Stay away, please... |Jikook|

By JikookShipperB

1K 86 124

ᵖᵃʳᵃˡⁱʸᶻᵉᵈ "Sürekli beni izliyorsun, seni tanımama izin ver." "Uzak dur, lütfen..." -Jikook / oneshot- More

'İzin verirseniz, güzelliğinize bir buket armağan etmek istiyorum.'

1K 86 124
By JikookShipperB

                                    2017

"Merhaba, iyi günler."

Kapının üstüne asılı olan zilin hoş tınısıyla içeri, şık giyimli bir beyefendi girdi. Yumuşak ses tonu içimdeki yeni müşteri heyecanını alırken gülümsedim nazikçe, "Hoş geldiniz."

"Şey, ben kız arkadaşıma evlenme teklifi edeceğim fakat nasıl bir buket almalıyım bilmiyorum. Yardımcı olabilir misiniz?"

"Tabii ki seve seve, ama sizin yardımınıza da ihtiyacım olacak."

Renkli vazoların yanına ilerledik beraber. Tüm çiçekleri, kendileriyle aynı renk vazolara özenle yerleştirmiştim. Kabul ediyorum, birazcık düzen takıntım olabilirdi.

"Kız arkadaşınızı benzettiğiniz, onunla özleştirdiğiniz bir çiçek var mı?"

Genç adam bir süre çiçeklerde takılı kaldı. Düşündü, düşündü, gülümsedi.

"Onu özleştirdiğim değil de; çok sevdiği, her gördüğü yerde eğilip kokladığı papatya var."

"Hmm, papatya masumiyeti ve yeni başlangıçları simgeler ayrıca çiçek dilimde anlamk temiz kalptir. Buketinizde kesinlikle yeri olmalı bence. Peki, kız arkadaşınızın sevdiği renkler?"

"Kırmızıyı ayrı sever."

Klasikleşmiş olarak kırmızı güllerden aldım elime, "Aşkın en büyük simgesi kırmızı gül, kız arkadaşınızın seveceğini düşünüyorum."

Genç adam gülümseyip beni onayladı, birkaç tane daha aşk dolu çiçek seçip buketi güzelce hazırladım.

"Not yazmak ister misiniz?"

"Gerek yok teşekkür ederim, bizzat ben vereceğim için."

Buketin önüne kırmızı kurdeleyle kusursuz bir fiyonk yapıp buketi genç adama teslim ettim.

"Umarım güzel bir akşam geçirirsiniz, mutluluklar dilerim."

"Teşekkür ederim, artık her çiçek alacağım zaman buraya geleceğim. Çiçeklere olan hayranlığınız muhteşem."

"Onlar benim hayatımın tümünü kapsıyor."

Genç adam ücreti ödeyip gülümsedi, "Varsa kartınızı alabilir miyim?" 

Masanın üstündeki minik çekmeceden kartımı çıkarıp verdim, "Yine bekleriz efendim."

"Geleceğimden emin olabilirsiniz, iyi günler."

Sonunda gittiğinde arkama yaslanıp bacak bacak üstüne attım. Gözlerimi yumup başımı duvara yasladım. Bugün biraz hasta gibiydim.

"Ben geldim Jiminie."

"Hoş geldin Tae."

Taehyung, en yakın arkadaşımdı. Hayatımda ailemden sonra her şeyim diyeceğim tek insan.

"Nasılsın bebeğim?"

"Hasta olacağım sanırım, halsizim biraz."

"O zaman sana gelip çorba yapayım akşam."

Parlak gözlerle yanıma yerleşen Taehyung'a baktım. Üniversitede gastronomi okuduğundan müthiş yemek yapıyordu.

"Gerçekten yapar mısın?"

"Tabii ki bebeğim, senden değerli mi?"

Gülümseyip başımı omzuna koyup gözlerimi kapattım. Biraz uyusam bir şey olmazdı sanırım.

"Bu arada, hemen şu karşıda bankta oturan çocuğu gördün mü? Hareketsiz burayı izliyor."

"Ne?"

Başımı kaldırıp karşıya baktım. Sahiden, bir genç oturmuş bu tarafa bakıyordu. Giyimi düzgün, saçları güneşten dolayı parlaktı.

"Geçen gün de görmüştüm onu, yine orada oturuyordu. Sen ilk defa mı görüyorsun Jimin?"

"Evet, hiç dikkat etmemişim."

Merakıma yenik düşüp ayağa kalktım. Kapıya doğru ilerleyip dışarı çıktım. Yerde vazolarda duran herhangi bir çiçekten alıp kapı pervazına yaslandım. Derin bir nefes alıp gökyüzüne baktım. Sonbahar ayı gelmiş fakat sonbaharı getirmemişti. Aylardan eylül, günlerden birdi.

Bakışlarım istemsizce karşıda oturan genci bulduğunda onun da bende olan bakışları yere indi. Bu sıcak havada üzerinde ceket vardı, kapüşonu da kapalıydı. Bunaltıcı olmalıydı.

"Bebeğim, Namjoon aradı. Buralardaymış beni çağırıyor. Akşam yanına gelirim."

"Gerek yok, gelmek zorunda değilsin. Namjoon'la işi ilerletirseniz falan yarıda bırakıp gelme sakın."

Gülüp omzuma vurdu hafifçe, "Akşam görüşürüz."

"Görüşürüz~"

Arkasından el sallayıp elimdeki çiçeği yeniden vazoya koydum. Kapıyı kapatmadan içeri girip oturdum. Bugün de çoğu gün gibi, gelen giden pek yoktu.

Bakışlarım yeniden karşı bankı bulurken, onun yeniden buraya baktığını gördüm. Ben dışarıdayken bana bakmıyordu fakat içeri girdiğimde gözü buradaydı.

Saate baktım, akşam üstü çoktan olmuştu. Ayağa kalkıp çiçeklere biraz su verdim. Dışarıda duranları içeri alıp onları da suladım. İnce ceketimi alıp belime bağladıktan sonra dükkandan çıkıp kapıyı kilitledim.

Çaktırmadan banka bakıp önüme döndüm, hâlâ oradaydı.

