SON DÜŞÜŞ

By sukunettekelimeler

19.5K 2.4K 2.6K

Savaşın ve aşkın gerçekte ne anlama geldiğini en iyi onlar biliyordu. Bütün engellere, yıkımlara, kayıplara v... More

giriş
1- جُرْحٌ - yara
3 - تبسم - tebessüm
4 - نجمة - yıldız
5 - حب - sevgi
6 - صلح - barış
7 - قلب - kalp
8 - حرية - özgürlük
9 - رصاص - kurşun
10 - خُوَاءٌ - boşluk
عشق- 11 - aşk
العمر- 12 - ömür
13 - حَرْبٌ - savaş
14 - مخترع - mucit
15 - دمار - yıkım
16 - رَفِيقُ - yoldaş
17 - القيمة - kıymet
18 - الرَّبِيع - bahar
19 - رُؤْيَا - rüya
20 - البعث - diriliş
21 مشرق aydınlık

2- بَيْنَ الخَوْفِ و الرَّجَاءِ - korku ile ümit arasında

1.1K 122 141
By sukunettekelimeler

Irkına, milletine, vatanına bakmaksızın çocuktur çocuklar, masumdur tüm dünyada. Nereye itersen oraya gider, neyi verirsen onu alır, hangi duyguları sunarsan ona dönüşür. Hepsi sevgiyi, saygıyı, merhameti, adaleti, özgürlüğü ister. Fakat hepsi bunları alamaz. Neden? Sözde herkes adaletli, eşit, özgür değil mi? Değilmiş! Çünkü bazı sesleri duyulmayan, ellerinden tutulmayan, hatırlanmayan, unutulan çocukların çok şeyi eksik. Kiminin bisikleti, kiminin yemeği, gülüşü, evi, annesi, babası, kardeşi, okulu, neşesi... Kiminin ise ömrü eksik, nefesi! Bu dünyada bazı çocukların, hayatı eksik!

💐

Yüreğindeki yorgunluk ile birlikte girdi eve Nidal. Feracesini çıkartıp astı, başörtüsünü geriye alıp içeriye girdi. Kimseyi göremeyince kaşlarını çatıp odadan çıktı. Şimdiye dek Enes Hamza koşarak ona sarılmış olmalıydı! Halası da merakla Eymen Mahir'in durumunu sormalıydı. Neredelerdi?

Tam halasının odasına girecekken kapı açıldı, kadın işaret parmağını dudaklarına götürüp susmasını belirttikten sonra oturma odasına yöneldi. Nidal de halasının peşine içeriye girip karşısındaki koltuğa oturdu.

"Enes Hamza uyumazdı gündüzleri?" diyerek halasına baktı merakla. Bir yandan da yarım bıraktığı pantolonun dizini dikme işlemine devam etmeye koyuldu.

"Sorma kızım! Bugün okulu askerler basmış, kendilerince teftiş yapmışlar. Çocuklar da korkmuş tabi. Nasıl korktuysa yavrum, yorgun hissediyordu kendini. Uyuyuverdi."

Nidal'in kaşları çatıldı. "Kıyamam ben kuzuma.." diye mırıldandı.

"Eymen Mahir nasıl? Gerçi, sen burada olduğuna göre iyidir. Yoksa bırakıp gelmezsin."

Bakışlarını iğneden ayırmadan cevap verdi Nidal. "İyi çok şükür. Dinlenmeli sadece."

"Elhamdülillah." deyip eline şişlerini aldı ve oğluna ördüğü yeleği ilmek ilmek işlemeye devam etti Ayşa hanım.

Aralarında bir süre oluşan sessizlik, yine Ayşa hanımın cümleleriyle dağılmıştı. "Acaba Fatıma hanım nasıl? Merak ettim şimdi. Dur ben bir gideyim, göreyim. Hem senin şu sarmalardan da biraz götüreyim, sevaptır."

Nidal başını sallayarak onayladı teyzesini. "Olur hala. Selam söyle benden de."

"Aleykümselam." deyip kalktı kadın, üzerine çarşafını giydi, bir kaba sarma koydu, evden çıktı.

Pantolonu katlayıp odasına geçti ve dolaba koydu Nidal. Bu dolap Enes Hamza ile Nidal'indi, ortak kullanıyorlardı. Evin dört odası vardı. Mutfak, içerisi, iki yatak odası. Onlara yetiyordu bile, şanslılardı. Bir odada halası ile Enes Hamza kalıyor, diğerinde babası ile kendisi kalıyordu.

