Bölüm şarkısı:
Kadebostany - Castle in the Snow
2. Bölüm: CANLI MAKTUL
"Bir masa başında ölümüne dövüştü gurur ile öfke. Bir küp delindi, bin pişmanlık serzenişe geçti. Kaybın başladığı yerde savaşmak ölüme seslenmekti, ikisi de öğrendi."
İlkokulda bir kız çocuğu iken düşlediklerimden biri, genç bir kadın olduğum vakit nerede, ne yapıyor olacağımdı. Meraklı bir çocuktum ve de istekli. En çok da merak ettiklerimin düşünü kurardım.
Ben büyüyünce ne olacağım, diye sorardım kendime.
Ben büyüyünce nerede olacağım?
Bir film setinde aktris olacağımı düşünürdüm mesela. Ya da bir yayınevinde çalışan yazar... Karakolda polis, mutfakta aşçı... Belki de bir ofiste yaşam koçu... Çünkü tüm bu meslekleri merak eder, edinmeyi isterdim.
Meraklı bir çocuktum, ve de istekli.
Tanrım, tımarhanede beni görmüyormuş gibi bakan bir deliyle karşı karşıya kalmak, kurduğum düşlerin hiçbirinde yer almıyordu. Aynı tımarhanede deli olmak ise, hiç mi hiç yer almıyordu.
Meraklı bir çocuktum, ve de istekli.
Ama akıl hastanelerinde neler yaşandığını merak etmiyor, deli olmayıysa asla istemiyordum.
Sana, bu hayatta her istediğinin olacağını kim söyledi Feyr? Burası dünya, burada kaderini yaşarsın. Ve sen böylelikle bunu da öğrenmiş oldun.
Günaydın Feyr, günaydın. Lakin karanlık çöktü, çoktan battı güneş.
İnip kalktığı bile zar zor belli olan göğsümün daraldığını hissettim. Sonum böyle olmamalıydı.
Sonun böyle olmayacak. Burda olman hasta olduğun anlamına gelmiyor. İyisin ve güçlüsün. Güçlüsün, çünkü ümitlisin. Hep böyle kal.
Bana güç veren o sese güvenerek yol almak istedim. O meleğin sesine... Adımlarım, üzerimdeki ölü bakışların sahibine doğru yola çıktı. Niyetim konuşmak değil, odaya geçip uzanmaktı. Neyse ki ondan da ses çıkmıyordu.
Bakışlarını üzerimden çekmemişti, ki zaten ona çok da yaklaşmama gerek kalmamıştı. Aramızda birkaç metre kala sağa dönüp odaya girdim. Sonuncu yatağa ilerlerken duyduğum ayak sesleri merakla arkama dönmeme neden oldu. Peşimden gelmişti, odaya girmişti. Yine ne yapacaktı?
"Niye geliyorsun peşimden?" diye sordum tam karşımda durduğu vakit.
"Fazlasıyla saçma bir soru."
Anlam veremeyip gövdemi geriye doğru ittim. "Ne istiyorsun sen?" dedim başımı iki yana sallarken.
"Bir şey istiyormuş gibi göründüğümü düşünmüyorum." dedi. Sesi buz gibiydi, kısıktı. Bu karlı hava onu üşütmüş olmalıydı. Algılarını da kapatmış olabilir miydi? Seni anlamıyor, dahası umursamıyormuş gibi duruyor. Tıpkı diğerleri gibi.
Sertçe bir nefes verdim. Bu ses beni geriyordu.
"Yahu ne diye geldin o zaman?" dedim sinirle."Niye saçma sapan yanıtlar veriyorsun?"
"Sen neden buraya geliyorsun asıl?"diye karşılık verdi koyu kahve gözlerini kısarak. La havle, la havle, la havle...
"Senden bir cevap alamayacağım değil mi?" dedim bıkkınlıkla. Elimle yüzümü kapattım, başımı hafif öne eğdim. O ise pes edercesine nefesini vermişti. "Burası benim odam."
Eğdiğim başımı kaldırdım elimin altından yüzümü sürükleyerek. Başım yana düştü.
Azra'yı gördün mü?
Mukaddes onun, yemeğini yalnız yiyeceğini beyan etti de. Masada bizimle olmayacakmış.
Bir iki adım geri gittim şok içinde. "Beşincimiz sen misin?" diye sordum. Sesim hayreti barındırıyordu. "Bunu asıl benim sormam lazım." Kıstığı gözlerini belertti, ardından "Beşincimiz sen misin?" diye sordu.
"Kahretsin ki öyleyim." Sert bir hareketle yatağıma oturdum. Başımı ellerimin arasına almadan önce dirseklerimi dizlerime yaslarken, onun bana dönük şekilde karşımdaki yatağa oturduğunu gördüm.
Hemen yanımdaki yatağın sahibi oydu yani. Kader benimle dalga mı geçiyordu?
Eğer öyleyse böyle kadere geçirmek isterdim.
"Azra." dedim sorarcasına, teyit etmek için.
"Feyruz." diye karşılık verdi aynı tınıyla. Kaşlarım çatıldı, yüzümdeki soru ifadesi açık seçikti.
"Mukaddes abla bu sabah, odaya yeni birinin geleceğini isminin de Feyruz olduğunu söylemişti."
Sormama gerek kalmadan cevabımı almıştım bu defa. Almila ismimi o kadından öğrenmişti demek. Daima geleceği yeri bilen kötülük, bu kez mahcubiyeti de getirmişti beraberinde.
Eveleyip gevelemeden söyleseydi öyleyse. Sen de o tepkiyi vermezdin. Deli değiller mi, saçmalıyorlardı işte!
Hayır Feyr, hayır. Sert çıkıştığın için dumura uğradı belli ki. Sağlıklı insanlar da bazen böyledir. Cevabını bildikleri soruların karşısında elleri ayaklarına dolanır.
"Anladım." dedim üzüntüyle. Azra geçiştirircesine başını salladı. Ona söylediğimi sanmıştı. Kısa bir süre sonra yerinde kıpırdandı, dikkatimi üstüne topladı. "Sen," dedi duraksayıp. "Ben," dedim devamını merak eden bir tınıyla. Hem umursamaz hem konuşkandı. Mantığın da ötesindeydi hâli tavrı. "Tuvalete neden onlarla geldin?" diye sordu.
Ceza mı aldı yine?
Ceza değil, uyarı.
"Kötü mü davrandılar sana?" dedim hem meraklı hem endişeli tavrımla. Vücudum ip gibi gerildi fakat onun hareketlerinde herhangi bir değişim gerçekleşmedi. "Tuvalete neden onlarla geldin?" diyerek yineledi sorusunu. Ya öğrenmemi istemiyordu, ya da haddim olmadığını düşünüyordu.