Ona bakmadan adımlarımı banka çevirdim. Hızlı hızlı ilerleyip banka, sürekli gözü dükkanımda olan gencin yanına oturdum. Benden uzaklaşıp kalkacak gibi olduğunda sessizce konuştum.

"Hava çok güzel değil mi?"

Yutkunma sesini duyduğumda istemsizce gülümsedim. Bakışlarımı ona çevirdiğimde banktaki elime baktığını fark ettim. Elimi yavaşça kaldırıp kollarımı göğüsümde bağladığımda bakışları da yukarı çıkmıştı. Kısacık bir an gözlerime baktığında ben de ciddiyetle baktım ona. Tabii, bakışlarını hızla çekip ayağa kalkmıştı.

"Gitmeliyim." Usulca, kısık sesle söyleyip koşa koşa gittiğinde bir süre arkasından baktım. Sanırım, hayatımda yaşadığım en garip olaylardan biriydi bu.

O gittiğinde ben de ayağa kalkıp yürümeye başladım. Evim yakın ve hava güzel olduğundan yürüyerek dönüyordum eve. Hem temiz hava halsizliğime de iyi gelirdi.

Geçen birkaç dakikanın ardından sonunda eve geldiğimde direkt kendimi koltuğa bıraktım. Ne yemek yemek, ne de bir şeyler yapmak istiyordum. Yalnızca uzun uzun uyumak ve banktaki genci düşünmek istiyordum. Evet, onu düşünmek istiyordum çünkü aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Benimle konuşmak yerine kaçması, sanki ona dokunacakmışım gibi korkup uzaklaşması... Fazla garipti.

Gözlerimi kapatıp düşüncelerime daldım. Sanki bir bulutun üstüne oturmuş, düşüncelerim arasında geziyor gibiydim.

Duyduğum kapı sesiyle zorlukla gözlerimi araladım. Her yer kapkaranlık olmuştu, sanırsam uzun bir süre uyumuştum. Ayağa kalkarken bir yandan da telefonumdan saate baktım, sahiden yaklaşık 4-5 saat uyumuştum.

"Kim o?"

"Ben geldim Jimin!"

Taehyung'un sesini duyduğumda kapıyı açtım yavaşça.

"Uyuyor muydun? Özür dilerim bebeğim biraz geç kaldığımın farkındayım."

"Sorun yok, bayağıdır uyuyormuşum zaten. İyi oldu uyanmam, yoksa gece uyuyamazdım."

Taehyung beni onaylayıp elindeki torbayı ve sırt çantasını masaya bıraktı.

"Sana çorba yaptım Jimin."

Koltuğa otururken gülümsedim, "Bir tanesin sen."

Taehyung torbadan çorbayı çıkarıp mutfağa gittiğinde ben de peşinden gittim. Ellerimi arkasından beline sarıp başımı sırtına yasladım.

"Sen iyi misin Jimin? Bir şeyler olmuş gibi."

Hiçbir şey söylemeyip sarılmaya devam ettim. Çorbayı ısıtıp kaseye koydu. Bana dönüp gülümseyerek tek eliyle çorbayı tutarken, diğer eliyle de beni tuttu.

"İyi misin?"

"İyiyim."

Cevabımdan tatmin olmasa da beni belimden nazikçe itip salona getirdi. Beraber koltuğa oturduk.

"Şimdi, ben sana bir yandan çorba içirirken sen de bana derdini anlatacaksın."

Derin bir nefes verip bana uzattığı kaşıktaki çorbayı içtim.

"Sen gittikten sonra dükkanı kapattım. Çıkarken-" Ağzıma dayadığı kaşıkla cümlemi bölüp çorbayı içtim.

"Çıkarken baktım o bankta oturan çocuk hala orada. Dedim ki bir yanına gidip hakkında bir şeyler öğreneyim. İşte gittim yanına oturdum. Dedim ki-"

Taehyung yeniden bir kaşık uzattığında yeniden çorbayı içtim.

"Dedim ki 'hava çok güzel değil mi?' O da bana bir şey demeyip kaçtı. İnanabiliyor musun? Resmen bir anda kaçtı benden."

"Sorun bu mu?"

"Yani, aklıma takıldı. Neden benden kaçtı ki?"

Taehyung çorbadan bir kaşık da kendi içip şüpheyle bana baktı, "Belki de hastadır."

"Belki de... Ama yine de aklım takıldı. Garip hissettim."

"Sorun etme, yarın gelirse yine konuşmaya çalışırsın."

"Haklısın."

O gün, her ne kadar içim umut dolu olsa da pek düşündüğüm gibi olmadı. Banktaki çocuk ben ona doğru ilerlediğimde hızla uzaklaşmıştı. İnanır mısınız, bir ay bu şekilde geçmişti. Ben ona her yaklaştığımda o benden uzaklaşmıştı.

Ve bugün, yine her şey aynıydı. O bankta oturuyordu. Ben içerde, çiçeklerle ilgileniyordum. Yüksek sesle gök gürlediğinde hızla dışarı çıkıp dışardaki çiçekleri içeri taşımaya başladım.

Sabah Taehyung'la beraber taşıdığımız büyük, ağır saksıyı içeri taşımaya çakışırken. Birden ağırlığın hafiflediğini hissettim. Hızla başımı kaldırıp karşıma baktığımda onu gördüm. Banktaki çocuk...

"A-a, sen?"

"Zorlandığını gördüm, yardım etmek istedim."

Gülümsedim istemsizce, sesini tam olarak ilk defa duymuştum. Kalbim hızlı hızlı atıyordu.

Büyük saksı başta olmak üzere, diğer saksıları da beraber taşıdık. Son saksıyı da içeri koyduğunda kapıda durdu. Bana uzun uzun baktığında hiçbir şey söylemeyip ben de ona baktım.

İnce dudakları, hafif uzun ön dişleri, kocaman gözleriyle çok tatlıydı. Küçük bir çocuk gibi görünse de değildi. En az on sekiz yaşında vardı.

"Ben gideyim."

"Hayır! Bekle lütfen!"

Sesimi duyunca durdu. Arkası dönüktü. Yanına ilerleyip nazikçe omzuna dokundum. İrkilip bir adım uzaklaştı ve bana döndü.

