Ben buraları unutmuşum. Aklıma hiçbir şey gelmiyor, yazamıyorum bu yüzden. Neyse, iyi okumalar.~
﹏﹏﹏﹏
Saat öğlen olmuş, genç çocuk beyaz koridorda koşarak Zeus'un yanına ulaşmaya çalışıyordu. Güneşin ışınları gözüne geliyor ve zaten minik olan gözleri daha da kısılarak görüşünü engelliyordu.
Beton bir sütuna dayanarak soluklanmaya başladı. Sıcak bir gündü ve üstünde bir kot ceket vardı. Taehyung ve Hoseok onun böyle daha güzel göründüğünü söyleyip bunları giydirmişti ancak Jimin sıcaktan öleceğini düşünüyordu.
İçindeki beyaz tişörtü çekiştirerek içine hava dolmasını sağladı. Böylelikle daha rahatlarken yeniden Zeus'un taht odasına doğru ilerlemeye başladı. Sabaha kadar uyuyamaması başına neler açmıştı...
Sert kapıya vurarak açtı ve Zeus'un önüne doğru ilerledi.
Jimin'in geldiğini gören Hoseok babasının tahtından sıkılarak kalkmış, yanındaki yerini almıştı. Zeus dalga geçer bir şekilde gülümseyip, ayağa kalktı. Jimin biliyordu ki, Zeus bu durumla dalga geçmezse patlayabilirdi.
"Uykucu güzel de hazırsa, gidin artık."
Jimin gözlerini devirirken Hoseok onun kolundan tutup gözlerini kapadı. Kaç kere bunu yapmış olsalar bile bu hisse asla alışamayacaktı.
Midesi kasılıyor, rüzgarlar esiyor ve yeniden yer ayaklarının altından kayıyordu.
Sıkıca Jimin'den tutunurken tüm bunların geçtiğini anladığında kendini serbest bırakıp yanındaki siyah duvara yaslandı.
"İyi misin?"
"İyiyim, midem bulandı birazcık."
Karşısındaki çocuğu daha fazla endişelendirmemek için kendini toparlıyıp, silkelendi. Etraf yine karanlıktı. Jimin bu duruma çoktan alışmış olsa da Hoseok sürekli buranın iğrenç bir yer olduğunu söyleyip duruyordu. Güneş ışınlarının olmadığı hiçbir yeri sevmiyordu.
Her zaman oturdukları yere doğru ilerlerken, Jimin saçlarını düzeltip derin bir nefes aldı. Hoseok alayla onu süzerken kısa çocuk göz devirmekle yetindi.
"Sende belki de biraz kendine baksan, birilerini etkileyebilirsin."
Fısıltı ile başlayan kelimeleri yüksek sesli bir cümleye dönüştüğünde Hoseok aceleyle onun ağzını kapatıp karnına bir yumruk geçirdi.
"Kim kimi etkiliyor?"
Gülerek onlara yaklaşan Yoongi ile Jimin haylazca gülümsedi. Hoseok insanları imcitemeyecek kadar merhametli olduğundan, yediği yumruk onu hiç etkilememişti. Bununla ilgili daha sonra dalga geçebilirdi. Hoseok ise dili tutulmuş bir şekilde ona döndü ve nasıl bu salakça durumu açıklayacağını düşündü.
"H-Hiç ki-imse."
Sesinin titremesini kontrol edemeyerek konuştuğunda Yoongi gülümsedi ve Hoseok'un daha yeni bırakmış olduğu Jimin'e döndü.
"Sen Jungkook'u etkilemeye mi çalışıyorsun yoksa Jimin? Çünkü Hoseok'un birisini etkilemek için bir şey yapmasına gerek yok da."
Roller değişiyor, Hoseok zafer kazanmış bir şekilde gülümserken Jimin dili tutulmuş, ne yapacağını bilemeyerek öylece duruyordu.
"Bence Jimin, Jungkook'u çokt-"
Karnına atılan yumrukla cümlesi yarıda kesildi ve elleri ile acıyan karnını tutmaya başladı Hoseok.
