12-Nisan-2015
Aradan bir hafta geçmişti. O gece yaptıkları uzun yolculukla İstanbul'a, genç adama ait Bostancı'da bir apartman dairesine gelmişlerdi. Orhan'ın gösterdiği odaya değil de yandaki küçük odaya kendisini atmış, hiçbir şeyle de ilgilenmemişti. Bu bir haftadır da ilgilenmemeye devam ediyordu.
Dalından koparılmıştı. Yerinden yurdundan alınmış, başka diyarlara taşınmıştı. Taşıdığı beden denilen bu ağırlık buralara gelse de yüreği, evinde, kırgın ve küskün olduğu ailesinin yanında kalmıştı. Böyle olsun istememişti ama olmuştu. Ona ihanet ediliyorken, dolaylı olarak o ihanet etmişti. Zaten evden ayrılırken de bağlarının kopacağını bilmiyor muydu, biliyordu. Fakat bilmek canının acımasına mani olmuyordu. İlk Cihan'ı o eve getirdiklerinde ve istemediğini bildikleri halde gözüne baka baka onu evlendirmeye çalışmalarında onlardan vazgeçmişti. Ailesine kızgındı. Kendi hayatını yaşamasına engel olan Orhan'a da kızgındı. Hepsine ayrı ayrı kırgındı. Burada olmak, ailesinden vazgeçmek istemiyordu. Ama buradaydı ve ailesinden vazgeçmişti. Daha da fenası bu evlilikten sonra ailesi de ondan vazgeçmişti.
Sanki göğsünün ortasında kocaman bir çukur açılmış, o karanlık deliğe çekiliyordu. Düşmekle düşmemek arası o çukurun kenarında asılı kalmıştı. Aydınlıktan rahatsız oluyor, ses duymak istemiyordu. Yattığı yataktan Orhan zoruyla bir şeyler yemek için çıkıyordu. Zorla yutmaya çalıştığı lokmalarla olan işkencesi bittiği gibi ayaklarını sürüyerek tekrar yatağının yolunu tutuyordu. Konuşmadığı için sesini unutmuştu. Gözleri sürekli kapalı olduğu için günün hiçbir vaktinin farkında değildi. Ne gündüz ne de gece onun için değişmiyordu. Kapıdaki tıkırtıyı derinden duydu. Demek ki Orhan eve gelmişti. Kim bilir hangi günün, hangi vaktiydi?
Zeynep'i, babasının öfkesinden korumak için İstanbul'a gelmişlerdi. Bir hafta olmuştu. Her geçen gün genç kızın yaşadığı üzüntü geçecek diye beklerken daha da kötüye gidiyordu. Hayata, kendisine ve her şeye küsmüştü. Yattığı yataktan çıkmasını beklemek her geçen gün daha zorlaşır olmuştu. Üzerine gitmemek, yaşadıklarını sindirebilmesine sessiz kalarak yardımcı olmaya çalışmıştı. Bu sabrını ne kadar zorluyor olsa da genç adam buna bir haftadır dayanmaya çalışıyordu.
