Not: İtalik yazılar Çince konuşmalardır.
Not2: A-(İsim) Çin'in, Kore'deki (İsim)-ah kullanımı gibi bir şey.
İyi okumalar~
●
"Ben gelmesem?"
"Taehyung..." Babam sert Daegu aksanını kullanarak adımı, sızlanmamı kesmemi söyleyen bir tavırla söylediğinde, ki bu inanılmaz korkutucu bir fısıltı şeklindeydi, başımı eğerek parmaklarımla oynamaya başlamıştım.
Tamam kafanız karıştı, biliyorum. Bu yüzden her şeyi başa alırsam eğer; gitmemek için hayıflandığım yer, Kore'ydi. Evet, adım Taehyung fakat doğma büyüme Çinliyim aslında. Zamanında sevgili babacığım işi nedeniyle buraya gelmiş, annemi bulmuş, onunla evlenmiş ve sonra bu muhteşem ikili, dünyaya tatlı mı tatlı, yakışıklı mı yakışıklı beni getirmişler. Ha bir de abim var ama o konu dışı.
Fakat şimdi doğup büyüdüğüm, 18 yıllık hayatımı adadığım bu yerden koparılmak üzereydim. Yani, aslında Kore'ye yabancıyım ve hayatımın tümünü Çin'de geçirdim demem yanlış olur çünkü her yaz tatilim neredeyse Kore'de, babaannemlerin yanında geçti. Güzel bir yerdi elbette ama sadece tatiller için. Belki de tüm düzenim Çin'de olduğu için böyle düşünüyordum. Her neyse, sonuç olarak burada kurduğum arkadaşlıklar, kaptanı olduğum voleybol takımı, düzenim, aklınıza gelebilecek ne varsa şimdi yıkılıyordu. Bu yüzden ben de tek başıma burada kalmayı tercih ettiğimi dile getirmiştim. Ama sanırım benim tercihlerimin şu an için pek bir önemi yoktu.
Babam, dirseğini masaya yasladı ve benimkilere aynı şekilde zarif olan parmaklarıyla alnını ovalamaya başladı. "Delireceğim. Bu çocuk beni delirtecek." Kendisi ne zaman sinirlense Korece konuşmaya başlardı. Bazen küfürler savururdu bana, benim de Korece bildiğimi unuturdu.
"Baba, Korece biliyorum." Bana da sık sık bu durumu hatırlatmak düşerdi. Fakat sanırım bunu şu an hatırlatmamın yeri ve zamanı değildi.
Elini alnından çekerek bana doğrulttu ve lazer atan gözleriyle gözlerimi hatta kafatasımı delip geçti. "Bildiğin için konuşuyorum ya!" Tamam, şimdi bağırması da işin içine girince işler daha da korkutucu olmaya başlamıştı.
Neyse ki araya melek annem girmiş, o nazik sesi ve dokunuşlarıyla babamı sakinleştirmeye çalışmıştı. Eh, başarılı da olmuş gibi gözüküyordu.
"Hayatım, sen neden içeri gidip biraz televizyon izlemiyorsun?" Bir elini babamın omuzlarına dolamış, diğerini tam kalbinin üstüne koyarak tatlı tatlı konuşmuştu. Babam da elini, kalbindeki elin üzerine koydu ve derince bir iç çekerek sandalyesinden kalktı. Mutfaktan çıkmadan önce de bana son kez öldürücü bir bakış atmayı es geçmedi.
Kapıdan çıkar çıkmaz önümde duran bir bardak suyu kafama diktim. Deli gibi gerilmiştim.
"A-Taehyung," annem bana seslendiğinde yavru köpek bakışlarımı yollamaya başladım ona.
"Anne ya, gitmek istemiyorum buradan. Bütün hayatım burada kurulu; okulum, takımım, arkadaşlarım..."
"Yeni okulunda da bir sürü yaşıtının olacağının ve voleybol takımına girip yeni arkadaşlar yapabileceğinin farkındasındır umarım."
Derin bir iç çektim, her an ağlayacakmış gibi gözüktüğüme emindim. Omuzlarımı düşürdüm ve dudaklarımı büzerek annemi yanıtladım. "Ama şimdikilerin yerini tutamazlar ki."
"Belki de daha iyileri olurlar?"
Aslında ne var biliyor musunuz? Bunların hepsi biraz abartıydı. Çok kolay arkadaş yapabilen bir yapıya sahibim ve arkadaşlar çok da umrumda değil; telefon diye bir icat var günümüzde, istediğimiz zaman herkesle görüşebiliyoruz. Ayrıca buradaki arkadaşlarıma arkadaş demek bile gelmiyor içimden. Onlar benim için sadece vakit öldürebileceğim birkaç kişi. Ve Kore'de de, sadece yazları gidiyor olsam bile burada sahip olduğumdan daha iyi birkaç arkadaşlığa sahibim.
Yani diyeceğim o ki, Kore'ye gitmemek istememin nedeni bu saydıklarımdan çok daha farklıydı. Oraya gitmek çok zor geliyordu ve asıl neden korkunç bir şey... Ama boş verin. Oraya geleceğiz.
