Keyifli okumalar perilerim 🐞
This Love
Taylor Swift
Hüznün Taktığı Maske
"Onun görünen ve görünmeyen her parçasına, benim görünen ve görünmeyen her parçam tutulmuştu."
Kapkaranlık bir gökyüzüydü üzerimizdeki.
Yıldızların neredeyse hepsi şehrin ışıkları tarafından öldürülmüş, görünmeyecek kadar uzaklaşmış, sanki saklamış gibiydi. Hafif sisli bir bulut katmanı oluşmuş, o sisin bir kısmı da şehrin üzerini sarmış tüm o karanlığın içinde usul usul akıp gidiyordu.
Arabanın camından bakarken tüm şehir de o sis yığını gibi akıyordu. Ama şehrin uzaklaşması daha hızlı ve daha uğursuzca görünüyordu. Bu görüntü içimdeki kötü hise katılıp beni daha da kötü hissettiriyordu. Başımı camdan çekip Batı'ya baktım. Endişeliydi. Sessiz kalmayı tercih ettiği için hiçbir şey söylememişti ama bazı sorunların olduğunu anlamıştım. İlay'ın aramasını kapattıktan sonra olabildiğince hızlı bir şekilde arabaya geçmiş ve bilmediğim bir yere doğru sürmeye başlamıştı.
Eli vitesin üzerinde dururken tereddütle elinin arka yüzeyine dokundum. Bakışları elime refleksle döndükten sonra tekrar yola bakmaya devam etti. Gözlerinde gökyüzünün de bıraktığı karanlık ile beraber gece mavisi ya da lacivert bir görüntü oluşmuştu. Belki de duygularıydı onu bu şekilde gösteren.
"Endişelenme." dedim onu sakinleştirmeye çalışarak. kardeşi hayatı boyunca sahip olduğu tek şeydi ve onun zarar görme ihtimali Batı'yı dehşete düşürüyor olmalıydı.
Parmaklarımı usulca elinin içine aldığında dikiz aynasına baktı. Saatler geceye yaklaştıkça yollar daha sakin ve boş bir hal almıştı. Bu da Batı'nın giderek daha da hızlanmasına sebep olmuştu.
Sahil yolundan bir süre ilerledikten sonra büyük bir yalının önünde durduk. Etraf sessizdi ama şehrin ışıkları parlaktı. Batı indiği gibi hızla eve doğru ilerledi. Peşinden gitmeye başladığımda kapıya vuruşları duyulmaya başlamıştı bile. Sabırsız halleri içinde ne hissettiğini anlamak imkansızdı. Öfkeli miydi, yoksa korkuyor muydu? Belki her ikisi. Bu şey her ne ise onu mahvediyor olmalıydı.
Kapı açılınca ardından İlay göründü. Ağlamaktan kızarmış gözleri ile Batı'yı gördüğünde tekrar iç çekti ve belki de zar zor bastırdığı ağlama ihtiyacını kontrolsüzce bıraktı. Duyguları dışarıdan yüzüne vuruyor, onu acı içinde bir hale sokuyordu. Daha önce İlay'a bu kadar üzüldüğümü hatırlamıyordum. O ana kadar onun insan olduğunu bile unutmuştum. Tıpkı onun benim insanlığımı unuttup canavarmışım gibi davrandığı gibi.
"Batıkan!" dedi ağlamaklı sesinin arasından ve Batı'nın gövdesine sarılıp saklanmak ister gibi usulca ağlamaya devam etti.
Batı sadece kardeşini görmek istiyordu, bunu yüzünden, endişeli mavi gözlerinden görebiliyordum. Ama İlay'ı çekip kendinden uzaklaştıracak kadar kalpsiz değildi. Yıllarca yakın arkadaşı, hatta kardeşi gibi görmüş ve onunla onca zamanı birlikte geçirmişti. Üstüne üstlük İlay onun kardeşinin sevgilisiydi.
Kollarıyla İlay'a sarıldığında onu avutma ister gibi kolunu sıvazladı. "Tamam sorun yok." dedi. Onun sesi gerçekten sorun yokmuş gibi hissettiriyordu. Onun dünyasında, onunla olmak insanı güvende hissettiriyordu.
