44
"Anlaşılan av partisi düzenleniyor ve herkes anlaşmış gibi benim avımın peşinde."
Kurdun eşelediği deliğin önüne geldi. Dalı içeri uzattı, tavşanı çekip aldı, bu yaraladığı tavşan değildi, başka bir tavşandı. Çok daha iriydi. "Kusura bakma dostum" dedi, tavşanın başını kesti. Kaçan tavşana hayret etti. Hayatının en zor savaşını veren tavşana akıl almaz bir çeviklik ve hız gelmişti sanki ve canını kurtarmayı başarmıştı. Rabbani ilerlerken bir tıkırtı duydu, içi çürümüş boş kütükten geliyordu ses. Kütüğün içine bakacaktı, bir tarafına gitti, o tarafa kapalıydı, diğer tarafa geçti, girişte kan damlaları vardı, anlaşılan yaralı tavşan buradaydı. "Ballısın sen ballı, seni şanslı prenses!"
Az önce kaçan kurt geri gelmişti. Hırlayarak yanaştı. "Benim avımı aldın, seninkini de ben alırım" der gibiydi. Korkusuzca yanaştı. Rabbani tınmadı: "Kusura bakma, bana yine yiyecek lazım olacak, bir ken iki neden olmasın, onu sana bırakamam, çek git; yoksa kafanı kırarım!"
Kurt ise tam tersini söyler gibi bakıyordu. Rabbani ona acıdı, masallara ve efsanelere konu olan bu asil varlık şimdi ne kadar perişan görünüyordu, gerçekte. Bir an oradan çekip gitmeyi düşündü; ama caydı. O da kararlılıkla kurda bakıyordu. Kurt giderek daha çok yaklaşıyordu, birbirlerini göz hapsine almışlardı. Ölümcül oyunu okumaya ve taktik geliştirmeye çalışıyorlardı. Kurt atak yapar gibi bastı öne ve aniden durdu, Rabbani ise elindeki kalın dalla onu bekliyordu tetikte. Garip ve hayvani denilebilecek bir ses çıkardı. Kurt bundan çekindi. Hafif geri gitti. Rabbani bıçağı ağzına koydu. Çünkü almada kolaylık olsun diye ve iki eliyle tuttuğu dal sopa gibi bir şeydi; ama onu kılıç gibi algılıyordu ve yüreğindeki kuvveti hissediyordu.
Kurtun korkmasına neden olan şeyin bu olduğundan kuşkusuz emindi. Kurt hırladı ve dişlerini gösterdi. Rabbani de kendince hırladı.
"Yüreğimdeki ve ruhumdaki kuvveti bu ana, anlara gömdüm. Seni alt edeceğim! Onurlu ol ve çek git" diye söyledi içinden. Sanki kurt onun yüreğini ya da bakışlarını okumuş gibi birden sustu, süratle orayı terk etti. Gözden kayboldu. Tam bu sırada çürük ağaç kovuğundan çıkmıştı tavşan. Yeni bir hamleyle kaçıp çok daha güvenli bir yere gitme niyetindeydi. Ağaçların arasına daldı, çalılıklara doğru. Bu manzarayı sinip beklediği yerden bir tilki seyrediyordu. Fırladı tavşan ona çok yaklaşınca. Mermi gibi havaya fırlamıştı, tavşan deliğe girmeyi başarmıştı son anda. Kuyruk tüyleri dökülmüş, tek gözü kör yaşlı tilki çok zayıftı. Günlerdir bir şey yememişti. Belli ki tecrübesini konuşturup hayatta kalmasını sağlayacak tavşanı mideye indirmek için pek hevesli ve hırslıydı. Ama şans tavşandan yanaydı. Rabbani dedi ki kendine: "Aldın alacağın kadarını, bu prenses gerçekten ballı, gitme peşinden, başına bir iş gelecek." Aç kaldığı anlar aklına geldi ve onu yakalarsa daha çok yiyeceği olacaktı. Tavşanı yakalamadan içi rahat etmeyecekti. Onun her seferinde kaçmayı başarmasına zaten çok sinir olmuştu, zafer kimin olacak, bunu ona gösterecekti,
Tavşan ağacın altına gidip orada bir deliğe girdi. Rabbani ağacın altına geldiğinde birden tepe taklak olup havaya fırladı. Ayağına tuzağın ipi dolanmıştı. Ağacın dalı yay gibi yerinden fırlayıp onu bu hale getirmişti. Bıçağı ve sopası yere düşmüştü. Uzaktan birinin yaklaştığın gördü. Ayağını ipten kurtarmak için çabaladı; ama başaramadı, havada asılı kalmış bir balık gibiydi.
Kısa bir süre sonraydı. Kızıl sakallı, ufak tefek adam yaklaştı. 30 yaşında filan olmalıydı.
"Bayım beni kurtarır mısın? Burada biraz daha fazla kalırsam turşu olacağım."
Kızıl sakallı güldü. Yerdeki ölü tavşanı aldı.
"O benim; dokunma ona! Yoksa gebertirim seni!"
Güldü: "Yapma ya. Aman da çok korktum."
"Bu tuzak senin işin mi?"
"Olsa ne olur, olmasa ne olur. Karnım çok aç ve seni pişirip yemediğime dua et sen."
"Derdin yemekse çok iyi bir avcı olduğumu söylemeliyim. Beni kurtarırsan sana çok yararım dokunur."
"Bir tavşancığı yakalayamadın. Ne konuşuyorsun? Palavracı!"
"Gerçekten iyi avcı olduğumu sana kanıtlayabilirim. İpi kes. Kurtar beni, lütfen."