Cuma namazını kılıp eve gelmişti. Günlerdir tadı yoktu. Zeynep'in bu göçkün hali aldığı intikamın zevkini doya doya çıkarmasına mani oluyordu. İçeri girdiğinde evin içi sabah bıraktığı gibi karanlıktı. Gitti. Salondaki panjurları ve camı açtı. Açık olan klimayı kapadı. Sehpanın üzerindeki bardağı mutfağa götürdü. Mutfakta akşamdan kalmaydı. Mutfak balkonunun da kapısını açtı. Evde, yaşanılan kasvetin, ağır kokusu hâkimdi. Her zamanki gibi sıkıntıyla ensesini ovaladı. Koridordan arka odaya yürüdü. Zeynep yine yatakta yatıyordu. Başucunda gece lambası bu vakit olmasına rağmen hâlâ yanıyordu. Son zamanlarda diline pelesenk olan "anlayışlı olmalıyım, anlayışlı olmalıyım"cümlesini artık döver gibi söyleniyordu. Odaya girdi. Gece lambasını kapattı. Odanın panjurlarını sonuna kadar açtı. Pencerelerinin ikisini de ardına kadar açıp temiz havanın içeri girmesine izin verdi. Genç kız örtündüğü ince pikeyi başına çekti. Işıktan rahatsız olmuştu besbelli. Odadan kendisini sabırlı olmaya zorlayarak dışarı çıktı. Salona gitti. Etraf toz içindeydi.SongülHanım'a gelecekleri zaman evi temizletmişti. O günden bugüne kadını da eve alamamıştı. Zeynep'in bu halini kimsenin görmesini istemiyordu. Tekrar arka tarafa gitti. Ardiye dolabından elektrikli süpürgeyi çıkardı. Arayıp bulduğu fişini prize taktı. En azından oturduğu yeri süpürmeliydi. Evin içinde nefes alamıyordu. Belki bu odayı temizleyebilirse ortalık biraz ferahlardı. Uğraşıları sonucunda süpürgeyi çalıştırmayı başardı. Annesinin hasta olduğu zamanlardan beri bu işi yapmamıştı. Bir iki git geleden sonra kendisini eski günlerde buldu. Annesinin hasta, soluk yüzüyle oğlunun yaptığı işlerden duyduğu mahcubiyeti hatırladı. Ona ettiği dua şu an kulaklarındaydı. "Oğlum Allah sana öyle bir eş versin ki yüreğindeki bütün eksikliklerini tamamlasın, bugünlerini sana unuttursun!" O yumuşacık sesli kadının ağrılarının dayanılamaz olduğu zamanları ardından da beyaz kefenli hali gözlerinin önüne geldi. Sehpanın köşesine takılan süpürgeyi kurtarmaya çalışırken sertçe çekti. Bu hareketi arkasında kalan, yerden aydınlatmaya çarparak devrilmesine sebep oldu. Üzerine düşen aydınlatmayı son anda yakalayabilmek için süpürge elindeyken tutmaya çalışmasıyla süpürgenin borusu avizeye çarptı. Yaşadığı küçük kıyamet günlerdir baskı altında tuttuğu sinirlerinin raydan çıkmasına sebep oldu. Elindekini fırlatıp atmasıyla kablosundan çektiği fişi prizle beraber çekip kopardı. Kendisiyle dalga geçen süpürgenin sesini kesmek iyi gelmişti. Bu da yetmemiş gibi bir tekmeyle onu duvara savurdu. Çıkardığı bu gürültüden içerideki genç kızın korkacağını düşünerek endişeyle öfkesini unutup arka odaya koştu. Kopan ufak çaplı kıyametten bîhaber pikenin altındaki genç kız az önceki öfkesini daha da katlayarak geri getirdi. "Artık yeter!" diyerek anlayışlı olmaktan vazgeçti. Döndü, banyoya gitti. Küvetin tıpasını taktı, suyunu açtı ve sıcaklığını ayarladı. Ona çift kişilik odayı teklif etmesine rağmen genç kız bu küçük odaya geçmiş, bavulunu da yerde açmış ama içini boşaltmamıştı. Eşyalarını içinden alıp giydiği için oda karışık halde yerde duruyordu. Valizin iki kanadını kavuşturdu ve yandaki oda da bulunan gardırobun önüne bıraktı. Tekrar banyoya gitti. Küvet dolmaya başlamıştı. Genç kızın odasına giderek üzerindeki pikeyi savurup attı. Neler olduğunu anlamayan genç kız doğrulmadan el yordamıyla pikesini aramaya koyulunca Orhan iyice çıldırdı. Günlerdir kuluçkaya çevirdiği yataktan genç kızı kucaklayarak banyoya doğru götürdü. Zeynep gözlerini açmakta zorlanıyordu. Ortalık ne kadar da aydınlıktı! Akşam olmamış mıydı? Bu adam ne yapıyordu böyle?
