Size kucak dolusu sevgi, saygı ve öpçüklerimi 😂 gönderiyorum. Ballı lokmalarım benim. ❤️
Yorum yapmayanın kafasına terlik fırlatırım.
✨
Doğum gününe Cihan ile uyanmanın mutluluğunu yaşıyordu. Dün gece olanlardan sonra krizi fırsata çevirmeyi başarmıştı. Her zamanki gibi! Kendisiyle gurur duyuyordu. Bütün hafta sonunu kocasıyla geçirip büyük bir hengameden uzak kalacağı için şimdiden içine koca bir huzur dolmuştu. Güzel bir kahvaltı yapıp yukarı kaçmış, minik tatilleri için valiz hazırlıyordu. Büyük bir sevinçle eksik kalmadığına inandığı valizini kapattığında artık hazır olduğuna emindi.
Gözleri neredeyse hazır olan bir başka bedene kaydı. Kocası gözünün önünde gömleğinin düğmelerini iliklerken o kadar harika gözüküyordu ki gününün aydınlanmamasının imkanı yoktu. Cihan yeşil gözlerin hedefi olduğunu hissettiğinde işini hızlıca bitirip arkasını döndü ve Ceylan’a bakmadan az önce hazırladığı valizi alarak çıktı odadan. Kuyruğundan yine kurtulamadığı için dertliydi. İçinde Ceylan’ın olmadığı bir dakikası yok gibiydi artık ve bu oldukça boğucuydu Cihan için. İki gün kafa dinlerim diye düşünmüştü fakat yine ve yine hayalleri suya düşmüştü. Aşağı indiğinde onu bekleyen ailesine dönmeden önce Aras’a mesaj attı. Ardından annesiyle ve ablasıyla kısaca vedalaşıp Aras’ın yola çıktıklarını bildiren mesajına cevap verdi.
“Dayı yengem nerede?” Elif’in heyecandan elini ayağını birbirine dolamasını gülümseyerek izledi. Cevap vereceği sırada karısının merdivenlerin başında olduğunu gördü.
Odadan çıktığında duymuştu Ceylan yeğeninin sesini ve Cihan’a bırakmadan koşar adımlarla indiği merdivenden seslendi. “Buradayım.”
Neşeyle aşağı inen karısının görüntüsü ve Elif’in artan heyecanıyla mutfağa bakması ortada dönen dolabı anlaması için yetip de artmıştı. Birkaç saniye sonra Duygu elindeki pastayla mutfaktan çıktı. Ceylan da son basamağı inecekti ki ayağı içe dönerek ona ihanet etti. Her zamanki gibi dizlerinin üzerine düşeceğini düşündüğünde havada yakalamıştı kocası elini. Sol eli onun avuçları arasındayken burkulan ayağını düzeltip bir prenses edasıyla eteğini tuttu ve hafifçe diz kırıp gülümsedi. Ceylan’ın işveli hareketlerini, kalbinin normalden daha fazla kan pompalaması ile seyrederken kendine gelerek gözlerini kaçırdı. Onun son basamağı kazasız bir şekilde indiğine emin olup elini çekti ve biraz geri giderek ortada dönen oyunu izlemeye koyuldu.
“Sürpriz!” Son heceyi oldukça uzatarak çığlıklar atan ikiliye bir eli damağında bir eli kalbinde döndü Ceylan.
Cihan tüm retinasını öyle kaplamıştı ki kızları fark etmesi biraz zaman almıştı. Çığlıkların kalbine indirdiğini itiraf etmeliydi. Gözlerindeki perde kalktığında pastayı ancak görebildi. Duygulanmadan edemedi. Duygu ve Elif de olmasa yaşadığını hissedemeyecekti. Varlığı hep meçhul kalacaktı. Kayıtlarda yaşıyor diye geçen bir birey olacaktı. Nasıl yaşadığının bir önemi yoktu ondan başka kimse için. Bu yüzden onun için oldukça değerli ve anlamlıydı. Yaşlar gözlerindeki yerini çoktan almıştı. Başını yana eğip dudaklarını büzdü mazlum ve mahcup bir ifade ile.
“İyi ki doğdun Ceylan.”
Duygu’nun burnunun dibine getirdiği pastaya gülümseyerek baktı. Bu ‘artık üfle şunu’ demekti. Pek sabırsız bir görümcesi vardı. Onun kollarının ağrımasına kıyamayıp pastanın bir ucundan da Ceylan tuttu. Gözleri mumlara kaydığında kırık bir tebessüm peyda oldu dudaklarında. İki mum vardı birinde iki, birinde beş yazıyordu. Artık resmen yirmi beş yaşındaydı.
“Hadi üfle.”
“Dilek de tut.”
Elif’in hatırlatmasıyla arkasında kolları göğsünde onları izleyen kocasına döndü. Gülümsedi. Tek dileği Cihan’dı. Hayallerinde, dualarında, dileklerinde ondan başkası yoktu. Ceylan varsa Cihan vardı. Ceylan’ın kurduğu her cümle Cihan ile başlıyor ya da bitiyordu. Yürüdüğü tüm yollar ona çıkıyordu. Anlayacağınız Ceylan için Cihansız bir hayat söz konusu bile değildi.
Karısının ışıl ışıl parlayan gözleri gözlerindeyken hiçbir yere sığamadı adam. Gözlerini kaçırdı. Önündeki valizi alarak kapıya ilerledi ve Ceylan’ın duyacağı bir şekilde, “Arabadayım,” dedi. Karısının bir kere daha gözlerinin içine bakarak kendisiyle ilgili dilek dilemesini izleyemeyecekti.
