiş küstah bir adam mı yıldıracak seni. Sen ondan daha cesursun! Ne yapabilir ki sana? En fazla kovar. Sen cesursun! Sen cesursun! Sen cesursun!.."
Orada ne kadar süre dikilmiş, hipnotize olmuş bir şekilde kendime cesur olduğumu tekrarlamıştım hiç bilmiyordum ama aynadaki suretime yeniden gören gözlerle bakmaya başladığımda içimde tuhaf bir kıpırtı, değişik bir güç vardı. Artık hesaplaşma vaktiydi.
Lavabonun kenarına çıkarttığım maskeyi yüzüme yerleştirip, peruğumu da dikkatlice taktıktan sonra artık hazırdım. Yatağımın üzerinden telefonumu alıp Leyla'ya içimden binlerce kere teşekkür ederek kalbimin üzerindeki ağırlık kalkmış olarak odadan çıktım.