Gitmem veya kalmam Zümrüt'ü hiç ilgilendirmiyordu, bunu çok belli ediyordu. Yada beni deniyordu bilmiyorum. Bana kalsa hemen dönme gibi bir düşüncem yoktu kesinlikle.
Şirketteki her şeyi halledip gelmeme rağmen dünden beri sürekli bir sorun için arıyorlardı. Dedem de gitmemi istedi en sonunda. Aklım şu şerefsizdeyken nasıl giderdim ki. Artık kartlarını açık oynayacaktı. Zümrüt'e bir zarar verirse ne yapardım ben. Zoru derdi benimleydi evet biliyorum ama elbette Zümrüt'e yaklaşmaya çalışacaktı.
Düşündükçe çıldıracak gibi oluyorum. Belki de dönüp dolaşıp evlerinin önüne getiren güç sevgidir. Belki de korkudur. Sağı solu belli olmaz bu kızın kendi kendine dışarı çıkar falan. Haber ver dedim ama bana laf sokmaktan öteye geçmiyor ki sözleri.
"Haklı tabi." Direksiyona vuruşumla korna çaldı. Elim ayağıma dolandı birden bire. Arabanın camları kaplıydı. Işıklarda kapalıydı. Birinin beni görmesinin imkanı yoktu ama yine de tedirgin oldum.
Ben gitmek ve kalmak arasında bocalarken telefonum çalmaya başladı. Ekrandaki ismi görünce heyecanlanmaya başladım. Zümrüt beni pekte sık aramazdı zira. Gecikmeden açtım.
"Efendim?"
"Ateş gitsen mi artık?"
"Nasıl yani?"
"Kapının önüne kamp kurdun diyorum git artık." Hadi canım.
"Sen nerden gördün beni?"
"Tek akıllı sen misin? Arabanı tanıdım. Git artık hadi, merak etme gelmez kimse. Onun derdi benimle değilmiş."
"Göstericem ben ona derdi de ahh seni burda bırakacak olmam elimi ayağımı bağlıyor."
"Ateş hadi git artık, söz bir şey olursa ben seni arıcam ilk önce."
"Emin misin?"
"Eminim sen git."
"Bak gidiyorum. Bu arada ben bugün değil de yarın öğlen binicem uçağa. Seninle görüşmek istiyorum gitmeden. Uygun olur mu?" Daha şimdiden kıvranmaya başladıysam vay halime diye düşünmeden edemiyorum.
"Görüşürüz nasipse. Haydi Allah'a emanet ol." deyip kapattı.
Onu çok fazla yıpratmıştım sanırım. Düzelecek mi, daha mı kötü olacak. Bir türlü kestiremiyorum n'olacağını. Ya nasip, deyip sürdüm arabayı. Giderken perdedeki kımıldama gözümden kaçmadı değil ama.
Eve geldiğimde herkes bahçedeki çardaktaydı. Çay keyfi vardı sanırım. Arabayı parkedip indim aşağıya.
"Oo gel kardeşim gel." diye seslendi Sinan. Yanlarına doğru giderken bir anda ayağa kalktı hepsi. Bana doğru koştular. Her şey o kadar bi anda oldu ki anlam veremedim n'olduğuna.
Arkamı dönmemle karnımda bi sıcaklık ve acı hissetmem bir oldu. Karşımda tanımadığım bir adam vardı. Elini tutup çektiğimde daha çok canım acıdı.
"Kimsin sen?" dedim sesimi duyabiliyor muydu bilmiyorum. Bana bile zor geliyordu çünkü. Nefes alışımla acı artıyordu.
Onu tutmama rağmen bir kere daha soktu bıçağı. Attığım yumrukla geri doğru savrulup yere düştü. Yerden kalktığı gibi kaçmaya başladı. Olduğum yerde kalakaldım. Karnımdaki bıçağı çıkarmak istiyor ama bir türlü tutamıyordum. Dizlerimin üzerine çöktüğümde dedem vardı başımda.
Sesleniyordu ağzı kımıldıyordu ama ben anlamıyordum.
"Oğlum."diyişini duydum. Gözlerimi açık tutmak istesem de olmuyordu. Zihnimde Zümrüt'ün yüzü, kulağımda dedemin sesi dolanıyordu.
