SAKLI DİYAR

By drunkonblood

9.1K 795 948

Yggdrasil, İskandinav mitolojisinde tüm diyarları birbirlerine bağlayan ve koruyan devasa dişbudak ağacıdır. ... More

Tanıtım
1.Bölüm - Yggdrasil
2.Bölüm: Wachowski
3.Bölüm - Labirent
4.Bölüm - Füme
5.Bölüm - Plumbum
7.Bölüm - Kromik Asit Çözeltisi
8.Bölüm - Valeriana Officinalis
9.Bölüm - Hjärta
10.Bölüm - Skogsra
11.Bölüm - Caelifera
12.Bölüm - Saltstraumen
13.Bölüm - Dreki
14.Bölüm - Ur-Nammu Kanunları
15.Bölüm - Alev
16.Bölüm - Metamorfoz
17.Bölüm - Aptrganga
18.Bölüm - Melatonin
19.Bölüm - Skål

6.Bölüm - Beyaz Tavşan

365 40 27
By drunkonblood


Multimedia'da Gina ve Arthur var. :)

İçine düştüğüm durumu sindirdiğimde karşımdakileri inceleyebilme fırsatı buldum. Üç kadının ellerinde birer mızrak bulunurken, ortadaki iki adamın ellerinde ise oklar ile gerilmiş birer yay bulunmaktaydı. Hepsinin bizi nişan aldığını söylememe gerek yoktu sanırım.

Oscar'ın anlamadığım bir dilde birkaç şey söyledikten sonra ellerini masumiyetini belirtircesine havaya kaldırdığını görünce, ben de aynısını yaptım. Onu takip edip kimseyle konuşmamam konusunda buraya gelmeden önce beni tembihlemişti. Karşımızdakiler hala bizi aynı saldırgan tavırla inceliyorlardı, elleri bir milim bile kıpırdamamıştı. Oscar ne demişti ki onlara?

"Elflerden Gina ile konuşmaya geldim." Bu kez İngilizce'ye dönmüştü konuşması, en ortalarındaki adam Oscar'ın söylediğine gülünce dikkatimi ona yöneltmiştim, Oscar'ı hedefleyen okuyla öne doğru birkaç adım attı.

"Ne konuşacakmışsın onla?" diye cevap verdiğinde kusursuzca bizlerin dilini konuşabiliyor olmasına şaşırmıştım. Çünkü karşımda gördüğüm şey, kesinlikle insan değildi. Teni sütlü çikolata rengindeydi; belinden aşağıya bağladığı, beyaz, keten kumaşın teniyle kontrast oluşturması onu olduğundan da koyu gösteriyordu sanki. Belden üstünde yalnızca koyu kahverengi, deri bir çantanın askısı vardı. Tişörtün icadından haberdar değil miydi acaba? Bakışlarımı bir sapık olarak adlandırılmamak adına yapılı vücudundan alıp yukarılara taşıdım. Yüzünü incelerken adamın kulaklarının sivriliğini fark etmiştim, iri gözleri kemikli yüzünün hatırı sayılır bir kısmını kaplıyordu. Gülünce belirginleşen gamzeleri, bembeyaz dişleri ve parlak mor renkteki gözleri... Ablam benim hep renk körü olduğumu söyler ve her fırsatta benimle alay ederdi zaten, mor göz diye bir şey olması mümkün değildi. Emin olmak için gözlerimi kırpıştırdım. Gözlerimi yeniden açtığımda duraksadım, parlak mor renkteki gözleri mi? Alice Harikalar Diyarı'na dönmüştü ortalık artık, Oscar da benim deliğe düşmeme sebep olan beyaz tavşandı. Gerçi anladığıma göre karşımızdaki kişi bir elfti, benim elfler ile ilgili bilgim ise Yüzüklerin Efendisi üçlemesi ve genel olarak Legolas ile sınırlıydı.

Yanımdaki Oscar'a dikkatle bakıyordum, en ufak bir işaretinde kaçmaya hazırdım. Üzerimize doğrultulmuş silahlar yüzünden, daha az önce attan düşerek incittiğim sırtımın acısını bile unutmuştum.