"Doğu sana bir şey mi yaptı?" diye sordu. Doğu'yu düşününce bir şey yapma ihtimalini insanın aklı almıyordu. Doğu kimseye zarar verecek biri değildi. İlay da bunu kanıtlar gibi iç çekti ve başını iki yana salladı, hayır der gibi.
"Y-yapmadı ama çok garip davranıyor, o-o değilmiş gibi..." burnunu çekmek için bekledi ve hıçkırıklarını bastırdı. "... çok kötü şeyler söyledi, bir duysan... Çok kaba davranıyor."
Batı onu kollarının arasından uzaklaştırırken başını çevirip içeriye doğru baktı. Merdivenin kıvrımlı dönüşü yüzünden salon görünmüyordu ama Batı'nın gözleri, duvarın arkasında Doğu varmış gibi bakıyordu. İlay'a başka hiçbir şey söylemeden uzaklaştı ve adımlarını içeriye doğru attı. Geniş omuzları duvarın arkasına geçerek kayboldu.
Bir an İlay ile göz göze geldik. Beyaz teni kendini kasarak ağlamaktan kıpkırmızı kesilmişti. Gözlerinin içi yaşlardan parlıyordu. Yanına yaklaştım ve elimi koluna koyarak belki içindeki acıyı dindirebilirim diye baktım. Dünya üzerindeki hiçbir kadın bir erkek yüzünden ağlamamalıydı.
"Geçecek, inan bana." dedim samimi bir şekilde. Tek kelime bile etmeden çevreye bakındı. Yanımda güçsüz görünüyor olmanın utancını yaşıyor olmalıydı. Oysa ben gecelerce ağlayan biri olarak ağlamanın utanç verici değil de kutsal olduğunu düşünüyordum. Göz yaşları bedendeki zehri dışarı akıtırdı.
"Ağlama artık, olur böyle şeyler." dedim. Başını onaylar gibi sallayıp yanaklarını sildi ve son kez arkaya, evin içine baktıktan sonra kapıya yöneldi. Gitmeden önce, "teşekkür ederim." dediğini duydum. Ama öylesine kısık sesle söylemişti ki bunu, duymak zor olmuştu.
O, bahçeye çıkıp adımlarını caddeye doğru atarken ben de evin içine ilerledim. Yaklaştıkça bir yerlerden konuşma, hatta yüksek sesle tartışma duymaya başladım. Evin içindeki güzel eşyalara bakma fırsatı bile bulamadan adımlarım beni o seslere doğru götürdü.
Doğu ve Batı büyük bir salonda karşılıklı tartışıyorlardı. Salonun içindeki mobilyalar, beyaz çarşaflar ile örtülü duruyordu. Hemen denize bağlı teras da yine salonun içinde olan büyük açık kapıdan kolayca görünüyordu. Avize hafifçe aşağı iniyordu ama yanan hafif loş ışık, avizenin çalışmadığını belli eder gibi zar zor aydınlatıyordu etrafı.
"Rahat bırak beni!"
Doğu'nun hem kırgın hem de kızgın gelen sesi, görüntüsü ile uyum içindeydi. Kaşları çatılmış, beden dili öfkeli duruyordu ama gözleri hüzünlüydü.
"Bana bunun nedenini anlatana kadar hiçbir yere gitmiyorum." dedi Batı. Neyden bahsettiğini anlamak için yanlarına yaklaştım. Doğu beni yeni yeni fark ediyor gibi gözlerini bana çevirdi. Garip görünüyordu, gözleri bana bakıyordu ama beni görmüyordu sanki. Bambaşka bir yerdeydi...
"Senin burada ne işin var?" diye sordu yüzüme doğru. Bir andan Batı ile olan tartışmaları önemsizleşmiş gibi tüm dikkatini bana verdi. "Git buradan!"
Batı aramızadaki alana girdiğinde Doğu tekrar ona bakmak zorunda kaldı. "Kendime gel artık, seni hastaneye götüreceğim..." dedi Batı. Oysa kardeşi kendisininkilere benzeyen gözlere bu sefer farklı bakıyordu, bir yabancı gibi. Tüm bu garip tavırlarının nedenini anlayamadım. Tâ ki yerdeki küçük pakette duran kapsülleri görene dek.
Kahretsin!
Uyuşturucu ile ilgili neredeyse sıfır bilgim vardı. Yağmur ve arkadaşları bu konuda biraz tecrübeli olsa da böyle şeylerden sonsuza dek uzak duracak kadar korkuyordum. Aynı şekilde kullananlardan da korkuyor ve uzak durmayı tercih ediyordum. Çünkü ne zaman ne yapacakları belli olmuyordu.