Birden karanlığın içinde buldum kendimi. Yarama baktım istemsizce. Yoktu, sanırım rüyaydı. Yürüyordum epeydir. O kadar kalabalıktı ki çevrem yürümesem insanların arasında yok olurdum. Yürüdükçe bunalıyordum, insanların yüzüne bakıyor fakat tanıdık bir yüz göremiyordum.
Sonra ilerde manasız bir boşluk gördüm. Yaklaştıkça boşalıyordu çevrem. Alan daha da büyüyordu sanki.
Tam ortada kocaman bir ağaç vardı, öyle heybetli görünüyordu ki. Git gide büyüyordu gözümde. Altında oturana gözüm iliştiğinde az önceki o buhranım son buldu. Yanına yaklaştıkça kalbimin gümbürtüsü artıyordu. Sırtı bana dönüktü. Yüzünü görmesemde içimden ona sarılmak geliyordu. Öylesine tanıyordum ki onu. Ama bir yandan da yüzünü dönse de kim olduğunu görsem diye sızlanıyordum kendi kendime.
Üzerinde buz gibi mavi bir elbise vardı öylesine yerde oturuyordu. Başındaki örtü bembeyazdı. Bunun bir rüya olduğunu her zerremde hissedebiliyordum güzelliğinden.
Sanırım önünde biri yatıyordu. İyicene yanlarına yaklaştığımda dizlerinde bir değil iki tane çocuğun yattığını gördüm. Hala arkalarında kaldığım için ne onlar beni ne ben onların yüzlerini görememiştim.
"Yine nereye gittin beni bırakıp?"diye sordu önümde çocuklarının başını okşayan o kadın. Sesi ninni gibiydi bir o kadar da tanıdık. Resmen bendendi. O kadar bana ait olan bir sesti ki kendi kendime bu sahiplenme hissini garipsedim.
Acaba bana mı diyor diye düşünürken yürüdüm önlerine doğru.
Oydu. Zümrüt.
Allahım bir insan bu kadar mı güzel olur? Böylesine mi insanın içine işler güzelliği. Ya kucağındakiler? Biri kız biri erkekti. Kimdi bu çocuklar?
"Baba annem seni çok merak etti. Nerde kaldın?" dedi çocuklardan biri. Bana mı diyordu. Üçü de direk yüzüme bakıyordu ama ben kendimi bu tabloya sığdıramıyordum.
"B-ben özür dilerim."diyebildim sadece. Neden dilediğimi dahi bilmiyordum, ama içimden gelmişti.
"Tamam babacım affedildin. Gel hadi yanımıza sende."dedi kız çocuğu. Çok güzeldi. Aynı annesiydi, tek farkı gözleri. Onları da annesinin isminden almış olmalıydı zümrüt gibi yemyeşildi çünkü.
Sanki bana emir vermişcesine hemen dediğini yapıp uzandım aralarına. Çocuklar bir anda bana döndüler ve sarıldılar. Sanki bir parçam eksikti de onlar sarılınca tam oldu gibi hissettim bir an.
Saçlarımda hissettiğim el ile irkildim. Tüm dikkatimi çocuklara vermiş olucam ki dizlerine yattığım kadını bi an unuttum. Öyle yumuşacık dokunuyordu kki saçlarıma kıyamazmış gibiydi.
Gözlerimiz birbirine öyle kenetlenmişti ki, ağzım açılmadan konuşuyordum sanki onunla.
Seni çok özledim diyordu, seviyorum diyordu. Ama ne sesi duyuluyordu ne ağzı açılıyordu. Kalbim sözleri çok net duyuyordu ama. Sonra yüzüme gözlerinden bir yaş damladı. İşte açılmıştı o güzel dudakları.
"Beni." dedi durdu.
"Lütfen beni bir daha bırakma. Bana bir kere daha arkanı dönüp gitme Ateş." O konuşurken çocuklar daha da sıkı sarıldılar bana, sonra birden kayboldular kollarımın arasından. Sadece ikimiz kalmıştık.
"Zümrüt."dedim. Saçlarımı okşamaya devam ediyordu. Cevap vermemişti.