Orhan sabretmenin işe yaramadığını şu son bir hafta da iyice anlamıştı. Zeynep'e karşı sessiz ve anlayışlı olmanın iyileştirici olacağını düşünmekle ne kadar da hata etmişti. Kucağındaki genç kızı su dolu küvetin içine üzerindekilerle soktuğunda attığı çığlıkları duymazdan gelerek işine devam etti. Suyun içine bastırdığı genç kızın üzerine duş musluğunu çevirerek iyice ıslanmasını sağladı. Çırpınarak dışarı çıkmaya çalışan genç kızın önünde durarak kaçmasına engel oldu. İkisi de ıslanmıştı. Suyun iyice ayılttığı Zeynep günlerdir biriken enerjisi ile genç adama saldırmaya başladı.
" Bırak beni Allah'ın cezası! Bırak beni!"
" Ne için bırakayım? Kendini o yatakta çürütmen için mi?"
" Sana ne bundan?"
Genç kızın kendisine vurmaya çalışan ıslak kollarını havada yakaladı.
" Unuttun mu? Sen benim 'karımsın'!"
Unutmamıştı. O yüzden bu haldeydi zaten. Unutamıyordu. İçinde olduğu bu gerçeği kabul etmek en az yaşamak kadar zordu. Kabul edemediği içinde yaşayamıyordu. Kollarını genç adamın pençelerinden çekti.
" Senden nefret ediyorum!"
" Kocasından nefret eden ilk kadın sen değilsin."
" Allah senin cezanı versin."
" Bu dileğin de sayende gerçekleşti. Başka?"
Duş musluğunun tatlı tatlı akıttığı damlalarının altına iyice sığındı. Suyun ferahlığı genç kızı anında cezp etmişti. Yorgun ve isyankar bir sesle;
" Neden beni rahat bırakmıyorsun? Neden hayatımdan defolup gitmiyorsun?" Dedi daha usul bir sesle.
Genç kızın ıslanan ve üzerine yapışan kıyafetleri yüzünden ortaya çıkan görüntüye bakmamaya çalıştı. Bu müdahale ile Zeynep çözülmeye başlamıştı. Sesindeki acı dışarı çıkmaya hazırlanıyordu. Birazdan ağlamaya başlayacağı belliydi. Bunu fark eden Orhan geri çekildi. Çıkmadan önce;
" Buradan sakın normalleşmeden çıkma" dedi.
Olduğu yere çöktü. Dizlerini karnına çekti. Dolmaya başlayan küvette su yükseldi. Uzun bir süre suyun sakinleştiriciliğine kendisini teslim etti. Günlerdir içinde biriken gözyaşları suyun yumuşaklığında yeniden akmaya başlamıştı. Ağladı. Yaşadıkları ve yaşayacakları için uzun uzun ağladı. Ağladıkça coşan içini susturmaya çalışmadı. Kollarına sardığı vücudunun hıçkırıkları arttıkça arttı. İçinde kopan fırtına ortalığı kasıp kavurmuştu. Günlerdir üzerine serili ölü toprağı tepesinden inen suyun damlalarıyla ağır ağır akıp gidiyordu. Ağladıkça hafifledi. Hafifledikçe hıçkırıkları azalmaya başladı. Gözyaşları da nihayete erince yavaşça gözlerini açtı. Kendisini küvetin içinde kollarıyla kucaklanmış, üzerine yağan damlaların içinde kaybolmuş buldu. Bu halde kaldığı sürede göğsündeki ağırlığın basıncı azalmıştı. Küvetten taşan suyu fark edince musluğu kapattı. Küvetin tıpasını güçlükle çekip çıkardı. Üzerine yapışan ıslak çamaşırlarından