"Hastaneye gidemem," dedi Doğu tepkili bir şekilde. "Sadece rahat bırak beni?"
"Saçma sapan konuşmayı kes, sinirlerimi bozuyorsun." dedi Batı. Öfkeli tavırları beni endişelendirmeye başlamıştı.
"Hep sinirlerin bozuluyor. Bir senin bozuluyor zaten, değil mi? Ben küçük çocuğum ne de olsa, neden ciddiye alasın ki?"
Doğu'nun kelimeleri Batı'nın öfkesini arttırdığında elini saçlarının arasına daldırdı ve sıkıntılı bir nefes verdi. "Bu yaptığının ne kadar adice olduğunun farkındasın,"
"Batı," dedim onu bölerek. Koluna dokundum ve sakinleşmesini diledim. "Sakin ol, Doğu kendinde bile değil."
"Gayet kendinde!" dedi kardeşine bakarak. "Sorumsuzca davranmayı seviyor sadece..." Doğu öylece durmuş söylenenleri dinliyor gibi bakıyordu ama bambaşka bir dünyaya gittiğinin farkındaydım.
"Daha sakin bir şekilde konuşmaya çalışsan?" diye sordum. "Hiç iyi görünmüyor."
"Sen kendi işine bak." dedi Doğu. Başımı çevirip ona baktım. Gözleri benim üzerimde, tehlike oluşturuyormuşum gibi duruyordu.
"Doğu sen de sakin olur musun lütfen?" diye sordum, saçma bir şekilde. Olmayacağını, hatta buna karşı tepki göstereceğini bile biliyordum. Gülmeye başladığında bunu daha iyi anladım. Doğu, artık Doğu değildi. Bambaşka biri vardı karşımızda.
"Sakin mi olayım?" diye sordu eğlenir gibi. "Başka ne olmamı istersin, üzerine iddiaya girebileceğin bir aptal, reddedeceğin bir çocuk, sonra hiçbir şey olmamış gibi kardeşiyle takılacağın biri?"
"Doğu, bu kadar yeter artık." dedi Batı. Ne kadar öfkeli görünse de söylenenlere üzüldüğünü biliyordum. Kardeşini çok seviyordu ve onu bu hâlde, bunları söylerken görmek kalbini acıtıyor olmalıydı.
"Bence yetmez." dedi Doğu. Mutlu muydu şimdi, yoksa ironi mi yapıyordu anlamıyordum. Davranışları çok garipti. Her an mutlu veya mutsuz da olabilirdi. Tepkileri tahmin edilemezdi.
"Sen kaşar kız arkadaşını alıp buradan gitmeden hiçbir şey yetmez!" diye devam etti. Batı'nın dişlerini sıktığını ve daha da öfkelendiğini gördüm.
"Batı!" dedim söyleyeceği şeyi engelleyerek. "lütfen tepki gösterme, hiçbir şey yapma. Kendinde değil işte, görmüyor musun?"
Batı mavi gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. "Elimden bir kaza çıkacak." dedi. Gerçekten de öyle görünüyordu. Her an aralarında kötü bir şeyler olabilirdi ve bu o an olabilecek en kötü şeylerden biriydi. Çünkü Doğu kesinlikle kendinde değildi, bu yüzden Batı'nın sonradan yaptıkları için üzüleceğini biliyordum.
"Bak," dedim bir çare bulmaya çalışarak. "Sen yukarı çık, babanı ya da bir doktoru falan ara. Bir şekilde Doğu için..."
"Kes sesini," dedi Doğu beni bölerek. "Benim iyiliğimi istiyor gibi yapma."
Onu duymazlıktan gelip Batı'ya bakarak devam ettim. "Ona kızma, bunları bilerek söylemiyor." dedim.
"Söyledikleri için değil, aldığı zehir için kızıyorum ona. Bir asker çocuğu olmak bile bir yana, Doğu bunu yapabilecek biri değildi." diye yanıtladı.
Doğu, ağzından birkaç küfür savurduktan sonra bir metre yükseklikle denize bakan büyük terasa çıktı. Terasın yüksek duvarlarına doğru yürüdü. Gözlerimi Batı'ya çevirerek durumu en az hasarlı şekilde bitirmenin yolunu aradım.