Giden kocasının ardından gözlerini kapattı genç kız. Tek istediği mutlu ve huzurlu bir aileye sahip olmaktı. Cihan’ın da onu sevdiği bir aile. Onun kadar sevmesine gerek yoktu. Sevsin ve bunu hissettirsin yeterdi. Tek bir tebessümüne ömür verecekken istediği çok muydu? Dileğini diledikten sonra mumları üfleyip aile fertleriyle kucaklaştı. Özellikle Adem babasına sarılırken epey duygulanmıştı. Elif ve Duygu da onlara arkadan sarılırken artık koca bir sevgi çemberine dönüşmüşlerdi. Onların varlığı Ceylan için şükür sebebiydi. Sarılırken boğulma tehlikesi baş gösterdiğinde, dışarıda onu bekleyen arabanın korna sesi yetişti imdadına. Ve inatla uzun uzun çalmaya devam etti.
“Seninki dayanamıyor, hadi git.”
Babasından aldığı müsaade ile son kez yanağını öpüp kızlara da el sallayarak çıktı evden. Dünden sonra, bu sabah yaşadıkları ruhuna oldukça iyi gelmişti. Tabi ki Cihan’ın gaddar sözlerini unutmamıştı. Sadece görmezden ve duymazdan gelmeye çalışıyordu. Onu bekleyen kocasının yanında yerini aldığında mutluluktan ayakları yere basmıyordu. Cihan da Ceylan’ın gereksiz ve aşırı mutluluğunun farkındaydı ve durumdan hiç hoşnut değildi. Kemerini bağladığında arabayı çalıştırdı kocası ve böylelikle yolculukları başlamış oldu.
Yaklaşık bir saattir sessiz sedasız geçen yolculuktan sıkılmıştı Ceylan. Cihan put gibi araba kullanmaya devam ediyordu. Varlığından rahatsız olduğu belliydi fakat bu Ceylan’ın pek de umurunda değildi. Sıkıntısını gidermek için radyoya uzandı ve güzel bir kanal aramaya başladı. Rap, slow diye giderken sonunda neşeli bir şarkı bulmuştu. Şarkının sesini açıp sırtını geriye yasladı. Camı da açtığında gülümsemesi genişledi. Rüzgar yüzünü okşayarak geçiyordu ve bu gıdıklayıcı bir his bırakıyordu. Gözlerini kapatıp şarkının sözlerini mırıldanmaya başladı.
“Sen beni boşuna hiç kalbinin oralara koyma, kollarını bana sarma, kalamam oralarda, sende gül eğlen öyle...”
Müzik sesi bir anda kesildiğinde gözlerini açtı. Aynı zamanda cam da kapanmıştı. Bakışlarını yanındaki kocasına çevirdi. Elmacık kemikleri gerilmiş, gözlerinin altı kızarmış ve direksiyonu sıkmaktan parmak boğumları beyazlamıştı. Sinirlendiğini beden dili çok açık bir şekilde ifade ediyordu.
“Dinliyordum,” dedi çocuk gibi mızmızlanarak. Sessizlikten ve sıkıntıdan patlama noktasına gelmişti. Cihan’ın da konuşmaya pek meyyali olmadığından kendi kendine ürettiği taktiklerin de baltalanmasından elbette pek hoşlanmamıştı. Ama kocasının verdiği tek cevap; “Başım ağrıyor,” oldu.
“Camı neden kapattın?”
“Soğuk!” Kocası her zamanki gibi kısa ve net cevaplar vermesine gülümsedi ve hemen bir diğer taktiğine doğru dudaklarını kıpırdattı.
“Haklısın, üşümemem lazım, ben sana lazımım.” Sinsi bakışlarını kocasına çevirdiğinde göz kırpmayı ihmal etmedi. Cihan da şokla Ceylan’a baktı. Her sözünün altında büyük bir kazı çalışması yapar gibi saçma sapan şeyler bulup çıkarıyordu ve bu Cihan’ı fena halde delirtmekten alıkoyamıyordu.
“Kendine pay çıkarmaktan vazgeç Ceylan.”
Omuz silkti genç kız, buna devam edecekti çünkü. Belki şizofren gibi olmayan şeyleri oluyormuş gösterebilirdi veya sanabilirdi, ama ancak bu şekilde duygularını ve kalbini idare edebiliyordu. Cihan’ın bir gün ona gelebilme umudu ile. Yerine sinmeyip daha inatçı bir tavırla, zarafet içeren ince parmaklarını Cihan’ın şakaklarına götürdü ve okşamaya başladı.
“Başın neden ağrıyor?”
“Senin çenen yüzünden!” Tok sesi kalp kırıcı bir nida ile yükseldi. Fazlasıyla bunalmıştı. Bugün Ceylan’a katlanmak istemiyordu. Bugün onunla tatile gitmek istemiyordu ve bu da onu aşırı derecede öfkeye itiyordu. İki gramlık huzuru öfkeye dönüşmüştü. Ceylan da Cihan’dan farksızdı şu durumda çünkü artık onun da sabır taşı çatlamıştı. Ve Cihan gibi sesini yükseltmekten çekinmedi.
“Mutlu olmam gözüne batıyor değil mi? Ödün kopuyor ben gülünce!”
Öfkesini kırbaçlayan sözlerle ayağı gaza daha çok abandı. Yol ne kadar hızlı biterse Ceylan’dan da o kadar hızlı kurtulacağını düşünüyordu. Ama ona bir cevap vermeden de asla rahat edemeyecekti.
“Evet batıyor, ben mutlu değilsem sende olmayacaksın!”
“Hayır, ben çok mutlu olacağım. Sen de öyle. Ve bunu beraber başaracağız. Biz çok mutlu olacağız Cihan.” Sonlara doğru kısılan sesi, tükenen umudunun ekmek kırıntıları gibi dökülüp saçılmasındandı.
Kocasıyla bir yarış içerisindeydi. Bu kimi zaman ona büyük bir haz veriyor, kimi zaman da koca bir hayal kırıklığının altında kalmasını sağlıyordu. Ceylan onu kendine aşık etmek için çabalıyor ve mutlu olmaları için elinden geleni yapıyordu. Üzüldüğünü ve kırıldığını asla yansıtmıyordu. Cihan’ın kırıklarını yine kendisi topluyordu çünkü sonunda mutluluk olduğuna inanıyordu. Ama Cihan tam tersi Ceylan’ı mutlu gördüğü her an nasıl parçalara ayırabilirim, nasıl üzebilirim diye düşünüyor ve ağzından çıkanları asla esirgemiyor ve üzerine sağlıklı bir şekilde düşünmüyordu.