Yoongi kahkaha atarken Hoseok yüzünü buruşturdu. Bu çocuk ne yiyip içiyordu da bu güce sahip olabiliyordu?
Yerinde doğrulurken Jimin arkasından atılan ölümcül bakışlardan kurtulup koşarak Jungkook'u bulmaya gitmişti.
Hoseok karşısındaki bedene bakarken onun hâlâ güldüğünü görünce sırıttı.
İşte tam o an, aklındaki tüm düşünceler gitti, karnına atılan yumruğu unuttu. Tam o an, güneşten daha çok sevdiği bir şey keşfetti.
Yeşil saçlı bu gencin gülüşü, güneş ışınlarından daha parlak gelmeye başladı tam o an.
Ve bundan sonra, ışık tanrısı Apollo'nun oğlu Hoseok'un en sevdiği şey güneş ışınları değil, Min Yoongi'nin güzel gülüşüydü.
﹏﹏﹏﹏
Çimenlere basarak Jungkook'un oturduğu yere doğru ilerledi genç çocuk.
Ona yaklaştıkça bedenini ele geçiren o sıcaklık yeniden sarmıştı etrafını. Ama Jimin bunun havadan dolayı olmadığının gayet farkındaydı.
"Jungkook."
Oturdukları ağaca doğru seslendiğinde, Jungkook uğraştığı şeyden başını kaldırıp Jimin'e baktı. Elleri, üstü başı toprak içindeydi. Ellerini silkeleyip Jimin'e gülümseyerek yaklaşmaya başladı. Jimin orada ne yaptığını anlayamamıştı. Jungkook'da analamadığını bildiğinden onu elinden tutup ağacın sol tarafında, güneşin olduğu tarafa doğru götürdü. Kısa olan ne isterse onu yapıyor, sorgulamadan ilerliyordu.
Jungkook durduğunda Jimin'de durup bakışlarını Jungkook'un boynundaki dövmelerden çekip toprağa dikti.
Yeni ekilmiş bir çiçek.
"Güzel mi?"
Uzun olan sabırsızlıkla dudaklarını dişliyor, küçüğünün bir sözüne bakıyordu. Küçük bir çocuk gibiydi.
"Çok güzel Jungkook."
Jimin transtan çıkıp cevap verebildiğinde Jungkook gülümsedi.
İkisi de yeniden, hep yaptıkları gibi ağacın dibinde diz çökerlerken Jimin başını Jungkook'un omzuna yasladı.
Ne yaptığını bilmiyordu Jungkook'un yanında, ne dediğini, ne hissettiğini... Sadece karşısındaki bu güzel adama kapılıp gidiyordu işte.
Etraf rahatlatıcı bir koku ile sarılı, Jeon Jungkook yanında onun elini tutmuş okşuyor, sessiz ortamda kalp atışlarını ve nefes alış verişlerini dinliyordu sadece Jimin. Jungkook ile tanışmadan önce sorsalar, "Geçirdiğin en güzel gün ne?" diye; arkadaşları ile eğlendiği günleri sayabilirdi. Yada ilk denize girdiği anı, ilk şeklini değiştirdiği günü... Şimdi sorsalar söyleyemezdi. Bulamazdı bu sorunun cevabını. Çünkü yanındaki bu adam sürekli ona unutamayacağı anlar, günler, dakikalar yaşatıyordu.
Saçlarına ufak bir öpücük kondurulduğu anda girdiği hayal dünyasından çıktı.
Elleri ne güzel de birleşiyordu, ne güzel atıyordu kalpleri yanyanayken. Ve ne kadar güzeldi Jungkook; Hades'in oğlu olmasına, hiç beraber olamayacaklarına rağmen.
"Çok güzel kokuyorsun, Jimin-ah."
Her sözüyle kalbini teklediyordu işte. Jungkook'da Jimin gibi kendinden geçmişti besbelli ki.
İkisi de farklı bir dünyadaydı sanki, sadece birbirlerinin nefeslerini duyabildikleri bir dünyada.
Nasıl oluyordu da, mest olabiliyordu bu kokusuyla? Nasıl oluyordu, kimsenin duygularını önemsemeyen Jungkook, bu gencin bir gülüşüne bitebiliyordu?