"O senin kardeşin ve zehirlenmiş durumda, lütfen dediğimi yapar mısın?" diye sordum. Öfkeli gözlerini üzerimde tutup söylediğim şeyleri tattı. Ne yapmak istediğini ve ne yapması gerektiğini düşündü. Söylediklerim mantıklı gelmiş olacak ki son defa Doğu'ya baktıktan sonra çatılmış kaşlarını hiç düzeltmeden üst kata doğru yol aldı.
Onun Doğu'dan uzaklaşması içimde biraz da olsun hafifleme yaratıp derin nefes almamı sağladı. Araları gergin olduğunda ikisi de kendinde değil gibi davranmaya başlıyordu. Oysa tüm bu öfke, birbirilerine olan o büyük sevgiden kaynaklanıyordu. Kardeşi olmayan biri olarak, bir kardeşim olsa bile bu kadar çok sevebileceğimi düşünemiyordum.
Doğu öylece sessiz bir şekilde usul usul parlayan denizi izliyor, gözlerini uzağa dikiyordu. Yanına yaklaştıkça fark ediyordum, buradaydı ama ruhu bambaşka yerlerdeydi. Gözleri denize bakıyordu ama o sadece görmek istediği şeyi görüyordu.
"Doğu."
Bir an rüyadan uyanırmışcasına refleksle bana baktı. Mavi gözleri, salondan yansıyan hafif ışıkla birlikte laciverte dönse bile denizin yuttuğu karanlık onu tekrar siyaha boyuyordu.
"Bana Doğu deme, sadece yakın arkadaşlarım öyle der." dedi. Gözlerindeki bu nefretin sebebini sorgulamadım. Çünkü o nefret sadece benim için değil, tüm dünya için vardı. Yaratılmış koca evren için büyük bir kin besliyordu içinde, gözleri sadece bunu gösteriyordu.
"Tamam istemiyorsan demem." dedim. Onunla zıtlaşmanın hiçbir işe yaramayacağının farkındaydım. Ayrıca itiraf etmek gerekirse ilacın etkisindeyken ve böyle bakıyorken ondan biraz da korkuyordum.
"Kardeşimle dolaşmanı da istemiyorum." dedi. Tekrar karanlık örtüye benzeyen denize baktı.
"Kardeşinle dolaşmıyorum," dedim samimi bir sesle. Bunu artık anlaması gerekiyordu. "Kardeşine aşığım, onu seviyorum."
Dudaklarından histerik bir gülüş çıktığında bunun eğlenceden değil de acıdan kaynaklandığını zar zor anladım. Acı çekiyor gibiydi ama kafamdaki uçsuz bucaksız bir soru işareti ile bunun nedenini asla anlayamıyordum.
"O da seni seviyor." dedi. Gözleri hâlâ denize bakıyordu, sesi ciddiydi ama farklıydı da. Dudaklarından tekrar histerik, acı dolu bir gülüş çıktı. "Mavi gözlü aptal bir çocuğu kendine aşık ettin." diye devam etti.
Hiçbir şey söylemeden öylece durup onu saatlerce dinleyebilirdim. Her kelimesini, her ifadesini... Çünkü Doğu ile ilgili ufacık kötü bir düşüncem yoktu. İçimde ona karşı ilk zamanlardan beri hissettiğim arkadaş sıcaklığı vardı ve bu sıcaklık bir türlü peşimi bırakmıyordu. O hala eski masum Doğukan Tus olarak duruyordu karşımda.
"Seni anlıyorum," dedim oldukça durgun bir sesle. "hem de diğer herkesten çok daha iyi."
Uzak denize bakmayı kesip hemen altımızda duran hafif dalgaya baktı. Balkon duvarına vuran o küçük hareketler aramızdaki sessizliği doldurdu.
"Beni anladığın falan yok." dedi. İlacın etkisini yavaş yavaş daha fazla hissettirdiğini biliyordum. Doğu saklamak için savaşıyordu kendi içinde ama sesi ve bakışları bu gerçeği belli ediyordu.