Bu artık Ceylan’ı yoruyordu. Kavgayı uzatarak canını daha fazla sıkmak istemedi bu yüzden geriye yaslandı ve yolu izlemeye koyuldu. Gerçekten kırılması Cihan’ı mutlu ediyor muydu? Yaraları onun nefretine, acısına merhem oluyor muydu? Eğer öyleyse, ki öyle, bir gün kılını kaldıracak hali kalmadığında ve gitmek istediğinde dönüp arkasına bakmayacak kadar yorgun ve kırgın olacaktı...
Gözlerini tatlı bir mahmurlukla araladığında konumunu idrak edemedi. Ardından arabada olduğunu ve arabanın çalışmadığını fark etti. Bu yolculuk ve sebepleri zihnine bir bir üşüşürken kendine gelebilmek için gözlerini ovdu. Kocasının boşluğu araba dahil tüm ruhuna yansımıştı. Başını cama çevirip etrafa bakınmaya başladı. Büyük ahşap bir villanın önündeydiler. Ve koca villanın giriş kapısının tam önünde, merdivenlerin bittiği yerde kocasının Rüya’ya sarıldığını gördü. Hem de Rüya’ya! Bir kere daha emin olmak için suratını neredeyse cama yapıştırdı çünkü uykudan yeni uyanmıştı ve henüz bir çıngar çıkarmak için erken olduğunu düşünüyordu. Zira Rüya’nın bu kadar kaşınması uyuz olduğunu gösterirdi.
Kocasına Koala gibi yapışan kadını kaşımak farz olmuştu artık. Arabanın kapısını açıp hızla indi ama inerken ayağı takıldı. Şükür ki düşmedi ve kapısı hala açık olan arabanın koluna sıkıca tutundu. Düşse büyük rezillik olurdu. En azından Rüya cadısına malzeme çıkartacağını bildiğinden hala ayakta olduğu için kendini tebrik etti. Artık harekete geçerek tatlı görünen ama oldukça tehlikeli olan tebessümünü yüzüne takınıp ileride duran üçlüye yaklaştı. Polat Alemdar gibi yürüdüğü için onu kimse yargılayamazdı.
“Kocacığım.” Kendini göstermeden sesini duyurmak istedi çünkü adımları ne yazık ki sesinden daha hızlı değildi.
Zilin sesini duyan Cihan rahat bir nefes aldı. Karısı arabada masumca uyurken ve o patavatsız dili mabedindeyken oldukça tatlı ve masum gözüküyordu. Bu yüzden onu hiç uyandırmak istememişti. Rüya’nın uzun kolları boynuna yılan gibi dolanana kadar! Bundan nasıl kurtulacağını düşünürken karısı imdadına yetişmişti. Ceylan, hala kocasından ayrılmayan kadına yaklaşıp yapışkan kollarını kocasından ayırdı.
“Rüyacığım,” dedi samimiyetsiz bir biçimde ve sarılmayı da ihmal etmedi. Allah’ın paçozu!
Rüya da uzun boyuna aldırış etmeden aynı sahtelikte sarıldı Ceylan’a. Ceylan’ın geleceğini bilmiyordu ve bu berbat bir sürpriz olmuştu. Hayalinde sadece Cihan’la geçirebileceği iki gün vardı. Fakat Ceylan yine bir yolunu bulup gelmeyi başarmıştı. Bu kadınla yarışamayacağını anladığı zamanlar onun için koca bir yenilgi oluyordu. Ceylan’dan ayrılıp gözlerini kısarak gülümsedi ve yine de savaş içeren sözlerini ona satmaktan çekinmedi.
“Canım sen sıkılırsın burada, anlamadığın işler sonuçta!” Rüya’nın küçümser sözlerine karşılık kınayan bakışlar atmayı tercih etti. Ve gülümseyerek onun hiçbir zaman yapamayacağı şeyi yaparak kocasının büyük avucuna uzandı. Böbürlenen ifadesiyle biraz da göğsüne yaklaştı ve başını oraya yasladı.
“Kocam ne güne duruyor?”
Genç adam gülmemek için dudaklarını ısırdı. Ceylan’ın adından uzak, vahşi tavrı ona oldukça eğlenceli geliyordu. Daha fazla bu laf dalaşının arasında kalmak istemediğinden Ceylan’ın omzuna dokunup geri çekildi. Valizleri getireceğini söyleyip yanlarından ayrıldı. Ceylan da Rüya ile daha fazla uğraşmak istemediğinden yanlarında bekleyen Aras’a döndü. Hiçbir şeye sesini çıkarmaması ve köşede sakince beklemesi Ceylan’ın içini şefkatle doldurdu.
“Aras,” dedi neşeyle ve arkadaşına sokuldu hemencecik.
“Hoş geldin doğum günü kızı.”
Gülümseyerek daha çok sarıldı Aras’a. Onun asla unutmayacağını biliyordu. Her sene hediyesini verirdi. İstanbul’da değilse de mutlaka gönderirdi. Ceylan hiç gerek olmadığını söylüyordu çünkü araması bile yetiyordu ama Aras bunu kendisine görev edinmişti. Aras’ın değerli ve düşünceli arkadaşlığını gördüğünde, bir arkadaşı olduğu için bazen kendisiyle gurur duyuyordu. Bunun çok özel bir duygu olduğunu biliyor ve onu asla kaybetmek istemiyordu.
“Hediyeni akşam veririm,” dedi Ceylan’ı omuzlarından tutup yüz hizasına getirirken.