Çekmecesini açıp defterinin arasındaki fotoğrafı aldı eline. Samimiyetle tebessüm eden altı kişi vardı fotoğrafta. Halası, henüz yeni doğmuş bir bebek olan Enes Hamza, eniştesi. Babası, kendisi, annesi.

Eniştesine gitti zihni. Acaba yaşıyor muydu? Bir gün İsrail askerleri evlerini basıp, eniştesini alıp götürdüklerinden beri ondan haber alamamışlardı. Ne yaşayıp yaşamadığını biliyorlardı, ne bir ölüsü vardı ne de dirisi.. Çok iyi bir adamdı eniştesi. Çok güzel baba olurdu Enes Hamza'ya, eğer oğlunu buyütebilseydi. Ama nasip olmamıştı işte. Enes Hamza, babasını hiç hatırlamıyor, Nidal'in babasına baba diyordu. Yani aslında dayısına. Canı yanıyordu genç kız bunlara tanık oldukça. Nice çocuklar babasız, annesizdi daha...

Annesinin suratına dokundu parmağının ucuyla. Öyle çok özlemişti ki onu! Dört yıl evvel toprağa vermişti annesini. Kadını, İsrail askerlerine saldırma suçuyla alıp götürmüş, yapmadığı bu suçu itiraf etmesini istemişlerdi. İşkencelere dayanamamış, vefat etmişti annesi. Ama şanslıydı, mezarı nerede biliyordu çünkü. Son kez bakabilmişti yüzüne, cansız bedeninin. Kimi insan vardı ki ölüsünü bile göremiyor, bilemiyordu yakınlarının. Tıpkı Eymen Mahir gibi...

Gözündeki yaşları silip fotoğrafı çekmeceye geri bıraktı Nidal. Yatağına uzanıp gözlerini yumdu. Zihni bir süre sonra ailesinden uzaklaşıp yine ona gitmişti. Canı çok yanmış mıydı ki yarasını dikerken? Şimdi nasıl ağrırdı başı kimbilir...

Gözlerini açıp diğer tarafına döndüğünde canı sıkılmıştı. Kalkıp abdest aldı, Kuran okudu. Yarım saat Kuran ile haşır neşir olduktan sonra dua edip yerine koydu Kitabı. Çekmeceyi açıp halasının iplerini karıştırdı. Siyah bir yumağı alıp tebessüm etti, şişleri geçirip besmele ile atkı örmeye koyuldu.

"Ablaa!"

Enes Hamza'nın uykulu ve ağlamaklı sesini duyunca elindekileri bırakıp odaya koştu genç kız. Yatakta oturmuş, masum ve maviş gözleriyle etrafa bakan çocuğun yanına sokuldu ve sarıldı ona. "Ne oldu birtanem? Neden ağlıyorsun?"

"Kötü rüya gördüm. Korktum."

Çocuğu saçlarının üzerinden öptü. "Korkacak bir şey yok miniğim. Unutma, Allah bizimle beraberdir."

Anladığını göstererek başını salladı Enes Hamza. Bir kaç dakika sessizce ablasının kollarında kaldı, ardından kendini geri çekip kızın gözlerine baktı. "Eymen abim hasta olmuş abla, sen de onun yanındaymışsın. Çok mu hasta Eymen abim?"

Çocugun yanağından öpüp "Oh! Seni yerim ben, düşünceli çiçeğim benim." diye yanaklarını sıktı. "İyi Eymen abin, merak etme. İyileşecek bir kaç güne."

"İyileşir dimi? Hem o güçlü zaten!"

Gülümsedi Nidal. "Evet, güçlü.."

Bu konuyu bitirince ayağa kalktı Nidal. "Birazdan babam gelir, hadi sofra hazırlayalım, yardım et bana."

Enes Hamza üzerindeki battaniyeyi tamamen tekmeleyip yataktan aşağı atladı. Sevinçle mutfağa doğru koştu. "Babam bu akşam bana çikolata getirecek!"

Onun peşinden mutfağa giren genç kız gülümsüyordu. "Önce elini yüzünü yıka bakalım. Yeni uyandın."

Enes Hamza koşarak mutfaktan çıktı, elini yüzünü yıkayıp geri geldi ve sofrayı hazırlamaya yardım etti. Bu sırada Ayşa hanım da geri gelmişti. Mutfağa girip onları görünce gururla tebessüm etti. "Aferin benim yavrularıma! Sofra da hazırlarlarmış beraber. Benim oğluşum da mı yardım ediyor ablasına? Akıllı çocuğum benim."