"Sen de benim gibi içine doğduğun aileyi ve onların tüm kurallarını önemsiz buluyorsun. Sadece kendin olmak istiyorsun ama üzerindeki baskı büyük." dedim. Beni dinlediğini biliyordum. O da farkındaydı, ben bir Karun olarak, o da bir Tus olarak aynı şekilde sınanıyorduk. İkimizin de etrafına çizilmiş sınırları vardı. "Batı'yı çok seviyorsun." diye devam ettim. "Çünkü onunla güvende hissediyorsun, Batı insana dünyanın en güzel huzurunu veriyor... Ben de öyle hissediyorum."
Yüzündeki hüznü net bir şekilde görebiliyordum. Ay ışığı tepede dururken oluşan sessizlik daha hüzünlü bir hâl aldı.
"Batı diğer herkesten daha farklı. Benim gibi değil, senin gibi değil, Kaya gibi de değil... İşleri berbat etmiyor." dedi. Derin derin iç çektikten sonra bana bakmadan denizi izlemeye devam etti.
"İşleri berbat ettiğimizi kim söyledi, belki biz de birilerini iyi hissettiriyoruzdur." dedim. Zihnimde Eda'nın görüntüsü var olunca Doğu'nun onun için ifade ettiği anlamı düşündüm. Ne olursa olsun Doğu'yu düşününce iyi hissediyordu.
"Ben değil," dedi. Doğru dürüst konuşamıyordu bile artık. "Ben, kardeşimi kıracağımı bile bile seni baloya davet ettim."
"Ne demek bu?" diye sordum. Doğu olduğu yerden dik durarak bana baktı bu sefer. Bakışları denizden uzaklaşsa da bana da aynı dalgınlık ile bakıyordu. Ben ise söyleyeceği şeyi merak içinde bekliyordum. Balo gecesinden önce Doğu bana pembe bir elbise gönderdiyse bile bunun Batı ile ne alakası olabilirdi ki?
"Batı seni üç yıl boyunca hiçbir şey beklemeden sevdi." dedi. Kaşlarım çatılırken bunun gerçek olmadığını söyledim kendime. Doğu ilacın etkisindeydi ve iyi değildi, hayal görüyordu belki. Ya da doğru hatırlamıyordu, başkasıyla karıştırıyordu.
"Sen gerçekten iyi değilsin." dedim hayret ederek. Dudaklarında alaycı bir gülümseme hayat bulduğunda yanaklarına doğru acı ile kıvrıldı. Gözleri de aynı acı ve alay ile birliktelik bakıyordu.
"Senden önce bu kadar aptal değildi." dedi. Tekrar denize baktığında dalgın bir şekilde konuşmaya devam etti. "Ne Nil, ne Bengü ne de Filiz senin yerini doldurabildi. Yine de sen buraya gelmeden önce düzelmiş gibiydi..."
"Doğu saçmalamayı keser misin?" dedim. Bir yanım söylediklerinin gerçekliğine inanırkem şoka uğramaya başlıyordu. Kafam karışıyordu. Ne demek istediğini bile anlamıyordum ama Batı'nın bana yalan söylediğini düşünmeye başlıyordum.
"Onun dengesini bozdun, sonra da benden uzaklaştırdın." dedi dalgın bir şekilde. Söyleyeceğim hiçbir soruya cevap verecek durumda olmadığını o zaman fark ettim. Doğu artık beni duymuyordu bile, anlamıyordu. Sadece denizde parlayan ay ışığına bakıyor ve benim görmediğim şeyleri görüyor, dalgın dalgın o dünyada yaşıyordu.
Daha fazla konuşma gereği duymadan balkondan salona çıktım ve Batı'nın gittiği yöne doğru ilerleyip karanlık merdivenleri gördüm. Tahtadan merdivenler, dayanıklı bir şekilde kıvrılarak üst kattaki koridora çıkıyordu. Evin birkaç köşesinde yanan hafif sarı ışık, evi daha eski gösteriyor ve çevreye gölgeler bırakıyordu. Bu hali beni biraz korkutuyordu.
Üst katın koridorundan ilerlediğimde Batı'nın sesi bir yerlerden bana Doğru ilerledi. Biraz öfkeli, biraz da endişeli gibiydi. Adımlarımı tereddütle sesin geldiği yöne atarken koridorun sonuna kadar yürüdüm. Kapıyı açmadan önce içeride birinin olduğunu düşünüyordum. Bu da beni daha fazla geriyordu.
Tokmağı çevirip içeriye baktığımda Batı'dan başka kimseyi göremedim. Odanın ortasında, yine hafif karanlık bir ışığın gölgesiyle duruyordu. Elindeki telefonu kulağında tutarken bir an bakışlarını bana çevirdi ama konuşmasını bölmedi.