"Ne tarafta olduğunu bilmiyordum." dedim. İyice ikna edebilmek için de "Yeniyim ya ben, ondan." diye ekledim. "Peki." dedi kısık sesiyle ve yatağa uzandı. Sırtını bana döndü, siyah küt saçı yastığı kaplayamadı. Oflayarak nefesimi verip yataktan kalktım, önüne geçip çömelerek ellerimi bacaklarımın arasına yerleştirdim. Hiç gitmeyen o sıkıntı ağırlığını arttırmıştı göğsümde. Aklında acabalar kalsın istemiyordum. Bir şey olduysa eğer, beni kötü görsün istemiyordum.
"Bugün çok erken saatlerde getirdiler beni buraya. Güneş bile doğmamıştı daha."
"Biliyorum." diye fısıldadı. Nasıl? Şüphe benliğimi kemirmeye başlamıştı.
"Duydum çünkü." dedi açıklama getirerek ama ben anlamamıştım. Neyi duymuştu?
"Bağırışlarını, sözlerini..." Gözlerini bir kez yumup açtı. "Ama diğerleri duymadı. Uyuyorlardı çünkü. Onlara ilaç veriyorlar da."
"Ama sen uyumuyordun. Ya da uyandın." dedim imada bulunarak.
"Kimseye söylemezsin değil mi? Özellikle de hemşirelere... Kızarlar yoksa."
"Söylemem." Bacaklarım ağrıdığından, beton zemine oturdum. Anında buz kestim, dışarısı oldukça soğuk olmalıydı.
"Söylemem söylememesine ama bu yaptığın kötü değil mi sence de? Doktorun kullanmanı istemişse iyiliğin içindir. İyiliğin zıttı kötülüktür her zaman."
"Her zaman değil." dedi, kaşlarını kaldırdı. "İyiliği ne olarak gördüğüne göre değişir. Senin gördüğün, iyi olanın hastalığımdan kurtulmam olduğu. Ama sağlık, beraberinde felaketi getirecekse iyileşmek niye? Hastalık pek çok kıyameti engelliyorsa, kötülük bunun neresinde?" Yastığın üzerinden başını kaydırarak bana yaklaştırdı. "Beni anlıyorsun değil mi Feyruz?" diye sordu. Başımı olumlu anlamda salladım. Neden böyle dediğini anlamıyordum ama söylediklerine hak da veriyordum. İyi ve kötü, var olduğumuz zamana, yaşadığımız olaylara ve hatta bulunduğumuz yere göre anlamını değiştirirdi.
Hani deliler saçmalardı Feyr? Öyle demişlerdi sana, sen küçük bir kız çocuğu iken.
Demek ki yanılıyorlardı.
"İşte birkaç kötü şey oldu, sakinleştirici verdiler. Başka odada kaldım bu vakte kadar." dedim, konuyu asıl olması gereken yere getirdim birden. "Gelip, bana dediler ki seni götürmemiz gerekiyor. Saatlerce hapis kaldım ben orada. Getirdikleri yemekleri de yememiştim, bu yüzden de çok acıktım. Sonrasında da yemek yemedim ama. Üstelik tuvalete de gitmem gerekiyordu. Buraya gelmeden önce tuvalete gittim, onlar da benimle geldiler. Ve ardından seni gördüm." Durdum. Buna sebep olan, Azra'nın "Nefes al Feyruz. Zaman sıkıntımız yok, buradayız. Başka yere de gidemeyiz zaten." deyişi oldu. Biraz olsun uzak durmak istediğim gerçekle tekrardan karşı karşıya gelmeme neden olmuştu. Sorun değildi. Kalbimi kırmak istiyorsa kırsındı, belli ki ben de onunkini kırmıştım. Üzülmüştüm ama gizleyebilirdim de. Nefes alıp, kaldığım yerden devam ettim konuşmama.
"Bayıldın sandım. Ya da daha kötüsü... Korkup yanına geldim, yardım çağırmak istedim. Devamında olanları da sen biliyorsun zaten. Emin ol kötülüğün için değildi." Başımı hafifçe eğip gözlerinin içine baktım inanması için. "Anlıyorum." dedi. "Bu kadar çok çırpınmana gerek yok, ben seni anlıyorum."
"Sevindim." dedim. Sonra, sanki çok yetersiz kalmış gibi "Anlaşılmamaktan, daha da ötesi yanlış anlaşılmaktan nefret eder, çokça da korkarım." diye ekledim. Başını salladı, yastıkla yüzü arasında kalan saçının kısmı yüzünü kapadı. Soğuk yüzünden kıvranıp, bacaklarımın üzerine oturdum. Midem kıyılıyordu adeta. Çok geçmememişti ki, o sessiz kalmayı tercih ettiğinden konuşan yine ben oldum.
"Aslında odaya çıkıp yalnız kalmak istiyordum ve hatta seninle ilk konuşmaya başladığımda git artık diye geçirdiğim de oldu içimden. Ne oldu da çenem açıldı acaba? Hem sen ne diye sustun ki şimdi? Konuştun öyle filozof filozof, diyecek bir şeyin mi kalmadı? Yoksa sıradan sohbetleri sevmeyip konu bilime, sanata, kültüre gelince mi açıyorsun ağzını?"
Kafayı yedirtmişler sana, ne yapmak istediğini de bilmiyorsun neyi neden yaptığını da.
Duymamazlıktan geldim. Dikkatimi Azra'da topladım ve... Duymamazlıktan geldim. Yüzüne baktım, fazlasıyla isteksizdi. Hep olduğu gibi kısık bir sesle "Ama bak sen hakikaten çok ko-" başımı omzumun üstünden arkama döndürmem gerekti. Kara Kız'ın lafını kesmişti Simay. Almila ve Beybin'le birlikte odaya girerken "Zorlama bence, uğraşmana değmez çünkü konuşmaz o." demişti. "Sekiz aydır tanıyorum ben onu, sesini duymuş bile değilim." Kahkaha atmak istedim o anda ama durdum. Bu onların nezdinde gülünecek bir şey değildi. Sonrasında inkar edişlerime kayıtsız kalmaları ihtimalinden korktum.
İçimde filizlenen şaşkınlık hissiyle Azra'ya döndüm. Gözlerini seğirterek yumdu, nefesini verdi. Susmayı tercih etti. Onun insanları umursamadığını düşünüyordum.
Hayır. O, insanları yok sayıyor, kurduğu dünyada tek başına yaşıyordu. Tek kişilik dünyasında yaşayan Kara Kız, beni evinde ağırlamıştı.
Sevinmeli miydim?
Belki hayır, aylarca yapayalnız kaldığından...
Belki evet, sesini bana duyurarak kendi için bir adım attığından...
Bilmiyordum.