"Ben Oscar Dunner. Asgard'dan geldiğimi söyleyin." Oscar bunu söylerken tişörtünü hafifçe sıyırarak karşısındaki adama bir şey göstermişti. Ne göstereceğini merak edip dikkatle baksam da ne olduğunu anlayamamıştım, basit bir kemerden başka bir şey yoktu. Dikkatimi çeken farklı bir husus vardı, Oscar'ın genel ebatlarını göz önünde bulundurunca karnının da böyle görüneceğini tahmin etmeliydim zaten... Ben henüz karın kaslarını saymayı bitiremeden tişörtünü kapattı, silkindim ve mor gözlüye döndüm. Adam yüzünde bir gülümsemeyle, sanki gördüğü şey onu hem şaşırtmış hem de mutlu etmiş gibiydi, yanındakilere silahlarını indirmelerini işaret ettikten sonra kendisi de ağır hareketlerle elindeki oku yayından çıkardı. İçten içe gülmeden edemedim, Oscar'ın karın kaslarında onu bu kadar şaşırtan ve mutlu eden ne vardı? Başını eğse bir benzerini de kendi karnında görebilirdi zaten. Mor gözlünün kendi dillerinde olduğunu tahmin ettiğim anlamsız bir kelime sarf etmesiyle, diğerleri birer birer yanından uzaklaşıp dağılmışlardı. Onların önümüzden çekilmesiyle etrafı rahatça inceleyebilmiştim. Burası küçük bir masal köyüne benziyordu, vadinin tam ortasından akan derenin etrafında konuşlanmış beyaz çadırlar yeşil ağaçların içine bir şekilde uyum sağlamıştı. Havadaki bahar kokusu ve kuşların kulağıma çalınan ezgisi beni mest etmişken, karşımızdaki adam konuşana kadar bana bakıyor olduğunu fark etmemiştim.

"Sarışın, sen kimsin?" Yüzünde bir gülümsemeyle beni baştan aşağıya, rahatsız edici olduğunu söyleyebileceğim bir biçimde incelemişti. Yine de, benimle konuştuğuna emin olmak adına arkamı kontrol ettim. Benden başka bir sarı kafalı görünmüyordu, adamdan son bir kez teyit almak için işaret parmağımla kendimi gösterdim.

"Evet, senden bahsediyorum. Neye şaşırdın bu kadar? Işık Elflerinin arazisine izinsizce giren tek bir sarışın var şu an." Bu durumdan neden böylesine keyif duyduğunu anlamasam da, hala bir suçlu gibi havaya kaldırmış olduğum ellerimi indirdim. Acaba onlar beni Oscar'dan kurtarıp neler döndüğünü anlatır mıydı? Burada zorla tutulduğumu söylesem, beni aileme döndürürler miydi? Heyecanlanmıştım, fakat mor gözlü bir yaratıktan ziyade Oscar'ın bana daha fazla güven veriyor olduğunu düşünmeden edemedim. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak vardı işin ucunda.

"Onu rahat bırak." Oscar'ın araya girmesiyle elf mor gözlerini benden alıp yeniden ona döndürdü. Oscar'ın da çoktan ellerini indirmiş olduğunu fark etmiştim, elf bizi incelerken onun aksine Oscar bakışlarını bir saniye bile karşımızdaki yaratıktan ayırmıyordu. Gergin olduğunu görebiliyordum, saldırmaya hazır bekliyor gibi yumruklarını sıkmış ve omuzlarını dikleştirmişti. Çatık kaşları, tek bir çizgi halini almış dudaklarıyla ifadesini bozmadan mor gözlüyü izlerken bir kadın sesiyle bakışlarımı Oscar'dan ayırdım.

"Arthur!" dedi ince, kadınsı bir ses. Saçı sarının en uçuk rengindeydi, teni de pembe ile beyazın mükemmel karışımı gibiydi. İnce dudaklarıyla, hafifçe kızarmış çıkık elmacık kemiklerini, tıpkı yanındaki siyahi adama benzeyen, iki adet mor renkte göz tamamlıyordu. Üstünde beyaz, parlak taşlarla bezeli bir elbise vardı. Omuzlarını açıkta bırakan elbise ayak bileklerine kadar uzanıyordu. Ona ne kadar yakıştığını düşünmeden edememiştim. Saçının ön tutamlarından başlayan örgüler yüksek bir atkuyruğuyla saçının arkasında toplanıyordu. Bu sayede sivri kulakları daha da ortaya çıkmıştı. İnce, zarif boynunda bir inci kolye vardı; başındaki incilerden oluşmuş 'V' şeklindeki taç ile oldukça uyumluydu. Kızı böyle uzun uzun tarif etmeme gerek yoktu aslında, kısaca dişiliğin kişileşmiş hali gibiydi. Benim nutkum tutulduğuna göre, Oscar'ın tepkisini tahmin edemiyordum. Çaktırmamaya çalışarak göz ucuyla ona baktığımda aynı gerginlikle karşısındakileri incelediğini görmek beni şaşırtmıştı.