ağır aksak kurtuldu. Küvetin içindeki tel raftan genç adama ait şampuanı aldı. Bu adam yüzünden günlerin üzerine yığdığı koku ve kirden yine bu adamın sabunuyla mı arınacaktı? Acı acı gülümsedi. Tıpkı ondan kaçmaya çalıştıkça tekrar tekrar ona yakalanması gibiydi her şey. Aldırmamaya çalışarak temizce yıkanmaya gayret etti. Vazgeçmeye çalıştığı bedenine geri dönmeye mecbur kalmıştı. Tıpasını açtığı küvetin suyu iyice boşalmıştı. Deliğin etrafında dönen suyun kendisini de çekip yutmasını istedi. Bekleyişi yine umutsuzlukla sonuçlanınca durulanıp küvetten çıktı. Usulca, istemeyerek ve mecburen kendi kendine geri geldi. Yorgundu. Gözkapaklarındaki ağırlık kalksa da küskündü. Bunca zamandır defalarca buraya girdiği halde içinde bulunduğu banyoyu ilk kez görüyordu. Buharlaşan aynayı havlunun ucuyla sildi. Neyi görmek istediğini bilmeden aynadaki aksine baktı. Gözleri günlerdir kapalı olmasından dolayı şişmişti. Banyodan yeni çıkmış olmanın pembeliği, yanaklarında eğreti duruyordu. Kendisinden, başına gelenlerden ve bu adamdan nefret ediyordu. Kaderine de öfkeliydi. Yaradan onu korumamış bu adamın emeline kavuşmasına izin vermişti. Günlerdir namaz da kılmıyordu. Hiçbir sebebi, hiçbir mazereti gözetmeksizin ziyan oluşuna izin verdiği için babasına, Orhan'a ve kaderine hınçlıydı. Çaresizce teslim olmuştu ve bu çaresizlikten iğreniyordu. Kaçıp kurtulamadığı bu adamdan sonra kendisinden kurtulmaya çalışmış ama onda da başarısız olmuştu. Kocaman bir nefes aldı. Banyodan sonra ilk kez bunu başarmış ve daha kolay ciğerlerini doldurabilmişti. Karamsarlığından arınmamış olsa da geçirdiği günlerin kirlerinden arınmıştı. Bu arınma duygusunu en son yaşadığı an aklına geldi. Seneler öncesi o kulübede yıkandığı akşamda böylesi büyük bir ferahlık hissetmişti. Hayatı bıraksa da hayat onu bırakmıyordu. Ne yaşarsa yaşasın buna devam etmek zorundaydı. Bunu bir kez başarmıştı. Acaba yeniden başarabilir ve yeniden yaşama ayak uydurabilir miydi? Sarındığı havluya iyice yapışarak kapıya gitti. Bir müddet içeriyi dinledikten sonra kapıyı yavaşça açtı. İyice kulak kabarttığı evden ses gelmeyince banyodan hızlıca çıkıp kaldığı odaya geçti. Genç adama bu durumda yakalanmak istemiyordu. Hemen odasının kapısını kilitledi. Eşyasını almak için arkasını dönünce valizini yerinde göremedi. Ayağını yere sertçe vurdu.
" Kahretsin!" dedi.
Orhan'ın işi olmalıydı. Bu adam tam bir belaydı. Bu adamdan kurtulamayacak mıydı? Kapısını açıp başını tekrar dışarı uzattı. Ortalıkta kimseler yoktu ve evde çıt çıkmıyordu. Genç adama seslenmek işine gelmedi. Hızlıca yan odaya geçip bavulu ile burun buruna geldi. İçinden eşyalarını seçerek tekrar kaldığı odaya aceleyle geçip, giyindi.