Oğlunun yanağına bir öpücük bırakıp Nidal'e göz kırptı.

"Fatıma yenge nasıldı hala?"

Kadının tebessümü silindi, iç çekti hüzünle. "Enes Hamza, içeriye git de ödevlerini yapmaya başla baban gelene kadar, hadi." deyip çocuğu mutfaktan çıkarttıktan sonra yeğenine baktı. "Nasıl olsun kadıncağız. Bir yandan sabretmeye çalışıyor Allah'ın verdiğidir, başımın üstünedir diye; bir yandan ciğeri yanıyor, acısı gözlerinden okunuyor. Ee kolay değil gencecik evladını toprağa vermek."

Nidal'in içine yayılan o boşluk, sıkkınlık hissi kaşlarını çatmasına sebep oldu. "Kolay değil tabi. Daha 17 yaşındaydı Tarık. Hayalleri vardı, bize ne heyecanla anlatırdı.. En son onu gördüğümde parıldayan gözleri hâlâ aklımda hala. Sınavından çok iyi not aldığı için heyecanlı ve mutluydu. Abisine söylemeye gidiyordu. Çünkü Mervan, eğer sınavından iyi not alırsa yürüyüşe beraber gideceklerine söz vermiş..."

İçi acıyordu kızın. Dayanamayacak gibi hissediyordu bunlara, daha fazla. Bir tarafı hâlâ ayaktayken diğer tarafı yüz üstü yere kapanmıştı sanki.

"Nasip işte kızım. Filistin için yürüyüşe değil, Cennet bahçelerineymiş nasibi."

Dış kapının sesi gelince sohbetleri kesildi, Nidal gidip kapıyı açtı. "Hoş geldin baba." deyip sarıldı adama.

"Hoş buldum."

"Ellerini yıka da gel, sofra hazır."

Hep beraber yemek yediler, Enes Hamza sofra duasını yaptı büyük bir gururla. İçeriye geçtiklerinde çikolatasını heyecanla aldı Süleyman beyden ve paketini açtı. Nidal mutfağı topluyordu. Koşarak ablasının yanına gitti. "Abla! Paylaşalım mı?"

Gözlerinin dolduğunu hissetti, burnunu çekti Nidal. Elindeki tabakları tekneye koyup küçük çocuğun önünde çöktü. "Teşekkür ederim ablacığım. Sen ye." deyip yanağını içtenlikle öptü.

Enes Hamza hâlâ aralarında tutuyordu paketi. "Ama sen de çok seviyorsun çikolata."

Aniden gelen dürtüyle ona sıkıca sarıldı, göğsüne bastırdı. "Seni daha çok seviyorum. Şimdi yanağından bir tane daha alayım yeter bana." deyip diğer yanağını da öptü. "Oh! Çok tatlıymış! Çikolatadan bile daha tatlı hem de!"

Gülümseyen ablasına gülümsedi Enes Hamza ve çikolatanın ucundan kopartıp kızın dudaklarına uzattı. "Yine de azıcık ye."

Dudaklarına çoktan değen parçayı ısırdı Nidal. İşte bu, dünyanın en tatlı çikolatasıydı. Yediği en lezzetli çikolata..

🇵🇸

"Ben çıkıyorum." deyip içeriye son kez seslendi genç kız ve sokağa adım attı. Derin bir nefes aldı, taze havayı içine çekti. Bir süre yürüdükten sonra Süreyya teyzenin evine varmıştı. Kapıyı çalıp bekledi, açılınca içeriye girdi. Yaşlı kadına selam verip içeriye geçti. Kucağına konmuş tepsiye bakılırsa yemek yiyen Eymen Mahir'e de selam verdi, bir köşeye oturdu.

Selamını alıp yemeğe devam etti genç adam. "Nasıl oldun? Ağrı kesici getirdim, ağrın vardır diye."

"İyiyim elhamdülillah. Teşekkür ederim, iyi düşünmüşsün."

Süreyya hanım az evvel oturduğu yere oturup iğnesini ve kumaşı eline geri aldı. "Çocuk dün de pek uyuyamamış, bir uyku bastırdı ki sorma. Zor durdu vallahi. Şimdi yemeğini yedikten sonra uyuyabilir dimi kızım?"

Nidal "Uyuyabilir Süreyya teyze." dediğinde "Çok şükür!" diye sitemli bir cümle bıraktı ortaya Eymen Mahir. Kız ona ters bir bakış attı görmese de, ardından kadına döndü. "Sen ne dikiyorsun böyle?"

