Bölüm Şarkısı: Barış Diri - derinden (yukarıda)
Bölüm Şarkısı; No.1 - Kendine iyi bak Elektro gitar (Uzun version)
Bölüm Şarkısı- Fazıl Sey, Cem adrian- İnsan İnsan
Selaaaaaaam!! 25. Bölüme kadar gelen güzel Okuyucular 26. bölüme geçmeye hazırsınız değil mi Çünkü ben yorum okumaya çok hazırım Bu bölüm biraz daha benim ağzımdan o yüzden keyifli okumaaaalar diliiiyooorum (Lütfen satır aralarını deli gibi doldurup bana motivasyon olun)
biraz drama Queenliğimi konuşturdum şimdiden tşkrlr
Instagram- Sermiranl
Spotifty- Sermiranl - A'zel
Deezer- Sermiranl- A'zel
Bölüme Oy Ve Yorum yapmayı unutmayın Ancak bu şekilde İthaf verebilirim Çünkü oy ve yorum vermeden kullanıcı isminizi göremem bu yüzden de ithaf verememiş oluyorum
Sizi seviyorumm
26. BÖLÜM
Kaybetmenin nasıl ağır bir durum, nasıl acı olduğunu sadece yakınlarını kaybedenler bilirdi. Belki bir arkadaş belki bir anne, baba, kardeş kaybetmek
Her türlüsü berbattı. Kaybetmenin onlarca çeşidi vardı; umudunu kaybetmek, hayallerini kaybetmek, özünü kaybetmek, bunların hepsini yaşan biri de vardı, Meriç bunları yaşamış bunlarının arasına hislerini de eklemişti.
Hislerini yavaş yavaş kaybettiğini düşünüyordu.
Gecenin bir yarısı Batuhan'ı hastanede yalnız bıraktığının vicdan azabını çekerek kalkmış ve hastaneye gelmişti. Hasta yatağının yanında bulunan yeşil deri koltukta yan bir şekilde oturarak, bacaklarını kendine doğru çekmişti elleri kucağındayken başını yanına doğru yaslamıştı.
Odanın içerisinde çıt dahi çıkmıyordu fazla sessizdi Meriç bakışlarını duvardaki saate çevirdi
04.12
Sessiz bir nefes bırakıp cebinden telefonunu çıkardı. Ekran duvar kağıdında kedilerinin fotoğrafı vardı. Şifresini girdikten sonra ekranda bir kaç saniye ne ile oyalanabileceğini düşündü. Instagram'a girmeye karar verdiğinde canının sıkıldığını git gide hissedebiliyordu
Ana sayfasına Pera'nın fotoğrafı düşünce bir kaç saniye fotoğrafı inceleyip daha sonra Pera'nın profiline girdi.
İnkar edemezdi. O her erkeğin beğenebileceği türden bir kızdı.
Fotoğraflarını incelemeye başlarken çocukluk fotoğrafını öne çıkarılanlarda paylaştığını görünce dudaklarında ister istemez bir tebessüm oluştu. Bu kızla ilk tanışması oldukça komikti.
Kaşları çok az havalanırken Pera'nın yıllar önce onun kafasına nasıl taş attığını düşündü. O taş canını oldukça acıtmıştı.
Dudaklarında beliren tebessüm yavaş yavaş kaybolmaya başlayınca, profilinde Pera'nın kendisiyle olan bir fotoğrafı paylaştığını görmüştü. Aslında bu fotoğrafı çok daha önceden fark etmişti ancak incelemeye fırsatı olmamıştı. Yutkunup dudaklarını ıslattı içinden geçirmeye başladı. "Umarım kalbinde büyük bir yara açmam.."
İstediği o adamdı, istediği kız değild. O adama ulaşmak için sadece piyon rolünü oynayabilecek tek kişi kızıydı. Odanın içerisindeki sessizliği bozan Batuhan'ın uykulu sesiydiç "Meriç.." diye mırıldığında Meriç sessizliğin aniden bozulmasının ardından irkilmişti. Telefonunun ekranını kapatıp Batuhan'a döndü. "Canın mı acıyor? Doktoru çağırabilirim." Dedi kalkmaya hazırlanırken ,Batu gözlerini uykuyka kapatıp açtı.
"Hayır, iyiyim sen ne zaman geldin?" Meriç ellerini kucağına indirdi. "Sen bana git dedin ama içime sinmedi bir, bir buçuk gibi geldim." Batuhan boynunu hafif oynatarak duvardaki saate çevirdi.
"Saat kaç olmuş neden uyumuyorsun?" Meriç öylesine omuz silkerken, "Pera'nın fotoğraflarına bakıyordun gördüm" Meriç dudaklarını emiştirip inkar etmediğini belli eden bir şekilde başını sallamıştı. "Bir şey mi oldu?" Diye sordu Batuhan
Meriç sesini çıkarmadı içi rahat değildi, bir tek bunun farkındaydı.
"Meriç onu öldürmezsin değ.." Batuhan'ın lafını kesen Meriç'in aniden kendisine dönüp bakışlarıyla ne diyorsun dercesine bakmasıydı.
"Bana bu soruyu bir kez daha sordun ama o zaman dalga geçtiğini düşünmüştüm. Sen bana ciddi ciddi bu soruyu sordun mu?" Batuhan'ın kaşları gevşerken ne diyeceğini bilememişti.
Bu ona asla zarar vermeyeceği anlamına mı geliyordu?
"Batuhan" dedi bastıra bastıra konuşarak
Meriç kendisini işaret ettiğinde, "Ben kadın katili değilim ve olmaya hiç niyetim yok. Ondan ilk başta nefret ediyordum bu yüzden ona kötü davranıyordum. Öldüreceğim hiç bir zaman o olmayacak, ölecek olan biri varsa onun babası"
Bu soru birden bire Meriç'in ağrına giderken gerçekten bu soruyu Batuhan'ın ciddiyetle sormasını beklemiyordu.
Oturduğu koltuğun yanında bulunan ceketini alıp çıkacağı sırada durup arkasını dönerek Batuhan'a baktı. "Nen o kızı öldürüp o adamın bana yaşattığının aynısını yaşatabilirdim. Yapmadım yapmayacağım da çünkü; ben kadın katili değilim."
Meriç odadan çıkıp arkasından kapıyı kapattığında çiseleyen yağmurun soğukluğunda üşümemek için ceketini giyindi, fermuarını sonuna kadar çekip kapüşonunu başına çekti.
Zifiri karanlıkta yolun kenarından yürümeye başlamıştı. Ellerini ceplerine yerleştirip başını eğdi yürüdüğü kaldırımın renkli taş kısımlarını saymamak için kendini zor tutarken bunu yapmamak için başını kaldırdı. Hastanenin biraz uzağında kalan parkı gördüğünde adımlarını parka doğru yönlendirdi.
Nemli çimlere basarak parkın içerisine girdi. İki tane salıncağın olduğu yere baktı biri turuncu renkli biri sarı renkliydi, turuncu renkli olan salıncağın kilidini yukarıya doğru kaldırıp oturduğunda kilidi tekrar indirdi. bacaklarını ileriye doğru uzatıp ayaklarını birbirinin üzerine atarak sallanmaya başlayıp ellerini kilidin üzerine yasladı
Yoprak kokusu yavaş yavaş burnuna gelirken ayağına dolanan bir hareketlilik hissettiğinde, başını eğerek bunun ne olduğuna baktı.
Ayağına sürtünen nemli ve kirli sarı kedinin tüylerine baktı. Samimi bir şekilde gülümseyerek elini kaldırıp kedinin başını okşamaya başladı. "Sen kimsin? pişt" kedi başını deli gibi çevirerek Meriç'in eline sürterek kendini sevdiriyordu. "Üşümüyor musun?" Tüyleri ıslaktı ne kadar Mete kedilerin tüyleri onların kürküdür üşümezler dese de, Meriç asla ama asla bu düşünceye katılmıyordu.
Kürkleri olsa da kediler de üşürdüç
Kedi Meriç'in ayağının dibinde oturduğunda Meriç ceketini çıkarıp yere serdi. Kediyi ellerinin arasına alıp ceketin üzerine koyduğunda dışarıda kalan ceketin kısmını kedinin üzerine örttü.
Şimdi ise hem altında hem üstünde ceket vardı.
Umuyordu ki üşümezdi.
Elini pantolonunun cebine atıp cep telefonunu çıkardı salıncakta biraz eğilip kedinin üzerinde kalan cebine elini kediyi rahatsız etmeyecek şekilde sokup kulaklığını aldı. Kulaklığının ucunu telefonunun girişine yerleştirerek taktı.
Kullandığı müzik uygulamasında kendi oluşturduğu A'zel listesinde bulunan Jane Maryam adlı şarkıyı açtı.
Toprak kokusu bulunan havayı içine çekti. Kulaklıkları kulaklarına yerleştirerek başını arkasına yaslayarak gözlerini kapattıö Ayaklarıyla salıncakta yavaş yavaş kendini salladı.
Meriç, Bir anlığına hiç var olmamayı diledi, var olmamak ölmek ile ilgili değildi. Hiç kimsenin hayatına karışmamış, kimsenin ona karışmadığı bir var olmamaktan bahsediyordu. Ne kimsenin onu tanıdığı, ne de kimseyi tanıdığı bir yer, sorumluluk dolu dünyada sorumsuz olmayı diledi. Ancak bu dilediği gerçekleşemeyecek kadar da gerçek dünyadaydı.
Yağmurun suratını ıslattığını hissedebiliyordu ancak umurunda değildi.
Üşümüştü ama şu an oldukça rahattı ve ceketini kedi kendi isteğiyle gidene kadar almayı düşünmüyordu.
Kapattığı gözlerini aralayıp başını yanına doğru çevirdiğinde kaşlarını kaldırdı, artık şaşırmıyordu. "İn misin? Cin mi?"