Aras’ın bu davranışı karşısında mahcupça başını yana eğdi ama artık itiraz etmemesi gerektiğini biliyordu. Onlar kısa bir sohbete girişmişken Cihan da nihayet yanlarına ulaşmıştı. Böylece hep beraber içeri girip odalarını öğrenmeleri için isimlerini söylemeleri yetmişti. Villa gibi gözüken bu ahşaptan bina bir konaklama merkeziydi ve oldukça görkemliydi. Dışı kadar içinde de iyi bir işçilik vardı. Odalarına çıkana kadar gözünün değdiği her yeri hayranlıkla süzdü. Cihan durduğunda o da durup kocasının odalarının kapısını açmasını bekledi. Sonunda içeri girdiğinde aynı şekilde gözleri kamaştı. Bir gün kendisine ait bir evi olur mu sorusu, aklının bir köşesindeydi hep.
“Çok güzelmiş,” dedi. Ama bunu Cihan’a değil kendisine söylemişti.
Cihan ise etrafı hayranlıkla izleyen karısına dönme ihtiyacı hissetti. Onun etrafında dönerek ilginç bulduğu şeyleri incelmesi ve parlak gözlerle bakması ne kadar beğendiğinin bir kanıtıydı. Çocukken de böyleydi. Bir şeyi beğendiğinde ağzı açık ayran budalası gibi etrafına bakınırdı. Dudaklarına yerleşen tebessümü saklamak için arkasını döndü. Karısı gerçekten bazen çok komik oluyordu. Bunu inkar etmiyordu. Hatta fazla komik ve haşindi. Cihan bunlara hep şaşırmış ve fazlasıyla gülmüştü ama gizlice. Sonuçta tanımadığı bir insana da gülüyordu. Ceylan’ın yanlış anlamasını istemezdi.
“Akşama kadar gezer miyiz?” dedi ellerini arkasında birleştirip kendi kendine sallanırken. Burayı keşfetmek için sabırsızlanıyordu ve bunu Cihan ile yapmak oldukça eşsiz olabilirdi. Kocasının valizden birkaç parça kıyafet alıp mavi harelerini ona çevirmesini izledi.
“Duş alacağım, sonra da akşam yemeğine kadar yatmayı düşünüyorum.”
Çok da önemsemedi. Omuz silkip üzerini çıkarmadan kendisini dışarı attı. Tek başına gezmek kafasını toplaması için iyi bir fırsat olabilirdi. Önce yürüyüş yolunun nerede olduğunu öğrendi, ardından otelin arkasına çıktı ve gördükleriyle daha çok büyülendi. Göğe kadar yükselen ağaçlar ve o ağaçlara sarılmış harika bir ışıklandırma sistemi vardı. Akşamları buranın nasıl göründüğünü oldukça merak etmeye başladı. Diğer dağın başına kadar uzanan teleferik, orman konseptli ahşap kafeler ve ormanın muhteşem manzarası. İnanılmazdı. Gülümsedi. İşte buranın keyfini çıkarabilirdi. Ellerini cebine sokup yürümeye başladı ve çok kısa bir süre zarfında tanıdık bir ses duydu.
“Ceylan yine yerinde duramamış.” Aras’ın imasını anladığında gülümseyerek arkasını döndü.
“Bilirsin Ceylan’lar seke seke.”
“Eşlik edebilir miyim?” dedi beklenti dolu gözleriyle Ceylan’a bakarken.
Genç kız için bundan büyük bir zevk olamazdı. Aras ile vakit geçirmeyi hep çok sevmişti. Bu tatlı teklifi kabul edip, nazikçe uzattığı koluna girdi. Beraber yürümeye başladıklarında bu otelin sahibinin ne kadar zengin olduğunu tartıştılar kendi aralarında. Aras ise bunun daha hiçbir şey olduğunu söyledi. Muhabbet muhabbeti açarken çocukluklarından kalma bir anı gelip oturdu zihninin bir köşesine.
“Bir kere ormanda kaybolmuştum,” diye söze girdiğinde Aras devamını anlayarak utançla başını eğdi. Nasıl unutabilirdi ki? İçinde Ceylan’ın olduğu hiç bir anıyı unutmazdı.
“Ben de koca ormanda seni bulup eve götürmeye çalışmıştım.” Çalışmıştı çünkü ikisi de yolu bilmiyordu.
“Yolu biliyorum diye burnun havalardaydı ama bizimkilerden daha da uzaklaşmıştık.” Artık ikisi de kendini tutamayıp büyük bir kahkaha atmaya başladı. Çok güzel, hatırlanmaya değer çocukluk anıları vardı. O anlarda çocuk kalabilmeyi istemek yanlış olmazdı.
“Sen korkma diye öyle dedim.”
Kahkahasının arasından Aras’a imalı bir bakış atıp “tabi tabi,” dedi. Ne kadar yürümüşlerdi bilmiyorlardı. Ama ikisi de beraberken zaman çok hızlı geçiyordu bunu biliyorlardı. Geri dönüş yolunda kahkaha atacakları birçok anı hatırlamışlardı ve havanın sessizliğinde kahkahaları kuşlara, rüzgarın sesine karışmıştı. İkisi de sessizleştiğinde Ceylan aklından hiç çıkmayan o soruyu sordu.
“Bir derdin var ve sen kaçıyorsun?”
Ceylan’a yakalanmanın verdiği endişeyle eli ayağı birbirine dolandı. Daha fazla yürümek istemeyip durdu ve zoraki, Ceylan’ın ciddileşen harelerine baktı. Ceylan çocukluklarından bu yana Cihan’ın peşindeydi, böylelikle Aras’a da yakın olmuştu ve çok iyi birer dost olmuşlardı. Hep bir aradalardı. Ceylan ikisinin de bir bakışından anlardı üzüntülerini, mutluluklarını. Şimdi Aras’ı yakıp yıkan o derdi öğrenmek belki arkadaşına deva olmak istiyordu. Tüm bunları gören Aras, gözlerini kaçırdı. Durumun üzerini kapatmak için gülümsedi ve yürümeye devam etti. Haliyle Ceylan da yürümeye başladı.
