yukhei, sevimli bir melezin kucağında ağlayacağını asla düşünmezdi. sevgiye ve sarılmaya alışkın değildi, hayatı boyunca her zaman reddedilmiş ve görmezden gelinmişti.
bu sebepten dolayı mark'ı geri çevirmedi ve kollarında ağlamasına izin verdi. ve tabii ki, klişe bir şekilde birbirlerine sarılarak uyuyakaldılar.
küçük melezin kulakları sarkmış, rahat bir şekilde uyumak için kuyruğunu kendi beline sarmıştı. yukhei uyandığında bu görüntüyle karşılaşmıştı ve neredeyse onun sevimliliğine bağıracaktı.
neredeyse.
bağırmak yerine, telefonunu cebinden çıkardı ve mesajlarına baktı; uyanmasının sebebi iki saniyede bir gelen mesaj sesleriydi.
woowoo
lucas! günaydın :)
yukhei gördüğü mesajla gülümsedi ve hemen cevap yazmaya başladı.
lucass
hey woo! n'aber?
woowoo
buluşmak ister misin?
woowoo
uzun zaman oldu ve
woowoo
seni özledim
lucass
biliyorum, ne zaman buluşalım?
woowoo
bugün? eğer senin için sorun değilse, bir saat sonra buluşalım :(
lucass yazıyor...
lucass
olur, her zamanki yerde?
woowoo
tamamdır! orada görüşürüz lucas :)
yukhei telefonunu kapattı ve yataktan kalktı. onunla birlikte, mark da küçük mırıltılar çıkararak uyandı.
"yukkie, nereye gidiyorsun?"
mark, yukhei'nin göğsüne sarıldı. yukhei çocuğu kaldırdı ve yanına oturttu. "mark, benim biraz işim var bu yüzden yalnız kalmak zorundasın."
mark, uykulu gözlerini ovuşturdu ve suratını asarak konuşmaya başladı. "ama ben yalnız kalmak istemiyorum."
yukhei derin bir nefes aldı, "o zaman senin için birilerini arayacağım, sen burada kal," dedi ve odadan çıktı.
mark uyurken katlanan elbiselerini düzeltti ve aslan peluşunu yerden aldı. "özür dilerim bay aslan," diye fısıldadı ve diğer peluşların yanına gitti.
bir tavşanı gözüne kestirdi ve onu aldı. biraz oynadıktan sonra tavşan oyuncağı burnunu kaşındırdı ve onu odanın bir köşesine fırlattı. "sen bay aslan kadar havalı değilsin, çirkin tavşan."
daha sonra, mark bir 'ding' sesi duydu ve aslanına sarıldı. "yukkie, o da neydi?" diye sordu biraz önce yanına gelen oğlana.
"kapı zili."
yukhei gidip kapıyı açtı, mark'tan biraz daha uzun bir çocuk kapının önünde yukhei'ye sarılıyordu. "lucas, çocuk nerede?"
yukhei, arkadaşının aslan oyuncağına sarılan küçük melezi görmesi için kenara çekildi. kapıdaki çocuk hızlıca içeri koştu ve mark'a sıkıca sarıldı.
"bu çocuk dünyadaki en tatlı şey! onu şimdiden sevdim." çocuk tiz bir sesle konuştu, sesi sevimliydi fakat biraz yüksek çıkıyordu.
yukhei, çocuğu omuzlarından tutarak mark'tan uzaklaştırdı, "sakin ol tae, şirin bir şey gördüğünde her zaman bunu yapıyorsun."
"tae kim?" ikili kendi aralarında konuşurken arkalarından alçak bir ses duyuldu.
ikisi de küçük melezi görmek için arkalarına baktı. taeyong onun boyuna gelebilmek için hafifçe eğildi ve kocaman gülümsedi, "mark, değil mi? ben taeyong, senin geçici bebek bakıcınım."
mark başını salladı ve yukhei'ye baktı, "yukkie, geri döneceksin değil mi?" yukhei cevap bekleyen büyük gözlere baktı, "döneceğim zaman taeyong'a mesaj atacağım."
ardından yukhei anahtarlarını aldı ve dışarı çıkmadan önce son bir kez el salladı. taeyong gülümseyerek mark'a döndü, "hadi, gidip sana biraz yemek yapalım mark."
mark, taeyong'un arkasından mutfağa gitmeden önce üzgünce kapıya baktı. "geliyorum taeyong!"
"beni tae ya da tong diye çağırabilirsin, taeyong benim için biraz uzun."
"o zaman, sana yongie diyeceğim."