Onur Aksel'de Meriç gibi salıncak da sallanırken Meriç sol kulağındaki kulaklığı çıkardı. "Beni takip ediyorsun." Diye konuştu Meriç sesli bir nefes alıp başını gökyüzüne çevirdi. "Tesadüf desem inanmayacak kadar zeki bir insansın." Meriç kollarını göğsünde birleştirdi. "İnanmış taklidi yapardım." Onur Aksel'in bakışları yerde ceketin içinde patisiyle suratını kapatarak uyuyan kediye baktı. "Bir kediye ceketini verecek kadar mı seviyorsun, bence fazla anlam yüklüyorsun." Meriç dudağını büktü bilmem dercesine,
"Bir insanın artık seni dinlemediğini fark ettiğinde, bir kedinin de seni karşılık beklemeden dinlediğini çok fazla zaman geçmeden fark ediyorsun. Belki de bu yüzden kedileri seviyorum."
Onur Aksel, bir kaç saniye cevap veremediğinde ellerini birbirine birleştirerek arkasına yaslandı. Meriç dudaklarını aralayıp iç çekerek, "Saat 5'te ne yapıyorsun burada?" Onur, Meriç'in bu sorusuna alaylı bir ifade ile baktı. "Biliyor musun? Aynı soruyu bende sana soracaktım." Meriç yandan bir bakış atıp cevap vermediğinde cevapta alamayacağını sandı.
"Bir senin mi derdin var sanıyorsun Derin?" Meriç duymaya alışık olmadığı ismi kulaklarına geldiğinde gözlerini açıp başını Onur'a çevirdi. "Derin mi?" Onur başını salladı bunda ne var dercesine,
"Senin ismin Derin değil mi?" Meriç bir kaç saniye sadece tip tip baktı. "Evet Derin ama sa.." Onur Meriç'in lafını bitirmesine izin vermeden konuştu. "Ee, o zaman?"
"Derin'i sadece çok yakın olduğum kişiler kullanıyor."
"Bizde yakınız? Ne demeye çalışıyorsun?" Meriç gülerek tekrar başını gökyüzüne çevirdi. "Oo, tamam senin keyfin yerinde ama bil ki seninle asla tartışamam." Meriç uzattığı bacaklarının ayak topuklarıyla yavaş yavaş kendini sallamaya devam etti.
Onur Aksel, yerdeki Alkol şişesini alıp dudaklarının arasına götürdü. "Annenin mezarına gidiyor musun?"
Meriç duyduğu soruyla gözlerini tekrar araladı. Gökyüzünde bir tane bile yıldız bulunmadığını daha yeni fark etmişti.
Sahi neden yıldız yoktu?
"Sana bir soru sordum." Yıldızlar olsaydı eve gidene kadar sayabilirdim diye içinden geçirmişti.
Amacı sadece bu sorudan kaçmaktı.
"Kardeşinle konuştuğumda yıllardır gitmediğini söyledi." Meriç arkaya doğru yasladığı boynunu düzeltti biraz olsun boynu ağırlaşmıştı, yerdeki kediye doğru eğilip başının üzerini okşamaya başladı.
Onur Aksel, Meriç'e o kadar üzüntülü bakmıştı ki kendi gözlerinde bunu fark etmemesini diledi. "Ben ve kardeşimin peşini neden bırakmıyorsun? Aradığın her neyse bizde değil." Meriç kedinin üzerinden elini çekip bağcıklarını çözmeye başladı. "Aradığım şey ikiniz, yani ikinizde" buruk tebessümünü Meriç görmedi ancak bunları da konuşmak istemiyordu. Bağcıklarını bağlayıp çözmeye devam etti.
"Kendini suçladığın için annenin mezarına gitmiyorsun." Meriç'in bağcıklarını bağlayan elleri durdu.
Onur Aksel'in bu kadar kendinden emin konuşması, Meriç'in hiç bir tepki vermemesine neden olmuştu.
Ne diyebilirdi?
"ö..öyle bir şey yok." Burnunu çekerken işaret parmağının yan tarafını burnuna sürtmüş başını salıncağın zincirine yaslamıştı. "Çocuktun.." Dedi Onur Aksel geçerli bir sebepmişçesine,
Meriç sesini çıkarmadı. "Çocuktun Meriç" diye tekrarladı. Meriç konuşmak yerine başını iki yanına salladı bu durumu konuşmak içinde bir yaranın kabuğunun tekrar ve tekrar soyulduğunu hissettiriyordu. Yarın ise annesinin ölüm yıl dönümüydü yeni bir yara açmanın hiç bir manası yoktu şâyet zaten daha kabuk bağlamamış yaraları kanamaya devam ediyordu.
"Ne hissettiğini anlıyor.."
Meriç Derin Kaya
Bu hayatta duymaktan en nefret ettiği cümleydi. Dudaklarını birbirine bastırıp başını sertçe Onur'a çevirdi. "..Sen benim ne hissettiğimi anlayamazsın" diye fısıldadı. Başını hafif yana doğru eğdi. "Sen benim ne hissettiğimi tahmin bile edemezsin. Ne anlamasından bahsediyorsun?" Onur Aksel, kahverengi gözlerini Meriç'in Yaşarmış gözlerine çevirdi.
Onur başını önüne eğip sıkıntılı bir şekilde içini çekerken ,Meriç'te başını yola doğru çevirmiş elleri zincirlere tutunmuştu.
Kendini sallamayı bırakmıştı.
"..Hiç biriniz beni anlamıyorsunuz." Diye kendi kendine konuştu Meriç burnunu çekerek,
"Kendini suçlamayı bırak sana söyledim sen çocuktun ve o an elinden bir şey yapmak sen dahil senin yaşındaki bir çocuğun elinden de gelmezdi" Meriç hissiz bir gülüş bıraktı aralarındaki gergin ortama, "Ben dışındaki her çocuğun elinden bir şey gelirdi buna emin olabilirsin."
"Gelmezdi." Dedi Onur, kendinden oldukça emim ses tonuyla, "Gelirdi." Diye mırıldandı Meriç bağcıklarıyla tekrar oynamaya başlarken,
"Gelmezdi Meriç, yerinde kim olsa senin yaptığın gibi yapardı." Meriç sustu ancak başını iki yanına salladı kabul etmediğini belirten bir şekilde, "Camdan bağırabilirdim, bağırsaydım ölmezdi."
Onur Aksel, Meriç'in bu düşüncesiyle şok içinde kaldı. Karşısındaki çocuk gerçekten o yaşında annesini kurtarabileceğini mi düşünüyordu diye içinden geçirdi.
Bu çocuk deli gibi kendini suçluyordu.
"Meriç.." Diye fısıldadı Onur'un sesi kabalaşarak, "Çocuktun ve bağıramazdın." Meriç ruhsuz bakışlarını Onur'a çevirdi.
"Camdan yardım isteyebilirdim." Onur şiddetle başını iki yanına salladı. "İsteyemezdin çünkü senin de canını yakarlard.." Meriç Onur'un lafını böldü. "Annem'in telefonu odamdaydı birini arayabilirdim." Onur şaşkınlıkla hissizce güldü.
"6 yaşındaydın!" Diye sesini yükseltti. İstediği tek şey Meriç'i biraz olsun kendine getirmek ve kendini suçlamasını bırakmasını istemekti."Çığlık atıp apartmanı da ayağa kaldırabilirdim o zaman da ölmezdi annem. Çok seçenek vardı ama ben hiç birini denemedim."
Anne kelimesi uzun zamandır dudaklarının arasından çıkmadığı için söylerken boğazına yumru oturuyor, gözleri yaşarıyordu
kalbinde hissettiği ağrı o kadar ağırdı ki artık yorulmuş ve her şeyin bitmesini istemişti.
"Benim suçum.." Diye konuştu Meriç, Onur Aksel kendini tutamayarak konuştu. "Sen çıldırmışsın amına koyayım." Sonra ettiği küfrü fark edince Gözlerini yumdu. "Tövbe tövbe ağzımı bozduruyorsun ya"
Meriç ise elleri kucağında etrafta nadir geçen arabaları takip ediyordu. Onur kendi kendine homurdanarak Meriç'in ıslanmış bu haline ceketini çıkartıp Meriç'e uzattığında Meriç ruhsuz bir şekilde ilk önce Onur'un ceketi uzattığı eline, daha sonra Onur'a dönmüştü. "Üşümüyorum teşekkür ederim."
Onur sinirlenerek dişlerini birbirine kilitledi. Ceketi Meriç'e nazik vermekte nereden çıkmıştı? Uzattığı elini biraz kaldırıp Meriç'in üzerine attı. "Giy onu" Dedi bastıra bastıra, Meriç başını iki yanına salladı.
Annesi ne kadar inat bir çocuk yetiştirmişti!
Meriç hiç bir tepki vermediğinde, "Giyeceksin." Diye diretti Onur
"Giymiyorum." Onur elini bacağına getirip bileğine yüklenerek Meriç'e gözlerini kısarak baktı. "Giymiyor musun şimdi sen onu?" Tehditkar konuşması Meriç'in ona göz ucuyla bakmasına neden olmuştu. Sadece sussun ve daha fazla laf çarpmaması için üzerinde olan ceketi giyindi. "Yarın benim evime gel" Meriç sinirlenerek baktığında salıncağın kilidini açıp salıncaktan kalktı. "Nereye Meriç"
"Cehenneme, oraya da gelecek misin?" Diye sesini yükseltti. "Evet! için rahat etsin geleceğim!" Meriç !rkasını dönüp gideceği sırada olduğu yerde durup üzerindeki ceketi çıkartıp yere fırlatarak tekrar arkasını dönüp yürümeye başlayacağı sırada Onur, Meriç'in kolunu tutarak kendine doğru çevirmişti. Meriç kolunu hızla Onur'un elinden kurtarmış ve üzerine doğru yürümeye başlamıştı. "Ne istiyorsun! Ne istiyorsunuz siz benden? Bırakın lan benim peşimi!"
Sırılsıklam olan vücudunda nefes nefese kalmıştı. "Bırak peşimi" diye fısıldayıp tekrar arkasını döndü. "Kendine bir şey yapmandan korkuyorum ben" Meriç olduğu yerde durup soluduğu soğuk havayı geri bıraktı. Kendi isteğiyle Onur Aksel'e döndü.
Dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. "Bu kimsenin umurunda değ.." Onur, Meriç'in lafını dudaklarını yalayarak böldü.
"Benim umurunda!"