Ona gülümsesem de görmedi. Diğer kızlara dönüp "Öğrenmem gereken başka bir şey var mı?" diye sordum merak içinde. Almila ellerini beline yerleştirip "Var." dedi. Simay yatağına oturmuş, Beybin ise ne? diye sorarcasına Almila'ya dönmüştü. Onun yerine ben "Ne?" diye sordum. Bana bakmaktan bir an olsun vazgeçmezken, "Bu havada, bu beton zeminde, bu şekilde biraz daha oturacak olursan hastaneye kaldırılacak oluşun." dedi.
Gözlerim alayla kısılırken, Simay "Kız biz zaten hastanedeyiz." dedi gülerek. Almila yalandan şaşırarak "Hadi be! Ciddi misin sen? Ben nasıl olur da günlerdir nerede olduğumu bilmem?" diye dalgaya vurdu işi. Bu odada acılara ya susarak ya da alaya alarak göğüs geriliyordu. Artık bir baş etme yöntemi daha eklenmişti listeye, benimle beraber. Savaşarak.
"İnsanların neler yaptıklarını izlemekten, etrafına bakmaya fırsat bulamadın ki. Hem sana ne milletin ne ettiğinden?" Simay Almila'ya karşılık verirken belki o da benim gibi gözlem yapmaktan hoşlanıyordur diye düşünmeden edemedim. Ama Almila aklımdan geçeni duymuş da yanıldığımı haykırmak istermiş gibi "İnsanların neler çektiğini göreyim de daha çok üzüleyim diye yapıyorum bunu. Acı çekmek hoşuma gidiyor ya hani, acıdan besleniyor, durmadan ajitasyon yapıyorum ya! Ondan." diye konuştu imalı imalı.
Zannediyordum ki bu cümleleri ona daha önce bizzat Simay kurmuştu. Almila'ya karşılık gözlerini devirmesi de tahminimi güçlendirir nitelikteydi.
Ben onları dinleyedururken Beybin görüşümü engelleyip tepemden baktı yüzüme. "Hastanedeyiz diye bir boş vermişlik mi geldi?" Anlamadığımdan dolayı saf saf baktım suratına. "Zatürre olacaksın, diyorum." dedi kime diyorum heeey! dercesine.
Ne dercesine, ne dercesine?
Kime diyorum heeey! dercesine.
Heeey!
Ney?
Gözlerimi kapatıp sabır, sabır, sabır diyerek mırıldandım, geriliyordum. Geriliyordum ve kafamın içini ateşe vermek istiyordum. Ama Beybin ona söylediğimi sanmış olmalı ki "Ney?" diye sordu. "Sana demedim." dedim alelacele. "Başkalarına dedim." Başını yavaşça iki yana sallayarak "Başkaları." dedi ama bu bir soruydu. Korkarak ve belki de utanarak "Evet, başkaları." dedim.
Bingo! Tam da yerini bulmuşsun Feyr. Tımarhaneye hoş geldin.
Ani gelen ürperme hissiyle titredim. Bu ses... Ürkütücüydü.
Beybin biraz eğilip ellerini dizlerine yerleştirdi. "Korkma. Dünya üzerinde kendiyle konuşmayan çok az insan vardır." İşaret parmağı ile iki kere başına vurdu. "Buraya gelir gider birileri, her zaman. Normaldir." dedi. Bilmiyordu ki, söylemleri beni rahatlatmıyordu. Onun gözünde bir hastaydım ve bu durum normal karşılanamazdı. Saçmalıyordu.
Elini uzattı, "Daha fazla kalamazsın orada." dedi. "Tut elimi." deyip bir de tebessüm etti ve ekledi, "Kaldırayım seni." Minnetle, uzattığı elini tuttum. Kendimi yukarı çekmeye çalıştım ama Beybin beni kaldıramadığı gibi, dengesini de kaybedip üstüme düştü. Zaten sızlıyor olan sırtım, sırtüstü yere devrildiğimde acıyla inlememe neden oldu. Şu an benimle tek vücut olan Beybin ise yüzlerimizin de birbirine değmemesi için bana uzattığı elini sertçe yere vurmuştu.
Göz gözeydik.
Şaşkınlık içerisindeydik.
Ama Almila ile Simay kahkaha atıyordu.
"Her birinizin sırasıyla altına giriyor olmam, buradan çıkmam için koyulan şart mı?" Zorlukla fısıldamaktaydım, kaburgalarım ezilmiş bile olabilirdi.
Sendin değil mi "Tanrım her ne olacaksa olsun yeter ki buna bir son ver." diyen. Hapı yuttun Feyr, kus kusabilirsen.
Açlık yüzünden oluşan mide bulantımı tekrardan hissedemeden Beybin, "Ney!?" diye bağırdı.
Bağırdı.
Niye bağırdı?
Yüz kaslarım gerilirken, "Yoo hayır hayır, öyle değil." dedim yükselen sesimle. Hı hı, hı hı. "Yanlış anladın."
Hâlâ üstümde olan Beybin 'e bakmaya son verip gözümü kapattım. O her ney dediğinde şeytan devralıyordu kafamın içinden, konuşmayı. Simay gülmekten zar zor nefes alırken "Neyi yanlış anladı o yine?" diye sordu. Büzmek istediğim ağzımın içinden çıkanları yanlış anladı. Hay dilimi...
Göz kapaklarımı aralayıp bana hâlen şaşkın şaşkın bakanı üzerimden inmeye hiç de niyeti olmayan Beybin'i kenara itip zorlukla doğruldum. "Peygamber aşkı için artık ney deyip durmayın, yeter." Büyük bir bıkkınlıkla nefesimi verdim. Simay "Neden? Neyi yasakladılar mı?" dedi gülüşünün arasından. "Kullanınca azarlıyorlar mı peki?"
Buruşturduğum yüzümle yüzüne baktım. Biri bana onun ciddi olmadığını dahası espri kalitesinin böylesine düşük olmadığını söylemeliydi. Hemen şimdi!
Dalga geçiyor seninle, dalga. İmayla bakıyor, ha bir de çok güzel gülüyor.
Doğruydu. Gülmek Simay'a yakışıyordu.
Hangi zamanda kendini yatağa attığını, gülmekten kızardığını kestiremiyordum. Gülmek ona yakışıyor olabilirdi ama bu kadar gülünecek hiçbir şey yoktu ortada.
Almila ise kahkahasına son verip "Evet, Mukaddes abladan azarı işitmiştim, kullanmak istediğimde. Yasakmış." dedi. O, kesinlikle ciddiydi. Ama ben anlam veremeyip "Ne yasakmış?" diye sordum.
"Ney." diye cevapladı beni. Bu cevabıyla, Beybin'i de Simay'ın gülmelerine ortak etmişti.
Sinirle yerden kalkıp "Heey!" diye bağırdım üçüne birden. "Bakın, Allah belamı versin, ki zaten verdi, sizi anlamıyorum. Ha anlamadığım için de ayrıca memnunum. Ama komik değil. Yemin ederim ki değil."
