Gözlerimi zar zor araladım. Duvarın dibine oturmuş, dizlerimi çekmiş otururken içim geçmişti. Elnora bir başka duvara yaslanmış ağlıyordu. Xuan da ben gibi yeni uyanmış gözlerini ovalayıp etrafa bakındı. Tam karşımdaydı. Bu yüzden onu çok daha net görebiliyordum.
"Bize bir ilaç verdiler," diye mırıldandı Elnora. "İkinizde uyudunuz. Direndim ama benim de içim geçti. Kaç saattir buradayız bilmiyorum ama kısa bir süre olmadığına eminim."
"Bize niye ilaç versinler ki?"
Sırtımı doğrultup daha dik oturdum. Göz kapaklarım hala ağırdı. İlaç vermiş olmaları fikri bana da mantıklı geliyordu, çünkü kolumda iğneyi hissetmiştim ve uyuya kaldığımı da hatırlamıyordum. Diğerleri içmişti, ben içmemiştim. Birden bire bu kadar yorgun olmamın başka açıklaması yoktu.
"Bilmem. Belki de içimizdeki canavarı çıkarmak istiyorlardır."
"Ne saçmalıyorsun El?"
Xuan öfkeyle tısladı. "Ne olursa olsun sizden birini öldürmeme neden olamazlar."
Elnora güldü. Bir yandan da ağlamaya devam ediyordu. Bıçak hala kapının altında duruyordu ama ona en yakın köşeye oturmuş, arada sırada hala orada olduğuna emin olmak için kaçamak bakışlarla kapıya bakıyordu.
"Ben ölemem," diye mırıldandı. "Bir erkek arkadaşım var. Henüz istediğim hiçbir şeyi yapamadım. Üstelik buraya gelmeyi istemedim bile, aileme değil bana sormaları gerekiyordu!"
Başımı geri yaslayıp gözlerimi kapadım. Aynı korkuları bende yaşıyordum. Henüz itiraf edemediğim bir aşkım vardı. İleride, tüm bu tahtı bırakıp uzaklaştığım da bir gemiye atlayıp tüm gezegeni keşfetmek, haritalar çizmek, bir gezgin olmak istiyordum. Üstelik en önemlisi, bu koltuğu bir başkasına bırakmak ailemin infazını kendi ellerimle imzalamak demekti.
Tüm bunlara rağmen bu iki insana da zarar veremezdim. Açlıktan ölmemin uzun sürmemesini umuyordum.
"Xuan, hatırlıyor musun? Her zaman gece beraber kalıp saatlerce sohbet etmek istediğini ancak ailelerimiz izin vermediği için yapamadığımızdan şikayetlenirdin. Bu da bir nevi birbirimizde yatıya kalıyoruz gibi değil mi?" Güldüm. Elnora'nın gergirliğini almaya çalışıyordum ama her seferinde daha şiddetli ağlıyordu.
"Bir erkek arkadaşım var," diye mırıldandı. Kendi kendine sessizce ağlıyor, parmaklarıyla saç diplerini çekiştiriyordu. "Tanrım!"
"Daha çok şey gibi değil mi, birbirimize hep ölmeden önce yapacağımız şeyi sorardık. Tam olarak hayal etmesi zordu ama şimdi empati yapmaya ya da hayal etmeye gerek yok."
"Peki ne istiyorsun?"
Elnora birkaç kere hıçkırdı. "Bu lanet yerden çıkmak!"
İkimizde onu görmezden geldik. "Herkese söylemek istediğim çok şey var. İçime atıp durdum ama ölmeden önce söylemek daha kolay. Bedel ödemek zorunda değilim."
"Seni izliyorlar," diye mırıldandım. "İstediklerini söyle."
"Ailemin buna nasıl izin verdiğine inanamıyorum şahsen." Dizlerini biraz daha kendine çekti. "Çok kardeş olduğumuz için biraz ilgisiz hissettiğim zamanlar oluyordu ama bilirsin, kuruntu olduğunu düşünüyordum ve annemle babamın her zaman bana karşı mükemmel davranması da kendimi nankör gibi hissetmeme neden oluyordu. Ama şimdi... Sadece ölmeme nasıl izin verdiklerini anlayamıyorum."
"Desene birilerine kırgın öleceğiz."
Dolan gözlerini saklayıp güldü. "Sen ailene şaşırmış gibi gözükmüyorsun."
İstediğim her şeyi söyleyemezdim. Nihayetinde bunu tüm salon izliyordu. Kimseye ailemin beni zaten umursamadığını, kraliyetin onlar için en önemli şey olduğunu söyleyemezdim. Gülümsemekle yetindim. "Halk her şeyden önemlidir. Onlar sadece insanlarımızın geleceğini düşünüyorlar."
"Palavra!" İkimizde Elnora'ya döndük. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Birden ayağa fırlayıp bağırmaya başladı. "Öleceğiz. Senle ben. Ya da Xuan ile ikiniz. Kim bilir? Birileri ölecek! Halk kimin umurunda ki? Onlar sadece yiyor, keyiflerine bakıyor ve çalışıyorlar. Bir boka yaradıkları yok. Hayatım boyunca tanışmadığım binlerce insan için neden ölmek zorundayım ki?"