Güzel kız bize doğru attığı adımlarla aramızdaki mesafeyi kapatmaya başladığında Oscar'ın bana yaklaştığını fark ettim. Belli etmemeye çalışarak beni arkasına almıştı.

"Sizi Alfheim'a getiren sebep nedir?" diye sordu kız yüzünde kocaman bir gülümsemeyle.

Oscar bir şey diyemeden kendini tanıtmıştı. "Üzgünüm, kendimi tanıştırmayı unuttum. Adım Gina. Bu da kardeşim Arthur." Eliyle arkasındaki adamı işaret etmişti. Birbirlerinden o kadar farklı görünüyorlardı ki, aynı ebeveynleri paylaşıyor olmaları imkansız gibiydi neredeyse. Manevi kardeş falan olabilirler miydi acaba? Eğer değilse de, ikisinden birinin babasının mesleği sütçülüktü muhtemelen.

"Seninle konuşmaya gelmişler," dedi kardeşi de onun yanına gelip bir kolunu adının Gina olduğunu öğrendiğim kızın omzuna atarken.

"Öyle mi?" diyerek beklentiyle bize döndü Gina.

"Mümkünse yalnız konuşmak istiyorum. Asgard'dan geliyoruz, ismim Oscar Dunner." Oscar'ın talebinin üzerine Arthur kaşlarını kaldırarak Oscar'a döndü, zira benim de yüzümde benzer bir ifade olduğuna emindim. Yalnız başına ne konuşacaktı ki bu güzel kızla?

"Yanındaki konuşamıyor zaten." Arthur'un yüzünde yine pis olarak tanımlayabileceğim bir sırıtışla bana baktığını görünce somurttum. Eğer Oscar uyarmamış olsaydı susmazdım.

"Gina, eğer senin için de uygunsa önce biraz dinlenelim. Sonra seninle konuşmam gereken şeyler var." Oscar'ın bir şeyler amaçladığının farkındaydım ama kesinlikle söze dahil olup bir çuval inciri berbat etmek gibi bir niyetim yoktu.

"Arthur, Kuzey Batı çadırını hazırlamalarını söyler misin? Misafirlerimize mahcup olmak istemiyorum. Tam zamanında geldiniz soylu çocuklarım, akşama şölen var." Sevinçle ellerini çırptı.

"Baş üstüne kraliçem," dedi Arthur kardeşinin yanağından bir makas aldıktan sonra. Gina onun elini, vurmak suretiyle, ittirmeye çalışınca Arthur gülmüş ve hızla yanımızdan uzaklaşmıştı. Onun gitmesiyle Gina yeniden bize döndü.

"Oscar'dı değil mi? Bugünlerde Thor nasıl?" Marvel süper kahramanı olan Thor'dan bahsetmedikleri ortadaydı. Geçtiğimiz 48 saatte en çok tekrarladığım bu soruyu yineledim, nasıl bir şeyin içine düşmüştüm ben?

"Gayet iyiydi, en son gördüğümde." Oscar'ın kibarca konuyu kapattığını benim gibi Gina da anlamıştı muhtemelen.

"Peki, konuşuruz yine. Tatlı şey, senin adın neydi?" Tatlı şey bendim, değil mi? Bu kızcağız aynaya hiç bakmamış mıydı? Hayretler içerisinde olsam da Gina'nın enerjisinden çok hoşlanmıştım, gülümsemeden edemedim.

"Lara," dedim elimi ona uzatarak. Uzattığım elime baktı ve ince, uzun parmaklı elleriyle hafifçe sıktı. Oscar bu hareketimle sanki bana çok yanlış bir şey yapmışım gibi baksa da, ne yaptığımı anlamamıştım.

"Çok memnun oldum," dedi o da, tıpkı benim gibi içten bir şekilde gülümseyerek. "Eh, hadi gidip sizi çadırınıza yerleştirelim." Gina önümüzden yürümeye başlayınca Oscar ile birlikte onu takip etmiştik.