Meriç daha fazla konuşmak istemiyordu merak ettiği şey kendisini öldürüp öldürmemesiyse eğer buna cevap verip yoluna gitmek istiyordu. "18 yıldır yapmadım yapmayacağım." Onur başını eğdiğinde Meriç oldukça acılı bir gülüş takındı iki elini havaya kaldırıp kaşlarıyla birlikte kaldırıp indirdi.
"Çünkü; yaşamak her şeye rağmen güzel, öyle değil mi?"
****
Sabahın beşinde kendi karnımın gurultusuna uyanmış ve kilitli odamda nasıl yemek yiyebileceğimi düşünmüştüm. Bunun yanı sıra umudumu kaybederek aç yatacağım gerçeğine alışacaktım ki; montumda para olduğunu hatırlamıştım.
Balkonumun önünde yağan yağmuru izlerken hamburgerimin çabuk gelmesini bekliyordum. Siparişi kapıdan alamazdım bunun için dolabımdaki hasır çantayı çıkarıp her iki tutma yerine ipleri geçirmiştim.
Karşı yoldan gelen motoru görmemle balkonumun kapısını aralayarak çıktım. Motordan inip evin kapısına ilerleyeceği sırada, "Pişt!" dedim bir o kadar gürültülü bir o kadar da sessiz çıkmasını umduğum sesimle, adam kaşlarını son derece şaşırmış bir şekilde yukarıya baktığında, "Kapıyı çalma ben parayı çantanın içine bıraktım sen de hamburgeri bırak git anlaştık mı?" Adam belli belirsiz başını sallayınca hasır çantaya bağladığım ipleri tutup aşağıya yavaş yavaş sarkıttım.
Rüzgar ve yağmur o kadar şiddetliydi ki içine koyduğum paranın uçmamasını diledim Adam çantayı yakaladığında içinden mucize bir şekilde uçmamış parayı alıp yerine elindeki hamburger paketini yerleştirmişti.
Adama tek bir kelime bile etmeden çantayı yukarıya doğru çekmeye başlamıştım o ise motoruna doğru ilerliyordu. "Hayvan gibi acıktım ya," Kendi kendime homurdanışımın üzerine dakikalar içerisinde ıslanan çantamı sonunda çekmeyi başarmıştım.
Sıcak yataktan çıkmış bedenim dışarıdaki havayla yüz yüze gelmesiyle buz kesmişti.
Hava gerçekten berbattı.
Balkonumdan içeriye yavaş adımlarla geçip balkonun kapısını kapattım. Zemine yalınayak bastığımdan ayaklarımın altı donarak uyuşmuştu.
Ve biraz da ıslaktı.
Islak ayaklarımı halıya sürterek kurularken hala sıcak olan yatağımın içerisine girip laptopumu dizime çıkardım.
Your Honor, isimli yabancı dizinin birinci bölümünü başlatırken büyük boy kolama pipetimi geçirerek yudumlamaya başladım.
Ancak o kadar soğuktu ki kola dişlerim bir kaç saniye buza takılı kalmış gibi hissettirmişti. Kolamı komidinin üzerine yerleştirip paketin içinde bulunan küçük kutulardaki ketçap ve mayonezin ağzını açtım.
Patates kızartmasının ucunu soslara bandırıp ağzıma attım hemen arkasından hamburger'den bir ısırık aldım.
Yemek yemeye o kadar çok odaklanmıştım ki açtığım dizinin ne anlattığına kesinlikle kulak verememiştim. Bu nedenle bilgisayarı kapatıp bir kenara attım.
Arkama yaslanıp ayaklarımı sallamaya başladığımda, uykunun gözlerimin içinde bir lav gibi yandığını hissetmiştim. Bakışlarım masamın üzerindeki çalar saate döndüğünde saatin 05.12 olduğunu görmüştüm.
Sulanan ve aynı zamanda içi yanan gözlerimi ovuşturup bitiremediğim hamburgeri paketine yerleştirip çöpleri de paketin içerisine tıkmıştım. Daha sonra çöpleri çöp kutusuna atardım düşüncesiyle paketi yatağımın altına sıkıştırdım.
Elektirikli battaniyemin üzerinde kırıntılar fark ettiğimde gece çarpılmamak adına hepsini teker teker komidinin üzerine bırakmıştım.
Yatağımda tamamen uzanmak için dik olan yastığımı biraz daha yatırarak başımı yasladım. Battaniyeyi kafama kadar çıkardım bunun nedeni; bu karanlık saatlerde etrafta bir şey görebileceğime inandığım için gözlerimi sürekli açar ve zifiri odada bir şeyler görme arzusuna kapılırdım.
Sonuç olarak askılığı pek iyi şeylere benzetmiyordum ve bu yüzden kendimi sürekli olarak korkutuyordum bu olmaması içinde gün aydınlanana kadar başımı yorganın altından nefessiz kalana kadar çıkarmıyordum.
Pera Berkan oluşum karanlıktan deli gibi korkmama neden değildi.
Dakikalar sonra uykuya dalacağım sırada cama birinin bir şey fırlattığını duydum ama o kadar uykuluydum ki yanmaya devam eden gözlerimi aralayamamıştım. Ancak balkon kısmında o kadar gürültülü bir ses çıkmıştı ki başımı yatağın altından çıkarıp cama çevirdim.
Balkonun camı çatlamıştı. "Ne oluyor ya?" Diye konuştum. Bir hışımla ayağa kalkarak tüylü terliklerimi giyinip balkonun kapısını açarak çıktığımda gözlerim direkt olarak eliyle şok içinde dudaklarının üzerini kapatmış Meriç'e döndü. "Ne yapıyorsun Meriç sen?" Bir eli dudaklarının üzerini hala şaşkınlıkla tutarken sol eli belindeydi.
"Yemin ederim bilerek yapmadım." Diye konuştuğunda sesli bir nefes verip dudaklarımı yaladım. "Camı çatlattın"
"Uyan diye"
"Telefondan arayabilirdin!" Omuz silkti. "Açmadın ki?" Bende onun gibi bir elimi belime yerleştirdim vücudunu baştan aşağı süzdüğümde üzerinde bordo bir boğazlı vardı ama o kadar ıslanmıştı ki siyah olarak görünebilirdi.
Tamamen sırılsıklamdı. "Anahtarım yok kapıda kaldım. Beni balkondan alamaz mısın? Şu halime bak" Yağmurdan dolayı tam suratıma bakamıyor bu yüzden sürekli olarak gözlerini kırpıştırmak zorunda kalıyordu.
"Sen bu saatte ne yapıyorsun dışarıda? Söyle" deyip kollarımı göğsümde birleştirdim. "Hastaneye Batuhan'ın yanına gittim sonra saat dört gibi çıktım. Yoruldum parkta oturdum kedilerle oynadım montumu da kediye verdim."
"Montunu kediye mi verdin Meriç?" Dedim şaka yaptığını umarak, "Evet, üşüyordu." Dedi başını sallayarak, "Hım"
Kafayı mı yemişti?
"Doğru mu söylüyorsun bilemedim ama, inandım gel çık buraya" deyip odamın içerisine girdiğimde Meriç demirlere tırmanmaya başlamıştı sırılsıklam ve üşüdüğünü düşünerek dolabımı açıp Can'dan ayarttığım gri eşofmanı ve yeşil renkli kalın içi pamuk gibi yumuşak olan Sweat tişörtü çıkardım. Meriç içeriye adım atacakken elimle gelme dercesine durdurdum. "Islak ıslak basamazsın. Bunları giy" dediğimde nefes nefese kalmış ve bir kaç saniye ne dediğimi kavramaya çalışır gibi bakmıştı. "Pera burada nasıl değiştireyim?"
Beynim Meriç'in haklı olduğunu idrak ettiği sırada elimle odamdaki banyoya geçmesini işaret ettim. "Sessiz ol" elimdeki kıyafetleri titreyerek alıp üzerindeki suları akıta akıta banyonun ışığını açarak içeriye girip arkasından kapattı. Bende içeriye daha fazla soğuk girmemesi için balkonun kapısını sıkıca kapattım dudaklarımda beliren saçma tebessümü yok etmeye çalıştım.
İçi sıcacık olan yatağımın içerisine kurulduğumda Meriç tuvaletten çıkmıştı. Olduğu yerde durup bana baktı. "Çok üşüdüm sen şortla üşümüyor musun?"
"Ben deli dana gibi Allah'ın bu saatinde sokaklarda dolanmadığım için, hayır üşümüyorum." Meriç'in saçlarının hala sırılsıklam olduğunu görünce yarın sabah başının migreni ile birlikte tutacağını bildiğimden yataktan kalkıp, banyonun ışığını açıp girdim. Aynanın dolabını açıp içinden temiz iki havlu çıkarıp banyonun ışığını geri kapatıp yatağa geri döndüm.
Meriç ise kızarmış gözlerini ovuşturmak ile meşguldü. "Kafanı eğ" bağdaş kurduğum yatakta Meriç başını bana doğru eğdiğinde,
havluyu ıslak saçına getirip saçlarını havlunun içinde sürterek kurutmaya başladım. Meriç ise sesini çıkarmıyordu gözlerinin kapalı olduğuma emindim.
"Camını çatlattığım için üzgünüm." Elimdeki havluyla koyu kahve saçlarını kurutmaya devam ederken konuşmaya devem etti. "Yarın yaptırırım."
"Yaptırma babam anlar fırtına çıktı velvele oldu derim." Dediğinde samimi bir şekilde güldü.
"Velvele değil o Pera, Zelzele" küçük bir çocuk gibi kaşlarımı çatıp omuz silktim. "Velvele"
"Zelzele" Diyerek tekrar beni düzelttiğinde gözümdeki uykuya rağmen gülümsedim. "Peki zelzele olsun" Meriç bir kaç dakika sesini çıkarmadığında saçlarını kuruttuğum havluyu bıraktım. "Meriç uyudun mu?" Diye fısıldadım gözleri kapalı bir şekilde başını yatağın üzerine koyunca yastığımın sol tarafında kalan köşeye küçük havluyu yerleştirdim.
Bunun nedeni ise nemli olan saçlarını gece boyunca ıslaklığını sürekli olarak hissetmesin diyeydi.