Sonuç olarak: Kabul ettirildim. Annemin tatlı konuşması bende de işe yaramıştı. Kadın büyü mü yapıyordu ne yapıyordu bilmiyorum ama konuştuğu an her şey birden mantıklı gelmeye başlıyordu.
Onunla konuşmamızı bitirdikten sonra babamın yanına giderek ondan özür de diledim. Ortada özür dilenecek bir şey yoktu gerçi ama adam andropoza girecek herhalde, her şeye bir alınır oldu. Bir de terbiyeli çocuğum sonuçta...
Babamla da aramızdaki gereksiz gerginliği hallettikten sonra yine onun tarafından direkt odama gönderildim ve eşyalarımı toplamam emredildi. Eski kraliyet dönemlerinde yaşıyorduk sanki anasını satayım.
İşin bir diğer üzücü kısmı da ne, biliyor musunuz? Hain, kardeş dediğim kalleş de dahil olmak üzere, hepsi çoktan kutulanacak eşyaları kutulamışlar ve geriye sadece benimkileri bırakmışlar. Yani benim her halükarda sorun çıkarıp ardından da ikna olacağımı bilmişler. Ya da en olmadı kolumdan sürükleyerek götürmeyi falan düşünmüşlerdir. Her şeyi beklerim ben bu manyaklardan.
Sona kalmanın cezası olarak elbette, her şeyi tek başıma kutulayacaktım. Odamdaki her şeyi. İnanılmaz, ama gerçek.
Bir kere, Kore'ye gitmemiz için hiçbir sebep göremiyordum ben. Mesele babamın işlerini büyütmekse, bunu Kore gibi bir yerde yapmak oldukça mantıksızdı bence. Sırf bize, kendilerine işkence olsun diye taşınıyorduk, söyleyeyim. Bir de aklıma gelen iki seçenek daha var: Ya babam memleket hasreti çekiyor, evine dönmek istiyordu. Ya da evlenirken annemle yaptıkları bir anlaşma vardı ve bir süre Çin'de kalırız sonra Kore'ye döneriz, demişlerdi. İşi büyütmek falan yalandı yani. Gerçi herkes Çin'in imkanlar bakımından muhteşem bir ülke olduğunu duyup gelip yerleştiği için bunlar da eskisi gibi değil artık.
Tamam, özür dilerim baba. En çalışkan sensin.
Uzun lafın kısası, kapımın yanına bırakılan ve tam olarak katlanmamış kartonları aldım teker teker, gözlerimden yaşlar usulca süzülürken. Önce onları birleştirdim ve birer kutu oluşturdum, ardından kitaplığımdan başlayarak kitaplarımı, olan birkaç bibloyu; sonra bilgisayarımı sökerek onları güzelce kutuladım. Üstüne de "TAE" yazdım ve kapının önüne sürükledim hepsini. Bunu yapmak bile iki saatimi almıştı ve kıyafetlerime girişmem için yaklaşık bir saat falan dinlenmem gerekliydi. Bu yüzden darmadağın bir halde odamdan çıktım ve bu perişan halimi sevgili ebeveynlerimin gözüne sokmak adına, ayaklarımı sürüye sürüye salona gittim.
Annem, vitrindeki bardakları baloncuklu poşetlere sarıyor, vasıfsız abim de onları kutuya yerleştiriyordu. Daha doğrusu yerleştirmeye çalışıyordu. Her bardaktan sonra annem mutlaka kutuya el atıyor, "Hayır öyle değil," diyerek onun yaptığını düzeltiyordu. Beceriksiz işte. Bu hızla beş güne anca biterdi o kutu.
Babam ise gayet rahat bir şekilde, tıpkı iki saat önce bıraktığım gibi koltuğa yayılmış, televizyon izliyordu.
İç çekerek koltuğun diğer tarafına attım kendimi. Çuval gibi yığılmıştım resmen ve ne yalan söyleyeyim bu kadarını ben bile beklemiyordum. Oturana kadar ne kadar yorulduğumu asla anlamamıştım. Belimin sızladığını da hissettiğimde babamın da duyabileceği şekilde sızlandım.
"Kore'ye gidemeden hastaneye gidecek gibiyim." Göz ucuyla baktım yanımda, karşısındaki televizyona pek de ilgiyle bakmayan adama. Benimle de pek ilgileniyor gibi değildi gerçi. Tepki vermedi bu yüzden.
Hızla yattığım yerden doğruldum ve oturur pozisyona geçerek babama döndüm. "Ya baba, size söylüyorum bu taşınma işi yorgunluktan ve gereksiz masraftan başka bir şey değil."
"Taehyung, boş yapma." Babamın sakince dile getirdiği sözlerle ağzım bir karış açık kalmıştı. Boş yapma mı? BOŞ YAPMA MI?!
"Boş- Ne? Baba sen bunu nereden öğrendin!? Bo Huan öğretti değil mi!"