Yürürken hiçbirimizin konuşmuyor olması beni germişti. Sessizlikten hiç hoşlanmazdım, hem de hiç. Zaten sırtımdan belime vuran ağrı yüzünden tek ayağımla topallayarak yürüyordum. Yeterince canım sıkkındı yani. Acı dayanılmaz bir boyuta ulaştığında, yürümek için Oscar'dan yardım istemeyi düşündüm ama hemen bu fikrimden vazgeçmiştim. Oscar çoktan yanımdan geçerek ilerlemiş, bir kez bile omzunun üzerinden neden bu kadar arkada kaldığıma bakma gereği duymamıştı.

Domuz.

Dişlerimi sıktım ve dudaklarımı birbirine bastırarak, acımı içime kilitledim, belime giren sancılara rağmen yürümeye devam etmiştim. Sol ayağımı her yere bastırdığımda belimin aynı noktasına bir bıçak saplanır gibi ağrı giriyordu. Bu sebeple ağırlığımı daha çok sağ ayağıma vererek önden giden ikiliyi takip ediyordum. Zorumdan alnımda boncuk boncuk terler birikmişti, ne zaman gideceğimiz yere varabilirdik tahminen?

Birden silkinerek kendime geldim, buradan kaçmanın bir yolunu niye düşünmüyordum ki ben?

Uzun süredir esir tutulunca insan bir yerden sonra alışıyordu demek ki, ya da ben salaktım. İkinci şık çok daha akla yatıyordu.

Artık etrafımda olanları, gördüğüm şeyleri sorgulamayacaktım. Ben soru sordukça cevabını alamıyordum çünkü. Ablam ne yapıyor diye düşünmeden edememiştim, sanırım benim soru sormadan geçirebileceğim maksimum süre on saniyeydi. Ben düşüncelerimle kendimi ağrılardan uzaklaştırmıştım ki, Gina eliyle önümüzdeki çadırı işaret etti.

"Siz dinlenin, ihtiyacınız olan her şey var içeride. Ben sonra yanınıza geleceğim." Gina'nın surat ifadesi o kadar içtendi ki, onun gerçekten iyi bir ev sahibi olduğunu düşünmeden edememiştim. Ev sahibi mi? Ne diyordum ben? Ayarlarımla kim oynamıştı benim, zaten toplasak 2 gigabyte'lık bir beynim vardı, onu da peynir ekmekle yemiştim şimdi. Kendi iç savaşımı susturdum ve Oscar'ı takip ederek içeri girdim. Çadırın dışı kalın, dokulu bir ketenle kaplıydı; Oscar ben de içeri girdikten sonra örtüyü indirdiğinde, keten örtü kendiliğinden birbirine dikilmiş ve kapanmıştı. Oscar ile tek başıma kalmak hiç hoşuma gitmemişti, tedirgince aynı yere mıhlanmış gibi etrafımı kontrol etmeye başladım. Bu çadır dışarıdan hiç de bu kadar büyük gözükmüyordu. Tamam, dışarıdan da normal bir çadırdan onlarca kat büyük görünüyordu ama içi minik bir ev gibiydi.

İlk olarak gözüme çarpan sağ taraftaki küçük göldü, çadırın içinde gölün ne işi olduğunu sorgulamıyordum, çünkü artık ruh sağlığım için soru sormak yoktu. Umarım buranın çıkışında bana güzel bir huni verirlerdi, ben de o huniyi kafama takıp en yakındaki akıl hastanesine gider ve tedavimi olurdum. Başımı kendime gelmek adına iki yana salladım ve izlemeye devam ettim. Gölün etrafını kapatacak siyah, çadırın dışındaki örtüyle aynı dokuda bir perde bulunuyordu. Burası banyo muydu? Modern ile ilk çağ karışımı bu iç mimari örneğini alkışlıyor ve kim düşündüyse onu tebrik ediyordum. Gölde yıkanıp küvet mantığı gütmek orijinal bir fikirdi.

Ardından sol tarafa baktığımda yere sıfır kocaman bir yatak görmüştüm. Karşısında masif görünümde, uzun bir masa ve iki ahşap sandalye bulunuyordu. Masanın yüzeyini cilalamadıklarından, masa şekil verilmiş bir kütüğe benziyordu. Onun haricinde çadırın boş olduğunu söyleyebilirdik. Soru sormayacağıma söz vermiştim.

