Oğlumuz.
Bu kelime saatlerdir beyninin içinde dolanıp duruyordu. Louis bunu söylediğinde Harry gayet normal bir tepki vermiş, bu durumu yaşanmamış saymıştı ama içten içe de çığlıklar atası geliyordu. Oğlumuz dedi!
Tamam, muhtemelen bunun sebebi Harry'nin Andy ile aşırı ilgilenip onun vaftiz babası gibi davranıyor olmasıydı ama yine de bir kelimesiyle Louis ona aralarında bir bağ olduğunu hissettirmişti.
Karda eğlenme, kahvaltı, şehri gezme ve akşam yemeğinin ardından toparlanıp tekrar uçağa binmişlerdi. Geliş yolunda olduğu kadar şansı yoktu Harry'nin, bu sefer Louis'yi öpmeyi başaramamıştı. Ama onun dizine başını koyup uyuma fırsatı yakalamıştı, bu da bir şeydi tabi. Birkaç saat dinlendikten sonra uyanmıştı ve bu sefer de Louis onun dizinde uyumuştu.
Uçaktan inerken Harry kendini hiç yorgun hissetmiyordu. Jet-lag da yaşamıyordu, gayet enerjikti. Louis ile yolculuk yapmak onu yormuyordu, aksine dinlendiriyordu.
Kucağında Andy ile birlikte Louis'nin arabasının arka koltuğuna bindi. Louis de onun yanına otururken Harry'nin tanımadığı bir adam onların çantalarını bagaja yerleştiriyordu. Kar görmek güzel olsa da, Miami'yi özlemişti. Çalıştığı Salsa Fiesta restoranını, kaldığı oteli, akşamları yürüyüş yapmayı sevdiği sahili...
Şehre iner inmez Andy'nin psikolog randevusu için kliniğe doğru yola çıktılar. Çocuk bunu hiç istemiyormuş gibi huzursuzdu. Gözleri hep yerdeydi, hareket etmiyordu ve gülümsemesi de solmuştu. Tanımadığı insanların yanında çok tedirgin oluyordu, psikoloğunu da sevmiyor olmalıydı.
"Güzel gülüşün nerede?" dedi Harry onu canlandırmak için. Koltuk altlarından tutup onu kendine çevirdi ve alnını onunkine yasladı. "Benim için güler misin, bir kerecik?"
Louis başını arkaya yaslayarak onlara bakarken Harry hala gülümsemeyen çocuğu öpücüklere boğmakla meşguldü. Yanaklarını, gözlerini, saçlarını, hatta burnunu öptü. Sonra onu yavaşça Louis'ye uzattı. "Sen de öpsene, bak şu yanaklara ya, kızardı bir de!"
"Tam bir sevimlilik abidesi." dedi Louis oğlunu öpmeden hemen önce. Sırıttı, uzanıp Harry'nin dudağının kenarını öptü. "Sen de öylesin."
İşte Louis Tomlinson buydu, öptüğü kişi iki yaşında bir çocuk da olsa, yirmili yaşlarında genç bir adam da olsa arkasında kızarmış yanaklar ve tebessüm eden bir yüz bırakıyordu.
Yolun geri kalanında Andy ve Harry'nin birbirlerine sarılarak camdan dışarı bakmasını izledi. Harry onun gözlerini kendi üzerinde hisedebiliyordu, Louis'nin yoğun bakışlarının altında erimemesi mümkün değildi. Kendisi de ona böyle bakmayı istiyordu fakat çekiniyordu. İnce dudaklarını öpmek, yanaklarını okşamak, saçlarını koklamak istiyordu.
Louis'nin ne düşündüğünü bilmemek onu mahvediyordu. Tamam, Louis ona birlikte oldukları geceden sonra sadece arkadaş olmadıklarını söylemişti ve bu iyi bir şeydi. Uçakta öpüşmüş, hatta birlikte uyumuşlardı ama bir yerlerde bir eksik vardı, birlikte olamıyorlardı.
Şehir merkezinde, üç katlı bir özel kliniğin önünde durdukları zaman herkesten önce şoför arabadan indi ve kapıları açtı. Siyah pleksi isim tabelasında "Husseldorf" yazıyordu. Her kat farklı renge boyanmıştı ve duvardaki çiçekli böcekli çizimlere bakılırsa bura sadece çocuklara yönelik bir klinikti.
İçeri girince Harry Andy'i yere bırakmak istedi fakat çocuk onun boynuna daha sıkı sarıldığı için bırakamadı. Louis'nin kendisini yönlendirmesine izin vererek bir yandan da Andy'i rahatlatmak için onun saçlarını okşadı.