"Ben anlıyorum ve de çok komik." dedi Simay işaret parmağını kaldırarak. Yanına yaklaşıp alçattığım sesimle "Azra da anlıyor sizi. Komik olsa gülerdi." dedim onun duymamasını ümit ederek. Simay ise eğlencesine sesini alçaltarak "Azra hiçbir şeye gülmüyor Feyruz." diye karşılık verdi bilmiş bilmiş.
Kalbimde, bir yerlerde, bir şey paramparça oldu sanki. Odada tek gülen kişi Simay kalmışken, gülmenin, akıl veyahut da ruh sağlığını yitirenler için iyiliğin mi, yoksa kötülüğün mü simgesi olduğunu merak ediyordum. Kabullenmesi acı verici de olsa, bir karara varmıştım. Tüm yaşanılanlara gülerek karşılık vermek, kötü günlerin habercisiydi. Her şeyin fazlası zarar dedikleri, böyle bir şey olsa gerekti.
Simay'ın yüzünde güller açıyordu.
Simay'ın içi kan ağlıyordu.
"Söylesene, seni böylesine güldüren şey de ne?" diye sordum nazikçe.
"Kafamın içindekiler." diye cevap verdi sevinçle.
"Ne var ki orada?"
"Şarkılar."
Başımı omzuna doğru eğdim az biraz.
"Hadi ya. Ne diyor ki şarkıda?"
"Domates, biber, patlıcan." dedi ritmi bozmadan.
Gülümsedim. Gülümseyince kısılan gözlerimden taşan damlalar yanaklarımı ıslattı. Onun şarkıları, benimse meleklerim ve şeytanlarım vardı.
Benziyorduk.
Bu, ürkütücüydü.
Onu öyle bırakmak istemiyordum ama ne yapacağımı da bilmiyordum. Kendimi hâlâ çok garip hissediyordum. Buraya ait değildim, olamazdım.
Yatağıma dönüp ilerliyordum ki Beybin'i hâlâ yerde olduğunu fark ettim. "Rolleri mi değiştirdik?" diye sordum yanına gidip elimi uzattığım zamanda. "Ne gereği var?" Uzattığım elimi tuttuğunda, "Adımız sanımız dilden dile dolaşıyor bizim, dikkat çekeriz."diyerek cümlesine devam edip göz kırptı ve ayağa kalktı. Saçını geriye attı, üstünü düzeltti. "Ama gerektiği vakit adımızı sanımızı yok eder, bambaşka biri oluruz." dedi karşımda durduğunda. Kaşlarım kalktı alayla, "Evelallah da de bari, ayrı bir hava katar." dedim. Kollarını birleştirip bana doğru eğildi ve "Evelallah." dedi sırıtarak.
Ama sonra, yüzündeki eğlenir ifade kimlik değiştirdi, bambaşka biri oldu. "Niye geldin sen?" diye sordu hesap sorarcasına. Bunu beklemediğimden, cevap da veremedim.
Ney?
Sırası değil!
Çok sürmemişti ki Beybin başını sol tarafa çevirdi. "Feyruz'u götürmek için." dedi bir kadın. Mukaddes. Simay gülüşüne son vermiş, Almila ayağa kalkmıştı. Öyle ki Azra bile doğrulmuştu yattığı yerde. "Taşıma su mu bu kadın, oraya buraya getirip götürüyorsun?" Dişlerinin arasından karşılık verdi ona. Beybin'in siniri beni geriyordu.
Mukaddes "Ziyaretçisi var." dediğinde aniden ona döndüm. Sabri de yanındaydı. "Kim?" diye sordum, hızlı adımlarla yanına vardım. Beybin ise cevabımı almamı bile beklemeden "Bu saatte." sorusunu sorarak bize doğru ilerledi. Mukaddes "Karanlığa aldanma, saat henüz ulaşmadı yediye." diyerek cevap verdi Beybin'e. Beni kâle almıyor, başını çevirip bakmıyordu bile. Görmezden geliyordu belki de. Kimdim ben? Prestij ve statü delisi olan doyumsuz, soykırım liderlerinin başlattığı savaşların birinde, ölmeyi bekleyen ve de istemeyen o masum insanlardan biri mi? Öyle isem, önemsenmemeyi anlamıyor olmakla beraber, alıştığımdan olsa gerek çok da içerlemem.
Lakin umutla çarpan kalbim, "Kim geldi söylesene!?" diye bağırma emrini verdi, ben de uydum. Fakat bu defa da ben cevabımı almayı beklemeden "Çetin geldi kesin. Buldu beni, şimdiye kadar gelmemesi akla yatmıyordu zaten. Evet, bu defa kesin buldu." dedim ve arkadaki hareketliliği umursamadan Sabri ile Mukaddes'in arasından geçerek odadan çıktım.
Onlar hareket etmediler ama. "Hadi, götürsenize beni. Niçin bekliyorsunuz orada?"
Mukaddes Beybin'e baktı, başını salladı iki yana usulca. Dayanamayıp yanına gittim, elini tutup âdeta çıkışa sürükledim. "Yeni geldim ben, ne tarafta olduğunu bilmiyorum. Benimle gelmezsen kaybolurum. O beni bulmuşken, ben onu bulamazsam vallahi deliririm burada."
Koridorun ortasından iki yanıma baktım.
"Nereden gideceğiz?"
"Soldan." dedi. Sola dönüp hızla yürümeye başladım. Mukaddes'i de peşimden sürüklemeye devam ediyordum çünkü o çok yavaştı! "Az yavaşla hele." dedi nefes nefeseyken. "Varmak üzereyiz zaten."
Son dediğiyle daha da hızlanıp elini bıraktım. "Hangi oda?" diye sordum heyecanla. "Sağa dön, merdivene en yakın olan oda. Üstünde yazıyor zaten."
"Tamamdır." Koşmaya başladım. Kadında mecal bırakmamış olmalıydım ki benimle gelmekten vazgeçmişti. "Sadece ön beş dakikanız var." diye seslendi arkamdan Sabri.
Bundan böyle, bizim sonsuz vaktimiz var.
İçimden geçirdiğim kelimeler, aklımdaki sınırsız soru işaretlerine çarptı, neredeyse devriliyordum. Çünkü birbirine dolanıyordu bacaklarım heyecandan. Ama değmişti, bulmuştum!
Hemen önümde duruyordu kapı. Ardında o vardı, biliyordum.
Bu kez biliyordum işte. Çünkü kasımın on altısında, benzer bir anda, onu karşıma çıkaran hayat, martın gününü bilmediğim bu anında da beni ona götürecekti, hissediyordum.
333.
Kapının üstünde yazan numaraydı.
Sağdan dön, merdivene en yakın olan oda. Üstünde yazıyor zaten.