"Bir kahve içsen? Hem, yağmur başlıyor."

Yutkunup gökyüzüne baktı. Hafif atan yağmuru fark edince bana döndü yeniden.

"P-Peki."

İçeri geçip gördüğü ilk koltuğa oturdu. Ben de içeri geçip kapıyı kapattım. Sonunda onunla konuşabilecektim.

"Kahveyi nasıl içersin?"

"Sütlü olursa sevinirim, şeker olmasın ama."

Bir yandan elleriyle oynayıp bir yandan bana mırıldanarak cevap veriyordu. Ah hadi ama aşırı tatlıydı...

Kahveleri hazırlayıp yanına geldim. Sandalyeyi karşısına çekip oturdum.

"Ee, anlat bakalım. Kimsin sen?"

"Hiç kimseyim. Öylesine boş biri."

Kahvemi masama bırakıp ayağa kalktım. Ona doğru biraz yaklaştım, "Sürekli beni izliyorsun, seni tanımama izin ver."

"Uzak dur, lütfen..."

Adımlarımı durdurup gülüşümü soldurdum. Tek amacım biraz samimiyet kurmaktı sadece.

"Özür dilerim, seni korkutmak istememiştim. Bir şey de yapmayacaktım zaten. Üzgünüm, gerçekten."

"Sorun yok, gitmeliyim."

Kahvesini hızla bırakıp ayağa kalktığında kapının önüne geçip ona dokunmadan durdurdum.

"Lütfen gitme, beni yanlış anladın."

"Ç-Çekil, lütfen çekil. Çok utanıyorum, lütfen."

"Bak, sakinleş bir lütfen. Amacım sana kötü şeyler yapmak değil, seni tanımak istiyorum sadece."

Birkaç derin nefes alıp verdi. Sandalyeye oturup sırt çantasına sıkı sıkı sarıldı.

"Sakin ol, kahveni iç hadi."

Birkaç dakika geçtikten sonra yeniden söze girdim.

"Bir süredir seni görüyorum, şu bankta otururken yani. Benden hep bir şekilde kaçtın, neden? Merak ediyorum yani, bu normal değil mi?"

"Haklısın... Adım Jungkook, on dokuz yaşındayım. Bu kadar."

"Hmm, madem bu kadar Jungkook; o halde ben de Jimin ve yirmi dört yaşındayım."

Jungkook şaşkınca bana baktığında istemsizce gülümsedim.

"Yirmi dört mü? Aman Tanrım... Çok daha küçük olduğunu sanıyordum."

Daha da gülümsedim, "Sahiden mi? Bence tam olarak yirmi dört gösteriyorum."

"Bilmem ki, biraz boyuna aldandım sanırım."

Ona istemsizce şaşkınca baktığımda bir anda telaşa kapıldı.

"Y-Yani yanlış anlama lütfen, dalga geçmek için söylemedim yemin ederim, lütfen inan bana özür dilerim gerçekten. Zaten ben senden biraz daha kısayım neden seninle dalga geçeyim? Özür dilerim lütfen yan-"

"Tamam, sakin ol. Dalga geçtiğini düşünmedim zaten."

"Bak, gerçekten seninle dalga geçemem zaten."

Dediği şeyle başını eğdiğinde gülümsedim.

"Neden?"

Başını kaldırmayıp sessiz kaldığında ayağa kalktım. Önüne ilerleyip çömeldim. Biraz başını kaldırıp bana baktığında nazikçe gülümsedim. İster istemez o da gülümsedi.

"Kimsin sen... Hm? Neden yanımdan gitmeni istemiyorum?"

Yutkunduğunu hissettiğimde hafifçe kıkırdadım. Çekinsem de elimi yavaşça yanağına çıkarıp nazikçe okşadım. Gözlerini yumup aksi tepki vermediğinde rahat bir nefes verdim.

"Neden sürekli beni izliyordun Jungkook?"

"B-Bir anda adımı söyleme... Heyecanlanıyorum..."

İstemsizce güldüğümde o da güldü. Tanrı aşkına... Bu çekim neydi böyle?

"Bana nedenini söyle. Lütfen..."

"Bunu sorma işte. S-Söyleyemem. Rahatsız oluyorsan bir daha gelmem yemin ederim. Amacım seni rahatsız etmek değildi."

Elimi yanağından çekip bacaklarına tutundum, "Rahatsız değilim ki. Sadece merak ediyorum."

Jungkook derin bir nefes verip gözlerini açtığında gözlerimi ona kenetledim. Bir süre sonra o da bana baktığında dolu gözlerini fark ettim.

"S-Seni rahatsız edecek bir şey mi söyledim? Özür dilerim Jungkook."

Jungkook başını olmsuz anlamda sallayıp hızla ayağa kalktı, "Gitmem lazım. Büyükannem beni bekler."

Ben de ayağa kalkıp onun önüne geçtim, "Pekala. Ama bekle, sana bir şey vereceğim."

Hızla çiçeklerime ilerleyip minik bir buket hazırladım.

"Al bakalım."

"K-Kimin için bu?"

"Büyükannen için. Seni güzelce yetiştiriyor, belki mutlu olur."

Başını eğip gülümsediğinde ben de gülümsedim. Nazikçe buketi tutan elinden tutup kaldırdım.

"Bu çiçekleri seni düşünerek seçtim. Kalbinin temiz olduğunu düşündüğümden papatyalar ekledim, masum görüntünden dolayı beyaz gül, bir tane sarı lale ekledim çünkü çok gergindin ve son olarak kırmızı krizantem bana bakışlarındaki isteği gördüm. Sessiz fakat büyük bir istek. Umarım büyükannen bunları beğenir."

Jungkook dolu gözleriyle bana baktığında gülümsedim, "Ah... Neden gözlerin dolu dolu oldu birden?"

"Kalbin, tüm bu çiçeklerden daha güzel."

Buketi sıkı sıkı tutup bir anda koşmaya başladığında arkasından birkaç adım attım.

"Heey! Yarın yeniden gel tamam mı?!"

Bana cevap vermeyip koşmaya devam ettiğinde gülümsedim. Şapşal... Nasıl da utangaçtı.