"Bo Huan mı? Orada bir yerlerde 'abi' de olacaktı ama..."
"Sen bir dur," vasıfsız abimin araya girmesine hemen engel oldum çünkü şu an asıl mesele babamdı.
"Ne öğretecek o bana!" Babam kumandayı tuttuğu elini abime doğru salladı, sonraki hedefi de ben oldum. "Farkında değilsin galiba ama hepimizin elinde telefon var. Sizin gezdiğimiz yerlerde biz de gezebiliyoruz, öğrendim artık dilinizi kendini hazırlasan iyi edersin Taehyung-ah." Sinsi bir gülüş yerleştirdi yüzüne.
Ne demek oluyor şimdi tüm bunlar? Babam hangi sitelere giriyordu? O sitelerde ne yapıyordu? Biz, o işe gidiyor sanıyorken aslında o neler yapıyordu?
Kafamda milyonlarca soru dönerken takıldığım başka bir noktayı dile getirdim sadece: "Niye bugün herkes farkındalığım üzerine oynuyor?"
"Odanı tamamen boşalttın mı A-Taehyung?"
Annemin sorusu üzerine kendimi koltukta geriye attım ve bağırdım. "Aaa! Hayır, bitmiyor eşyalar bitmiyor! Niye kimse beni uyarmadı onları almamam konusunda? Niye, "Bak Taehyung'cuğum, bir gün taşınırsak bunları kutulaman zor olur," demediniz? Niye Bo Huan bana yardım etmiyor?"
"Eğer çocukluk yapıp burada kalacağım diye tutturmasaydın hepimiz sana yardım ederdik. Akılsız başın cezasını ayaklar çekermiş. Şimdi git de kutulamaya devam et, abin annene yardım ettikten sonra gelir yardımına." Babam belki de hayatında ilk defa bu kadar uzun Çince bir cümle kurmuştu. Itiraf etmeliyim ki Korece sövmesinden daha etkili olmuştu.
Ne etkileyici adamsın Kim Jinsuk.
Dudak büzerek hiçbir şey demeden yerimden kalktım ve geldiğim gibi ayaklarımı sürüye sürüye odama geri döndüm.
Belki de kolaylık olsun diye kıyafetlerimi ayıklamam daha iyi olabilirdi. Bu fikir mantıklı geldiğinden dolabımdaki ve komodinimdeki her şeyi, iç çamaşırlarımı bile çıkararak yatağın üzerine yığdım ve giyip giymeyeceklerimi ayıklamaya başladım. Tişörtler, gömlekler, pantolonlar şortlar... Dolabın neredeyse yarısını giymemeye karar vermiştim. Yerdeki kıyafet yığınının üstünden atlayarak mutfağa gidip büyük çöp poşeti rulosunu aldım ve tekrar odama kapandım. Giymeyeceklerimi poşetleyip odamın kapısının önüne koydum. Daha sonra dolabın üstünden bavulumu indirdim ve kalan kıyafetleri de düzenli bir şekilde ona yerleştirmeye başladım.
Ve ben bunları yaparken Bo Huan asla yardımıma gelmemişti. Tek başıma bütün bu işi halletmem üç saatimi almış olsa da gayet iyi bir iş çıkarmıştım. Telefonumu alarak saate baktığımda gecenin ikisi olduğunu görmemle gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı.
Ne düşüncesiz insanlarla yaşıyordum ben böyle ya? Kimse gelip de uyumamı söylememişti resmen!
Sinirle odamdan çıktım ve salona doğru gittim. Eğer onlar uyuduysa ve tek ben ayakta kaldıysam gerçekten Kore'yi onlara zindan ederdim.
Neyse ki uyumamışlardı. Tüm kolileri ve bavulları teker teker kapının önüne çekmişler, televizyonu sökmüşlerdi. Halılar rulolanmış, dikine kapının yanındaki duvara yaslanmışlardı.
Gitmemize ne kadar vardı bilmiyordum ama bu gördüklerim sanki hemen sabaha gidecekmişiz gibi bir his uyandırmıştı içimde.
Mutfaktan elinde başka bir koliyle gelen babam, koliyi diğerlerinin üstüne koyduktan sonra belini esneterek bana baktı. "Bitirdin mi her şeyi?"
Başımı salladım usulca. "Birkaç kıyafetimi ayıkladım. İhtiyacı olan kişilere verelim onları da."
Gülümsedi yorgun bir şekilde ve başını salladı benim gibi. "Kolilerin üstüne adını yazdıysan sen de buraya getir de odan rahatlasın. Sonra da uyumaya bak. Bugün yorucu bir gün olacak."
"Neden?"
"Sabah adamlar gelip kolileri alacaklar. Bizim biletimiz de akşama. Hazırlıklarını bitirsen iyi olur."
Ay, bana bir şeyler oluyor.
●
biriciğim kirbinie 'nin katkılarıyla;
cresswellne 'ye ithafen.
sana layık değil ama...
bu kurguyu çok seviyoruz 💐💖
umarım herkes sever. yorum yapmadan geçmeyiniz lütfen...