“İyiyim ben, sana öyle gelmiştir. İş güç, koş..”
“Kimi kandırıyorsun Aras, ben seni göz bebeğinden tanıyorum. Var bir şey. Hatta içimden bir ses kız meselesi diyor,” dedi Aras’ın koluna asılıp durdururken. Artık hüzün kokan o bakışların feraha ermesini istiyordu. Aras’ın da tüm canlılığı ile aralarına katılmasını istiyordu. Bu konu artık aralarında sır olarak kalmamalıydı Ceylan’a göre. Fakat hiç beklemediği bir şey oldu ve Aras şiddetli bakışlarıyla ona döndü.
“O kadar şeyi gördün kızın kim olduğunu mu göremedin?” Şaşırdı Ceylan. Aras'tan böyle bir çıkış beklemiyordu. İyi yanından bakacak olursa en azından meselenin ne olduğunu anlamıştı. Arkadaşı birine yanıktı!
“Ne bileyim Aras, etrafında kadın mı var?” Haklıydı Ceylan. Etrafında kadın yoktu. Tek bir kişi vardı, sadece birisi. O da görmüyordu zaten. Aras’ı bunalttığının farkında olarak düşünmekten vazgeçmedi. O kızın kim olduğunu Aras’ın sözlerinde ararken aklına gelen isimle gözleri büyüdü yavaştan.
“Yok, yok bana o değil de. Ben Rüya’yı yenge diye istemem ona göre!” Ceylan’ın tahminine kahkaha attı Aras. Bu dünyada aşık olacağı son insan bile değildi Rüya.
“Saçmalama Ceylan, tabi ki de değil. Hadi geç kalmayalım,” dedi Ceylan’ın koluna girmesini sağlayıp yürütürken. Yoksa bu muhabbet fazla uzayacaktı ve Aras’ın dilinin bağının çözülmesi işten bile değildi. Yine de yol boyunca sormaktan geri kalmadı Ceylan.
“Kim o zaman?”
“Ceylaan!”
“Aman iyi be. Öğrenirim nasıl olsa,” dedi yaramaz çocuklar gibi. Ama aklındaki bin bir soruyla otele kadar tek başına mücadele etti. Ve arkadaşını bu hale soktuğu için o kıza minik bir kin beslemekten kendini alamadı.
Hızlıca otele girip odalarının olduğu kata çıktılar. Aras, Ceylan’ın bu konuyu kolay kolay unutmayacağını farkında olarak başka konular açıp onun aklını dağıtmaya çalıştı ki görünüşe göre işe de yaramıştı. Anlattığı bir anısına kahkahalar atıyordu. Koridorda yürürken, odasından çıkan Cihan çarptı gözlerine. Neşesi daha da artmıştı Ceylan’ın.
İleriden kol kola gelen arkadaşı ve karısını gördüğünde sinirlenmeden edemedi genç adam. Akşama kadar odada sıkıntıdan patlamıştı. Yapacak güzel şeyler olsa da Ceylan’ın buna dahil olmasından korkarak yatmayı tercih etmişti. Ama karısı arkadaşıyla epey eğlenmiş gözüküyordu. Onun mutlu olduğu her anı kıskanıyordu. Çünkü ondan çaldığı mutluluğu onun yaşamasını istemiyordu. Ceylan da somurtsun, hayatı zehir olsun istiyordu. Onların yanına yaklaştığında karısına bakmadan Aras’a döndü.
“Aşağıya geçiyorum, gelirsin.”
Kısa ve soğuk cümlelerinin ardından gözden kayboldu. Ceylan ise kendini yiyip bitirmekle meşguldü. Gözleri dehşetle açılmıştı çünkü Rüya da aşağı inecekti ve yan yana oturmaları muhtemeldi. Ama kocasını o çırpı bacakla yan yana oturtmayacaktı! Aras’ın kolundan çıkıp odasının kapısının önüne geldi ve girmeden önce durup onu uyarmayı ihmal etmedi.
“Beni de bekle!”
Odaya girip getirdiği elbiselerini hemen valizinden çıkardı. Ellerini beline koyup melül melül elbiselere baktı. Rüya kesin fıstık gibi gelecekti. Ceylan’ın da güzel olması şarttı. Beyaz elbisesi gözüne daha makul geliyordu. Askılı ve uçuş uçuş. Her zaman rahat ve şık şeyleri sevmiştir. Üzerini giyinip saçlarını da saldığında tamamdı. Makyaja gerek duymadan aynaya son bir bakış atıp kapıya yaklaştı ve kapıyı açtığında çalmak için elini kaldırmış Aras’la karşılaştı. Gülümseyerek; “Ben hazırım,” dedi.
Bir tur etrafında dönmeyi de ihmal etmedi. Aras ise dumur olmuş bir vaziyette eli havada genç kızı süzüyordu. Melekleri kıskandıran bir güzelliği vardı. Özellikle böyle beyaz giyince. Boğazını temizleyip gözlerini kaçırdı. Ceylan’ın kapıyı kapattığını işitip biraz geride bekledi. Sonunda teşrif ettiğinde beyefendi duruşundan ödün vermeyip kolunu uzattı bunu bugün pek sık yapmıştı.
“Hadi gidelim de kocamı o sarı şırfıntıdan kurtaralım.”
Ceylan’ın bilmiş ve biraz da argo barındıran sözlerine gülmeden edemedi. Kafasını iki yana sallarken “Çok ayıp,” demeyi ihmal etmedi. Ceylan ise umursuzca omuzlarını silkti. Rüya’ya her şey müstahaktı ona göre. Yanlış sularda yüzüyordu ve Ceylan’ın onu dalgasına katıp uzak diyarlara sürüklemesi çokta sıra dışı bir durum olmazdı. Restoran bölümüne geçtiklerinde gözleri her yerde kocasını arıyordu. Aramaz olaydı. Gördüğü manzara gözlerinin büyümesine sebep oldu. Kocası ne yapıyordu öyle? Rüya’ya mı dokunuyordu? Aras’ın kolundan çıkıp vücuduna yayılan kıskançlık illetiyle masaya yaklaştı.