"Enes Hamza'ya bez oyuncak dikeceğim. Ayıcık gibi bir şey yapacağım işte. Ama sakın bitene dek söyleme, sürpriz olsun."

"Yaa, Allah razı olsun Süreyya teyzem. Ne güzel düşünmüşsün. Söylemem, merak etme." deyip kadına gülümsedi Nidal.

"Hemşire hanım, şu tepsiyi alabilir misiniz size zahmet?"

Duyduğu cümle üzerine ayağa kalkıp genç adamın kucağındaki tepsiyi aldı ve mutfağa götürdü Nidal. Süreyya hanıma bırakmamak için kendisi topladı bulaşıkları. Tezgahta bir kaç parça daha bulaşık vardı, onları da toparlayıp içeriye girdiğinde Eymen Mahir'in çoktan gözlerini kapatmış olduğunu gördü.

"İlacı içti, uyudu hemen." dedi fısıltı ile Süreyya hanım. Başını salladı Nidal ve az evvel kalktığı yere oturdu.

Süreyya hanım uyuyan adama baktı, iç çekti. "Ona bir şey olmadı ya çok şükür, iki yüz fidan feda olsun."

"Çok şükür." diye fısıldadı Nidal ve devam etti. "Garip olan ne biliyor musun Süreyya teyze? Dünyanın neresine gidersen git "kardeşliği, barışı" temsil eden zeytin dalları, birilerince kesilip koparılıyor, yerlerde ölüce yatıyor. Ve hiçkimse ses çıkarmaya kalkmıyor. Bu demek ki, ne kardeşlik ne de barış artık ruhunu koruyamaz hale gelmiş yeryüzünde."

Elini, genç kızın elinin üzerine koydu. "Haklısın kızım, ama sakın ümitsiz düşüncelere kapılma sen."

"Nasıl kapılmayayım? Annem haksız yere tutuklanıp işlemediği bir suçu itiraf etmesi için zorlanırken işkencelerle ölmedi mi? Eniştemi bir gün durup dururken zorla alıp götürdüler, yaşıyor mu öldü mü haberimiz yok. Enes Hamza, babasını bir kere bile göremedi. Babama baba diyor, dayısına! Halam her gün bir haber gelir umuduyla dua etmeye devam ediyor yıllardır. Geçen hafta, İsrail'in kör kurşunlarından birine, sadece o caddeden o anda geçtiği için hedef olmadı mı Tarık? Daha hayalleri vardı, bize anlatıyordu heyecanla. On yedi yaşında bir genç ne kadar yolun başındaysa, o da o kadar yolun başındaydı. Ama şimdi geriye sadece adı kaldı: Tarık Savali."

Yaşlı kadın iç çekti. "Evet, her dediğin doğrudur kızım. Hatta eksiktir bile. Kaç tane Tarık var, kaç tane enişten gibi, annen gibi Filistinli var daha! İsrail ancak öldürmesini bilir. Planlarına engel olacak kim varsa, halkımızın vatan sevgisini su yüzüne çıkaran hangi direniş lideri varsa tek tek şehit etti. Aksa'ya girmeyelim diye sürekli zorluklar ve yeni yasaklar çıkardılar. Yaş sınırları getirdiler. Mescid-i Aksa'yı yıkmak için çeşitli örgütler kurdular. Kocaman duvarlar ördüler Kudüs'le Batı Şeria arasına. Üstelik daha çok toprak işgal etmiş olmak için girintili çıkıntılı ördüler, dümdüz değil. Bu zulümler karşısında korkacağımızı sanıyorlar. Ama yanılıyorlar. Bu bizim sınavımız, insanlığın sınavı. Sabredeceğiz. "

Yorgun bakışları bir an gözleri kapalı adama gidip geldi genç kızın. "Öyle ama, asıl mesele büyürken öğrenmek değil mi Süreyya teyze? Bazen ağır geliyor bana, çok ağır. Kaldıramayacakmışım gibi. Ben bu denli sabırlı olmayı öğrenmedim, öğretmedi kimse."

Yaşlı kadın elindekileri tamamen kenarı koyup Nidal'in ellerine uzandı. "Her şeyi büyürken öğrenmiyoruz ki evladım. Hayat bize beklenmedik zamanlarda beklenmedik şeyler öğretir. Biz Allah'ın verdiklerine razı olup, O'nun yardımına güveneceğiz. O'na dayanacağız. Teslimiyet kızım, teslimiyet. Yalnız dil değil kalp de teslim olacak."