Neden bir tabelada "Ziyaret Odası" değil de, kapının üstünde sayı yazıldığını bilmiyordum ama öğrensem de işime yaramayacak bir bilgi olduğunu bildiğimden, umursamadım.
Sonunda bildiğin bir şey bulduk Feyr!
Kapıyı açtım, içeriye adımımı attım. Küçüktü oda, duvarlarının boyası diğerlerine kıyasla daha temiz, ayrıca da beyazdı.
Bir masa vardı. Bir şişe su duruyordu üstünde. İki sandalye, bir pencere, basık tavana asılı bir lamba... Daracık odayı doldurmaya yetmemişti eşyalar. Bir de...
Bir adam vardı odanın içinde, sırtı bana dönük, ayakta bekleyen. Siyah şişme montuyla, cebindeki siyah beresiyle, yağmurda ıslanan siyah botlarıyla... Yüzünü göremiyordum ama o değildi. Kırıcı.
Esmer değil, kumral olmalıydı.
Dalgalı saça değil, düz saça sahip olması gerekiyordu.
Ve uzun boylu, daha yapılı, daha, daha...
Tasvir edilemez.
Ha bir de, Çetin Pekiner bana sırtını dönmezdi. Savaşta da, kayıpta da... Karşımda duran o adamdı ve biz başbaşaydık. Başbaşa ve kaybın başladığı yerde. Yine.
Görüş açımı değiştirmeden kapıyı kapattım. Öfkem, korkumu bastırmaya yetmişti. Bana yüzünü döndü, kalın kaşlarının koruduğu gözlerinin altı morarmıştı. Uykusuzluktan olmalıydı. Ondan dolayı olmadığı besbelli Feyr.
Tamamen bana döndüğünde sağ elinin parmaklarını masaya yasladı. Gözlerini kıstı, beni süzdü. "Bu sahne bana bir yerden tanıdık geldi." dedi sol işaret parmağını sakalında gezdirirken. "Deja Vu." dedim. Niyetim kesinlikle yardımcı olmak değildi. "2022 senesinin kurbanlarında sıkça rastlanılan bellek bozukluğu." Başımı yan yatırıp kollarımı birbirine doladım. "Ölümcül değildir ama kork. Çevrende yaşamını tehdit eden başka şeyler var çünkü." Mesela ben.
Dudakları kapalı haldeyken güldü. Beni taklit edercesine kollarını dolayıp "Tedavi olmam gerekiyor yani. Burada mı? Senin gibi mi?" diye sordu. Güldüm ama çenemi sıkmaktan dişlerim kırılabilirdi. Güldüm ama kıracağım tek şey dişlerim değil, bu herifin eli olabilirdi.
"Tek vasfın benimle laf dalaşına girmek sanırım. Malum, babanın dediklerini ben hatırlıyorum, sen nasıl unutasın? Beceriksiz, bir boka yaramayan, aklı kıt... Daha neler neler..." Sakindim, ifademi koruyordum ve onu delirtmek istiyordum.
Bir insanı ailesinden birinin aşağılamalarıyla vurmak benlik değildi ama benlikti de. Çünkü karşımdaki, insan kalamayacak kadar çok canilik yapmıştı.
Hışımla nefesini verdi ve sandalyeyi iki eliyle tutup gürültüyle geriye çekti.
"Otur."
İlerleyip sandalyeye oturduğumda şişeyi de almıştım elime. Kendi sandalyesini de çekip oturdu, yeniden karşı karşıyaydık. Şişenin kapağını açıp boş midemi suyla doldurmaya başladım. Ne soğuk ne sıcaktı. Ilık.
"Buraya gelirken, yeri göğü inleten o kadınla karşılaşacağımı düşünüyordum. Hatta seni zaptedebilmek için güvenlikle konuşmayı planlamıştım. Şimdiyse görüyorum ki, sesini yükseltmeye bile mecali kalmamış, alaycı bir kadına dönüşmüşsün."
Şişeyi dudaklarımdan çektim, bakışlarımı tepemizde duran lambaya diktim. Hayal kırıklığı beraberinde öfkeyi getirirdi lakin bana yaptığı, var olan öfkemi harmanlamaktı. Ona, hayallerimi yıktın diyebilirdim ama demezdim. Bana verdiği zararın ne ölçüde olduğunu bilmemesi gerekirdi.
"Geleceğini biliyordum." Yalan. "Nitekim her katil son kez de olsa maktulüne dönüp bakmak ister." Bakışlarım onu buldu. Dikkatle beni dinliyordu. "Ya meraktan, ya pişmanlıktan."
Söyle Feyr, zarar gelmez konuşmaktan, söyle gitsin.
"Ama seninkisi, zevkten. Ömrün boyunca başarabildiğin tek şey beni buraya hapsetmek, belki de. Öyle bir gururlanıyorsun ki bu yaptığınla, dönüp dönüp bakma isteğiyle doluyorsun. Böbürlen böyle bir süre. Kibrin arş-ı alâya yükselsin. Gözlerin, önünde nefes alan beni göremesin. Maktulün say beni." Parmaklarım masayı buldu, ritmi bularak sesini yükseltti. Ben masaya vurdukça, dikkati oraya kaydı. Anlamıştı.
O anı unutmadım, sana da unutturmayacağım der gibiydi tuttuğum ritim, hatırlamıştı.
Parmaklarım hareketini korurken, onun gözlerindeki kendiyle gurur duyan ifade silinmedi. "Dillere pelesenk olmuş o sözü bilirsin elbet. Ne kadar yükselirsen yüksel, yere o sertlikte düşersin." Devam et Feyr, susma. Suskun insanlar ya köle olurlar ya da kukla.
"Ayrıca," Sesimin tonu tehditkarlaştı, alçaldı. Alçaldıkça cinayete susadı. "bu devran böyle gitmez, döner elbet. Bir bakmışsın roller değişmiş, dünyan üstüne devrilmiş." Aferin kızıma.
Sırtını demir sandalyeye yasladı, elinin ayası masa üstünde kaldı. "Ve keskin sirke küpüne zarar verir." Sırıtışı aşağılıkçaydı.
"Dilin ağzının içinde dönüp durmasa," Aniden masanın iki yanında tutup ayağa kalktı, masa üzerime devrilecekken gürültüyle üstüne vurup ayaklarının yere değmesini sağladı. "o ayağın sallanıp durmasa," Rotası asla şaşmıyor, hep bana geliyordu. Karşıma, yanıma, ama bu kez arkama...
Ne yapmaya çalıştığını kestiremiyordum ancak gözlem, tepkiden önce gelirdi. Mesleğimin bana öğrettiği yegâne bilgiydi bu.