"Nasıl oluyor bu, aklım almıyor," dedi. "Siz orada değil miydiniz? Ne demek fark etmedik?"
İçeriye girdiğimde içinde bulunduğum yatak odasının mobilyalarına baktım. Tıpkı alt kattaki salonda olduğu gibi beyaz çarşaflar ile kaplanmış olduğu için renkleri ve görüntüleri belli olmuyordu.
"Bu sorumsuzluğu çok ağır ödeyeceksiniz!"
Sesindeki öfke ile birlikte bakışlarımı ona çevirdim. Yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama Batı, dikkatini konuşmaya verebilmek için sırtını bana çevirdi. İçerideki boğucu havadan bunalıp geceye aralanan pencereye doğru ilerledim.
"Hepiniz orada kalın, tek bir kişi bile eve dönmeyecek, başka bir bildiri vermediğim sürece yerinizi terk etmeyeceksini?"
Pencerenin ardından gelen deniz esintisi ile aşağıda duran balkonu görmek umuduyla bakışlarımı aşağıya çevirdim. Sağ altta Doğu hâlâ orada duruyordu. Batı konuşmaya devam ederken, beni saran harareti yenebilmek ve belki de Doğu'yu daha iyi görüp kontrol etmek için büyük pencereyi ardına kadar açtım.
Doğu'nun nesi vardı bilmiyordum. Sert kuralları olan bir ailede büyümüştü ama hep mutlu görünüyordu. En azından kısa süre öncesine kadar hep öyleydi. Dünyada tek bir sorunu bile olmayan tek kişi o olabilir diye düşünmüştüm hep. Sürekli gülümseyen, arkadaşları ile sohbet eden o çocuk şimdi acı içinde hissediyor ve belki buna dayanamadığı için uyuşturucu alma ihtiyacı duyuyordu.
Batı'nın öfkeyle sürdürdüğü konuşması bitince sessiz bir şekilde Doğu'ya bakmaya devam ettim. Dedikleri doğru muydu merak ediyordum ama hâlâ kendime doğru değil diyip duruyordum. Doğru olsa ne değişirdi onu bile bilmiyordum. Batı'nın gerçekten kim olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı.
Telefonu kapattığında sıkıntıyla nefes verip benim sessizliğime uyum sağladı. Odanın içinde kimse yokmuş gibi birkaç dakika öylece akıp gitti. Batı da kısa bir süre öylece arkamda durduktan sonra adımları bana doğru ilerledi ve onu görebileceğim şekilde önüme geçip merakla bana baktı.
"Ne oldu?" diye sordu. "Doğu'yla ne konuştunuz?"
Mavi gözleri, hafif ışıkla birlikte yer yer parlıyordu. İçindeki küçük alev çizgileri görünüyordu. Birkaç dakika önce yaptığı konuşma yüzünden kaşları daha da çatılmıştı.
"Bir sorun mu var, kime kızıyordun?" diye sordum. Bakışları dönüp aşağıda duran kardeşine yönelince bizi buradan izlemiş olduğunu düşündüm. Kardeşi onun bana üç yıldır hisler beslediğini anlatıyordu ve o bundan habersiz bir şekilde burada duruyordu. Belki de benden sakladığı o büyük sırları, en sevdiği insan tarafından ortaya çıkıyordu, kim bilir?
"Sınırlara doğru düzgün bakılmıyor, bu beni deli ediyor gerçekten." dedi.
"Birileri mi girmiş içeriye?" diye sordum.
Sorumu cevaplamak yerine hâlâ öfkeyle yanan gözlerini üzerimde tuttu. Hislerimi görüyor gibi her iki göz bebeği de üzerimde sessizce dolaştı.
"Ne oldu?" diye sordu. Tepkilerim böylesine kontrollüyken bile beni bu derece iyi tanıması biraz korkutucu geliyordu ama bir yanım bundan hoşnuttu. "Doğu bir şey mi söyledi?"
"Evet." dedim hemen. Gözlerinin içine bakınca tanrının benim için yarattığı planı tamamıyla görebiliyordum. Onca hedef ve hayalime rağmen benim boğulacağım yer burasıydı, onun gözlerinin içi...
"Ne söyledi?" diye sordu.