Yaptığı şu kadarcık işten bile yorulmuştu. Uzun saçlarını başından düşen havluya yeniden sardı. Tepesinde toplanan saçlarından kurtulan ensesi penceren giren esintiyle hava aldı. Gözlerini kapadı. Suyun etkisiyle rahatlamıştı. Üzerindeki ağırlık bir nebze olsun kalkmıştı. Artık göz kapaklarını daha kolay hareket ettirebiliyordu. Tekrar derin bir nefes aldı. Odadaki tek koltuğa gelişi güzel oturdu. Buraya geleli acaba kaç gün olmuştu? Bir an bile aklından çıkmayan ailesi şimdi ne durumdaydı? Kalktı. Pencerenin yanına geldi ve ağaçlıklı bahçeye perdenin arkasından baktı. Bahçenin köşesinde bir kamelya vardı ve iki genç kadın oturmuş konuşuyorlardı. Kim bilir ne hakkında konuşuyorlardı? Binadan komşu olmalıydılar. Belki de bir birlerine kocalarını şikayet ediyorlardı yada çocuklarının yaramazlıklarından dert yanıyorlardı. Yada eşlerinin kendilerine olan sevgisini yarıştırıyorlardı. 'Bende bir gün arkadaşımla oturup bu kadar basit konular üzerine sohbet edebilecek miyim?'diye düşünmeden edemedi genç kız. Acı acı gülümsedi ve pencereye ardını döndü. Hiç sanmıyordu. Bu adamdan kurtulamadığı müddet mutluluk yanına yamacına uğrayamazdı. Bir sene demişti. Bu bir sene geçer miydi? Bu günler yaşanıp biter miydi?
Saçlarını taradıktan sonra etrafa boş boş bakınırken gözleri yatağa takıldı. Temizlenmiş olmanın verdiği ferahlıkla kaç gündür içinden çıkmadığı yatağından tiksindi. Kalktı. Çarşafların yedeği olup olmadığını bilmediği halde üzerindekileri sökerek çıkarttı. Bir kucak dolusu çamaşırla banyoya yöneldi. Üzerinden çıkan ıslak kıyafetleri alacakken genç adamın ıslanmış kıyafetlerini gördü. Demek o da üzerini değiştirmişti, demek ki hâlâ evdeydi. O mücadele de ıslanmaması mümkün değildi. 'Oh olsun' diyerek sadece kendi kıyafetlerini alarak makinenin içine koydu. Onun varlığının olmadığı bir yer yoktu. Kendi onsuz olamıyordu bari çamaşırları ondan kurtulsundu. Çamaşırların programını ayarlamaya çalışırken kapının pervazına dayanmış genç adamı fark etti. Onu görmezden gelip, bakmadı.
" Hazırlan çıkıyoruz!"
Genç adamı duymazdan gelerek keşfetmeye çalıştığı programı kurdu ve makineyi çalıştırdı. Orhan yeniden;
" Sana diyorum, duyuyor musun?" Dedi.
Genç kız yine ses vermedi. Lavaboda ellerini yıkamaya devam etti.
" Zeynep!"
Yıkadığı ellerini kuruladı ve arkasını döndü. Saç kurutma makinesini aramaya koyulurken onu duymazlığına devam etti. Orhan genç kızın ne aradığını anlayınca banyo dolabının üst rafına uzanıp makineyi genç kıza uzattı.
" On dakikaya hazır ol!"
Makinayı elinden almak için uzanan genç kız bunu başaramadı. Orhan belli ki cevap almadan makinayı vermeye niyetli değildi. Dik dik genç adamın gözlerinin içine bakarak tısladı.
" Dışarı çıkmak istemiyorum!"
" Zaten istiyor musun diye sormadım. Çıkıyoruz dedim."
" Zaten bana şimdiye kadar ne sordun ki? Yine de is-te-mi-yo-rum!"
" Senin istemeyerek de olsa neler yapabildiğini çok iyi biliyorum. O yüzden bunu yine yap ve bir an önce hazır ol."
İşte bunda haklıydı. Bu acizliğine ne kadar dayak atsa azdı. Ama altta kalmaya niyeti yoktu.
" Bu hiç de övünülecek bir şey değil. Bence bana değil kendine acımalısın. Çünkü bir kızı çaresiz bırakıp onu kendine mecbur etmek ancak zavallıların yapacağı bir iş!"