“Kocacığım!” dedi ama suratında ki öfke bariz okunuyordu.
Rüya ise Ceylan’a yakalanmanın hazzını yaşıyordu. Bile isteye Cihan’a çarpıp üzerine şarap dökmesini sağlamıştı ve onun mahcup olmasını keyifle izleyip, üzerini silerken ona yardım etmesine izin vermişti. Daha doğrusu bunu yüzsüzce istemişti.
Cihan, elindekini bırakıp geri çekilirken Rüya Cihan’ın elini tutup gülümsedi. “Sağ ol canım.”
Kıskanç tarafı binlerce darbe yerken yıkımı Rüya’nın üzerinde gerçekleştirmek için ona doğru bir adım attı, çünkü son sözleri haddini fazlasıyla aşmıştı. Fakat bizzat kocası tarafından engellendi. Geri çekilmek zorunda kalırken söylenmeden edemedi. “Canın bastın!”
Cihan yarattığı gergin ortamı dağıtmak için karısının elini tutup yanındaki sandalyeye oturmasını sağladı. Aras da aralarına katıldığında derin bir nefes almıştı. Ceylan’ı tüm gece sakin tutması gerekecekti. Özellikle de biraz sonra gelecek adamların yanında, yoksa Rüya’nın üzerine atlaması an meselesiydi. Ceylan pis bakışlarını karşısında oturan kadına sabitlerken, Rüya zafer naraları atıyordu adeta. Ceylan’ı alt edecekti. Bunu kafasına koymuştu!
“Geliyor.”
Aras’ın uyarısıyla dağılan dikkatler hemen toplanmıştı. Hep beraber ayağa kalkarak, onları davet eden ev sahiplerini nezaketle karşıladılar. Ceylan, az öncekinin aksine o kadar sakindi ki uslu eş rolünü layıkıyla yerine getireceğine dair inancı tamdı. Zira kocasını rezil etmek istemezdi. Sonunda aralarına katılan misafirler önce Aras, Cihan ve Rüya ile tokalaştılar sonra merakla Ceylan’a döndüler.
“Bu güzel hanım kim? Yoksa değerli çalışanlarınızdan biri mi?” Bembeyaz, pamuk kadar yumuşak saçları ve aynı tatlılıkta ton ton yanaklarıyla konuşan adama sarılmak geliyordu Ceylan’ın içinden. Tam çocukların sevgili dedesi gibi gözüküyordu. Cihan’ın kendini tanıtmayacağını fark ettiğinde elini uzattı tokalaşmak için.
“Ceylan Kandemir. Bu yakışıklının güzeller güzeli eşiyim.”
Cihan şokla karısına dönerken Aras başını başka tarafa çevirip kıkırdadı. Rüya ise kınayan bakışlar atıyordu. Ceylan yanlış bir şey yaptığını düşünürken yaşlı adamın kahkahası gerginliği azaltmıştı. Önce tokalaştı, ardından Ceylan’ın elini öpmesine izin verdi. Sonra Cihan’a dönerek omzuna vurdu destek verircesine.
“Senden de böyle, güzel, akıllı, nazik ve komik bir eş seçimi beklerdim Cihancığım.”
Ceylan adamın sözleriyle mest olurken Cihan iç rahatlamasıyla yerine oturdu. Baş belası yine kendini sevdirmeyi başarmıştı. Her zamanki gibi! Yemekler söylendiğinde Ceylan’ın anlamadığı türden şeylerden konuşuyorlardı ve buna Rüya da dahildi. Elindeki bıçakla kızı parçalara ayırmak istiyordu o an.
“Yahu şu kızcağızın haline bakın hiçbir şey anlamıyor.” Sonunda kendisi hakkında konuşulduğunu fark ederek ton ton adama döndü Ceylan.
“Anlayacağım dilden konuşmuyorsunuz ki!” dedi omuz silkip dert yanarak. Ceylan’ın açık sözlülüğü adamı kalbinden vururken Cihan’ı korkutuyordu. Patavatsız bir karısı vardı çünkü.
“Sizin anlayacağınız dil nedir küçük hanım?” Gülümsedi Ceylan. Elindeki bıçağı bırakıp Cihan’a döndü.
“Mesela aşk veya hayvanlar.”
“Şimdi sen Cihan’a öküz mü dedin yoksa hayvanları mı seviyorsun?” Yaşlı adamın kinayeli imasına Cihan dahil hepsi gülmüştü.
“İkisi de,” dedi Ceylan açık sözlülükle.
Tek kaşını kaldırıp karısına baktı Cihan. Demek öküzdü. Boşa o zaman bu öküzü, diyemiyordu tabi şuan. İkilinin bakışını yakalayan Musa Bey kendinden emin bir tebessüm takındı yaşlı çehresine. Boynundaki peçeteyle ağzını silip ayağa kalktı.
“Bana müsaade gençler, yaşlı kalbimin dinlenmeye ihtiyacı var!” Ayağa kalkarak yaşlı adamla vedalaştılar. Eli en son Cihan’ın elleriyle buluştuğunda ayrılmadan içinde kalanları dile getirdi.
“Hayat dolu bir eşin var ve fazlasıyla da açık sözlü. Böyle bir kadın zor bulunur. Onu bulduğun için ne kadar şanslı olduğunu elbet biliyorsundur. Demem o ki, ömür boyu mutluluklar diliyorum. Daha sonra sık sık görmek isterim sizi küçük hanım.” Son sözlerini Ceylan’a bakarak sarf ettiğinde bunu memnuniyetle kabul etmekten geri durmadı. Sözleri onun için fazlasıyla değerliydi.