Dükkanı toplayıp eve yürüdüm. İçimdeki sevinçten dolayı seke seke gidiyordum neredeyse.

'Neredesin bebeğim? Bugün az konuştuk.'

'Eve gidiyorum TaeTae, akşam planın var mı? Konuşmamız lazım.'

'Ben de sana söyleyecektim aynı şeyi, buluşmamız gerekiyor.'

'Tamamdır, saat on gibi gelip beni alabilirsin o zaman.'

'İyi alayım bari, hadi öptüm.'

'Ben de, hoşça kal.'

Eve girer girmez biraz dinlenip hazırlanmıştım. Zaten çok geçmeden Tae gelip beni almıştı. Genellikle geldiğimiz bara gelmiştik.

"İşte, anlayacağın bugün böyleydi."

"Jimin! Bu çocuk sana aşık farkında mısın?"

Derin bir nefes alıp biramdan yudumladım, "Bilemiyorum, o çocuk gibi. Evet, çok yakışıklı. Bunun yanında tatlı da aynı zamanda. Kalbinin de tertemiz olduğuna eminim."

"Eh daha ne istiyorsun? Sen onun peşini bırakma derim ben."

"Ee, hep benden bahsettik. Sen ne söyleyecektin bana?"

Gülümseyip başını eğdi. Daha önce neredeyse hiç utandığını görmediğim Taehyung utanıyordu.

"Aman Tanrım utanıyorsun! Ne oldu?"

Sürekli arkasında tuttuğu elini çıkarıp gülümsedi, "Namjoon bana evlenme teklifi etti."

Ağzımı ellerimle kapayıp kocaman gülümsedim. Hızla ayağa kalkıp oturan Taehyung'a sıkıca sarıldım.

"Nasıl sevindim anlatamam! Birtanem beniimm~"

Taehyung seslice gülerek bana sıkı sıkı sarıldığında biraz geri çekilip yanaklarından öptüm.

"Çok çok çok mutlu olacaksınız. Yemin ederim o kadar mükemmel olacak ki."

"Biliyorum... Biliyorum. Ama biraz korkuyorum da aslında. Biraz daha beklemeli miydik diye düşünmeden edemiyorum. Yanlış anlama, ondan yana hiçbir şüphem yok ama... yirmi dört yaşındayım işte."

Eğilip yere çöktüm. Ellerini tutup gözlerine baktım.

"Bebeğim, ne olmuş yirmi dört yaşındaysan? Zaten Namjoon hyung ile yaşıyor gibisin. Evlendikten sonra hayatında değişen pek bir şey olmayacak ki. Çok güzel olacak."

Taehyung dolu gözlerini silip gülümsediğinde daha da gülümsedim.

"İşte böyle."

O gece biraz duygusal geçmişti ikimiz için. Bardan erken çıkıp sessiz sakin bir deniz kenarında hayatımız hakkında sohbet etmiştik. Gerçekten... Nasıl da büyümüştük böyle? Hayatımda elde tutulur neredeyse hiçbir şey yoktu.

O gece aklımdaki Jungkook ile girmiştim yine yatağa. Rüyalarımda beni yalnız bırakmamasını düşleyerek...

Bir sonraki gün, heyecanla dükkana gidip tüm gün Jungkook'u beklemiştim. Gelmemişti.

Sonraki gün ve sonraki gün derken iki buçuk ay gibi bir süre böylece kayıp gitmişti. Jungkook, hiç gelmemişti. Ne banka, ne de dükkanıma.

Ben ise her gün, aynı heyecanla beklemiştim.

"Merhaba oğlum."

İçeri yaşlı bir teyze girdiğinde hızla yanına ilerleyip gülümseyerek elindeki ağır görünen alışveriş tobalarını aldım. Yere bırakıp koluna girdim nazikçe.

"Hoş geldiniz efendim. Buyrun, oturun lütfen. Bir şey içmek ister misiniz?"

"Sağ ol oğlum. Ben torunuma çiçek almaya geldim. Hemen eve gitmem lazım, bensiz yapamaz."

"Tabii teyzeciğim. Nasıl bir buket istersiniz?"

"Dur dur, sana kurumuş buket fotoğrafı göstersem aynısını yapabilir misin bana?"

"Tabii ki efendim."

Hafif titreyen elleriyle telefonundan bir fotoğraf açtı. Telefonu bana verdi.

"Biraz zaman önce torunum eve bu çiçekle geldi. Bana olduğunu söyledi ama hiç bana gibi değildi. Ben de öyle olunca odasına koymuştum."

Bukete baktığımda direkt tanımıştım. Bu benim Jungkook'a yaptığım buketti.

"Torununuz yaramaz biri sanırım. Size alışveriş için yardıma gelmemiş."

Dalga amaçlı söyleyerek buketi hazırlamaya başladım. Yarısına gelmişken yaşlı kadın derin bir nefes aldı.

"Torunum mükemmeldi. Her gün dışarıdaydı ama bir gün... Çiçekle eve geldiği günün sabahı güzelce hazırlanıp çıkmıştı evden. Çok heyecanlı görünüyordu, sürekli gülümsüyordu hiç unutmuyorum. Yolda araba çarptı ona. Yetmezmiş gibi bir de kaçacağım derken bacaklarının üstünden geçmiş. Artık yürüyemiyor."

Elimdeki buket saksıların üstüne düşerken hızla kadına döndüm.

"Torunuzun adı, Jungkook mu?"

"Evet oğlum, tanıyor musun onu?"

Tüm bedenim titrerken hemen yaşlı kadının yanındaki sandalyeye bıraktım kendimi. Ellerimi yüzüme kapatıp derin nefesler almaya başladım.

"Tanıyorum... O buketi ona ben vermiştim. Sonraki gün de benim yanıma geliyordu."

Yüzümü silip yaşlı kadına çevirdim bakışlarımı, "Hiç yürüyemiyor mu?"

"Hayır oğlum. Doğru düzgün sandalyesine bile oturmuyor, dışarı elini bile uzatmak istemiyor."

Dolu gözlerimi saklamak amacıyla yere düşürdüm bakışlarımı.

"Doktora gitmeyi de reddetti. Dışarı çıkmamak için her şeyi yapıyor. Tüm muayeneyi evde de yapamıyorlar."