Yine de ondan korkan bir yanım vardı ki çok güçlüydü. Bana fiziksel olarak yapacağı hiçbir şeyden korkmuyordum, çünkü Batı'nın bir kadına bu şekilde zarar vermeyeceğini biliyordum. Ruhsal boyuttaki ağrılardan korkuyordum ben. Zihnimin içinde dönüp duran, beni uyutmayan o adamın düşündüğüm gibi çıkmamasından korkuyordum. Onun yumruklarından ve darbelerinden daha güçlü bir şiddet yöntemi varsa o da geçmişi ve onunla birlikte gelen kelimeleriydi.
"Beni ne zamandır tanıyorsun?"
Sorduğum soru onun yüzündeki ifade ile gerçek bir anlama kavuştu. Doğu'nun doğru söylediğini anlamak artık zor değildi. Batı kendi iradesini kontrol etmeye çalışmak yerine benim tepkilerimi inceliyordu.
"Bunu burada, şimdi konuşmasak..."
"Burada konuşalım, şimdi." dedim sakin bir şekilde. Bana söyleyeceği herhangi bir sebep arıyordum. Bir şeyler söyleyip beni ikna etmesi için bekliyordum.
Vereceği cevabı düşünerek bakışlarını benden çekti ve odanın içinde dolaştırmaya başladı. Saçları, yüzündeki renk, dudakları, burnu ve çenesi... Aşık olduğum her bir parçasını tek tek sayabilirdim ama bu yıllarımı alabilirdi. Çünkü onun görünen ve görünmeyen her parçasına, benim görünen ve görünmeyen her parçam tutulmuştu.
"Batı, bana dürüstçe kim olduğunu söyle." dedim, sessizliği bozarak. Kalbimi deli gibi attıran adam kimdi? Sadece düşman mı, ya da adil bir asker mi? Kuzenimin söylediği gibi avını arayan bir avcı mı yoksa tüm bunların içinde benim gördüğüm şekliyle aynı sınıfta olduğum, soğuk duvarlarıyla tanınan bir öğrenci mi?
Bakışları bana döndüğünde bir şeyler söylemeye hazır gibiydi. Refleksle Doğu'ya baktım. Balkon duvarının üzerine çıkmış, denizin derinliklerine bakan ve her an atlamaya hazır görünen Doğu'ya. Benim kaşlarımın korkuyla çatışmasının ardından Batı'nın da mavi gözleri aşağıya yöneldi. "Ne yapıyor bu böyle?" dedim aynı korkuyla.
"Doğu!" diye seslendi Batı, pencereden aşağı. "Ne yapıyorsun?" ama Doğu onu duyuyora benzemiyordu. Bedeni öyle hafif görünüyordu ki ya düşecek ya da kendini bırakacaktı.
"Doğu!"
Batı son kez seslendikten sonra hızla odadan çıktı. Koşar adımlarla aşağı inen sesler, odanın dışından duyulurken göz kırpmadan Doğu'ya bakıyordum. Tek bir hareketle derin denizin içine kendini bıraktığında onu tutabilirmiş gibi refleksle öne doğru attım elimi. Ama tutamadım. Doğu'nun bedeni o bir metrelik yükseklikten suya çarpıp içeriye doğru çekildi. Su onunla birlikte aşağı doğru üst üste binerek kayıp gitti.
Tek yaptığım şey korkuyla bakmaktı, resmen şoka uğramıştım. Ona bir şey olmasından, derin tuzlu suyun içinde kaybolmasından deli gibi korkuyordum. Doğukan, asla bunu hak eden bir çocuk değildi. Mutlu gülüşleri ve kahkaha sesleri ile tanınmalıydı, denizin dibine doğru kaybolup giden varlığı ile değil.
Batı hızla balkona çıktığında Doğu'nun atladığını anlamış olacak ki hiç vakit kaybetmeden duvara çıkıp suya daldı. Karanlık bir örtü gibi onları sakladı su. Ay ışığı yeterli olmadı, daha da karardı her yer. Ciğerlerimden yükselip boğazıma kadar ilerleyen acı yumruyu çaresizce yutarak odadan çıktım. Karanlık merdivenlerden inerken evin kasvetli havası, içimdeki korkuyu artırıyordu.
Doğu atlamıştı. Hemen ardından Batı da atlamıştı. Bu düşünce elimin, ayağımın titremesine sebep oluyordu. Korkuyordum.