Cihan ise hafif bir baş sallamasıyla adamı geçiştirdi. Ne kadar şanslı olduğunu bir de ona sorsalardı keşke, ama kimse onun fikrini sormuyordu. Yaşlı adamı aralarından gönderdikten sonra bir daha masaya oturmadılar. Rüya her zamanki gibi kendi kendine planını yapmıştı. Ahalinin yanına gelip heyecanla ellerini çırptı. Bu hareketi hep sevmişti.
“O zaman eğlenme sırası bizde, hadi gelin tabu oynayalım.”
Ceylan ikiletmeden bu teklifi kabul etti ve Rüya’nın peşine takıldı. Odaya çıkıp Cihan’la sessiz sinema oynamak istemiyordu. Beyler de mecbur kızları takip etmek zorunda kalmışlardı. Lobinin arkasında kalan yumuşak koltuklara oturduklarında Rüya telefondan oyunu açıp Cihan’a baktı.
“Biz Cihan’la bir takımız, Aras da Ceylan’la.” Cihan ve Ceylan şaşkınlıkla Rüya’ya baktı. Oyun olabilirdi fakat Rüya ile aynı takımda olmak istediğini hiç sanmıyordu. Şam şeytana bak sen!
“Ne münasebet canım, ben kocamla olacağım.” Omuz silkti Rüya. Haksızlıktı. Kocası diye onunla olmak zorunda değildi.
“Kura çekelim,” dediğinde kafa salladı Ceylan. Madem öyleydi, Cihan’ı Rüya’ya yedirecek göz yoktu onda. Önündeki peçete kutusunun kenarına sıkıştırılmış kürdanlardan iki tane alıp birini kırdı ve Rüya’ya döndü.
“Uzunu çeken Cihan’la takım olur.”
Karşısındaki iki deliyi izliyordu inanamayarak. Resmen paylaşılamıyordu ve bir kürdana malzeme olmuştu. Bu hiç hoş değildi! Rüya bir sağ kibrite bir sol kibrite bakıp sağı çekti. Kendi kendine gülümsedi Ceylan.
“Kısayı çektin,” diyerek yumuşak deri koltuğa yaslandı.
Kaşlarını çattı Rüya. “Bakayım,” dedi teyit etmek için ama Ceylan elindeki kürdanı çoktan arkasına atmıştı.
“Kocam benim!” dedi dişlerini sıkıp elmacık kemiklerini ortaya çıkarırken. Gözleri de onlara eşlik ederek büyümüştü.
Rüya da sinir harbiyle hırslanarak önüne dönüp ayağını yere vurdu. Bu kızdan nefret ediyordu! Ceylan zaferle önüne döndüğünde gamzesini göstererek gülümsedi ve göz kırptı kocasına. Onunla cirit atmaması gerektiğini hala anlayamayan Rüya’ya sadece acıyordu. Cihan ise gözlerini devirmekle meşguldü, cadı karısı yine hile yapmıştı. Bu durumda oyunda, Ceylan Cihan’ın karşısında Rüya da Aras’ın karşısındaydı. Önce Ceylan başlayacaktı. Ekranda ilk çıkan kelimeye baktı. Rüya da kontrol amaçlı Ceylan’a yaklaştı. Karşısına çıkan kelimeye gülümsedi genç kız. Çok basitti. Bakışlarını aceleyle kocasına çevirdi.
“Ben hangi takımlıyım?”
Fanatik bir Beşiktaşlıydı, ergenlik döneminde maçlara götürmesi için Cihan’ın paçalarına yapışırdı. Hiç unutmuyordu Cihan. Fakat neden unutmamıştı bu gereksiz bilgiyi. Bilmiyormuş gibi davranmak istedi, Ceylan’a bir zafer daha kazandırmak istemedi.
“Bir takımın simgesi hatta.”
“Kartal!” Rüya ve Ceylan bakışlarını cevabı veren Aras’a çevirdi.
“Sen değil Cihan cevaplayacak.” Ellerini kaldırıp “Pardon,” dedi. Ceylan’ın koyu bir Beşiktaşlı olduğunu biliyordu. Hala zamanları olduğundan ikinci kelimeye geçti Ceylan.
“Ben nasıl birisiyim?”
“Sıradan.” Hızlı gelen cevabı ilk saniye heyecanla karşılasa da anlamını daha sonra fark etmişti. O esnada gözlerindeki ışık anında söndü. Yanındaki kadına belli etmeden başka türlü anlatmaya ve içindekileri sesine yansıtmamaya çalışmak için boğazını temizledi.
“Fiziksel bir özellik say.” Elindeki telefon Rüya tarafından hızlıca çekildi.
“Fiziksel dedin geç.”
Aklını toparlayamıyordu ki Ceylan. Hemen yeni kağıda geçti. “Senin en sevmediğin hayvandan yapılan bir şey.”
Suratını buruşturdu Cihan. Cevap netti. “Jambon.”
Gülümseyerek yeni kağıda geçti. “Senin en sevdiğin NBA takımı hatta Captain America’nın memleketi?” dedi son cümlesine kendi kendine gülerken.
Kaşlarını çattı Cihan. Bunu biliyor olamazdı! “Brooklyn Nets,” dedi ve Ceylan’ın elini yumruk yapıp zafer nidası çekmesiyle doğru olduğunu anladı. Şimdilik iyi gidiyorlardı.
“Bu da benim alerjimin olduğu bir şey hatta hastanelik olmuştum.”
Dudaklarını ısırdı Cihan. Bunu da çok iyi hatırlıyordu. Hatta neredeyse akıllarını kaybettikleri bir gündü. Ceylan, çilek tarlası ve hastane! Kısaca üç kelimeden ibaretti hikaye ama yine bilmezlikten gelmeyi tercih etti. Kafasını iki yana salladı olumsuzca. Omuzları düştü Ceylan’ın. Aras ile aynı anda fısıldadı.
“Çilek.”
