Multimedya da Güneş. İyi okumalar. :)
İlk derse gireli tam 15 dakika oldu ve ben bıktım. Güneş hiç konuşmuyor zaten. Ben konuşmadan duramıyorum valla ya offff. Sabah serviste hiç aksiyona gerek yok diye düşünmüştüm ama galiba gerek var. O çocuğu bulalım bakalım. Özür dileme bahanesiyle yanına gider arkadaş oluruz. İyi birine benziyordu sonuçta.
Ders bitiminde Güneşe "Bana okulu gezdirir misin?" diye sordum. Bana yine ters ters baktı ve "Ben de fark ettiysen bu okula yeni geldim." Dedi.
Gülümsedim. Böyle tiplere trip atmaya gelmez. Umurlarında olmaz zaten trip atsanda. En iyisi böyle güler yüzlü takılmak.
"Gel o zaman beraber gezelim."
"Kabul edersem beni yalız bırakacak mısın?"
"Yemin ederim, söz veriyorum, Allah çarpsın."
"İyi tamam. Sus ve düş önüme."
Biliyordum! Biliyordum! HAHAHA! İşte böyle yola gelirsin Güneş Bacım.
Sanki benim dediklerimi duymuş gibi "Yola geldiğimi falan sanma. Susasın diye seninle geldim." Dedi.
Sıkıcı şey...
Belki konu bulurum diye düşünmeye başladım. Aklıma sabahki serviste benim yanıma oturan çocuk geldi. Söylesem mi diye valla ne yalan söyleyeyim hiç düşünmedim.
"Güneş biliyor musun bu sabah serviste yanıma çok afet, yakışıklı, süper tatlı bir çocuk oturdu."
"Biliyorum."
Biliyor mu? Oha. Belki de Güneş insan sarrafıydı. Dikkatli olmak gerek.
"Nerden biliyorsun? İnsan sarrafı mısın?"
"Hayır. Sadece seninle aynı servisteyim maalesef."
Doğru olabilir. Sonuçta sabah servise binenlere hiç dikkat etmemiştim. Ama yine de dikkat etmek gerek şimdi.
"O çocuğu tanıyor musun?"
"Evet."
"İyi de nasıl tanıyorsun?"
"Kendisi benim abim olur küçük burun."
Bu bir iltifat mıydı? Ah bir dakika... Abim mi demişti o? Sanırım kızarmaya başlıyorum. Güneş bunu farketmiş olacak ki gülmeye başladı. Vaaaaay. Güneş'te gülebiliyormuş meğersem.
"Gülme ya. Utanıyorum."
Güneş kahkahalarının arasından "Utanmalısın zaten" dedi. Pislik.
Sonunda gülmesini bitirebildi ve "İstersen sizi tanıştırabilirim." Dedi. Ben de dünden razı gibi başımı salladım.
Güneş önde ben arkada onu soru yağmuruna tutuyordum.
"Abin kaçıncı sınıfta?"
"Bu sene onuncu sınıfa başladı. Ama bak şimdiden seni uyarayım. Sadece arkadaş olabilirsiniz. Onun şu anda bir sevgilisi var."
"Ben zaten sadece arkadaş olmak istiyorum.
"Peki. Olun bakalım. Bak gelmişiz zaten."
Burası 10/C'ydi. İçeride alkış tufanı kopuyordu. Çok merak ettim ama burada kalsam sanırım benim için daha iyi olur. Güneş içeri girdi ve arkasından kapıyı kapadı. Bir anda içerideki tüm sesler kesildi. Şimdi Güneş'in sesini daha net duyabiliyordum işte.
"Ata, bir baksana."
"Hangi salak beni çağırıyor yine?"
Oha ama yaaa alındım şimdi. Hiç öyle denir mi bir insana. Hayır yani alınmadım ama şimdi biraz ayıp oldu sanki.
İçeriden 30 saniyedir ses gelmiyordu. Birden kapı açıldı ve kapı yüzüme çarptı. Bende tabii yere yapıştım. Sırtımda duvara çarptığı için ayrı bir acıyordu. Salak Dünya. Ne bok arıyordun kapının arkasında?
O anki refleksle "Aptal orangutan" diye bağırdım. İnsan ne bekler ki?
Karşıma birden sabah ki yakışıklı çıktı. Demek bana çarpan mavi gözlü orangutan buydu. Mmmmm bir orangutana göre fazla yakışıklı. Allah'ım ne diyorum ben?
"Afedersin küçük bayan?"
"Pardon?" Bana mı demişti öyle? Benim nerem küçük?
"Gerçekten sağarsın sanırım. Sabah serviste de böyle yapmıştın."
DE-JA-VU
Madem bir dejavu yaşadık devam ettirelim. Omuz silktim.
Bana dikkatle bakmaya devam ediyordu. Ata yanıma çömeldi ve eliyle burnumun altına yavaşça dokundu. "Burnun kanıyor. Özür dilerim." Dedi.
Güneş ayakta bizi seyrediyordu. Ata sanki beni daha fazla incitmek istemiyormuş gibi yürüyüp sınıfa gitti. Güneş'te elini bana uzattı ve beni yerden kaldırdı.
"Hadi sınıfa." Dedi ve o önde ben arkada yine sınıfın yolunu tuttuk. Bu kapının bana çarpmasıyla hayatımda yeni bir kapı açılmış olabilir miydi? Göreceğiz...