Eli, artık kısa olan saçıma gitti, ensemden çekti. "ensen, titremekten ıslanmasa..." Eğildi, elini saçımdan çekip masaya yerleştirdi. Başı yan profilime dönüktü. "göğsün böylesine hızlı inip kalkmasa, o cümleye 've son' diyerek girerdim. Ama hayır, 've başlangıç ' en doğrusu."
Konuşuyordu, durmadan. Fakat dikkatimi ona veremiyordum çünkü ıslaklık... Bir ıslaklık vardı, aşağılarda. Elim pantolonuma gitti, ıslaktı. Birkaç saniyenin sonunda hatırladım nedenini. Masa üzerime devrilirken üstündeki şişe de devrilmişti, açıp masanın üzerine bıraktığım mavi kapağıyla. İçinde kalan su üstüme dökülmüştü. Şimdi mi fark ediyordum? Neden? Algılarım niçin kapanmaya başlamıştı? Benim aklım neredeydi?
"Dur, Feyruz. Öfken aklını köreltiyor, hırsın gözüne perde indiriyor. Daha çok canlar alırsın durmazsan, yakarsın, yıkarsın, ezer geçersin. Pişman da olursun. Dur artık, dur."
Yüzüne bakabilmek için kendimi geri çektiğimde "Borderline sendromu mu var sende? Manyak mısın sen?" dedim sinirle. Hışımla kalktım sandalyeden. Pencereyi arkasına almıştı, gökyüzü bu gece de ışıksızdı. "Amacın ne? Dediklerin yaptıklarınla mantıksızlaşıyor. Hatta bir dediğin diğer dediğini ters düşüyor. Bir öylesin bir böyle. Dansöz müsün de kıvırtıp duruyorsun?"
Parmaklarım saçımın arasına gizlendi, titreyişleri görünmesin diye.
"Kafamın içinde şüpheler, cevabı verilmeyecek sorular biriktirerek aklımı kaybetmem için mi yapıyorsun bunu? Bu da oyunun bir parçası mı?"
Başını anlam veremez biçimde iki yana salladı. "Delirmek için an kolluyorsun sen. Bildiğin sebep arıyorsun."
Kaşlarım havalandı o an. Demek öyle.
"Yani delirmediğimi biliyorsun. Bunu bile bile yeniden hapsolmama sebep oluyorsun. Yetmiyor, ailem hakkında tek kelime etmiyorsun. O da yetmiyor, karşıma geçip pişkin pişkin gülüyorsun. Nesin sen? Orospu çocuğu mu!?"
Bağırışımla çenesi seğirdi, gözlerini kapattı. Hareketleri yavaşlamıştı. Fazlasıyla.
"Cevaplar istiyorsun, öyle mi?" diye konuştu sıktığı dişlerinin arasından. Yumduğu gözlerini açtı, bana yaklaştı. "İstanbul'da değilsin. O lanet şubat ayında da değilsin. Hatta artık annenin kızı bile değilsin. Ayrıca benim annem orospu değil, savaşçı bir kadındı."
Yanımdan geçip giderken omzuma omzuyla vurmaktan geri durmamıştı.
"Al sana cevap."
Kapı kolunun hareket sesini işittim. Her adımında botlarının çıkardığı sesi de öyle... Duyduğum başka sesler de vardı. İstanbul'da değilsin, gibi, bıçaklayan. O lanet şubat ayında da değilsin, gibi, kan akıtan.
"Bekle!" Hızla kapıdan çıkıp önüne geçtim, merdiveni arkama almıştım. O sesi duyuyordum devamlı. Hatta artık annenin kızı bile değilsin, gibi, can alan.
"Neden dedin?" Sessizlik. "Niye dedin, niye niye? Cevap ver bana! Neyi kastetmek istedin?" Konuşmuyordu. Orospu çocuğu.
"Hiç kapanmayan o boktan çenen neden şimdi açılmıyor gavatın oğlu!?"
"Dedim, çünkü hakettiğin cevap oydu!" Ani bağırışıyla irkilmem bir oldu. Tımarhane sakinlerinin bizi izlediğini fark etmem de öyle...
"Annene elveda demeliydin. Çünkü sana başka bir evren dedim, dönüşü yok, dedim. İnkar ettin. Oysa sana fırsat tanımıştım."
Durma Feyr, hareket et. Hareket et!
"Kastettiğim tam da kurduğum o cümleydi. Artık annenin kızı bile değilsin. Resmiyette de bu böyle. Değiştirildin. Kayıtlarda ben ve sen kardeşiz. Benim annem, senin annen. Senin ailen bundan böyle benim."
Gözlerim yaşarmaya başladı, uykusuzluktan.
On üç saatlik uykundan yeni uyandın sen.
"Yalan söylüyorsun." Yalan. "Mümkün değil bu dediklerin, yalan söylüyorsun."
"İnanmak istemeyeceğin daha çok şey var, bekle. Daha yeni başlıyoruz. Ailen değiştiği gibi arkadaşların da değişecek. Takıldığın mekanlar, gördüğün manzaralar, çok güvendiğin ama haftalardır senden en ufak haber alamayan sevgilin bile değişecek çünkü hiçbirini göremeyeceksin."
Gözlerinde görebildiğim, salt öfkeydi. Görebiliyordum, bilâkis öfke, bugün beni kendime yabancılaştıran, kural tanımayandı. Şimdiye değin ortalıkta ruh gibi dolaşan canlı maktullerin meraklı bakışlarını da görebiliyordum. Yaklaşan güvenliği de... Arbede çıkacaktı.
"Sen bir kere buraya girdin ya, çıktıktan sonra hiç kimse seni kâle almayacak. Görüşlerini merak etmeyecek, seni dinleme gereği duymayacak. Boşuna okumuşsun onca zaman, gazetecilik yapamayacaksın. Bir kez deli damgası yiyenin işi bitmiştir, sözlerine güvenilmez. Toplum, iyileşseler bile akıl hastalarını daima yadırgar."
Önümdeki koridorun başında Beybin ve Almila'yı da gördüm. Simay kolondan aldığı destekle ve korkuyla beni izliyordu. Azra da... Ama boş bakışlarla değil. Anlıyordu.
Kafamın içinde.
Bu kafamın içinde.
Bu ıstırap dolu kafamın içinde.
Arbede çıkacaktı.
Dışarıya da yansırdı.
Ritmik ve tiz bir ses... Yandı, söndü. Yandı, söndü. Yandı, ve...
"Geçmişinle hiçbir bağın kalmayacak. Hem ne istiyorum biliyor musun? Adını da değiştirmek. Feyruz, böyle..." Yüzünü buruşturdu. "Kaba bir isim. Senin gibi hanım hanımcık bir kadına hiç yakışmıyor. Firuze olsun senin adın ha, ne dersin?"