Tabii ki bende uyanabilirsem havluyu çekerdim ensesinden.
"Başını yastığa koy," deyip elimle bir kere yastığa vurdum. Gözlerini açmadan başını yastığıma koyduğunda bende başımı yerleştirmiştim. Buz gibi ve soğuktan kızarmış ellerini birbirine birleştirdiğinde üzerini sıkıca örttüm.
Birbirine bağladığı ellerini çözüp bir elini belime atarak tek seferde kendine yaklaştırarak sarıldığında nefesimin sadece saniyelik kesildiğini hissettim ama bu bir kaç saniye sürmüştü. Başını omzuma yerleştirdiğinde, "Teşekkür ederim." Uykuyla gözlerimi kırpıştırdım elimi sanki bir reflexe kapılmışım gibi Meriç'in saçlarına dokundurarak okşamaya başlamıştım. "Önemli değil bu yağmurda öontunu kediye feda eden insan" dedim ters bir bakış atarak o kadar uykulu görünüyordu ki uykuya daldığını düşünerek elimi çekip başının yanına yerleştirdim. Nir kaç saniye kadar sonra Meriç elini kaldırıp, elimi tutup saçının üzerine koyarak saçıyla oynamamı devam etmemi istediğini belirtmişti.
Gülümseyerek saçıyla tekrar oynamaya başlayınca başını bir kedi yavrusu gibi daha çok omzuma yaslamıştı.
"Baban bizi basar mı?" Başımı kendimden emin bir şekilde iki yana olumsuz anlamda salladım. "Babam benimle konuşmuyor o yüzden gelmesi imkansız" sesini daha fazla çıkartmayıp daha çok elini belime sarıp başını kımıldattı.
"Umarım hasta olmazsın" diye fısıldadığımda, "Sen varsın iyileştirirsin beni, bak ellerim ısındı." Deyip üşenmeden elini çekip elimin üzerine koyarak sıcaklığını hissettirdi geri çekerek tekrar elini belime sardı.
"Sen öyle san" dedim kıkırdayarak gözlerini aralayıp alttan alttan bana baktığında tebessüm etti "Çok uykum var ve hala üşüyorum" bataniyeyi biraz daha boynuna çıkardım. "Isınırsın birazdan" diiye mırıldandım dudaklarımı yalayarak Meriç'in ise suratında oldukça durgun bir ifade vardı.
"İyi misin?" Diye sordum. Kaşlarım onun iyi olmadığı gerçeğiyle çatılırken battaniyenin altındaki elini omzuma çıkarıp koluma hayali daireler çizmeye başladı.
"Sana bir şey söyleyeceğim." Başımı çok hafif yana doğru salladım ne olduğunu merak ederek ,"Seninle uyumak hoşuma gidiyor." Gülümsedim.
"benimde, çok duygusal bir konuşmaya doğru gidiyor evlenme teklifimi geliyor yoksa?" Gözleri kısılarak gülmeye başladığında, "Etmemi mi isterdin?"
"Bana eşek kadar yüzük alırsan düşünülür" gülüşleri tebessüme dönüşürken gözlerini kapatmadan hala bana sarılı bir şekilde başını omzuma yasladı.
"iyi geceler." Dudağımı büktüm
"Sana da iyi geceler.."
○●○●
İrem sabahın erken saatlerinde kalkmış, hazırlanmış ve hastane yolunu tutmuştu. Bütün gece Batuhan'ı merak ettiği için gözüne zerre uyku girmemiş bu yüzden sabahlamıştı. Uyumadığı için aklından bin bir türlü düşünce geçmişti ama en merak ettiği soru ise canı acıyor muydu?
Çünkü Batuhan'ın canının yanmasını istemiyordu ona değer veriyordu ve bu durumda olmasına çok fazla üzülüyordu. Batuhan'ın kaldığı hastane odasının kapısını uyuyorsa diye düşündüğü için kapıyı oldukça yavaşça aralamıştı.
Kısa koridoru yürümeye başlayınca odanın içerisinde ne kadar loş ışık bulunduğunu fark etti. Başını çevirdiğinde bakışları Batuhan'ı uyurken buldu dudakları aralanırken o an içinin ne kadar acıdığını fark etti. Kolundaki çantayı koltuğun üzerine bıraktı yavaşça Batuhan'ın hemen uzandığı yatakta çok az yer olduğunu fark edince Batuhan'ı uyandırmayacak şekilde oturdu.
Kaşında ve dudağına bantlar yapıştırılmıştı dudakları kendi renginden daha solmuş haldeydi, sol gözü ise çok az da olsa şişmişti. Bir kolu ise alçıdaydı.
İrem'in dudakları Batuhan'ın bu haline üzülerek büküldüğünde o sırada kapı açılıp içeriye elinde tepsiyle giren hemşireye döndü İrem,
Hemşire İrem'e bir şey demeden tepsiyi komidinin üzerine bıraktığında, "Yemek saati mi?" Diye sordu İrem sessizce, hemşire gülümseyerek başını salladı. "Ben yedirebilirim" diye bir öneri sunduğunda hemşire ellerini beyaz gömleğinin ceplerine yerleştirdi. "Tamamdır yirmi dakika sonra hastanın ilacını vermek için geleceğim." İrem başını onayladığını belli edercesine salladığında hemşire odadan çıkmıştı. Dudaklarını yalayarak bakışlarını Batuhan'a çevirdi. "Batu" diye fısıldadı. Batuhan ise derin bir uykunun içerisindeydi. "Batu" İrem yavaşça dürttüğünde Batuhan yerinde kımıldanarak gözlerini araladı bir kaç saniye ayılmak için kendine zaman ayırdığında, İrem samimi bir şekilde gülümseyerek elini Batuhan'ın gözlerinin önüne getirip sallamaya başladı. "Günayd.." Batuhan İrem'in yanında olduğunu idrak etmesiyle ani bir hareketle uzandığı yerden doğrulmaya çalıştığında, İrem'in kelimesi Batuhan'ın ne yapmaya çalıştığıyla yarım kalmıştı.
Batuhan'ın bu yaptığı ani hareketle nefesi bir kaç saniyeliğine kesilirken acıyla gözlerini yummuştu. "Neden birden kalkmaya çalışıyorsun ki bak canını yaktın!" dedi İrem azarlarcasına, Batuhan İrem'in gözlerine baktı. "Sen, ne zaman geldin ki?" Diye sordu alelacele, "Beş, altı dakika oldu. Yemeğini yemen gerek sonra ilaç içeceksin" İrem Batuhan'ın yastığını düzeltirken, "Benim elim kırık" dedi Batu muzip bir ifadeyle, "Görebiliyorum" Dedi İrem eline çorba kâsesini alırken, "İrem, Elim kırık benim K..kırıldı yani" İrem gülümsemesini bastırmaya çalıştığında aslında daha tatlı görünüyordu. Batuhan'ın da ne yapmaya çalıştığını anlayabilmişti.
İrem siyah uzun ve dalgalı saçlarını omzunun arkasına attı. "Ben yediririm merak etme sen" dedi İrem yandan bir bakış atarak, "Senin yanında tuz var mı," İrem Batuhan'ın kurduğu cümleye kaşlarını kaldırdı. Dudağını büzüp iki elini bilmem dercesine kaldırdı "Yani hiç aklıma gelmedi evden çıkarken bir dahakine tuzluk getiririm koyarım komidinine" Batuhan İrem'in saçlarına baktı. "Siyah ve dalgalı y..yapmışsın saçlarını çok yakışmış" İrem gülümsedi. "Teşekkür ederim senin için aynı şeyi söyleyemeyeceğim"
"İrem canımı çok yaktılar biliyor musun?" Batuhan hayran olduğu İrem'in gözlerine baktı. İrem kaşığı çorbanın içerisinde gezdirirken "Üzülüyorum öyle deme"
"Ya ya! üzülüyorsan neden gelmedin zilli!" İrem birden Batuhan'ın bu ani çıkışına "Ya Meriç dün gece çok geç saate söyledi. hem gelmek istedim ama yarın gideriz dedik Perayla" Batuhan burun kıvırırıken "Peki madem inand.." İrem'de birden sinirlenerek Batuhan'ın eline vurdu. "Hem sen salak mısın! öğrendim her şeyi! Senin şu bilgisayar saçmalığını!" Batuhan zorlukla nefes alıp verdi.
"İrem bir daha elimi sürmeyeceğim bilgisayara, yemin ederim." İrem kaşığı Batuhan'ın ağzına hızlıca tıktığında Batu gözlerini çorbanın sıcaklığıyla başını geri çekmişti.
"Sıcak mıydı ki?" Diye fısıldadı İrem,Batuhan'ın dili damağı yanarken "Yok soğuk İrem" diye konuştu Batuhan, İrem'e imalı bakışlar atarken
"Kendi sidiğimi içiyor gibiyim" İrem Batu'nun benzettiği şeye suratını buruşturdu. "Nimetle düzgün konuş" deyip İrem kaşığı tekrar oldukça tuzsuz çorbaya daldırdı. Aralarında bir kaç saniye sesi çıkmadığında İrem dudaklarını yalayıp sessizce konuştu. "Çok mu acıdı canı"
Batuhan'ın canı çok acımıştı hala da acıyordu ama İrem'e bunu söyleyip onun kendisi için üzülmesini istemiyordu."Hayır acımadı" diye mırıldandı Batuhan daha fazla o tuzsuz çorbayı içmek istemediği için başını da geri çekmişti. "Perayla gelecekt.." Batuhan İrem'in lafını böldü "Pera erken saatlerde Meriçle geldi gitti" İrem dudaklarını büzdü.
"En geç ben mi geldim yani" İrem'in kendini suçlu hissettiğini anlayan Batuhan, "Hayır canım daha Mete ve Melis gelmedi." Diye bir yalan uydurdu.
İrem bir kaç saniye Batuhan'ın gözlerine bakıp aniden kollarını Batu'nun boynuna sardığında Batuhan İrem'in sarılmasının kendine verdiği acıyı unutmuş şaşkınlıkla kalmıştı.
Kendisine sarılmıştı!