"Ben de sizinle eve gelebilir miyim? Onu doktora götürmek için ikna edeceğim."

"Seni kabul etmeyebilir."

"Ben kendimi kabul ettiririm. Gerçekten."

Kadın burukça gülümseyip elimi tuttu, "Teşekkür ederim evladım."

Kendimi toplayıp ayağa kalktım. Buketi güzelce tamamlayıp dışarıdaki saksıları içeri taşıdım. Büyük olanı Taehyung gelmediği için çıkaramamıştım zaten.

"Gidebiliriz teyzeciğim."

Kenarda duran alışveriş torbalarını alıp yaşlı kadına kolumu uzattım. Koluma tutunduğunda dükkanı kapatıp çıktık.

En fazla on dakikalık bir yürüşten sonra çok büyük olmayan müstakil eve geldik.

"Sen o torbaları bana ver de bir an önce git Jungkook'umun yanına."

"Mutfağa bırakmam daha doğru olur."

Yaşlı kadının gösterdiği yere ilerleyip torbaları bıraktım. Buketi alıp yine yaşlı kadının gösterdiği Jungkook'un odasına ilerledim. Kapalı kapı önünde biraz soluklandım. Ağlamak istemiyordum fakat çok zor olacaktı.

Elimdeki buketi sıkıca tutup kapıyı tıklattım.

"Büyükanne?"

Sesimi çıkaramadım. İstemsizce tekrar tıklattım kapıyı.

"Girebilirsin büyükanne, kapıyı tıklatmana gerek yok ki!"

Derin bir nefes daha alıp içeri girdim. Yüzündeki minik tebessüm anında solduğunda minik bir gülümsemeyle baktım ona.

"S-Sen... Beni görmemeliydin. Çık odadan lütfen!"

Yutkunup yanına ilerledim.

"İzin verirseniz, güzelliğinize bir buket armağan etmek istiyorum." Ekledim, "Yanında kalbim ile beraber."

Ellerini yüzüne kapatıp burnunu çektiğinde buketi yatağın kenarına bırakıp ayağa kalktım. Ellerimi nazikçe kollarına koyup yüzümü yüzündeki ellerine koydum.

"Ağlama..."

Ağlaması daha da şiddetlendiğinde dudağımın dibindeki ellerinden öptüm nazikçe.

Fısıldadım, "Seni seviyorum."

Ellerini yüzünden çektiğinde biraz uzaklaşıp gözlerine baktım. Kıpkırmızı olmuştu.

"N-Ne?"

Ellerimi yanaklarına koydum, "Seni seviyorum, seni seviyorum, seni seviyorum..."

Başını yana kaydırıp boynuma sıkıca kollarını sardığında ben de ellerimi yanaklarından çekip beline sarıldım.

O hıçkıra hıçkıra ağlarken, kendimi daha fazla tutamazdım.

"Ben de seni seviyorum. İlk gördüğümden beri
s-seviyorum."

Gülümsedim gözyaşlarım arasında. Nazikçe belini okşayıp omzuna minik bir öpücük bıraktım.

"Keşke bir şekilde haber verseydin bana. Hep yanında olurdum, beraber gezerdik, yemek yerdik, eğlenirdik. Senin bu durumun hiçbir şeye engel değil ki birtanem..."

"Beni böyle görmeni istemedim. Kimsenin beni görmesini istemedim."

Kollarımı bedeninden çekip oturdum yatakta. Gözyaşlarımı silip gülümsedim.

"Seni kaldırmamı ister misin?"

O da gözlerini sildi, "Bilemiyorum."

Nazikçe elini tuttum, "Artık utanmana gerek yok. Çünkü utanılacak hiçbir şeyin yok. Tamam mı? Hadi kalkalım."

Onu belinden tutup yatakta oturttum. Ardından dikkatle ayağa kalkıp bir kolumu bacaklarının altına koyarak onu kucakladım.

"Kilo da vermişsin sanırım. Tanrım... Bebek gibisin."

Utangaçça gülümseyip yüzünü boynuma gömdüğünde gülümsedim. Yatağın hemen karşısında açık duran sandalyesine nazikçe oturttum onu. Bacaklarını yerlerine yerleştirdim.

"Üstünü örtmemi ister misin?"

"Bu şekilde daha az görünür değil mi?"

"Üşümen açısından söylemiştim, dışarısı soğuk. Aralık ayındayız."

"Pekala, olur."

Yatağının ucunda katlı halde duran örtüyü alıp nazikçe üstünü örttüm.

"Hmm, bugün 18 aralık. Hava akşam üstü yağmurlu gösteriyor. O kadar dışarıda durur muyuz?"

"Ne olur ne olmaz şemsiye alalım. Biliyorsun, yıkanmam epey zor."

Önünde biraz eğilip yanaklarını ellerim arasına aldım, "Eğer kabul edersen, bundan sonra seni ben yıkamak isterim."

Yanakları hafif hafif pembeleşirken gülümsedim, "Yalnızca masum bir teklifti. Küvet alırız bir tane, sen içinde oturursun. Hem zaten, yakında yürüyeceksin. Bu yüzden-"

"Ne demek istiyorsun sen?"

Aniden sinirlenmesiyle sendelesem de bir şey demedim.

"Seni doktora götüreceğim. Ve sen de eskiye döneceksin."

"Doktorların olumsuz laflarını duymak istemiyorum."

Derin bir nefes alıp önünde eğildim. Bacaklarına koyduğu ellerini tuttum.

"Eğer doktora gitmezsek hiç iyileşme şansın olmayacak. Bu senin için zaten en olumsuz laf sayılmaz mı?"

Birkaç saniye bana bakıp gözlerini yumdu.

"Jungkook, lütfen kendine bir şans ver."

"İnsanların bana acıyan bakışlarını görmek istemiyorum."

"Bak ne diyeceğim. Bugün dışarı çıkacağız ya, sana o şekilde bakan insanlarla kavga edeceğim. Nasıl? Bu rahat hissettirir mi?"

Gülerek elimi sıkı sıkı tuttu, "Saçmalama... Sadece, insanların böyle olması çok saçma değil mi? Yani, bu normal bir şey değil mi? Herkesin başına gelebilecek bir şey. Ama herkes garip garip bakıyor."