Bakışlarını Aras’a çevirdi Cihan. Arkadaşının her şeyi bilmesi canını sıktı. Oyunun tadı kaçtığından ancak bir tur daha oynayabilmişlerdi. Ceylan yastığına sarılıp uyumak istiyordu. Çoğu insan gibi sorunlardan kaçma yöntemiydi bu. Hep beraber ayaklandıklarında Aras’ın kolunu tutmasıyla durdu.
“Unutmadan bunu vermek istedim ufaklık.” Gülümsedi Ceylan. Aras’ın elinde tuttuğu kutuyu alıp nazikçe açtı. Yine yanıltmamıştı onu. İçinden çok zarif bir bileklik çıktı. Üstelik üzerinde bir Ceylan vardı. Özel tasarım gibi duruyordu. Mahcup hissetti. Bilekliği Aras’ın yardımıyla takıp ona sarıldı.
“Çok teşekkür ederim Aras.”
Kolları arasındaki kızın sırtına vurdu hafifçe. “Daha iyilerine layıksın.”
Gülümseyerek birbirlerinden ayrılıp ileride onu bekleyen Cihan’a doğru yaklaştılar. Odalara ayrıldıklarında bileğindeki bilekliğe baktı hayranca. Cihan’ın da onu bu kadar düşünmesini isterdi. Bu kadar büyük bir hediye de istemiyordu. Bir kere kendi isteğiyle sarılsın yeterdi. Cihan üzerini değiştirirken arkasına yaklaşıp sarıldı Ceylan. Böyle fırsatları her zaman yaratamıyordu kendine. Kocası onun yaşam suyuydu. Onun kokusuyla can buluyordu. Başını geniş, yapılı sırtına yasladığında ömür boyu burada uyumayı diledi. Karısının ona sarılmasını beklemiyordu adam. Afallamıştı. Yine arsızca sevgi dilenecekti ve Cihan bundan nefret ediyordu.
“Bugün doğum günüm.” Karısının mırıltılı sözlerine sesini çıkarmadı. Bunu zaten biliyordu.
“Ama sen bana bir hediye vermedin.”
“Ben sana hiç hediye almadım ki Ceylan.” Ceylan kollarını kocasından çekip önüne geçti. Korktu Cihan. Ceylan’ın gözlerinde gördüğü şeyden korktu. İlk defa çok farklı bakıyordu. Oldukça sevecen, sevgi dolu, aşk dolu ve bunlardan daha fazla istek, ihtiras dolu...
“Ben senden bir hediye istiyorum.” Yutkundu adam. Bunun altından iyi bir şey çıkmayacağı belliydi. Ceylan ürkek adımlarla Cihan’ın dibine girip kollarını adamın boynuna doladı ve dudaklarına yaklaştı.
“Senin olmak istiyorum.”
Cüretkar karısının beline yerleştirdi ellerini. Biraz daha yaklaştırdı kendisine. Amacı sadece can yakmaktı. “Senin hediyeni verirsem, sen de benim hediyemi verecek misin?”
Kaşlarını çattı Ceylan gelen soruyla. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bir ay önceki Cihan’ın doğum günü geldi aklına. Genç adam ne demişti?
“Bana bir hediye ver. Benden boşan!”
Aklına gelenlerle belindeki elleri itip geri çekildi. Hiç bu kadar aşağılanmamıştı. Eğer boşanmayı kabul ederse adam bir geceliğine onunla beraber olmayı kabul mü ediyordu? Kendini basit biri gibi hissediyordu. Gururunu ayaklar altına alıp ondan sevgi dilendiği için de, kocası böyle bir teklif yaptığı için de kendini iğrenç, basit bir kadın gibi hissediyordu. Kafasını iki yana salladı.
“Cihan!” diye uyardı Ceylan.
Öfkeyle gülümsedi Cihan. Bir adımda karısıyla arasındaki mesafesini kapattı. “Bence ikimizin de istediği olur Ceylan. Benimle boşanırsan seninle..”
“Ben öyle bir kadın değilim!” Diye haykırdı adeta.
Canı yanıyordu, gözlerindeki yaşı saklama ihtiyacı hissetmedi. Gittikçe kızaran yüzüne aldırış etmedi. Görsün istedi. Acıyı nasıl kendi sözleriyle suratına çizdiğini görsün ve utansın! Gördü Cihan. Tüm bunları bilerek ama canı yanarak yaptı. Bundan acımasız bir haz duydu, sonra öldü. Kadının canını yakarken kendini öldürdü. Ama susmadı. Ne içinde olan şeylere anlam verdi ne de hıncını çıkarmak isteyen adamı susturdu.
“O zaman öyle davranma!”
“Nasıl davranmamı istersin Rüya gibi mi?” Diline hakim olamadı. Kıskanıyordu ve kıskanınca panter gibi oluyordu.
Karısının bir anda konuyu değiştirmesini şaşkınlıkla izledi. Ama o kaşınmıştı! “Keşke Rüya olsaydı. En azından bu zorunlu evlilik daha çekilir hale gelirdi.”
“Sus!” dedi Ceylan gözündeki yaşı silerken.
Kafasını iki yana salladı Cihan. Karısının gerçeklerle yüzleşmesi gerekti. Ağırdı biliyordu ama gitmesi lazımdı. Ondan gitmesi lazımdı! “Gerçekler ağrına mı gitti?”
İşaret parmağını adama doğru salladı Ceylan. Ama konuşamadı. Kendine sakladı. İçinde dağ gibi büyüttüğü kırıklara bir yenisini ekledi. Arkasını dönüp gözyaşlarıyla beraber terk etti odayı. Ağlayarak koridorda yürürken sayıkladı kendi kendine.
“Asla unutmayacağım Cihan, asla!” dediği gibi bu günü asla unutmayacak ve acısını daha bedbaht bir acı ile çıkaracaktı.
Çünkü ona kırdığı gibi kırmasını Cihan öğretmişti.
Şimdi canı çıka çıka ağlayabilirdi yalnızlığına, kimsesizliğine ve sevgisizliğine.