Başını salladı Nidal, kadının haklı olduğunu belirtircesine. Bu sırada kapı çalmıştı. "Sen dur, ben bakarım Süreyya teyzem." deyip kalktı Nidal. Kapıyı açtığında karşısında Mervan'ı buldu.

"Hoş geldin Mervan." deyip içeriye girmesi için kapının önünden çekildi.

Genç adam ayakkabılarını çıkarırken bir yandan da endişe ile konuşuyordu. "Hoş buldum, Selamünaleyküm Nidal. Eymen Mahir burada mı? Duyduklarım doğru mu, yaralanmış mı?"

"Aleykümselam. Eymen Mahir iyi, uyuyor şimdi içeride."

Mervan girince kapıyı kapattı Nidal, içeriye girdiler ard arda. Süreyya hanımın yanına gidip elini öptü, selam verdi genç adam. Ardından uyuyan arkadaşının yanına gidip başındaki yaraya baktı. Sarılı olduğu için göremese de tahmin edebiliyordu. Suratını buruşturdu istemsizce. Eymen Mahir'in üzerindeki battaniyeyi düzeltip güzelce örttükten sonra Süreyya hanımın yanına geçip oturdu.

"Başı epey yarılmış, kötü olmuş dedi Emced. Bir şeyi yok değil mi?"

Nidal güven verircesine baktı Mervan'a. "Dikiş attık, pansuman da yaptık. İyi çok şükür, endişelenme. Biraz dinlenmesi ve bir süre çok yorulmaması gerekiyor sadece."

Mervan şaka mı yapıyorsun bakışlarını sundu genç kıza. "Yorulmaması ve dinlenmesi en imkansız kişi hakkında konuşuyorsun şuan Nidal, farkında mısın?"

"Farkındayım, ama gerçek bu."

Süreyya hanım ciddi ve emin bir şekilde girdi araya. "Ben onun kulağını çekerim eğer kendini yormaya kalkarsa, merak etmeyin siz. Eee, söyle bakayım annen nasıl oldu Mervan'ım?"

Mervan'ın omuzlarına bir an ağırlık çöktü. Hiç gitmemişti oradan aslında, şimdi daha fazla hissetmişti yalnızca.
"Nasıl olsun, Tarık'ın şehadeti en çok onu yıprattı. Şimdi daha iyi ama, işte..."

Hüzünle başını salladı yaşlı kadın. "Doğrudur... Anne yüreği, dayanır mı hiç evladını kör kurşunlara feda etmeye? Sen nasılsın oğlum? Üzmüyorsun kendini değil mi?"

"İyiyim elhamdülillah Süreyya teyze. Üzülmüyorum, hatta kıskanıyorum bile ben kardeşimi. Abilerinden önce şehitlik şerefine erişti Tarık."

Süreyya hanım onun bu tutumuyla gurur duymuştu. "Güzel evladım benim." deyip yanında oturan Mervan'a sarıldı.

Nidal, tebessüm ederek baktı onlara. Mervan oldu olası böyleydi işte. Hep güçlü, hep dik, sabırlı. Filistin gibi. Lâkin o söylemeden bilemezdin ne hissettiğini.

Filistinde böyleydi. Bir fidan şehit olunca insanların yüzlerinde gözyaşlarından çok gurur yer ederdi.

27Nisan2020Pazartesi
Selamunaleyküm 🇹🇷🇵🇸

Continue Reading

You'll Also Like

112M 4.5M 157
''Birlikte belanın içine batabileceğimiz kadar battık. Ve şimdi, seni bırakmayacağım... Benimle misin?'' --- Zeynep, kendini yeni okuluna başladığı...
473K 24.4K 30
"Gizem?" dedi sorar bir biçimde. "Üsteğmen Serhat Karalar'ın kardeşi, Gizem?" Gözlerimi, şaşırdığı belli olan gözlerine diktim ve gülümseyerek başım...
763K 2.2K 2
"Hakan kendine gel dostum. Sana göre mi o kız. Bu kız Camiden çıkmıyor, sen ise bardan çıkmıyorsun. Bu kız hiç bir yabancı erkeğin gözlerine bile ba...
808K 30.3K 45
22'sinde deli dolu bir genç kız... 24'ünde Mardin'in en tanınmış aşiretinin torunu... Aşkı tatmamış dört gencin başından geçenlere tanık olacağız...