Genç adam karşısında burnunu havaya dikmiş kendisine kafa tutan genç kıza özlemle baktı. Biraz kendine gelmeye başlamıştı sanki. Hakareti çokta yersiz değildi. Bu canını sıktıysa da belli etmedi.
" Zavallı ha! Neyse... Nazarında zavallı da olsam bu kocanolduğum gerçeğini değiştirmez. O yüzden hemen hazırlan... karıcığım."
" Bana bu şekilde emir veremezsin!"
" Hangi şekilde vermemi istersin?"
" Hiçbir şekilde!"
" Bir haftadır vermedim de ne oldu gördük!"
Hava tatlı bir sıcaktı. 'İstanbul'u baharda seyretmek keşke daha güzel bir zamana denk gelseydi'diye düşündü genç kız. Bütün itirazlarına rağmen genç adam tabi ki onu dinlememiş, on beş dakika sonraistemeyerekde olsa çıkmışlardı. Evden çıkar çıkmaz Bostancı sahilinde bir lokantaya gitmişlerdi. Suyun ve temiz havanın etkisi göz kapaklarında kalan ağırlığın tortusunu iyice kaldırmıştı. Denizden gelen yumuşak rüzgarın altında, sessizce karınlarını doyuruyorlardı. Günlerdir yedikleri paket yemeklerinin üzerine ilk kez bu yediklerinden tat almışlardı.
Zeynep'in, önündeki yemeğini az da olsa iştahla yemesi Orhan'ı hayli memnun etti. Gelen telefon bu sakin ortamı bölerek keyifsizce çalıyordu. Elindeki makinenin üzerinde yazan ismi görünce Orhan yerinden kalkarak uzaklaştı.
Genç kız bütün dikkatini uzakta konuşma yapan bu adama verdi. Dudaklarını okumaya çalışıyor ama başarılı olamıyordu. Acaba ailesinden bir haber mi gelmişti? Duyduğu merak genç adamın konuşmasındaki öfkeyle daha da katmerlendi. Yine ne olmuştu? Annesine, babasına yada kardeşine bir şey mi olmuştu? Tam oturduğu yerden kalkıp genç adamın yanına gidecekti ki Orhan telefonunu kapatıp kendisine doğru gelmeye başladı. Elleri, sandalyesinin kenarından çözülmemişti ki genç adam kaşları çatık vaziyette karşısına oturdu.
Önündeki çayından hızlıca bir yudum aldı ve yüzünü buruşturdu. Muhtemel çayı soğumuştu ve bildiği üzere genç adam kesinlikle soğuk çay içmiyordu. Bardağını ötelerken hâlâ ağzından tek kelime çıkmamıştı. Genç kız daha fazla sabredemedi ve sordu.
" Ne oldu? Ailem mi?"
Endişeyle sorduğu sorunun cevabından korkuyordu. Yoksa babasının tansiyonu çıkmış fena bir şey mi olmuştu? Yada annesinin başına başka bir şey mi gelmişti? Ya Hakan'a bir şey olmuşsa? Saniyelik bir ânın içinde aklına gelen onlarca ihtimalden hiçbirinin olmamasını dileyerek genç adamın dudaklarının arasından çıkacak cevaba odaklandı.
Genç kızın kendisine bakan ve endişeden irileşmiş mavi bakışları iyice açılmıştı. Orhan bir haftadır görmediği bu maviliği özlemiş olduğunu fark etti. Doğruldu. Dik oturdu. Saçmalamaya başlamıştı. Kafasını iki yana salladı. Aklına gelen bu saçmalığı kovalamaya çalışarak genç kızı cevapladı.
" Hayır" dedi.
Hiçte açıklayıcı olmayan bu cevabın devamını bekledi Zeynep ama genç adamın devam etmeye niyeti yoktu. Genç kız tekrar sordu.
" Hayır mı? Neye hayır?"
" Neyi sordun?"
" Gelen telefonun ailemle bir ilgisi olup olmadığını?"
" Tamam işte. Bende buna hayır dedim."
" Yani?"
" Yani ailenle bir ilgisi yok!"