Batuhan'ın dudaklarında yana doğru bir tebessüm belirdiğinde elini kaldırıp İrem'in saçlarına dokunmak istedi. "Canının yanmasını istemem" diye İrem konuştuğunda Batuhan alaylı ve oldukça muzip bir ifadeyle mırıldandı. "Sen bana aşık olmuşsun" İrem hemen geri çekildiğinde Batuhan anlık olarak boşluğa düşmüş gibi oldu oysaki hemen alışmıştı çiçek kokusuna
"Bu durumda bile esprilere devam diyorsun" Batu başını İrem'i onaylayan bir biçimde salladı. "Ah salak İrem'im ah" İrem Batuhan'ın ağzının içinde gevelemesine bir tepki veremedi çünkü zaten anlamamıştı.
"Bugün benim refakatçim sen olsan ne güzel olurdu." Diye bir öneri sunduğunda İrem etrafta bakışlarını gezdirdi. "Meriç değil mi?" diye sorduğunda Batuhan Meriç'in gelmemesi için bir bahane düşünmeye başlamıştı. "Aa şey onun işi var sen kal" İrem dudağını büküp omzunu silkti. "Olur"
O sırada İrem'in telefonuna üst üste gelen bildirimlere Batuhan kaşlarını çattı. "Telefonun da bir susmuyor" diye bozularak erkeksi bir kıkırdama takındı. İrem utana sıkıla yelefonunu çıkarıp ekrandan gelen mesajı okumaya başladı.
PERA
"Dediğimi unutma"
"Bir şekilde Cihan'ın numarası veya nerede oturduğuna dair bir şekilde Batuhan'ın ağzını yokla"
"İrem lütfen"
"Cihan'a ulaşmam lazım"
İrem telefonundan bakışlarını çekip Batuhan'a saniyelik bakıp tekrar telefonuna döndü. Parmaklarını dokunmatik ekranın klavyesinde oynatmaya başladı.
PERA
"Tak diye söyleyemem değil mi cihan nerede diye"
"La havle La havle"
"Siktirmeye mi çalışıyorsun sen bizi eğer öyle bir amacın varsa başarıcan mk"
"O kekoyu da ne yapacaksın?"
"Sen iyice çıldırdın"
Pera anında çevrimiçi olurken İrem Pera'dan gelecek mesajı bekliyordu Cihan'ı ne yapacaktı? daha doğrusu Cihan'ı bulup ne halt edecekti
"Kim yazıyor öyle ya" diye meraklandı Batuhan, İrem başını iki yanına salladı gülümseyerek "Kimse" dedi.
"Ya sana ben şey soracaktım." Batuhan Ne soracaktın dercesine baktı "Biz biliyorsun.." deyip İrem hatırlamaya çalışıyormuş gibi sahte bir şekilde suratını buruşturdu. "Dün gittik o masaya oturduk falan" Batuhan, İrem'in gevelemesini ağzı açık izledi. "Ne anlatıyorsun?"
İrem'in elindeki telefon tekrar üst üste titredi. "Sen nereden bulaştın bu Cihanlara" dedi üzülerek Batuhan'ın kaşları çatıldı. "Cihan kim? He..Cihangirden bahsediyorsun" İrem başka neyden bahsedebilirim dercesine baktı.
"İrem cevaplayamayacağım şeyler sorma" İrem elindeki telefonun tuşuna basıp ekrandan Pera'nın attığı mesajları okumaya başladı.
PERA
"İrem soru sorma aşkım sadece öğren"
"Acil lazım O çocuk bana"
"Yerini öğren"
"Seni seviyorum halledersin sen"
Telefonunun ekranını kapatıp çantasının içerisine yerleştirdi içinde huzursuzluk vardı çünkü Pera bir halt çeviriyordu. "Garip bir çocuk seni korudu sanki masada"
"Korudu?"
"Yani, sanki senin dövüldüğünden haberi yokmuş gibiydi, sinirlendi falan yani Batu" Batuhan sesli bir nefes verirken kapı aralanıp içeriye hemşire olduğunu düşündüğü için İrem başını çevirmemişti ama kalın ve bir o kadar da ince tam olarak tarif edemediği sesi duyunca başını çevirmesiyle Cihan'ı gördü.
Gözleri istemeden irileşirken İrem telefonunu sıkıp rahatlamış bir nefes bıraktı. "Geçmiş olsun" diye konuşmuştu Cihangir, Batuhan sesini çıkarmadı İrem o an Cihangir'in nasıl karakoldan kurtulduğunu düşünmeye başladı.
Batuhan'dan Cihan'ın yerini öğrenmesine gerek yoktu. Zaten artık ayağındaydı İrem boğazını temizleyerek ayağa kalktı. "Öncelikle bir konuda kesin olarak anlaşalım benim olanlardan haberim yoktu. Olsaydı eğer emin ol bu halde olmana izin vermezdim." Batuhan aynen dercesine başını salladı "Üçü de kodesi boyladılar."
"Ben kapının önündeyim." Deyip İrem odadan çıkar çıkmaz telefonuna yapışıp Pera'ya ardı ardına mesajlar göndermeye başladı.
PERA
"Cihan buradaaaaağğğ"
"İsmi bu arada Cihangirmiş"
" napayımmm çabuk söyle"
Pera Yazıyor..
PERA
"ya telefon numarasını versin Yada benim telefonumu ver bir şekilde onunla konuşmam lazım"
"birde nasıl çıktı o Karakoldan"
PERA
"bilmiyorum tamam sus halledeceğim"
Pera, İrem'in mesajına görüldü yaptıktan sonra İrem kollarını birbirine bağlayıp koridorda dolanmaya başladı. Dudağının kenarını ısırırken bir kaç dakika kadar sonra Batuhan'ın odasının kapısı açılıp Cihangir çıkmış ardından da kapıyı kapatmışt. İrem arkasından koşar adımlarla ilerleyip konuştu. "Pardon Pardon! Bakar mısın konuşabilir miyiz?" Cihangir olduğu yerde durup gümüş rengi olan saçlarını eliyle düzeltti başını hafif yana doğru eğip ne olduğunu sordu.
"Pera'nın sana acil ulaşması gerekiyormuş niye diye sorma bende bilmiyorum telefon numaranı falan verebilirsen oda seni arar" Cihangir işaret parmağını burnuna sürtünce Etrafa bakındı. "Telefon numaramı ben sürekli olarak değiştiriyorum sen onun numarasını ver." Dediğinde İrem hızla başını salladığında Cihangirde telefonunu çıkarmış notlar kısmına İrem'in verdiği numarayı yazmaya başlamıştı.
"Tamam mıdır?" Diye sordu İrem dudaklarını yalayarak, Cihangir telefonunu kapatıp arka kotunun cebine yerleştirdi.
"Tamamdır. Hadi eyvallah"
****
Meriç, Pera'nın evininin yanındaki evden çıkmış ve kendi hali hazırda küçük evine geçmişti. Burayı seviyordu sessiz olması etrafta kimsenin olmaması az da olsa huzur veriyordu kendine, elindeki domates ve salatalıkları temiz bir şekilde yıkadıktan sonra kesmek için yemek tahtasının üzerine yerleştirdi. Merdivenlerden gelen adım sesine bir tepki vermeyip buzdolabının kapağını açıp içerisinden süt kutusunu çıkarıp bir kenara bıraktı.
"Dün gece neredeydin?" Diye sordu Mete sandalyelerden birinde oturarak, "Bir arkadaşta" diye mırıldandı Meriç eğilip çekmeceyi açıp içinden kakao vanilin ve kabartma tozu çıkarmıştı.
"Ne yapıyorsun?" Diye sordu Mete, Meriç omzunun üzerinden Mete'ye döndü. "Dolma yapacağım, Mira dün canının tatlı çektiğini söylemişti birde tatlı yaparım." Mete iyiymiş dercesine başını salladığında yanağını kemirmeye başlayıp masanın üzerindeki parmaklarını ritimle oynatmaya başlamıştı.
"Bir şey mi diyeceksin Mete? canın başka yemek falan istiyorsa söyle yaparım." Diye konuştu Meriç poşetin içerisinden yeşil biberleri çıkarıp suyun altında temizlemeye başladı. "Yok şey diyecektim, mezarlığa gelmeyecek misin?" Meriç duymamış gibi diğer tahtanın üzerinde olan soğanı doğramaya başladı.
"Meriç?" Diye sorarcasına konuştuğunda Meriç başını iki yanına salladı gelmeyeceğini belirten bir tavırla, "Yaptığın pislik biliyorsun değil mi?" Dedi Mete; Meriç'in annesinin mezarına gelmemesi sinirini bozmuştu.
Meriç yine cevap vermediğinde Mete ayağa kalkıp gidecekken, "Malsın, o dolmayı da tek başına ye ben gelmem akşam, geri zekalı"
Meriç soğanları doğradıktan sonra bir kenara bırakıp hemen tatlıyı yapmak için bir tencere çıkardı. Mira birazdan gelirdi ve tatlıyı dolmadan önce yapmak istiyordu.
Dış kapının kapanma sesini duyduğunda Mete'nin çıktığını anladı. Tezgahın hemen kenarında bir biblo gibi oturup kendisini izleyen kedilerine baktı. "Beraber yeriz dolmayı anasını satayım." Deyip başını kahverengi kedisine yaklaştırıp başını öptü.
Telefonuna mesaj gelmesiyle bir yandan da sütü tencereye boşaltmakla meşguldü. Telefonunu çıkarıp kimin mesaj attığına baktı.
Mira
"Abi, akşam gelemeyeceğim. Yemek yapma diye söyleyeyim akşam babam'a geçeceğim seviyorum seni!!"
Meriç, Mira'nın mesajına anladığını belirten bir şekilde mesaj atıp telefonunu kapattı. Dirseklerini tezgaha yaslayıp kedilerine baktı. "Kimse gelmediğine göre kendimize göre yemek yapalım değil mi kızlar?" Dudaklarını yalayıp iç çekerek dolmaları bir poşetin içerisine koydu. Tencereye boşalttığı sütü dikkatlice geri paketine boşalttı.
Soğanları çöpe atamayacağı için üç tane yumurta çıkarttı, tatlı için çıkardığı paketleri çekmeceye geri bıraktı.