"Zümrüt."diye tekrar seslendim ama ağlamaya devam ediyordu.
"Lütfen lütfen sen de gitme." diyordu sadece.
Sonra o da kayboldu birden bire. Çevremde kimse kalmamıştı. O ağacın altında yapayalnız kalakalmıştım bir anda.
Sağa sola koşturduğum halde kimseyi bulamıyordum. Ne çocuklarım vardı ne Zümrüt. Çocuklarımm..
Nasıl da benimsemiştim böyle hemen. Ne güzel bir duyguydu böyle.
Etrafa bakınırken bir anda acı hissettim. Çok yanıyordu bedenim. İşkence gibiydi. Tüm o aydınlık gitmişti kocaman bir karanlığa dahil olmuştum yine. Fakat bu defa yalnızdım.
Göz kapaklarımın arasından sızan ışığa doğru yaklaştım usul usul..
Işığa öylesine yaklaşmıştım ki. Birden bir ses duydum. Oydu Zümrüt. Kiminle konuşuyordu?
"Sana gitme diyemedim hiç, sen de durup kalbimi dinlemedin. Ben yanımda olmanı isteyemedim. Buna hakkım yoktu Ateş. Annemler gittiğinde sen o sözleri öyle bir söyledin ki benim kalbime diken gibi battı her söylediğin. Canım öylesine yandı ki.
Ama şimdi..
Çok daha beterim Ateş. Benim kimsem yokmuş. Sadece sen varmışsın ve beni yine bırakıyormuşsun gibi hissediyorum. N'olur bu defa gitme.
Sev yada sevme. Gör yada görme. Bak yada bakma. Bir yerlerde nefes al, sesini duymasam da yüzünü görmesem de olur. N'olur gitme Ateş."
Öyle çok ağlıyordu ki onu susturabilmek için canımı verirdim ama gözümü açacak gücü dahi bulamıyordum. Devam etti.
"Ben çok özür dilerim Ateş. İnan bunların olabileceği aklımdan geçmezdi. Ama uyardım Ayaz'ı dedemi herkesi uyardım. O kız bana söyledi. Ben de Ayaz'a söyledim.
Ben seni kapıdan yollamasaydım olmazdı belki bunlar. Yada sen hiç buraya gelmeseydin. Niye geldin? Niye hayatıma girdin be adam. Her defasında gelip çıkmak için çırpınıyorsun Ateş. N'olur bu defa çıkma.."
Hıçkırıları çoğaldığında kendimi zorlayıp açtım gözlerimi. Zümrüt yanı başımda oturmuş ağlıyordu.
Her yerimde kablolar vardı, o müthiş ağrılar da cabası. Ne olduğunu hatırlamaya çalışırken birden o adam geldi gözümün önüne. İstemsiz elim karnıma gitti. Duyduğum acıyla inlemiş olucam ki Zümrüt farketti.
"Ateş, Ateş uyandın." Öyle yorgun ve mutlu geliyordu ki. Yüzünü sildi hemen. Rüyamdaki gözlerdi bunlar, benim için ağlıyorlardı yine.Ayağa kalktı.
"Ben çağırayım doktorları." tam gidecekken bileğinden yakaladım.
"Zümrüt?"
"Efendim, söyle bir şey mi istiyorsun ağrın mı var?"
"Zümrüt özür dilerim."
"Ne için. Özrün sırası mı şimdi Ateş. Sen iyi olda."
"Söz seni bir daha hiç arkamda bırakmıcam. Benim yüzümden gözünden yaş akmasına tahammülüm yok artık."
"Ateş bunların sırası değil şimdi. Sana inanıyorum tamam. Bırak doktorunu çağırayım." Elimi gevşettim. Odadan çıkışını izledim. Acaba ne zamandır burdaydım durumum nasıldı da Zümrüt bu hale gelmişti. Dedem peki ya o ne haldeydi.
Bu acı niye bu kadar şiddetliydi bide. Acı eşiğim yüksektir halbuki ama bu dayanılmazdı.
Çok geçmeden doktorlar geldi odaya. Elin memleketinde bi hastanelik olmadığım kalmıştı.