"Sakin ol," diye mırıldandım. "Halk umurunda değilse neden lider olmak için buradasın?"
Kapının altında ki bıçağı aldı. Beni ya da Xuan'ı öldürmeyeceğini biliyordum bu yüzden hareket etmedim. O sadece bıçağın bir başkasının elinde olmadığından emin olmak istiyordu. "Bak, anlamıyorsun. Ben ölmeyi kabul edemem. Ölüyken halkımın da işine yarayamam ki."
"O bıçağı bırak."
"Çocuklar." Ağlayarak yere çöktü. "Bunu zorla yapmak istemiyorum, size saldıramam. Bana yardım edin, lütfen."
"Bıçağı bırak. Burada kimse kendini feda etmek zorunda değil. Bir kraliçe olmayı göze alıyorsan belki de bana saldırmalısındır."
Xuan bana döndü. "Ne yapıyorsun?"
Üzerime atılıp acemice bıçağı savurunca bileğini yakalayıp vurdum, bıçak yere düşünce onu olabildiğinde uzağa ittim. Kendine geleceğini, sarsılacağını düşünüyordum ama beni şaşırtıp yerdeki bıçağa doğru emekledi. Xuan'ın olduğu tarafa doğru tekmeleyip uzaklaştırdım. "Kendine gel!"
Xuan'ın elinde bıçak eğreti duruyordu. Onun asla zalim bir kral olmayacağını biliyordum. Onun asla birini öldrümeyeceğini de biliyordum. Ama şimdi o da ağlıyordu. Deliriyor gibi hissediyordum. Kuzenlerimin bebeklerine bile bir saatten fazla bakamazken, şimdi kocaman iki bebekle bir odaya kilitlenmiştim ve üstelik ellerinde kurtulamayacağım bir bıçak vardı.
Xuan oturduğu yerden kalktı. Elnora hala şiddetle ağlıyordu. Bıçağı onun karnına sokunca metali kendi tenimde hissediyor gibi iki büklüm kaldım. Boğazım yanıyordu. Biri gırtlağıma yapışmış gibi hissediyordum. Yere çöküp başımı ellerimin arasına aldım. Ağlarken içimde kendini dışarı atmak için savaşan bir canavar pençelerini boğazıma geçirip duruyordu.
Kan, beyaz zemine kısa sürede yayıldı. Elnora'nın mavi gözleri şokla aralanmış, dudakları ruhu kolayca dışarı çıkabilsin diye açılmıştı. Onu öyle görünce boğazımdan bir hırıltı yükseldi, daha şiddetli ağlamaya başladım. Xuan bıçağı çıkarıp, onu ölümle baş başa bırakıp bana doğru adımladı. Kaçmadım. Gidebileceğim hiçbir yerde yoktu. Ağlamaktan kızaran gözlerini benimkilere dikip karşımda oturdu.
"Yapmak zorundasın Freya." Kafasını hızla iki yana salladı. "Bıçağı al. Bir an önce yap, birbirimize acı çektirmeyelim."
"Xuan!"
"Seni öldüremem tamam mı? Bunu yapamam. Öylece gözlerimin önünde ölmeni de izleyemem. Yaşamak benim umurumda değil, Freya. İleride olmak istediğim hiçbir şey yok, sanırım ölmem ailemin de umurunda değil. Her şey tam tıkır devam edecek."
Tısladım. Bir yandan dehşetle ağlıyordum. "Dostumu öldüremem."
"Halkımız için. Benim için. Lütfen."
Bıçağı ters çevirip kabzasını bana uzattı. Bir yandan kendi de tutuyordu, eğer ben yapmazsam kendi yapacak kadar da sıkı kavramıştı. Bıçağın kabzasını kavradım ama ona saplamak değil, geri çekmek istiyordum. Bakışlarımı gözlerine çıkardım. Burnu, gözleri, dudakları kızarmıştı. Uzanıp onu öptüğümde bunu bekliyor gibi karşılık verdi. Nefesimi tutup kokusunu içime çektim. Ateşli bir öpüşme değildi, ancak sadece sonsuza kadar böyle kalma isteğimi körüklemekten başka bir işe yaramıyordu. Sanki dudaklarının arasında dinleniyordum.
Birden bıçağın gövdesine girdiğini duydum. Ses kulaklarımda yankılandı. Dudaklarımın arasında derin ve hırıltılı bir nefes bıraktı. Sanki tüm canı boğazına kadar yükselmişti. Parmaklarımı saçlarına atıp onu kendime çektim, ne kadar sıkı tutarsam ellerimden o kadar zor kayar gibi geliyordu. Güldüğünü duydum. O kadar sesli ağlıyordum ki bu belki de hayal gücümün bana oynadığı bir oyundu.
Kollarımın arasında öldü. Başını yavaşça yere bırakıp dizlerimi kendime çektim.
Kazanmıştım.
Yine.