"Bay Tomlinson! Hoşgeldiniz. Bayan Husseldorf sizi bekliyor, araya başka hasta almadı özellikle." Kızıl saçlı, mor üniformalı genç asistan Louis ile konuşurken Harry onu süzdü. Louis asistana teşekkür etti, Harry ve Andy'i psikoloğun odasına doğru götürdü.
Fazla büyük bir oda değildi, ev salonu gibi döşenmişti. Etraf oyuncaklarla doluydu. Anasınıfını andırıyordu. Pencerenin önünde kırklı yaşlarda, sarı saçlarını at kuyruğu yapmış beyaz önlüklü bir kadın duruyordu.
"Merhaba, Bay Tomlinson! Ben de sizi bekliyordum." dedi kadın Alman olduğunu belli eden bir aksan ile. Dikkatlice Harry'i ve ona neredeyse yapışmış olan Andy'i süzdü. Yüzündeki şaşkın ifade, açıklama beklediğini belirtir nitelikteydi.
Louis "Harry de sizinle tanışmak istedi. Ve tabi terapiyi görmeyi de." dedi. "Harry, bu Andy'nin psikoloğu Marie Husseldorf. Bayan Husseldorf; Harry Styles benim değerli bir yakınımdır."
"Memnun oldum." Harry elini Andy'nin sırtından çekip kadınla tokalaştı. Oldukça sempatik biri gibi görünüyordu.
Marie Husseldorf onlara yetişkinler için konulmuş koltuğu işaret etti. "Oturun." dedi ve kendisi de ikili koltuğun karşısındaki tekli koltuğa yerleşti. "Andy, lütfen kendine bir oyuncak seç."
Küçük çocuk omuz silkerek istemediğini belirtti ama Louis onun bu konuşmayı duymaması gerektiğini bildiği için çocuğunu Harry'nin kucağından kendi kolları arasına aldı. "Gel, birlikte oyuncaklara bakalım."
İkisi odanın diğer ucuna gidince Marie Husseldorf Harry'e yaklaştı "Bay Styles, gördüğüm kadarıyla Tomlinsonların arasında yer alıyorsunuz, aileden biri olmuşsunuz. Muhtemelen Andy'nin TSSB'si olduğunu biliyorsunuzdur. Travma Sonrası Stres Bozukluğu."
Harry başını salladı, devam etmesini bekledi.
"Bu sorunu çözmek için birkaç farklı methodumuz var elbette ama benimle konuşmuyor, hatta babası hariç kimseyle konuşmuyor. Haliyle; terapilerimiz çok da fayda göstermiyor. Yaşının gerektirdiği tüm gelişimsel aktiviteleri yapabiliyor, yani zihinsel bir sıkıntı söz konusu değil. Konuşmamak onun protestosu. Yaşadığı şeyler ve hissettiği sevgi eksikliği onu bu yaşta her şeye küstürmüş. Bu da tedaviyi sonsuz bir kısır döngüye sokuyor çünkü konuşmazsa, onu bu TSSB'den kurtaramam, TSSB'den kurtulamadığı için de konuşmuyor."
Cidden artık bir şekilde bu çocukla konuşması gerekiyordu. Harry onunla konuşmayı başarabilirse, muhtemelen terapiye bile gerek kalmayacaktı çünkü onu küstüren sevgi eksikliğini de, savaş bunalımını da yok edebilirdi, kendisine inanıyordu.
"Anlıyorum ki; onunla sık sık vakit geçiriyorsunuz çünkü duygusal bir bağ kurmayı başarmışsınız; sizin ona dokunmanıza, sarılmanıza izin veriyor. Bu durumda, tıpkı daha önce Bay Tomlinson'a açıkladığım gibi size de ebeveyn desteği konusunu anlatmak istiyorum. Sonra Andy ile yalnız kalmam gerekecek."
Ebeveyn desteği dediği anda, Harry'nin zihninde yeniden Louis'nin "oğlumuz" demesi gezinmeye başladı. Aklına doluşan aile tablolarını aceleyle silip kadına baktı ve başını salladı. "Evet, sizi dinliyorum."