"Tam olarak ne halt ediyoruz burada?" diye sordum şaşkınlığımı gizleyemeden. Sözümü çabuk bozmuştum. Oscar'a dönüp baktığımda sessizce yatağın olduğu tarafa ilerlediğini gördüm, sorumu yinelemeli miydim?

"Üstün başın toprak olmuş, yıkanmak istersen dışarı çıkabilirim." Tamamen alakasız olarak söylediği cümle artık patlama noktamdı.

"Hayır, ben burada duruyorum, tek bir adım bile atmayacağım. Sen bana neler olduğunu anlatana kadar hiçbir şey yapmıyorum artık." Oscar muhtemelen ilk kez tanık olduğu bu yoğun öfkeyi yüzümde gördüğünde afallamıştı. Oturduğu yerden kalktı ve karşıma geçti.

"Sakin ol." Bir şeyi anlatmak bu kadar mı zordu?! Tam konuşmak için ağzımı açtığımda bana fırsat vermeden söze girdi.

"İskandinav mitolojisiyle ilgili bir şeyler biliyor musun?" Giriş sorusu bu olmuştu. Bir şeyler öğreneceğimin heyecanıyla hemen cevapladım.

"Çok az." Anladığını belirtircesine başını salladı. "O mitlerde anlatılan her şey gerçek Lara." Yüzümün nasıl bir hal aldığını tahmin edemiyordum, boş bakışlarla ona bakmayı sürdürürken plan değişikliğine gitti.

"Şöyle yapalım... İskandinav mitolojisinde toplamda dokuz diyar vardır, senin yaşadığın Midgard'dı. Şuan içinde bulunduğumuz ise başka bir diyar, elflerin yaşadığı Alfheim. Mitlerde bilinmeyen, onuncu bir diyar daha var. Ona Saklı Diyar diyorlar, bir gün baş tanrı Odin ile Alfheim'in yöneticisi Frey tartışırken bir iddiaya tutuşuyor. Frey; Odin'in asla burası, yani Alfheim, kadar güzel bir diyar yaratamayacağını söylüyor. Odin buna meydan okuyor ve sonuç, şimdi tanrıların bile nerede olduğunu bulamadığı Saklı Diyar..." Duraksadı ve buraya kadar anlattıklarını sindirmemi bekledi. Peki, bütün bunlarla benim ne ilgim vardı? Araya girmeden onun anlatmayı sürdürmesine izin verdim.

"Odin işini bitirdiğinde, gerçekten de o zamana kadarki en göz alıcı diyarı yarattığına karar veriyorlar. İddianın bir sonucu olarak Frey bu diyarın elfler tarafından sonsuza dek korunacağına dair bozulmaz bir yemin ediyor. Tabii, içinde kimse yaşamıyorsa diyarın hiçbir anlamı olmadığını düşündüklerinden o gün iddianın jürisi olarak orada bulunan Asgard ve Vanir tanrıları her biri kendi ismini yaşatacak birer kadın ve erkek yaratıyorlar." Yine bir mola vermişti, beynimin tüm bu olanları işlemden geçirmesi için verdiği çabayı takdir ediyordum.

"Tanrılar insanları yarattıktan sonra işlerinin bittiğini düşünerek Saklı Diyar'ı terk ediyorlar. Detayları şimdilik atlıyorum, sonuç olarak bir kehanetten ötürü Saklı Diyar'da yaşayan soylulara -oradaki ailelerin mensuplarına soylu diyorlardı- güç bahşetmeleri gerektiğini düşünüyorlar. Her aileden doğmuş son çocuğa bu güçleri verdikten sonra işler karışıyor, çünkü bu özel çocuklar gizlice soylarını devam ettiriyorlar ve fark ediyorlar ki, onların çocukları da onlarla aynı özelliklere sahip." Yüzümde tek bir mimik oynattığımdan bile emin değildim, başından beri ağzım açık onu dinliyordum.

"Seni kaçırma sebebime gelelim." Şimdi kulak kabartmıştım işte. "Öncelikle ablanı kaçırdık çünkü hanginizin soylu olduğunu bilmiyorduk. Ondan büyükbabanın mezarının yerini öğrendik, mektubu okuduğumuzda Woden'ın kim olduğu açıktı." Oscar'ın sözünü kestim.