Sinirden kaskatı kesilen yumruğum, öfkemle can bulup suratına indi. Yüzü yan yatarken eliyle burnunu tutmak zorunda kaldı çünkü kanıyordu. Umrumda mıydı? Hayır. Daha fazlasını istiyor muydum? Kesinlikle!
"Nerenin kabadayısısın lan sen? Bu nasıl bir aptal cesareti? Kimsin ki sen? Hangi hakla bir insana bunları yapabilme özgürlüğünde olduğunu sanıyorsun!?"
Tuttuğum bileğini sallamamla kanaması arttı, ama bana karşı da koymadı. Bir tokat attım ardından. Bir tokat daha...
"Benim hayatım senin leş kokulu ağzının içinden çıkanlarla değişmeyecek, izin vermem. Feyruz'um ben. Feyruz Dağdelen! Senin gibi ciğeri beş para etmez karaktersizlerden korksaydım, gerçekleri anlatacağıma yemin ederek gazeteci olmazdım."
Onu ittirdiğim ellerim boşluğa düşünce fark ettim iki güvenliğin kollarımdan çekiştirdiğini. Hemşire de bize doğru koşuyordu ama ondan önce davranan Beybin'i daha net seçiyordum. Zira yaşaran gözlerim çoktan yüzümü ıslatmıştı.
Şakaklarına ağrı girmesin Feyr. Bulanmasın miden, dur.
"Bana bak! Bak, bana bak!"
Kıpkırmızı kesilen beyaz tenime bak mesela. Gözyaşımın düştüğü boynuma, terden yüzüme yapışan saçıma. Ellerim titriyor, bak. Sesim kesildi kesilecek.
Bak da gör, bana neler ettiğini gör.
Elini burnundan çekti, kan dudağından çenesine aktı. Diğer sömürülenler de hareket etmeye başlamışlardı. Alt kattan yukarıyı izleyenler vardı merdivenin trabzanına yaslanıp.
"Ben deli değilim!"
Kalabalığa baktım. Herkes beni izliyordu, herkes. İçlerinden yalnızca yemekhaneye giderken gördüğüm adam bana doğru gelmek için adım atıyordu. Uğultu yükseldikçe yükseldi. Korumalar kollarımdan çekiştirmeye devam ediyorlardı ki o herif "Öylesin." dedi kısık bir sesle.
"Feyruz, dur!" diye bağırışını duydum Beybin'in ama benim yaptığım durmak değil, kollarımdan tutanlardan aldığım güçle karşımdaki kalpsizin karnına tekmemi indirmek oldu. O, acıyla dizlerinin üstüne düştüğünde bir adam beni bırakmış ona koşmuştu.
Sabri'ydi bu. Tam da o an... Olanlar oldu.
Ve... yaktı.
Yanımda kalan, sözde güvenlikten sorumlu şahıs, kollarımı dirseğimden bükerek arkamda birleştirdi, diğer kolunun yan yüzüyle sırtımdan ittirip beni dizlerimin üstüne mıhladı.
Canım felaket derecede yanıyordu çünkü sert düşüşle dizlerimin kanadığını hissedebiliyordum. Canım felaket derecede yanıyordu çünkü hayatım mahvedilmişti.
Beybin önümde diz çöküp yüzümü avuçlamıştı kestiremediğim bir anda. Yine.
"Feyruz beni görebiliyor musun? Dikkatini bana ver lütfen. Bak bana, buradayım."
"Nefesimi kesiyor." dedim zar zor. Ağlıyordum bir yandan. "Sırtım..." Kaç kiloydu bu adam? "Rahat dur." deyişini duydum onun, ama zaten hareket edemiyordum. "Bırak kızı artık, yeter. Canını yakıyorsun." dedi Beybin. Sesindeki telaşa... Minnettardım.
Önündeki hemşireyi görüyor musun Feyr? Sen binbir darbe almışken o caninin yarasıyla ilgileniyor.
Başımı daha fazla karşıda tutamayarak, eğdim. Yaşlar yanaklarımdan süzülmeden zemine düşmeye başladı.
"Öyle tutmaya devam edersen kolu kırılacak kadının." dediğini duydum Mukaddes'in. Ne zaman gelmişti?
"Az daha sabretsin hele, hiçbir şey de olmaz." dedi diğerlerinin güvenliğinden sorumlu olan adam.
"Nasıl olmaz, kadın canının acısından önünü bile göremiyor, kıpkırmızı kesildi." diye gürlerken Beybin, ayaklanmıştı da. Bazı hastaların yuhalama sesini işitiyordum ama bazılarının da sustuğu aşikârdı. Bilâkis çivisi çıkmış bir topluluğun tüm zorbalığa uğrayan fertleri birlik olsa, önlerinde hiçbir hâkimiyet varlığını sürdüremez. Benim hâlâ işkenceye uğruyor olmamın az etkili sebeplerindendiler.
O, Simay'la gördüğüm adamın sesini duydum ilk kez, yanımdaydı. "Bırak yüzbaşı yazıktır, günahtır. Sesi bile çıkmıyor zavallının, nefes almaya gücü yok, kime ne zararı olacak?"
Sesi cılızdı, hatırladığım o silik görüntüye göreyse, çelimsizdi bedeni. Ama verdiği tepki, âdi herifin, kolunu sırtıma daha fazla bastırmasına sebep oldu. Bir dizini de sırtımın en alt kısmına yaslamıştı. Dişlediğim dudağımı serbest bırakamadan acı dolu bir çığlık attım. Kolunun altında kalan saçımın birkaç telinin derinden sökülüşünü öyle bir netlikte hissetmiştim ki...
Aynı saniyelerde, Beybin adamın koluna yapıştı fakat çektiğim ağrı asla azalmıyor, acıyı hissettiğim süre arttıkça daha da can yakıyordu.
"Dokunma kadına!" diye bağırdı bir kadın. "Görmüyor musun ölecek?" dedi bir başkası.
"Mukaddes bir şey yap!" Beybin bir yandan da beni ondan kurtarmaya çalışıyordu.
"Herkes haddini bilecek. Hepiniz, tek tek bileceksiniz haddinizi. Öyle ya da böyle."
Daima durman gereken yeri bilmelisin Feyr. Ama o yer, bu yer değil. Burada durmamalı kalbin.
"En önce sen bileceksin haddini o zaman. Görevin bizi korumak, işkence etmek değil."
Azra'ydı bu. Yanımdaydı.
"Feyruz, nefes almaya çalış derin derin. Burada kal, ama başka şeyler düşünmeye çalış nolur. Korkma, bitireceğiz şimdi. Hem de zorla." dedi yumuşak sesli bir kadın. Almila. Ama ben kesik kesik nefesler almakta bile fazlasıyla zorlanıyordum. Hatırla Feyr, nefesim nefesin olsun demişti Çetin, hatırla.
"Getirin lan şu önlüğü artık!"
Bağırışı değildi beni dumur eden, sözleriydi. Önlüğü... Beyaz önlük... Kefen.