"Sevginizi göstermeniz gerekiyor. Ona 'Ne olursa olsun, seni seviyorum.' mesajı verin. Güvenini kazanın. Ayrıca özgüvenini kazanmasını da sağlayın. 'Sen yapamazsın, dur' tarzında ifadeler yerine 'Hadi birlikte yapalım' gibi cümleler kurun. TSSB onun güçsüz hissetmesine neden olabilir bu yüzden hayatının bazı kısımları üzerinde kontrol sahibi olduğunu göstererek ona yardımcı olun. Mesela haftasonu etkinliği, izlenecek filmi ya da akşam yemeğinde ne yiyeceğini onun seçmesine izin verin. Konuşarak rahatlamasını sağlayamıyoruz, ama özgüven kazanarak bu travmanın üstesinden gelmesini sağlayabilirsiniz. Tabi bu zaman ister."
İkisinin konuşması bitip de Louis ile odadan çıktıklarında Harry kafasında kadından duyduğu cümleleri tartıyordu. Zaten psikoloğun bahsettiği ebeveyn desteğini gösteriyordu. Onu sevdiğini gösteriyordu. Oyuncak kurulumu yaparken ona yardımcı olmuş, yapmaya devam etmesini söyleyip onun hatalarını düzeltmişti. Ayrıca kahvaltıda veya akşam yemeğinde ne yemek istediğini de soruyordu.
"Konuşacak." dedi Louis onu düşüncelerinden uzaklaştırarak. "Andy seninle konuşacak. Biliyorum, çünkü şimdiden onun birçok kalkanını indirdin. Seninle yemek yedi. Temel ihtiyaçları için yardım etmene, sarılmana, öpmene izin verdi. Hatta hatırlarsan, kabus gördüğü gece konuştu bile."
Söylediği tek şey "Ateş, bum" olmuştu ve Harry bunu net bir şekilde hatırlıyordu. Çok tatlı bir ses tonu vardı, konuşsa Harry onu sabaha kadar bile dinleyebilirdi. "O gün benimle konuşmadı ki, seninle konuştu."
"Sesini duymana izin verdi. Başkası yanımdayken benimle de konuşmaz ama o gece sen orada olduğun halde konuştu."
İlerleyen saatlerde Harry bu konuda onu haklı bulduğunu fark etti çünkü Andy, Marie Husseldorf'un odasından çıkar çıkmaz babasıyla birlikte onun da elini tutmuştu. Arabada da aralarına oturdu. Başını Harry'e doğru yaslayıp ayaklarını ileri geri hareket ettirdi.
Bayan Husseldorf'un terapiden sonra verdiği bilgiye göre bu sefer Andy kendisine verilen kağıda yıldızlar ve çarpılar çizmişti. Bu onun ilgi odağı olmaktan hoşlandığını belirtiyordu. Eskisi kadar kağıda aşırı bastırarak keskin ve sert çizimler yapmıyordu. Yani endişeleri azalıyordu.
Oradan uzaklaşıp Harry'nin kaldığı otele ulaştıklarında öğlen olmuştu bile. Her ne kadar onlardan ayrılmak istemese de, Harry artık odasına girip bir duş almaya ve hatta kısa bir süre uyumaya olan ihtiyacını hissediyordu.
Andy'e sıkıca sarıldı. "Sonra görüşürüz, küçük sincap. Kendine ve babana iyi bak." dedi gülümseyerek. Ardından Louis'ye döndü. "Her şey için çok teşekkür ederim. Görüşmek üzere."
Louis onu kendine çekip yavaşça yanağını öptü. "Dinlen biraz, ben Marvin'i arayıp bugün işe gitmeyeceğini söyledim zaten."
"Teşekkür ederim." Harry onun ufak öpücüğüne sırıtmayı kesemeden arabadan indi. Kendisini karşılayan Brian'ın, çantasını almasına izin verdi ve hemen sonra oradan uzaklaşan arabanın camından Andy'nin kendisine el salladığını gördü. Neden gözlerinin dolduğunu bile bilmiyordu ama bu onun için gerçekten çok duygusal bir andı.
"Tatiliniz nasıldı Bay Styles, eğlendiniz mi?" diye sordu Brian onunla birlikte içeri girerken. Harry kibarca başını salladı. "Evet, oldukça güzeldi. Teşekkürler."
"Siz yokken odanızı temizlettik, bazı kıyafetleriniz de kuru temizlemeye verildi, sonra tekrar odanıza yerleştirdik."
"Teşekkür ederim."
"Bu arada yemek yediniz mi, odanıza servis gönderebilirim-"
Harry "Yedim, teşekkürler Brian." diyerek onu susturdu. Onu gerçekten seviyordu ama bazen o kadar çok konuşuyordu ki Harry'nin çığlıklar atası geliyordu.