Küçük bir tava çıkartıp altı yanan ocağın üzerine koydu çok az tavanın içerisine yağ koyup kızmasını bekledi. Doğradığı soğanları tavanın içerisine attı. Soğanın kokusunun çıkmasını beklerken bir elini beline koyup ayağıyla yere daireler çizmeye başladı.
Üç yumurtayı da özenli bir şekilde tavanın içerisine kırıp yumurta kabuklarını çöpe atmıştı. Dolapta az da olsa kalan kaşarı çıkarıp tavanın içerisine attı.
Buzdolabının kapağında duran yaş mamayı çıkarıp, tezgahın üzerine yerleştirip iki tabak çıkardı.
Kediler o paketi tanıyormuş gibi hemen harekete geçip Meriç'in elinin etrafında dolandılar, Meriç yaş mamayı her iki tabağa koyup her iki kedinin önüne bıraktı. Meriç sanki kedilerine hiç yemek vermiyormuş gibi yaş mamalara saldırmışlardı.
Meriç yaş mamanın paketinin ağzını iyice kapatıp dolaba yerleştirmiş ve dolabın kapağını kapatmıştı.
Ocağın altını tamamen kapatıp yumurtayı alarak masanın üzerine bıraktı, o sırada evin zili çalarken Meriç hızla elini havluyla temizleyerek mutfaktan çıktı.
Kapı tekrar çaldığında kaşlarını çatarak kapıyı açtı ancak karşısında Engin Berkan'ı görmeyi beklemiyordu.
Kaşları kendiliğinden yavaşça havalanırken Engin Berkan'ın mavi gözlerinde oldukça yorgun ve çaresiz bir ifade vardı.
Meriç, Engin Berkan'ı içeriye davet etmemesine rağmen Engin, Meriç'in omzuna çarparak içeriye davetsiz girmişti.
Meriç dişlerini birbirine kenetleyerek dudaklarını birbirine bastırdı. Soğuk hava suratına çarptığında boğazını temizleyerek kapıyı sertçe kapattı. Ellerini rahatlıkla eşofmanının cebine yerleştirerek salona geçti.
Engin Berkan üzerindeki takım elbiseyi düzeltirken bakışlarını Meriç'in kinli ve bir o kadar da kendisine duyduğu nefretin bulunduğu gözlerine baktı.
"Meriç" diye konuştu Engin Berkan, geçmişin getirdiği hatanın yüküyle birlikte, salonda bulunan ve kendisine oldukça dar gelen havayı içine dertli bir şekilde çekti. "Buraya neden geldiğim ile ilgili bir fikrin var mı?" Diye konuştu düz bir sesle, sesinde geçmişe dair o kadar pişmanlık yoktu ki bu Meriç'in kendisine karşı nefretini besledi.
Meriç o an istedi.
Kendisine veya toprağın altında yatan annesine bir yararını dokunmayacağını bile bile az da olsa biraz pişman olsun istedi.
İçinde bir yer öyle sızlasın ki; yıllar boyu o yastığa kafasını koyamasın uykuları kaçıp kâbuslara boğulsun istedi. Hayatı öyle bir burnundan gelsin istedi ki yaşamak değil, yaşayamamak nasıl bir duygu tatsın istedi.
Meriç yaşamak nedir bilmezken, Engin Berkan hayatında hiç bir şey eksiltmeden, zerre ceza almadan devam ediyordu.
Engin Berkan yaşıyordu yaşayabiliyordu.
Meriç kendisine sorulan soruya cevap vermedi o kadar sinirliydi ki karşısındaki adamı öldürmemek için elini arkasında birleştirip yumruk haline getirmişti.
"Meriç oyun oynamanın ne sana, ne bana bir faydası var" diye konuştu. "Senin derdin benimle, kızıma dokunma."
Meriç kaşlarını çatarak sahte bir anlamamazlıktan geldi. "Neyden bahsettiğini anlamıyorum" Diye konuştuğunda, "Neyden bahsettiğimi gayet iyi anlıyorsun" Engin derin bir iç çekti.
Özür dileseydi her şey bitemez miydi ki sanki
Dudaklarını ısırmaya başlarken "Yapma.." Diye konuştu Engin kelimenin üzerine bastırarak, "O daha çocuk ve senin sevgine inanıyor. Benim kızım sana hiç bir şey yapmadı Meriç, olanlardan onu sorumlu tutma" Meriç o an içli ve hissizce gülmek istedi.
Bende çocuktum diye bağırmamak için kendini zor tuttu.
Halbuki Meriç'in çocukluğunda onun arkasında duran bir babası da yoktu. "Gerçekten neyden bahsettiğini anlamıyorum." Diye tekrarladığında bu kadar sakin kalabildiğine kendisi bile inanamıyordu.
"Rol yapmaya devam ediyorsun öyle mi?" Meriç bilmiyorum dercesine dudağını bükmüş, ellerini kaldırarak başını iki yana sallamıştı. "Üçüncü tekrarlayışım kıtlık mı yaşıyorsun anlamadım ama neyden bahsettiğin hakkında bir fikrim yok"
Engin Berkan, Meriç'in suratına kilitlenirken yavaş yavaş sinirlerinin bozulduğunu hissetmeye başladı. "Kızımın başına herhangi bir şey gelirse sorumlusu sensin, bütün İstanbul'u birbirine katarım Meriç emin ol Polislerle uğraşmak istemezsin" Meriç burnundan alaylı bir homurtu çıkartıp iki eli eşofmanının cebinde Engin'e yaklaşıp kulağına doğru eğildi. "Polis he, işin içine polisin girmesini bende isterim değil mi?"
Bu sefer Engin Berkan güldü. "Hani neyden bahsettiğimden haberin yoktu. Tehdit mi ediyorsun şimdi de beni sen?" Meriç hayır dercesine başını iki yanına salladı.
"Asla, yanlış anlama beni tehdit ettiğim falan yok ancak, polisi karıştırmak istediğinden bahsediyorsun bu kadar benim kötü bir insan olduğumdan şüpheleniyorsun o zaman ne duruyorsun bence de karıştırmalısın" Engin Berkan yumruklarını sıktı.
"Şüphelenmiyorum. Öylesin Meriç kızıma öyle yalanlar söylüyorsun ki tek Pera değil, söylediğin yalana sen bile inanıyorsun. Hatta öyle bir salaklığa yatıyorsun ki, beni de senin bir şeyleri bilmediğine inandırmaya çalışıyorsun ama sana bil diye söylüyorum Meriç ruh hastası kafanda ne kuruyorsan, hiç birini gerçekleştiremeyeceksin. Ne kızımı kandırabileceksin ne de kızımın kılına dokunacaksın, seni doğduğuna pişman ederim."
Doğduğuna pişman mı ederdi gerçekten? Ne yapardı en fazla? Geçmişte Meriç'i gördükleri yüzünden öldürmeyi planlamıştı yarım bıraktığı işini mi tamamlardı yada karşısındaki adamdan korkup tekrar bir duvar boşluğuna mı saklanmasını isterdi.
Bunların hiç birini isteyemezdi çünkü; Meriç artık çocuk değildi.
Meriç o saklandığı duvar boşluğundan çıkalı yıllar olmuştu. Geçmişte küçüktü ve bütün kozlar Engin Berkan'ın kanlı ellerindeydi. Şimdi roller değişmiş kozlar Engin Berkan'ın elinden çekilerek seneler sonra Meriç Kaya'nın eline geçmişti. Koz artık Engin'de değil, Meriç'in koz olarak kullandığı aklındaydı.
"Ne yaparsın mesela?" Diye sordu Meriç, komidinin üzerindeki sürahiyi eline alıp yanında bulunan bardağa su doldurmaya başladı. "Beni durduk yere açıkça tehdit ettiğinize göre," deyip dudaklarını birbirine bastırarak büktü. "Baya karanlık işlerle alakanız var sanırım. Beni mi öldürürsünüz tam anlayamadım çünkü?"
Meriç tarif edilmesi zor şekilde zeki bir adamdı. "Meriç haddini oldukça aşıyorsun" Meriç suyu sakince içmeye başladı elindeki bardağı indirmek yerine elinde tutmaya devam etti.
"Kızın beni seviyor, benim de onu sevebileceğim düşüncesi seni çıldırtıyor. Bence sen ne yap biliyor musun? Bu gerçeğe evine giderek bir dil altı hapı alarak kabullen."
"Konunun kızım olmadığını biliyorsun!" Meriç başını iki yanına sallayarak dilini yanağında rahatça gezdirdi. "Hayır, bilmiyorum" Deyip telefonunu çıkarıp 155 rakamlı numarayı arayarak ekranı Engin Berkan'a çevirdi.
"Evimden çıkmazsan polis çağıracağım." Engin Berkan, çenesini sıkarken Meriç eliyle dış kapıyı işaret etti. "Çıkıyor musun yoksa.." Deyip telefonu kulağına yasladığında, "Görüşeceğiz Meriç, Görüşeceğiz seninle" deyip Engin Berkan öfkeli bir şekilde kapıyı açarak evden çıkmıştı. Meriç aramayı sonlandırıp telefonu bir kenara atarken elindeki bardağı ne kadar sıktığının farkına varamayarak birden bire bardak avucunun içerisinde paramparça haline büründü. Eli saniyeler içerisinde yere kan damlatmaya başlayınca Meriç daha yeni fark etmiş gibi bir adım gerilemişti. Diğer elini elinin altında tutarak koşar adımlarla banyoya ilerleyerek musluğu açıp soğuk suyun altına yerleştirdi elini, lavabonun her yeri kan içinde kalmıştı.
Çamaşır makinesinin üzerindeki temiz küçük el havlularından alıp durmasını bilmeyen kanının üzerine bastırdı. Tüm elini havluyla sardıktan sonra banyoyu temizleme zahmetine girmeden salona inip sabır dilene dilene koltuğa oturmuşu.
Alt dudağını kanatır gibi ısırmaya başladığında sinirinden elindeki cam parçalarının verdiği acıyı hissedemiyordu. "Doğduğuma pişman edermiş," Kendi kendine homurdanarak sinir bozukluğuyla birlikte güldü.