"Ne önlüğü?" diye atladı, Azra. "Önlük falan giymeyecek." dedi Beybin sertçe. "Önlük giydiremezsiniz ya gerek bile yok." diyense Almila'ydı. Can havliyle yerimde kıpırdamaya çalıştım ama "Hayır." diyen sesim dahi fısıltıdan ibaretti. Hayır, hayır, hayır.
"Bırak kadını, ben ilgileneceğim onunla. Ne halt yediğinin farkında değilsin." dedi Mukaddes sinirle. Uğultular daha da yükseldi ama içlerinden "Çek elini onun üstünden." demesini tek beklemediğim kişi konuşmuştu. Hemşire kanamasını durdurmuş olmalıydı. Peki benim yarama kim bakacaktı?
"Bunlara başka türlü davranılmaz." diye aldı karşılığını. Bunlara başka türlü davranılmaz.
"Kes sesini!"
Yüksek çıkan sesim beni şoke etmişti, aşağılandığımda gücümü nereden aldığımı bilmiyordum. Ama beni asıl şoke eden, onun, kendisi bana hiç işkence etmemişçesine fırlayıp korumanın suratına yumruk atmasıydı. O kadar hızlı hareket etmişti ki buğulu gözlerimle Sabri'nin kaskatı kesilişini görebildim.
Üzerimdeki baskı kalktığı anda Almila belimden tutmuş, düşmemi engellemişti. Azra önüme düşen saçımı çekti bir yandan gözyaşlarımı silerken. "Bitti." dedi, "Bitti."
"Nasıl davranılır lan açıkla." Bir yumruk daha attığında kaşı patladı. "İşin ne senin? Senin işin ne!?"
Hissettiklerimi betimleyemezdim. Bilmediğim şeyi nasıl anlatabilirdim? Ancak görmediklerini anlatabilirdim ona, boylu boyunca. "Korumak." dedim bu yüzden. Güçlükle doğrulttum bedenimi ve yetersiz nefesler çektim içime. Göğüs kafesimin dili olsa kalbimi kırardı.
Almila'nın kollarının arasından çıktım onu iterek. Kulağım Azra'nın yakınmalarına kapattı kendini. "Seni." dedim onun görüş açısına girdiğimde.
"Görevi seni korumak."
Niçin nankörlük ediyordu? Ne diye şaşkın şaşkın bakıyordu? Neden anlamıyordu? Aklı mı yoktu? Hâlbuki aklı olmayanın ben olduğumu söylediğini sanıyordum.
"Korudu da. Seni benden korudu. Ama beni senden korumadı. Koruyamazdı hem. Yine de görebilirdi ne hâle getirildiğimi, değil mi?"
"Görebilirdi." dedi. Bana ters düşmekten mi vazgeçmişti yoksa böyle mi düşünüyordu?
"Ya sen..." deyiverdim çenemi yükseltip. "Beni getirdiğini hâli görebiliyor musun?"
Bakışları sudan ıslanmış, kandan renk değiştirmiş pantolonumda, dağınık saçımda, kızarmış el bileklerimde gitti geldi.
"Benden aldıklarını görebiliyor musun?"
Gözlerimi buldu gözleri. Çaresiz, ezilmiş, tutsak birini buldu orada. Yutkundu.
"İstediğin buydu. Bunu görmekti. Seni tebrik etmeliyim." Göğüs kafesimin dili olmasa da olurdu. Kalbimi kıran tonlarca kelime vardı ne de olsa.
Bunlara başka türlü davranılmaz.
Hatta artık annenin kızı bile değilsin.
Değiştirildin.
"Öyle değil." dedi. Bana ters düşmekten vazgeçmemişti. "Öyle." dedim inatla. İnat insanı bitirir, demişti annem ama benim bitimimin üzerinden epey yeller esmişti.
"Öyle!" diyerek yükselttim sesimi tüm hiddetimle. Göğsünden ittirdim, sendeledi. "Öyle!" Boğazım hıçkırıklarla doldu ama bu bağırışıma engel değildi.
"Öyle!" dedim durmaksızın göğsüne vururken. Üzgün görünüyordu ama...
Belki de sendelemiyordu. Ben, titriyordum. Ben, devriliyordum. Ben, ben, ben... Ben, deliriyordum. Delirmek ölmek demekti, ölmek istemiyordum ama bu ölümden de beterdi.
Omuzlarımdan tuttu biri. "Kızım dur, Allah aşkına dur." dedi, Simay'la gördüğüm adam. O cılız sesli, o güçsüz adam. Ellerini ittim iki yana, "Bırak." derken.
"Değer mi kendini harap etmene, izin ver de gitsin buradan." dedi. Beni yine tutmaya çalıştı, Simay "Hafız karışma, o iyi durumda değil." diye bağırdı o an. Yanımıza gelmişti.
O iyi durumda değil.
Kötülenmekten nefret ederdim ama en çok da engellenmekten...
"Ya bırak beni!"
Tüm gücümle onu kendimden uzaklaştırmak için ittiğimde, "Hafız!" diye bir haykırış açtı kulaklarım kapılarını. Çünkü bir adam, dengesini kaybetmişti. Hayır. Çünkü bir kadın, bir adamı ölüme itmişti. Bugün ölüm, merdiven demekti.
Aşağıdakilerin yaslandığı merdiven trabzanı boştu şimdi, kaçışmıştı insanlar. Merdivenden düşüp başını sondaki duvara çarpan Hafız'daydı gözlerim.
Gözlerimi yok etmek istedim.
Simay beni itip merdivenden inerken, korku doluydu. Ben de öyleydim. Ve üzüntü doluydum. Ve pişmanlık...
Allah beni kahretsindi.
Bitmeyen uğultu gürültüye evrildi. Kimisi kaçtı, kimisi merdiven başına dayandı. Simay Hafız 'ın başını düz yatırdığında kanı gördüm. Kan. Dizlerimdekiyle benzerdi.
"Ölme, ne olur ölme." diye ağlıyordu Simay. Hemşire kalabalığı yarıp aşağıya indi, "Ekipman gönderin hemen!" diye bağırdı.
"Sen ne yaptın?" diye sordu göğsüne vurduğum adam. Ona döndüm.
Ben ne yaptım?
Arbede çıkardım.
Tüm üzüntülerim ve pişmanlıklarım, mahcubiyetlerim ve can yakmalarım, esaretim ve korkularım... Daha sayamadığım, sayamayacaklarım... Önce bir olmuş, sonrasında ikiye bölünmüş, yanaklarımı ıslatıyordu. Kanata kanata.
Hafız'a döndüm yine.
Nitekim her katil son kez de olsa maktulüne dönüp bakmak ister.
❄️🩸
15.07.2022
18.38
Instagram: golgesizlerserisi 💙