"Kimseyle ilgilenmene gerek yok, ben yanında olacağım."

Zor da olsa sonunda Jungkook'u sıkı sıkı giydirip dışarı çıkabilmiştik. Akşam üstü yağmurlu olduğundan pek kasvetliyi hava. Kara kara bulutlar tüm gökyüzünü kaplamıştı. Hava bugün mutsuz gibiydi.

"Evet, ne yemek istersin?"

     ༄༄༄

"Merhaba Jungkook, ben Jung Hoseok. Tanıştığıma memnun oldum."

Hoseok hyung tüm enerjisiyle Jungkook'a selam verdiğinde Jungkook da gülümsedi.

Hoseok hyung, Taehyung ve benim liseden bir öğretmenimizin oğluydu.

"Jungkook, şimdi seni muayene edeceğim. Sonra birkaç makineye girmen gerekecek ve bugün yürüyüp yürüyemeyeceğini anlayacağız, tamam?"

"Tamam."

Hoseok hyung muayeneye başladığında ben de kenardaki koltuğa oturdum. Jungkook çok gergin görünüyordu.

Hoseok hyung kısa bir muayene denemesinden sonra pes edip yere çömeldi. Jungkook'un bacaklarına tutundu.

"Jungkook, kendini serbest bırak. O kadar gerginsin ki, muayene edemiyorum."

"Üzgünüm."

Ayağa kalkıp yanlarına ilerledim, Jungkook'un elini iki elimle sıkı sıkı tuttum, "Rahatla birtanem. Her şey iyi olacak."

Hoseok hyung birkaç saniye bekleyip eline çekiç benzeri bir şey alıp Jungkook'un bacaklarına eğildi.

"Rahatız, değil mi?"

"Evet."

"Şimdi, refleksleri kontrol edeceğim. Eğer onlar çalışırsa her şey düzelecek diyebiliriz. Ama tabii başka testler de var."

Jungkook derin bir nefes verdi. Hoseok hyung umutla Jungkook'un dizine doğru vurduğunda Jungkook'un bacağı hareket etti.

"Güzeel!"

"Aman Tanrım, h-hareket mi etti o? Aman Tanrım..."

Jungkook'un gözleri dolu dolu olduğunda eğilip sıkıca sarıldım ona. Saçlarından öptüm kısa kısa.

"Gördün mü? Bak yürüyeceksin!"

Jungkook yüzünü bana döndüğünde alnından öptüm.

"Şimdi diğer bacağa bakalım bir de."

Hoseok hyung yeniden umutla tuttu çekiç benzeri şeyi.

"Eveet, sakin miyiz?"

"Evet."

Çekici vurduğunda Jungkook'un bacağı hareket etmedi. Hoseok hyung şaşkınca yeniden vurdu, yeniden hareket etmedi.

"Daha çok vur, lütfen."

Hoseok hyung Jungkook'un isteği üzerine yeniden vurduğunda yine bir hareket yoktu.

"T-Tamam, tamam... Hemen umudunu yitirme. Diğer testlerde çıkar her şey. Endişelenme."

Hoseok hyung kağıda bir şeyler yazıp bana verdi, "Jimin, bir kat aşağıya inin. Orada Yoongi hemşire var, o sizi yönlendirecek tamam?"

"Sağ ol hyung."

"Testler bittikten sonra yanıma gelin."

Hoseok hyungun dediği şeyleri yapıp aşağıya indik. İkimiz de pek konuşamıyorduk.

Çeşitli testlerden sonra yeniden Hoseok hyungun yanına çıktık.

"Jungkook, testlerin bana ulaştı ve ben de hepsini inceledim."

Bu esnada hemşire Yoongi de yanımızdaydı. Hoseok hyungun özel hemşiresi olmalıydı.

"Peki, sonuçlar ne?"

Biraz endişeyle sorduğumda Hoseok hyung bir Yoongi'ye bir bana baktı. En son Jungkook'a çevirdi bakışlarını.

"Jungkook, eğer sol bacağını almazsak, bir daha asla yürüyemezsin."

"A-Almak derken? Bacağımı mı keseceksiniz?"

"Özür dilerim Jungkook. Yürümek istiyorsan bu şart. Gerçekten çok üzgünüm."

"H-Hayır, hayır o zaman hiç yürüyemem ki!"

Ellerimi Jungkook'un omuzlarına koydum arkasına geçerek. Başımı eğip saçlarına yasladım.

"Özür dilerim."

Ağlamamı bastıramayıp yavaşça burnumu çektim.

"Özür dilerim Jungkook."

"Dileme."

"O gün seni ben çağırdım yanıma, benim yüzümden oldu hepsi. Affet beni lütfen."

Jungkook'u teselli edeceğime onun beni teselli etmesine izin veriyordum. Ben ne kötü bir insandım böyle...

"Böyle söyleme!" Kollarını bana dolamak istediğinde önüne gelip sıkıca sardım onu. "Sen beni hayata döndürdün."

1 hafta sonra

Jungkook, o günden iki gün sonra ameliyat olmaya karar vermişti. Büyükannesi ve Jimin de bu kararını desteklemiş, hatta yürüyebileceği için sevinmişlerdi.

Bugün ise ameliyat günüydü. Bacağı alındıktan sonra protez bacak yapılacak ve Jungkook onunla yürümeye alışacaktı.

"Sizi ameliyata almak için geldik efendim."

Jungkook, yattığı yerde başını sallayıp Jimin'e baktı. Siyah ameliyathane yatağı ile gelen iki hemşire Jungkook'u yataktan almak adına yaklaştıklarında Jimin onları durdurdu.

"İzin verir misiniz? Ben onu yatağa yatırırım."

Hemşireler çekildiğinde Jimin, gülümseyerek Jungkook'a yaklaştı. Kollarını bacaklarının altına ve sırtına yerleştirdi. Jungkook'u kucağına alıp alnından öptü.

Siyah yatağa yatırıp bacaklarını düzeltti. Başına gelip saçlarını okşadı, "Sakın korkma ya da üzülme tamam mı? Bu senin için tamamen yeni bir başlangıç olacak ve ben de seni ameliyathanenin önünde bekliyor olacağım. Sen içerdeyken, ruhum her zaman seninle olacak."