Jimin, Jungkook'da çok farklı bir duygu yaratıyordu.
"T-Teşekkür ederim."
Kelimeleri zar zor seçebiliyor, sesi güç bela toparlıyordu kendini. İkisi de birbirine kapılmış, gidiyordu.
"Biliyor musun,"
Yanağının kenarına ufak bir öpücük kondurdu.
"Tanrılara inanmazdım."
Jungkook derin bir nefes alırken, Jimin nefesinin kesildiğini hissediyordu.
"Ama sen... O kadar güzelsin ki Jimin, bana onlardan verilmiş bir hediyesin."
Gülümseyip, dudağının kenarından öptü bu sefer.
Zaten Jungkook'un ona bu kadar yakın olması işini çok zorlaştırırken, bu sözler ile ne yaptığını bilemez hâle geliyordu.
"Jungkook..."
Toparlayamıyordu kelimeleri. Ağzından sadece çaresizce dökülüyordu ismi.
"Bir şey demene gerek yok güzelim."
Elini yanağına uzatıp hafifçe okşadı dudaklarını boynuna değdirmeden önce.
Geriye çekilip gülümsedi bir kez daha.
"Bu çiçeğin anlamını biliyor musun?"
Jimin gülerek bir beyaz çiçeğe, bir Jungkook'a bakıyordu.
"Senin her ektiğin, yaptığın şeyin güzel bir anlamı olmak zorunda mı, anlayamıyorum bazen."
Gülerek siyah saçlarını karıştırdı Jungkook.
"Aslında hayır. Hepsi senin için olduğu için özel. Sen özel olduğun için."
Jimin yanaklarının kızardığını hissedebiliyordu. Jungkook'un kıkırtısı kulaklarına iliştiğinde o da gülümsedi.
"Bu çiçeğin adı; ay ışığı." Yerinde dikleşip devam etti sözlerine.
"Bu çiçek annemin en sevdiği çiçekti. Benim de öyle ve senin de seveceğine eminim. Sadece ay ışığında açıyor, güneş ışınları yapraklarına değidiği an kapatıyor kendini."
Jimin çiçeğe doğru dönüp, iyice inceledi. Jungkook'un anlattığı gibi kapalıydı.
"Senin gibi..." diye bir fısıltı çıktı ağzından. Yani Jimin, fısıltı olduğunu ve Jungkook'un duymadığını sanıyordu ancak, Jungkook'un sadece onu duyduğundan bihaberdi.
"Çok seviyorum."
Utançla kafasını eğdi, Jimin'in tutuğu elini sıklaştırdı.
"Çiçeği yani."
"Anladım." diye cevap verdi küçük olan hemen. Jungkook ise çenesinden öpüp geri çekilmekle yetindi.
Sanki bugün Jungkook, Jimin'i her öpüşünde kalbine, ruhuna mutluluk tohumlarını atmıştı. Ve bu tohumlar sadece Jungkook'un yanında, o güldüğünde çiçek açıyordu.
Ay ışığı altında herkes güzel görünürmüş. Gece sizin kusurlarınızı örter, sizin rahatlamanızı sağlarmış. Eskiden karanlıktan ve geceden korkan Jimin, gece gibi karanlık saçları olan bir çocuk yüzünden geceleri sevmeye başladı böylelikle. Ama Jungkook, ay ışığı altında güzel görünen değil, ay ışığından daha da güzel olan birisiydi.
Ay doğdu, çiçek yapraklarını açtı.
Ve Jimin, kalbindeki çiçeklerin sadece onda açacağına söz verdi...
﹏﹏﹏﹏
Neden aşıklar gibi davranıyoruz, birbirimizi tanımıyoruz bile
Eskiden dünyaya hakim olsak bile
Neden bana aşk şarkıları söylüyorsun?
Biz bir aşk şarkısı kadar iyiyiz, aşkı olmayan bir aşk şarkısı.
-Without The Love.
2. Kere yazdım şu 300 kelimeyi. Ama bölümü çok sevdim ben.
Telefi edebilmişimdir inşallah, ö p t ü m. 🌹🌙
...