"Büyükbabamın bunlarla ne ilgisi var?" diye sordum kendimi tutamadan.

"Büyükbaban soyluların özel çocuklarından biriydi, Lara. Tıpkı senin de olduğun gibi, Odin'in güçlerini bahşettiği Woden ailesindendi." Odin ismi çok tanıdıktı, beynimi zorladım. Thor'un babası değil miydi o? Bu deli saçması şeyler de neyin nesiydi? Nefesimin sıkıştığını hissedebiliyordum, beynimin düşüncelerden kısa devre yapması an meselesiydi.

"Tekrar tanışalım." Elini uzattı. "Ben Oscar Dunner, Thor'u temsil ediyorum." Havada duran eline baktım, fakat kıpırdayamamıştım bile. Hiçbir şey söylemeden orada dikilmeyi sürdürdüm. Oscar sakince kendime gelmemi beklemiş ve benden ümidi kestiğinde elini indirmişti.

"Lara Woden. Ailenin gerçek ismi bu," dedi sanki yeterince kafayı yememişim gibi, panik atağım şiddetlenirken. Beynim şokun etkisiyle zihnimde gömdüğüm anıları yeniden suyun üzerine çıkarmıştı. Gözlerimi kapattım ve büyükbabamla, o güne geri döndüm.

"Benim akıllı kızım," demişti yüzünde büyük bir gururla. Sadece beş yaşındaydım... Etrafımdaki ağaçlara baktım, küçük ellerimin tek hareketiyle kuvvetli bir rüzgara sebep olmuştum ve rüzgar önüne kattığı tüm ağaçların yapraklarını dökmüştü. Bunu bir oyun sanıyordum.

Yüzümü yalayan rüzgarı hissettiğimde gözlerim hala kapalıydı, Oscar'ın omuzlarımı sıkan ellerini hissettiğimde saçım oluşan rüzgarla hareketlenmeye başlamıştı bile.

"Lara! Şimdi olmaz." Sert sesini duyduğumda düşüncelerimden ayrıldım. "Tam da bu yüzden seni kaçırdık işte, güçlerinin farkında olabileceğini düşünmüştük." Onun bu soğukkanlı davranışları benim aklımı kaybediyor olduğum gerçeğini değiştirmiyordu.

İçimin şiştiğini hissediyordum, bir şekilde beynimde gezinen düşüncelerden kurtulmam gerekiyordu. Tam rahatlamış hissettiğimde göğü delercesine bir gök gürültüsü sesi duyuldu. Hayatımda ilk kez, gök gürültüsünden korkmamıştım. Bir an her şey başımıza yıkılacak sandım, bu sesin ardından Oscar'ın yüzünün daha da katı bir hal aldığını fark ettim. Omzumdaki ellerinden biri saçıma yöneldiğinde geriye çekilmek için bir adım attım fakat izin vermedi.

"Şimdi bir Woden oldun işte." Dediğine anlam verememiştim, kaşlarımı çattım ve gözlerini dikmiş olduğu saçımdan bir tutamı çekip baktım. Saçımın rengine ne olmuştu? Gümüş ile beyazın ortasında, parlaklığı neredeyse göz alıcı olan bu renge nasıl dönmüşlerdi? Panikle gözlerimin irileştiğini gören Oscar elini alnıma yerleştirdi. Ben ne olduğunu anlayamadan tüm dünyam karanlığa bürünmüştü.


Nihayet bir şeyler açıklığa kavuştu, yorumlarınızı bekliyor olacağız. Pazar günü tekrar görüşene dek, kendinize çoook iyi bakın! ♥ :)

Continue Reading

You'll Also Like

200K 8.3K 15
"MARDİN'DE AŞK" Birbirlerine olan aşklarını ifade etmek için konuşmaya gerek yok . Belki de sessizlik, kalplerinin birbirine daha da yakınlaşmasına...
305K 26.4K 47
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
537K 52.4K 50
Yıllar önce kurtlara atılan bir darbede tüm omegalar katledilmişti ama Efendi Jeon; saklanmayı başaran genç ve güzel bir omega bulmuştu. #ukeV #Seme...
17.5K 788 21
Kaderin bana oynadığı o cilveli oyundu karnımdaki bağ. İki krallığın acımasız savaşının ortasında kalmış hamile bir kadın mı? Ondan hamileydim...