Jungkook, burukça gülümsedi. Her ne kadar bacağına şimdiden veda etmiş olsa da içi hâlâ cız ediyordu. Sanki tüm hayatı elinden bir kez daha alınıyor gibi hissediyordu.

"Ben, senin her eksik yanın olacağım." Jimin, diğer eliyle Jungkook'un elini tuttu. Nazikçe baş parmağıyla okşayıp minik bir öpücük bıraktı, "Gülümsemediğin her an gülümsemen olacağım, ağladığın her an başını yaslayacağın omuz, gözyaşlarını sileceğin mendil parçası olacağım, üşüdüğünde yorganın, uyumak istediğinde yastığın olacağım. Kalbinin eksik yarısı olacağım Jungkook. Bu yüzden hiç korkma tamam mı? Çünkü korktuğun her an yanından hiç ayrılmayan koruyucu meleğin olacağım."

Jungkook, yanağından süzülen gözyaşıyla gülümsedi.

"Seni seviyorum Jimin."

"Ben daha çok seviyorum birtanem."

Birkaç dakika daha vedalaştılar. Daha sonra hemşireler Jungkook'u ameliyathaneye götürdü.

Ameliyattan sonra, Jungkook uyandığında ilk Jimin'le karşılaştı. İlk haftalar zorlansa da herkesin düşündüğünden daha çabuk toparlandı. Protez bacağa alışıp, fizik tedavi ile yürümeye başladı. Fizik tedavinin ilk zamanlarında gitmek istemese de daha sonra büyük bir heyecan ve mutlulukla gitmeye başladı.

Her şey mükemmel giderken, Büyükannesi hayatını kaybetti. Jungkook yıkılsa da büyükannesi için daha da güçlendi, fizik tedavisine daha da asıldı. Çünkü yürümesini en çok isteyen kişi büyükannesiydi.

Günümüz

"Hoş geldiniz efendim."

"Merhaba, ben çok sevdiğim birine çiçek götüreceğim. Bana en güzel çiçeklerinizden güzel bir buket hazırlar mısınız?"

"Çiçeklerimizin hepsinin kendince ayrı güzellikleri var efendim, isterseniz renklerine göre bir buket hazırlayabilirim."

Dükkana gelen genç kız burukça başını eğdi. Yanılmıyorsam alacağı buketi mezarlığa götürmek için alacaktı.

"En sevdiği rengi biliyor musunuz?"

Kız yeniden burukça gülümsedi, "Siyah ve yeşil."

"Size siyah güllerden bir buket hazırlamamı ister misiniz?"

"Çok sevinirim."

Siyah güllerden güzel bir buket hazırlayıp koyu yeşil bir kurdeleyle bağladım.

"Buyrun, beğendiniz mi?"

"Gerçekten teşekkür ederim, borcum ne kadar?"

"Bu benden size hediye olsun lütfen, kalbinizdeki yaraya küçük bir yara bandı gibi düşünün."

"Ama-"

"Lütfen kabul edin."

Kız gülümseyip siyah güllerden birini hafifçe okşadı.

"Teşekkür ederim yeniden."

Kız sonunda gittiğinde sandalyelerden birine oturdum. Jungkook daha gelmemişti.

Telefonumu çıkarıp Taehyung'u aradım.

'Heey Jiminie! Nasılsın?'

'İyiyim Taetae, sen nasılsın?'

'İyiyim ama bebeğimi özlüyorum...'

'Aa beni özlemene gerek yok, zaten iki gün sonra döneceksiniz.'

'Seni değil şapşal, kızımı özledim... Onu okuldan aldın değil mi? Versene bir sesini duyayım.'

'H-Hayır almadım.'

'Ne demek almadım?! Okulda mı kaldı bebeğim?'

'Jungkook alacak onu, merak etme.'

'Ee daha gelmediler mi? Ya başlarına bir şey geldiyse?! Aman Tanrım bayılacağım şimdi.'

'Taehyung sakin ol. Jungkook onu parka götürmüştür. İkisi de seviyor koşup oynamayı biliyorsun.'

Taehyung güldü, 'Haklısın... Her neyse geldiklerinde beni ara yine tamam mı?'

'Tamamdır, hadi öptüm. Siz eğlencenize bakın.'

'Baayy~'

Telefonu kapatıp masanın üstüne koydum. Arkama yaslanıp gülümsedim. Taehyung ve Namjoon iki sene önce evlenmişlerdi. Geçen sene de beş yaşındaki kızları Sunyeon'u evlat edinmişlerdi.

Gerçekten güzel bir aile olmuşlardı...

Jungkook ve ben ise çok iyiydik. Özellikle Jungkook çok iyiydi.

Özgüveni, bacağını kaybetmeden önceki halinden bile kat kat fazlaydı. İnsanlardan çekinme huyunu tamamen kaybetmişti, insan içine girmek artık hoşuna gidiyordu bile denebilirdi. Bacağındaki protezi gören bazı insanlar ona garip baksalar da genel olarak herkes onun güçlülüğüne gülümsüyordu.

"Biz geldiik~"

Ayaklanıp kollarımı açtım, "Bebeklerim gelmiiş~"

Sunyeon gülerek kucağıma atladığında ona sıkıca sarıldım.

"Jimin oppa, Jungkook oppa beni parka götürdü!"

"Hmm, eğlendiniz mi bakalım?"

"Ya sorma çook eğlendik. Namjoon hyung öldürecek beni."

"Namjoon babam bir şey yapmaz."

Jungkook çantasını yere bırakıp sandalyesine oturdu. Ben de kucağımda Sunyeon'la yanına oturdum.

"Ne oldu hayatım?"

"Parkta kendine arkadaş buldu, ailesi de bir yapışkan çıktı anlatamam. Taehyung'un numarasını verdim diyor ki seninkini de ver. Diyorum ben babası değilim, diyor sen ver arkadaş oluruz... Çattık anlayacağın."

"Ee tamam da Namjoon neden öldürsün seni?"