Ama sinirlenmişti. Bir şey olmuştu. Yaptığı bu konuşma genç adamın canını sıkmıştı. Madem ailesi ile ilgili değildi neden o zaman yanında konuşmamıştı? Duymasını istemediği şey ne olabilirdi? Merakı daha da arttı.
" Nedense sana inanmıyorum" dedi.
Genç adam sıkıntıyla boynunu ovaladı ve arkasına yaslandı. Genç kızı çileden çıkaran umursamaz gülücüğü de dudağının kenarına kondurdu. Sesindeki alaycı tınıyla genç kızı cevapladı.
" Kendinizi ne kadar önemsiyorsunuz Zeynep Hanım. Maalesef benim tek sorunum siz değilsiniz."
Kendisini sinirlendirmekten büyük haz duyan bu adama istediğini vermemek doğru olandı ama genç kız kendisini her zamanki gibi yine tutamadı.
" Sorun mu dedin? Eğer sorun görmek istiyorsan aynaya bakman yeterli! İnsanların hayatlarıyla kendi basit hazları için oyun oynayan dengesiz ben değilim Bay Çarmıklı!"
Bu ateş saçan çakmak bakışlardan aldığı zevk hoşlanma değil daha da ötesiydi. Onu sinirlendirmek, yanaklarında ateşten güller açmak ve böyle çakmak çakmak baktırmak genç adam için inanılmaz bir zevkti. Şantiyeden aldığı haberle kabaran öfkesini sadece genç kızın bu hali söndürebilirdi. Öyle de oldu. Elinde tepsiyle dolaşan garson yanlarından geçerken işaret ederek keyifle iki çay daha istedi. Alaycı gülüşünü kaybetmeden genç kıza baktı.
" Dengesiz mi dedin?"
Hiddetinin onu böyle keyiflendirdiğini biliyordu. Bu alaycı bakışlardan nefret etmesine rağmen her zaman bu oyuna geliyordu. Kollarını bir bir içinden geçirdi. Bacak bacak üstüne attığı ayağını hızla sallıyordu. Kendisine mi, genç adama mı daha çok kızgındı bilemedi. Muhatabına bakmadan onu cevapladı.
" Aynen öyle söyledim! Ve şimdi de eve gitmek istiyorum!" Dedi ve genç adamın çayını içmesini beklemeden oturduğu koltuğu hızla geri iterek çıkışa yöneldi. Çabuk adımlarla arabanın yanına geldiğinde ancak genç adamın arkasından gelmediğini fark etti. Ayağını yere vurarak yine;
" Kahretsin" dedi. 'Neden bütün savaşları bu adam kazanmak zorundaydı?'
İkindi güneşinin altında, sırtını arabaya dayanarak beklediği onca dakikanın her adımında saatine bakmaktan yorulmuştu. Tam on sekiz dakika olmuştu buraya geleli. Koca bir on sekiz dakika da bir insan bir bardak çayı içemez miydi? Elbette içebilirdi. Onun amacı genç kızı bıktırana kadar bekletmekti yada yanına geri dönmesini sağlamak. Beklemekten ve sıcaktan bayılacak olsa da geri dönmek hiç işine gelmiyordu. Tükürdüğünü yalamak gibi olacaktı. Evin adresini bilse burada bir dakika bile durmazdı ama burada değil evi hiçbir yeri bilmiyordu. Bilmediği gibi üzerinde tek kuruş parası da yoktu.
On dokuz dakika sonra restoranın kapısından aheste aheste çıkan adamın yüzünde, sahneye neon ışıkları altında çıkan assolist edası vardı. Bunu gören Zeynep sıkıldığını belli etmemek ve onun daha fazla hoşnut olmaması için yüzüne standart gülümsemesini yapıştırdı.