"..Bana yaşattığının aynısını yaşayacaksın. O zaman anlarsın doğduğuna pişman olmak ne demekmiş.."
****
Küçük çocuk elleriyle oynamaya başlarken, kaşlarını indirmiş odasına sessiz adımlarla ilerlemeye başlamıştı. Odasının kapısını yavaşça aralayıp içeriye girdiğinde ikizi Mete'yi yatağının üzerinde uyuyakaldığını görmüştü. Yatağa ilerleyip kardeşini rahatsız etmeyecek şekilde yanına uzanmıştı.
Yaşlı gözleriyle akan burnunu çekti.
"Şu mutfağın haline bak! Ben bu tabakları alabilmek için her gün direksiyon sallıyorum be! O dangalak kırsın diye değil!" Babasının mutfakta oldukça öfkeli sesi kulaklarına gelirken elleriyle daha sert oynamaya başladı.
Uyuyor numarası yapsa bağırması geçmez miydi ki? "Çocuk yemek yemek istemiş, kırabilir kazayla yapmış Mehmet! neyini anlamıyorsun?" Meriç tekrar burnunu çekti dudakları bükülmüş gözlerindeki yaşlar daha fazla birikmişti. "Yemek yemesin demiyoruz zaten, şuraya bir bak ben kırsın diye mi alıyorum!"
"Bilerek kırmadı diyorum neyini anlamıyorsun!" Mete gözlerini aralayarak vücudunu Meriç'e doğru çevirdi. "Tabak mı kırdın?" Diye fısıldadı Mete, Meriç dudakları büküle büküle başını onaylar bir biçimde salladı. "Yemek koyacaktım bilerek yapmadım yemin ederim." Diye mırıldandığında, Mete bakışlarını aralık olan kapıya çevirdi.
"Keşke dikkat etseydin." Diye mırıldanırken Meriç omuzlarını düşürüp başını eğdi. "Bıktım anlıyor musun?! Bu eve bir şeyler yetiştirmeye çalışmaktan bıktım! O çocuklara bakmaktan da yoruldum! Ne Meriç'in psikologu biter! Ne diğerinin istekleri biter! Ne okul masrafları biter! Ben bakmaktan yoruldum! Kimse Mehmet'i düşünmüyor, Mehmet anca para versin! Anca yedirsin içirsin! Bitmiyor Bitmiyor! Yetişemiyorum artık üç Çocuğa! Anlamıyor musun?!"
Mehmet Kaya'nın eşi şaşkınlıkla kalırken, "Onlar senin çocukların be adam, nasıl bu kadar vicdansız olabilirsin? Küçücükler küçücük! hiç mi vicdanın acımıyor!" Meriç'in pürüzsüz ama kızarmış yanağına sıcak göz yaşı akıp giderken, "Acımıyor!" Dedi.
"Onların annesi ölmeseydi öyle demiyordun ama değil mi?" Mehmet Kaya sinirle soludu. "O çocuk deli gibi kafasında kuruyor!"
"Ya kurmuyorsa!" diye çıkıştı eşi Meriç'i koruyarak, "Sende delir! tamam mı? Tam olsun sen de kur!"
"Mehmet benim sinirimi tepeme getirme!" Diye gürledi kadın, Meriç Mete'ye baktığında "Neden ağlıyorsun?" Diye konuştu Mete kardeşinin bu halini görünce üzülerek, "Keşke akşamı bekleseydim, o zaman kavga etmezlerdi."
"Onlar hep kavga ediyor." Diye sessizce konuştu Mete
Meriç ise omuzlarını silkti. "Benim yüzümden." Diye kendini suçladı Meriç göz yaşını kendi silerek, "Uyuyormuş gibi yap babam yanımıza gelmesin." Meriç usulca başını sallayarak kardeşinin yanına tekrar uzanarak tamamen Mete'ye döndü. Yaşlı gözlerini kapatırken battaniyenin altında küçük elleriyle oynamaya devam ediyordu.
"Bir sus be kadın bir sus ya! Hani markete gidecektin sen gitsene!" Mehmet Kaya konuştuktan dakikalar sonra evin dış kapısının açılıp kapanma sesini işittiler.
Bir kaç dakika hiç ses çıkmazken evden çıkanın üvey anneleri olduklarını biliyordu bilmelerinin sebebi ise attığı adımı, açtığı kapının bile babalarına ait olduklarına hissetmeleriydi.
"Kalkın hadi" diye konuştu Mehmet Kaya oldukça yabancı bir ses tonuyla, dolabın üzerindeki küçük valiz çantasını alıp dolabın kapağını açarak ikizlerin kıyafetlerini içerisine öfkeyle doldurmaya başladı. "Kalkın dedim duymuyor musunuz!?" Diye gürlediğinde her ikisi de babasının yüksek sesiyle irkilmişti. Yataklarında doğrulurken babasının ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyorlardı.
Valizin içerisine kıyafetleri doldurduktan sonra kapının arkasında duran biri mavi, biri siyah renkli olan montları eline aldı. "Mete gel" diye konuştu babası itiraz istemeyen bir tonda, Mete lafını ikiletmeden babasının önüne geldi. Babası koyu mavi olan montu Mete'nin üzerine giydirip fermuarını sonuna kadar kapattı.
Daha sonra Meriç'i yanına çağırarak Meriç'in de montunu giydirmiş onun da fermuarını çekmişti. "Baba nereye gidiyoruz?" Diye çok kısık sesle sordu Meriç "Soru sorma"
Babası valizi koluna takıp her iki eliyle çocukların elini tutarak odadan, sonra evden çıkmıştı.
Dışarı soğuktu Meriç bunu fark ederek sol elini montunun cebine yerleştirmişti.
Meriç iki eliyle babasının eline sıkıca tutunurken dikkatlice babası karşıdan karşıya geçirdi.
Meriç akan burnunu çekerken burnunun buz gibi olduğunu yavaş yavaş hissetmeye başlamıştı.
Dakikalar boyunca yürümeye devam ettiler yürüdükleri esna sırasında ise ne Mete ne de Meriç ağzını açmıştı.
Oldukça büyük ve geniş olan bir binanın önüne geldiğinde Mete sanki nereye geldiğini hissetmiş gibi olduğu yerde durmuş, duruşu babasının da duraksamasına neden olmuştu. "Baba.."
"Yürüsene niye durdun?" Diye sordu babası, Mete kaşlarını çatarak babasının elini bırakıp bir adım geriledi. "Gelmeyeceğim.." Dedi babasından çekinerek babası sesli bir nefes verip alt dudağını ısırırken iki elini beline yerleştirip etrafa bakındı. Daha sonra kaldırımda yavaşça Mete'nin önünde çömeldi. "Mete hep arkadaşlarım yok diyordun, burada bir sürü arkadaş var." Soğukkanlı bir şekilde sol elinin parmaklarını çıtlatırken babası omzunda olan çantayı Meriç'in tam önüne bıraktı. "Burada size yetecek kadar kıyafet de vardır, arkadaşta vardır her bir şeyler vardır tamam mı?" Kurumuş dudaklarını yaladığında Mete başını iki yanına onaylamaz bir ifadeyle salladı. Mete, "istemiyorum, eve gidelim." Babası bir kaç saniye Mete'nin suratına baktı daha sonra yavaşça ayağa kalktı. "Benden bu kadar" diye sessizce homurdandı. Meriç'in gözleri dolmaya başlarken babası arkasını dönerek ilerlemeye başladı. Mete orada bulunan kaldırıma oturup durumu kabullenirken Meriç, babasının arkasından koşup babasının elini tutmuştu. "Ö..Özür dilerim Baba..Lütfen g..gitme" ağlamaya başlarken babası elini çekmek isterken Meriç küçük iki elleriyle babasının bir eline tutunduğunda ağlamaya devam etti. "Baba burada b..bırakma Lütfen..S.söz bir daha t
tabak kırmam.." Meriç'in üst üste hıçkırığı gittikçe yoğunlaşırken babası astımının tutup tutmamasını düşünmüyordu.
Babasının burada bırakmasını istemiyordu. Yeni arkadaşlar istemiyordu. Yeni kıyafetler de istemiyordu.
İstediği tek şey; evine gidip odasına kapanarak sessizce oturmaktı.
"Baba yemin ederim s..seni hiç rahatsız etmem, hastaneye de gitmem, para vermezsin. Baba l..lütfen"
Yalvarıyordu.
Babasına sadece bir evin köşesinde kalmak için yalvarıyordu.
"Meriç" dedi babası duygusuzca sesli bir nefes vererek, "Olmaz" Meriç iki eliyle babasının bacağına sarılırken, "B..Baba Lütfen!" Diye hıçkırdığında git gide nefes alması zorlaşıyordu.
O sadece bir çocuktu. Bunları yaşamaya mecbur edilmesi kimsenin umurunda değildi.
"Meriç yeter, çekil şuradan!" Deyip eliyle Meriç'i ittirdiğinde, Meriç kaldırıma düşmüş ama hiç canı acımamış gibi tekrar ayağa kalkmıştı. O sırada babası ilerleyeceği sırada eşiyle göz göze gelip ve eşinin yaklaşarak sert bir tokat atması bir olmuştu.
Mete gözlerini sonuna kadar büyütüp elleriyle dudaklarını şaşkınca kapatırken Meriç şaşkınlıkla kalakalmıştı. "Ya sen ne puşt! Ne vicdansız bir herifsin be! Aklını mı yedin sen? Kafanın içinde biraz olsun hiç beyin yok mu!?" Kaldırımdan geçen insanlar Mehmet Kaya'ya ve eşine garip bakışlar atıyordu.
"Bir daha böyle bir şey yaparsan seni boşarım. Yemin ederim ki boşarım seni!" Kadın sinirle Mehmet'in yanından geçip çantanın içini açıp bir süre bir şeyler aradı. Bulduğu astım şişesini Meriç'in avucunun içerisine bıraktı. "İyi! sen bakars.." Mehmet lafını bitiremeden eşi, "Şu ayağımdaki terliği ağzına bir fırlatırsam görürsün bakmayı!" Astım şişesini Meriç'in avucunun içerisine bıraktıktan sonra, Meriç yaşlı gözleriyle astımını iki kez ağzının içerisine sıkarak geri çekti.