"Çocuk erkek, bir ikizi iki de abisi varmış. Dört çocukları var dördü de erkek. Namjoon hyung Sunyeon'un erkeklerle arkadaş olmasını istemiyor ki."

"Ya Kookie oppa, sen ona bakma. Taehyung babamı dinle sen. O istediğim tüm çocuklarla konuşabileceğimi söyledi."

"Madem öyle, bu iş beni aşar. Hepsi Taehyung babanın suçu."

İkisi atışırken gülümseyerek onları durdurdum. Jungkook çocukla çocuk olmanın sınırını çizemiyordu.

"Hey hey, yeter bu kadar. Hadi bakalım dışardaki çiçekleri toplayıp evimize gidelim. Aa Sunyeon bekle, Taehyung seninle konuşmak istemişti."

Taehyung'u arayıp Sunyeon'u kalktığım sandalyeye oturttum.

"Al bakalım, konuş babanla."

'Baba!'

Onlar konuşmaya başlamışken Jungkook'un elinden tutup onu ayağa kaldırdım.

"Kapının önüne çıkalım mı?"

Jungkook gülümseyip kollarını belime sardı, "Çıkalım."

Beraber kapının önüne çıktık, bugün bizim sevgili oluşumuzun üçüncü yılıydı.

Jungkook bana bakıp hafifçe dudağını büzdü, "Taehyung hyungların burada olmaması hiç adil değil, bugün bizim yıl dönümümüz... Biz tatilde olmalıydık. Ama şimdi baş başa yemek bile yiyemeyeceğiz."

Hafifçe gülümseyip dudağına minik bir öpücük bıraktım.

"Ama onların da tatile ihtiyacı vardı, biliyorsun. İlişkilerini kurtarmaları lazım."

Namjoon ve Taehyung bir süre önce büyük bir kavga etmişlerdi. Hatta Taehyung Sunyeon'u da alıp Bize kalmaya gelmişti. Bir hafta kadar kaldıktan sonra aralarına girip baş başa bir tatil yapmalarını önermiştim.

İkisi de birbirine aşıktı, boş bir kavganın onları ayırmasına izin veremezdim. İkisi de fazlasıyla inatçı olduğundan sürekli bir tartışma dönüyordu zaten.

"Haklısın... Belki de biz de kavga etmişiz gibi yaparsak onlar da bizi tatile gönderir, ne dersin? Deneyelim mi?"

Gülüşüne eşlik ederek ben de güldüm. Burnumu burnuna sürtüp alınlarımızı birleştirdim. Artık aynı boydaydık. Üç sene önceki minik Jungkook artık o kadar da küçük değildi ne yazık ki.

"Jiminie, bu gece o kadar da uslu durmak istemiyordum ben."

Ellerimi beline yerleştirip gülümsedim.

"Belki de Hoseok hyunga haber vermeliyiz. Bir geceliğine Sunyeon'a bakabilirler değil mi? Hem, Minhei ile eğlenebilirler bence."

Hoseok hyung da hemşiresi Yoongi hyung ile evlenip altı yaşındaki Minhei'yi evlat edinmişlerdi.

Kısacası bir tek biz kalmıştık, ama benim zaten bir çocuğum vardı. Jungkook...

"Bak bu çok mantıklı. Sunyeon! Minhei'yi özledin mi birtaneem?!"

Jungkook içeri girerken arkasından gülümsedim. Gerçekten çocuk gibiydi.

"Hei mii? Evet!"

Jungkook bana dönüp gülümsediğinde ben de gülümseyerek Hoseok hyunga mesaj attım. Kabul ettiğinde ise içeri girdim.

"Hadi bakalım, Hoseok hyung bizi bekliyor."

Beraber dükkanımızı kapatıp arabaya bindik. Sunyeon'u Hoseok hyunglara bıraktıktan sonra beni arabada bekleyen Jungkook'un yanına hızla gittim.

"Evet, önce yemek yiyelim mi, yoksa eve mi gidelim?"

"Imm, aslında bakarsan... Immm... Eve gitmek daha cazip geliyor şu an."

Gülerek dudaklarına uzandığımda Jungkook da gülerek beni kabul etmişti.

Anlaşılan bu gece, güzel olduğu kadar yorucu olacaktı...


༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄༄

Ehehehe selam~

Seme Jimin olduğu belli olmayan seme Jimin ficimi bitirmiş bulunuyorsunuz, bir daha seme Jimin fici gelebileceğini pek sanmıyorum eheheh.

Ummarrım beğenmişsinizdir...

Spoiler olur diye en başa yazamadım, Jungkook'un bacak muayenesinde yanlışlarım olabilir, internetten baktım ama elle tutulur bilgiler bulamadım bu yüzden aklımca en mantıklı olanı yazmayı denedim...

Siz de çevrenizdeki sandalyeye mahkum kalan, görme engelli olan veya herhangi bir engeli olan herkesi çokça sevin ve onlara yardımcı olun. Hepimiz insanız sonuçta ♡︎ Bu tür durumlar bir gün hepimizin başına gelebilir...

Bu arada fark etmemiş olabilirsiniz ama arada Jonghyun'a adadığım satırlar vardı :')

Sizi çook seviyorum... Kendinize çok iyi bakın tamam mı?

~JikookShipperB gururla sundu!

Continue Reading

You'll Also Like

41.6K 3.2K 29
BTS grubuna sonradan gelen Park Jimin neden sesini saklıyordu?.. ‼️Fic yarı gerçek, yarı hayal ürünüdür. Belli bir zaman yoktur‼️ Jikook: 2🎉
141K 7.6K 39
civciv: sarma mı yaptin gercekten __ #galatasaray 'da 1. 01.08.24 #barışalper 1. #yunusakgün 1. #millitakımlar 1. __ başlama tarihi 19.08.23 bitirm...
39.4K 3.1K 28
bilinmeyen: karnımda miniminicik bir bebiş var bizim bebişimiz bebişimin babası: ne diyorsun? bilinmeyen: diyorum ki tebrikler babiş oluyorsun tatlım
2.2K 272 12
Efsanelerde çokça anlatılan yılan saçlı varlığın hikayesi... Jimin Tanrılar katında bile en değersiz halde yaratılmıştı. Bütün ailesinin içinde ölüml...