Sanki hayatının en güzel on dokuz dakikasını geçirmiş gibi gülümseyen genç kızı görünce Orhan daha da keyiflendi. Öfkesini frenlemeyi başarmış ama mavi kıvılcımlara engel olamamış genç kızın bu sıkışmış hali genç adama 'o kadar beklediğime değmiş'dedirtti. Arabanın yanına gidene kadar kumandadan kilitleri açmadı. Genç kızın yanına yaklaştığında;
" Umarım bir daha benden önce masadan kalkmazsın!" Diyerek genç kızın kapısını açarak oturmasını bekledi.
Gülümsemesine hapsettiği öfkesini salmamak için mücadele verdiği belliydi. İki düşman bakış bir birlerinde uzunca takılı kaldı. Genç kız oturmadan önce sadece;
" Umma!" Demekle yetindi.
İkisi de bindikleri arabada konuşmamış, sessizlik içinde yol almışlardı. Çok geçmeden genç adam arabayı bir marketin önüne park etmiş "Artık paket yemek yemek istemiyorum! Ne istiyorsan al! Yarından itibaren evimizde pişmiş yemek yiyelim!" demişti. Girmek istemediği markete kolundan çekiştirilerek sokulmuştu. Aldığı arabayla rafların arasında gezinirken her ürünü genç kıza doğrultuyor alıp almama konusunda sessizce soruyordu. Genç kız adamın bütün çabalarını boşa çıkararak ona hiçbir cevap vermedi. Bedenen beraberce yaptıkları ilk alış verişlerinde yine düşmanlık ve sessizlik hâkimdi. Genç kız, Orhan'ın yanında ilerlerken aklı kurduğu cümlede takılıp kalmıştı. Kullandığı kelimeler ağzından nasıl da bu kadar kolay çıkmıştı. Her hangi bir şey söyler gibi "evimiz"ve "biz"demişti. Kendisi ondan ne kadar nefret ediyorsa biliyordu ki Orhan'da ondan o kadar nefret ediyordu. Peki nasıl bu geçişi bu kadar çabuk sindirebilmişti? Evine ve hayatına hemen kendisini nasıl da dahil edebilmişti?
Gün bitiminde yatağına uzandığında düşünceleri yine üzerine hücum etti. Bu günkü duş seansı, ardından dışarının temiz havası ve üstüne aralarındaki bitmeyen savaş genç kızın derin uykusundan uyanmasına sebep olmuştu. Kabul edemediği için verdiği mücadele sonuçsuzdu. Bu adamın soyadını taşıdığı ve onun yanında yaşamak –en azından bir sene daha – zorunda olduğu göz ardı edilemeyecek bir gerçekti. Kabul etmeme gibi bir şansı yoktu. Bu bela kaçılarak ya da uyuyarak kurtulacak bir bela değildi. Nasıl senelerce onun yüzünden üzerine yapışan bu kirle yaşamayı başarmışsa şimdi de onun yüzünden ve onun yanında bir sene daha yaşamayı başarmalıydı. Bu adama her karşı çıkışı en çok kendisini yoruyor, kendisini yıpratıyordu. Özgür kaldığında bitmiş bir benlik hiç işine yaramazdı. Bugün "evimizde yiyelim" derken ne kadar da rahattı. Bunu kendisi de yapabilir miydi? Bunu "O" başarabiliyorsa kendisi de başarabilirdi. Aynı nefret ve mecburiyet duyguları, paylaştıkları tek ortak noktalarıydı. Senelerce ailesinin yanında da bu adamın anıları yüzünden huzur içinde yaşamamıştı. Yine aynı şeyleri yaşamak istemiyordu. Kendi kendine eziyet etmeyecek, kendi huzuru için gayret edecek, onun yanında ama ondan uzak yaşayacaktı. Bir sene, bir sene buna dayanabilmek için çaba sarf edecekti. Bunu o adamın, hayatından çıktığında ve ondan tamamen kurtulduğunda kaybeden olmamak için yapacaktı. Ona karşı bu savaşı mücadele ederek kazanamıyordu. Bunu birde ehil olarak deneyecekti. Aldığı bu kararla durumunu kabulleniş içinde uykuya daldı.