Odanın kapısının tam önündeyken Brian onun çantasını yere koydu. "Bir isteğiniz olursa buralardayım." dedi anlamsız bir gülümsemeyle. "İyi günler." diye ekleyerek hızlı adımlarını asansöre yönlendirdi.
Harry cebinden oda kartını çıkarttı, kapısını açıp çantasını da alarak içeri girdi. İçeride deterjan kokusu vardı, Brian'ın bahsettiği temizlik o sabah yapılmış olmalıydı. Bir otel odasını bu kadar benimsemiş olmaya şaşırarak özlediği yatağına ilerliyordu ki, gördüğü şeyle resmen ağzı bir karış açıldı.
Bichon frise ırkından beyaz bir köpek yavrusu yatağında yatıyordu.
Resmen etrafa kalpler saçarak kendini yatağa attı. Küçük yavruyu kucağına aldı. Olsa olsa otuz santim kadardı, neredeyse üç kilo ağırlığındaydı. O kadar güzeldi ki! Siyah boncuk gibi gözleri, kabarık beyaz kıvırcık kürküyle kartopunu andırıyordu. Tasmasına takılmış olan not kağıdını alıp büyük bir hevesle okudu.
'Barınakta çok beğendiğini hatırlıyorum. Sana gelmesi için tedavisinin bitmesini bekliyordum. Umarım onu çok seversin.'
Harry başını istemsizce yana eğmiş, kaşlarını kaldırıp şefkatli bir ifadeye bürünmüştü. Louis'nin ona gönderdiği her şeye bayılıyordu zaten. Ama bu çok farklı bir şeydi... Çok daha özeldi, her yerinden sevimlilik akan minik bir köpekle resmen hayatını canlandırmıştı.
"Adın Lola olsun." dedi köpeğe bakarak. "Bekle, yoksa erkek misin? Erkeksen Max olsun. Cinsiyetsiz isim vermeliyim çünkü cinsiyetini öğrenene kadar bekleyemem!" Yavaşça onu kaldırıp minik vücudunu inceledi ama dişi mi erkek mi olduğu anlaşılmıyordu ki! "O zaman Chico. Ya da yok yok, Doodle. Boo? Sparkle? Keşke adını Üşümüş Yağmur Damlası koyabilsem, Andy'nin çok hoşuna giderdi!"
Duraksadı ve yüzünde hafif bir gülümseme oluştu. "Winston." dedi kendi kendine konuşur gibi. Onu sarhoş edip Louis ile birlikte olmasına yol açan kokteylin adıydı bu. "Kararımı verdim. Cinsiyetin ne olursa olsun adın Winston."
Köpek sanki onun söylediğini anlıyor gibi pürüzlü kısık sesiyle havladı. Harry bir eliyle onu sevdi. "Winston, sana çok iyi bakacağım. Sen artık benim en yakın arkadaşımsın."
Köpeğiyle sohbetini bölen şey kapınn çalması oldu. Kucağından indirmek istemediği Winston'ı bebek tutar gibi kucaklayıp ayağa kalktı. "Bu Brian harika bir çalışan ama hiç 'bir şey istemiyorum' cümlemi kabullenmiyor, biliyor musun? Neyse, belki sana mama almaya göndeririz, hm?"
Doğal olarak ondan cevap beklemedi ve kapıyı açtı. Karşısında Brian yerine bir kurye duruyordu. Elinde kırmızı gül demeti tutuyordu. Taze çiçek kokusu anında içeri yayılmıştı, görünüşü de harikaydı.
"Harry Styles?" diye sordu adam. Harry başını sallayarak onaylayınca ona bir kağıt uzattı. "Şuraya teslim aldığınıza dair bir imza alabilir miyim?"
Uzatılan kağıdı imzalayıp demeti eline aldı ve adama iyi günler dileyip hemen kapıyı kapattı. Winston'ı yere bıraktı, güllerini koklayarak içeri yürüdü. Hemen Louis'yi arayıp teşekkür edecekti, hem Winston için hem de güller için. Ama önce oturdu, çiçekteki kartı okudu.
'Başkalarına korkunç ve karanlık gözükürüm. Ama senden karanlık yönümü saklamadım, yalancı bir aydınlıkla aldatmadım. Beni sadece ay ışığının ve yıldızların kıymetini bilenler sever. Hala geceyi bu kadar çok seviyorsan, bu akşam benimle dışarı çıkmak ister misin? Kendi dürüst karanlığımda. Senin ay ışığında.'