"Nasıl hissediyorsunuz Ateş bey?" Sanırım Türk'tü.
"İyiyim doktor."
"Ağrınız var mı?" Elimle ağrıyan yeri tuttum. Sanırım sargı vardı.
"İnanılmaz bir ağrı."dedim. Sanki tüm canım orda toplanmıştı.
"Büyük bir operasyon atlattınız Ateş bey. Ağrınız olması doğal. Hemşire hanım ağrı kesiciyi enjekte edin."diye talimat verdi yanındakine.
"Ne büyüğü ne operasyonu. Alt tarafı bi iki bıçak."
"Ateş bey sizin bıçak dediğiniz şey kocaman bir av bıçağı. Biri evet hafif, boşluğunuza gelmiş. Fakat diğer darbe karaciğerinize zarar vermiş. İç kanama riskiyle yaşıyorsunuz kaç gündür."
"Kaç gündür?"
"Bugün ameliyatınızın üzerinden beş gün geçti."
"Siz ciddi misiniz?" Hareket etmemle yaram acıdı. İnlememe mani olamadım.
"Ahh. Dedem nerde? Zümrüt nereye gitti?"
"Buradayım."diye uzattı kafasını doktorların arasından. Ağlıyordu kendi kendine.
"Bir şey olursa hemen haber verin olur mu Zümrüt hanım. Şu an her şey gayet iyi görünüyor."
"Peki doktor bey çok teşekkürler."dedi. Onlar çıkınca hemşirede iğneyi vurup çıktı.
"Dedemler nerde?"dedim ayaklarımın ucunda dikilen Zümrüt'e.
"Eve gittiler. Günlerdir burdaydı herkes. Yorgunlardı. Bedir abi kantine inmişti o burda."
"Sen de gitseydin keşke Bedir abi yeterdi. Yüzünün haline baktın mı hiç?"
"Yorgun değilim ben."
"Evet yorgun değilsin ben onu farkettim sen merak etme."
"Ateş iyileşmişsin sen gideyim ben istersen."
"Gitme gözünün yaşına kurban olduğum. Ağlama da gitme de." Utanmış olsa gerek başını yere eğdi. Saçlarını gelişigüzel örmüştü. Ahh o rüyamdaki gibi başörtüsüne bürünür müydü acaba. Ona böyle özgürce bakarken içime acı düştü bir anda o bana haramdı. Ben belki de çok güzel olacak olan geleceğimizi ona umursamazca bakarken zedeliyordum.
"Abim gelsin, sen git olur mu?" dedim vazgeçerek. Şaşırdı.
"Çabuk fikir değiştiriyorsun."
"Haram olmadığını bilsem tablo gibi izlerim seni bütün gün izlerim." Söylediklerimle gülümsedi bi an. Sonra ciddileşti biraz.
"Haklısın indir gözlerini. Ağrın azaldı mı ama."
"Azaldı azaldı sen merak etme. Çok daha iyiyim." Otur da dinlen hadi.
"Ayaz'ı arayayım ben. Biraz kalbini kırdım sanırım. Gelirim şimdi."deyip çıktı.
O çıkarken ben de vücudumda dolaşan gevşemenin sayesinde kendimi uykuya teslim ettim...
Caanım okurlarım..
Mübarek Ramazan ayına girdik. Bu ayın hepimiz için dolu dolu geçmesi dilerim Allah'tan. Dilerim hepimiz oruçlarımızı, sahur öncesi teheccütlerimizi, vakit namazlarımızı tam manasıyla yerine getirelim. Kalblerimizden nefsimizin isteklerinin yok olduğu bir ay olsun inşaAllah.
Bir sonraki aya hal ve hareketlerimize İslam şuurunun tam manasıyla yerleşmiş bir şekilde varalım İnşaAllah. Gönüllerimizin İslam ateşiyle yandığı zamanlar yaşayalım. Dünya derdimiz bitsin artık nasipse...
Bölümü umarım beğenmişsinizdir. Bu bölüm çokça ağlattı beni. Ama sizi üzmesin.
Güzel günler yakında inşaAllah.
Hepinizi en içten duygularımla sevip saydığımı unutmayın emi ♥️
Hepinizi En Güzele emanet ediyorum.