Kadın, Meriç'in önünde duran çantayı omzuna çıkararak Mete'yi oturduğu banktan kaldırıp bir eliyle Meriç'i bir eliyle Mete'nin elini tutarak Mehmet Kaya'nın omzuna çarpıp yanından ayrılmıştı.
"Çocuklar, babanız size şaka yapmış hem bakın ben ne aldım size?" Deyip durup arkasından sinirle yürüyen Mehmet'in elindeki market poşetinin içinden iki tane gofret çıkartıp birini Meriç'e diğerini Mete'ye verdi.
Eğer bu bir şakaysa, ne Meriç ne de Mete gülmüştü.
"Tabağı k..kırdığım için özür dilerim." Diye mırıldandı Meriç mahcup bir ifadeyle kadın üzüntülü bir tebessüm edip Meriç'in ağlamaktan kızarmış yanağını okşadı. "Hiç önemli değil canım benim" Meriç başını önüne doğru eğerken göz ucuyla babasına baktı. Daha sonra gözlerini kaçırarak önüne dönmüştü.
Elindeki gofreti yemek yerine montunun cebine yerleştirdi.
Herhangi bir şey yapmaya hevesi kalmamıştı. Evlerinin önüne gelirken soğuk havaya rağmen dışarıda oynayan çocuklara baktı. Meriç'in çocuklara bakışını gören Mehmet'in eşi, "İsterseniz dışarıda oynayabilirsiniz. Ben yemeği hazırladığımda sizi çağırırım olur mu?" Meriç ve Mete istemediklerini belirten bir şekilde başlarını iki yana sallamıştı.
Mehmet, kapıyı anahtarla açarken hem Meriç'e hem Mete'ye tip tip bakıyordu. Meriç sessiz adımlarla eve daha sonra odasına girerek montunu indirerek, tekli küçük koltuğun üzerine bırakıp üst ranzaya çıkarak uzandı. Üzerine battaniyesini örterek ellerini birbirine birleştirerek gözlerini kapattı.
Büyüdüğünde babasını kendisini ağlattığı gibi ağlatacaktı. Belki şu an gücü yetmiyor olabilirdi ama o küçük çocuk büyüyü, babasının canını kendisini yaktığı gibi yakacaktı. Bunu yapacaktı çünkü; yaşadığı şeylerin bir şeye bedel olması gerekiyordu. Meriç küçüktü ama kini değildi.
****
Babam sonunda bütün uğraşlarım sonucu ve Meral'in ısrarı karşısında o da yasağımı kaldırmıştı. Gerçi hoş, kaldırmasa bile odamdaki balkon bana oldukça yardım ediyordu.
Babam, Can, Meral üçlüsü yemek yemeye giderken ben eve tekrar ve tekrar hazır yemek söyleyerek karnımı doyurmuştum.
Elimdeki telefon titreyerek çalmaya başladığında kimin aradığını kontrol ettim.
Meriç D. Kaya Arıyor...
Dudaklarımı yalayarak telefonu açıp kulağıma koydum. "Pera"
"Efendim?" bir kaç saniye sonra "Pera" diye tekrarladığında "Efendim?"
"Sesim geliyor mu!?" Diye kulağımın zarını patlatacak şekilde bağırdığında, "Ne bağırıyorsun? Duyuyorum seni!"
"Kapının önüne g..gelsene" Meriç'in türkçesi git gide kötüleşiyordu.
"Meriç sen alkol mü aldın?" Diye sordum dudaklarımda Meriç'in alkollü halinin ne kadar komik olduğunu bilirmiş gibi bir kıvrılma oluşmuştu.
"Ne oldu biliyor musun?"
"Hayır" diye gülerek cevap verdiğimde, "Pera?" diye telefonda olup olmadığımı kontrol eder gibi konuşmuştu. "Efendim"
"Pera sesin gelmiyor sesin kapıya gelsene" telefonu kapattığında ayağa kalkıp telefonumu eşofmanımın arka cebime yerleştirdim.
Spor ayakkabılarımı giyinip evin anahtarını kilit yerinden çekip aldıktan sonra evden çıktım.
Hava ilk defa akşam olmasına rağmen bunaltıcı derecede sıcaktı.
Meriç'i omzunu duvara yaslamış bir şekilde gördüğümde "Pera telefonunu niye açmıyorsun?" Ciddiyetle sorduğu soruya kaşlarını kaldırdım. "Açtım ya"
"Ses niye vermiyorsun?"
"Meriç telefonun mu bozuk bilmem ama açtım telefonunu" kaşlarını çatarak elindeki telefonunun ekranını parmaklarıyla temizlemeye başladı. "Daha yeni aldım ama, dışarıya çıkalım mı?"
Meriç'in aldığı alkolün ismi artık her ne oluyorsa Meriç'in dışarıda olduğunu unutturuyordu.
Ellerimi ceplerime yerleştirip yürümeye başlarken, "Sen sevmezdin alkol, ne oldu kafan bir milyon" dediğimde omuz silkti. "kendime kıyak yaptım." Dudağımı büzerek başımı salladım.
"İyi şöyle bir turlayalım çünkü; ben çok kalamam babam her an dönebilir." Olduğu yerde durup elini gövdesine çıkarınca, "Kusmayacaksın değ.." Lafımı bitirmeme bile kalmadan yolun kenarına kusmaya başladı.
"Hayır, madem kaldıramıyorsun alkol niye içiyorsun?" Kendi kendime homurdanışımın üzerine Meriç dudaklarının üzerini cebinden çıkarttığı selpakla silmiş daha sonra çöpe atmıştı.
"İyi misin?" Diye sordum bir kolundan tutarak, başını iyiyim dercesine sallamıştı.
"Sanırım zorlamanın bir alemi yok, içmeyeceğim bir daha" başını omzuma yasladığında, "Yürüyerek uyuyamazsın." Dedim
"Uyur gezerler uyuyor ama" Kaşlarım havalanırken kıkırdamaya başladım. "Sen uyur gezer değilsin. Alkollüsün Meriç" kabul etmiyormuş gibi omuz silkti. Daha sonra başını omzumdan çekti.
On dakika, ya oldu ya olmadı dahile inmeyi başarmıştık.
"Sahile indik farkındasın değil mi? Bari gel şu çimenlere oturalım ben sana su alıp geleyim." Deyip Meriç'i çimenlere doğru ilerletmeye başladım.
"Pera?" Başımı Meriç'e çevirdim. "Efendim"
"Sen güzel bir kızsın" tebessüm edip elimi omzuna attım. "Biliyorum canım" diye alaylı bir ifadeyle konuştum. Meriç'i çimenlere oturtup ona su alacağım sırada bileğimden tutarak oturtmuştu.
"Boş ver suyu" Sesli bir nefes vererek yanına oturmayı kabul ettim. Başını dizime koyduğunda "İrem ile Melis'in senin kendi saçlarını beğenmediğini duydum. Bence böyle doğal çok daha güzel yani, ben beğendim." Dudaklarım o harfini alırken, "Beğendiklerini söylemişlerdi!" Dedim dehşet içinde
Dudağını büzüp elini kaldırıp dudağına hayali bir fermuar çekermiş gibi bir hareket yapmıştı.
"Kötü değil yani, değil mi?" Diye şüpheyle sordum. Başını iki yana sallayıp saçıma dokunduğunda, "Güzel" dedi gözleri kapanıp açınırken
"Pera" sorarcasına konuştuğunda "Hım" diye boğazımdan gelen bir mırıltıyla cevap verdim. "Babanla mutlu musun?" Kaşlarım çatılırken böyle bir soruyu sormasını beklemiyordum. "Mutluyum, ne kadar birbirimize girsek de o benim babam" gövdesinde duran elimi ellerinin arasına alıp parmaklarımla oynamaya başladı. "Babanı seviyorsun?" Başımı salladım. "Babamı seviyorum." Bir kaç saniye boyunca sesi çıkmadan parmaklarımla oyalandı. "Biliyor musun?" Sessiz fısıldayışında çok hafif bir tebessüm belirdi. "Neyi?" Gözlerimin içine baktığında, "Seninle.." Deyip sustuğunda konuşmasını bekledim.
"Seninle, başka bir zamanda başka bir yerde tanışsaydım eğer, muhtemelen seninle mutlu olurdum." Buruk bir gülümseme takındım. "Neden öyle söyledin ki?" Omuz silkerek başını iki yanına salladı.
"Öylesine..."
!BÖLÜM SONU!
umarım bölümü beğenmişsinizdir Beğenin yani lütfen hahaha
size bir önerim var isterseniz bir gün Instagram'da Acımasizofficialpage sayfasında soru cevap oturumuyla canlı yayın açıp sorularınızı cevaplarım isterseniz tabii
Ve yeni bölüm için bana uzun bir süre verin kafamı toplayıp yazayım Çünkü kitabı yarıladık bu yüzden yazacağım şeylere biraz daha yüklenmek istiyorum Daha doğrusu ne yazacağıma o yüzden normalde attığım sürenin biraz daha fazlasını verin ki en iyi işi çıkarayım kurgu hepimizin içine sinsin
onun dışında sorularımıza geçelim
Pera Neden Cihan'a ulaşmak istiyor onunla ne gibi bir işi olabilir?
Meriç..kimse yalan atmasın içinizde bir yer meriç'i seviyor inkar etmeyin
onun bu halde olmasına sebep olan insanlar var emin olun oda istemezdi bu halde olmak
Onur Aksel kim bu Adam?
Ve Engin Berkan
Engin'in kim olduğunu artık çözmüşsünüz diye tahmin ediyor Çözün yani her spoilerıda benden beklemeyin ayol
onun dışında Kişisel olarak benim hakkımda bir şeyler merak ediyorsanız yorumlar kısmında sorabilirsiniz
SİZi çok seviyorum! Bir sonraki bölümde görüşürüz!!
Kişisel Instagram - Sermiranl
Instagram- Acımasızofficialpage
Instagram- Pera_berkan
Instagram-Mericdrnkaya
Diğer karakterlerin de parodileri mevcut