Salondan geçip hızla balkona geçtiğimde yapayalnız bir sessizlikle duvara yürüdüm. Hiç ses yoktu. Sanki bu eve tek başıma gelmiş, yine tek başıma dolaşmaya çıkmıştım. Yanımda kimse yoktu, kimse atlamamıştı.
Başımı eğip denize baktım. Onları görebilme umudu içinde hafif dalgaların arasında dolaştırdım gözlerimi. Kalbimin içinde kendini artıran korkuyla gözlerim yaşarmaya başladı. Birini aramam gerekiyordu. Birini arayıp buraya çağırmam ve her ikisini de denizin dibinden çıkarmam gerekiyordu.
Dakikalar süren korkulu bekleyişimin ardından denizde bir hareketlenme oldu. Batı, ıslak saçları alnına dağılmış şekilde kardeşini tutarak derin bir nefes aldı. "Emsal, ambulansı ara." dedi. Nefes nefese bir halde yüzerek balkona yaklaşmaya başladı. Ben de hem korkuyla hem de bir yandan rahat bir nefes alarak cebimdeki telefonu çıkardım ve 112'yi aradım. Görevlilere adresi hızla söyledikten sonra telefonu kapattım.
Batı bir koluyla kardeşinin hareketsiz gövdesini tutarken diğer koluyla duvara tutunarak kendini yukarı çekiyordu. Güçlü bedeni suyun içinden çıkıp üzerindeki damlaları geride bırakırken Doğu'nun morarmış dudaklarına ve bembeyaz kesilmiş yüzüne bakakaldım. Dakikalardır içinde durduğu su, ruhunu alıp götürmüş gibi görünüyordu.
Bu kötü düşünceleri bir kenara bırakıp Batı'ya yardım etmek amacıyla Doğu'yu onunla birlikte yere yatırdım. Ağır bedeni soğuk zeminde sırt üstü bir şekilde duruyor, nefes almadan bekliyordu. Batı, nabzının atmadığını fark ettiğinde kardeşinin göğsüne hızla baskılı bir masajı yapmaya başladı. "Hadi Doğu!" dedi korkulu bir şekilde.
"Ambulansı aradım, birazdan burada olurlar." dedim. Neden söylediğimi anlamadım ama Batı'nın biraz da olsun rahatlamasını istiyordum. İçinde bulunduğu durumdan dolayı orada olduğumun farkında bile olmayabilirdi.
"Hadi oğlum kendine gel." dedi. İşe yaramadığını gördüğünde acı ile kardeşinin kireç gibi yüzünü tuttu. Gözlerinin endişeyle dolduğunu ve kardeşi için ağlamak üzere olduğunu biliyordum. İçimdeki tedirginlik Batı'nın dolmuş gözleriyle kendini daha fazla gösterdi.
Eğilip kardeşinin ağzından içeriye nefes gönderdiğinde öyle bir savaş başlatmıştı ki sonsuza kadar durmayacağını bilmiyordum. Doğu hayatını kaybetse bile Batı sonsuza kadar onun ciğerlerine kendi nefesinden verebilirdi. Çünkü sahip olduğu en büyük şey oydu.
Geri çekilip tekrar avuçlarını kardeşinin kalbinin hizasında tuttu ve bastırdı. "Hadi, nefes al lütfen." dedi çaresiz bir şekilde. "Söylediklerim için özür dilerim, lütfen nefes al..."
Onu hiç bu kadar hırslı ve aynı zamanda zayıf görmemiştim. Doğu şimdi nefes almazsa Batı sonsuza kadar bu anda takılı kalacaktı. Sesindeki ve gözlerindeki o acı dolu ferhattan anlaşılıyordu bu.
Tekrar kardeşine kendi nefesinden verdikten sonra aynı masajı tekrarladı. Denizin dalgaları duvara vurdu, vurdu... Ay tepede bizi karanlıkta bırakacak şekilde bulutların arkasına saklandı. Ve ben ağlayamayacak kadar berbat hissedebiliyordum.
"Lütfen Doğu..." dedi Batı, durmadan. Hareketleri ne yavaşlıyor ne de vazgeçiyordu. "Bırakma beni." diyordu sürekli. Bu dünyada yapayalnız kalmaktan korkuyordu. Onun diğer yarısı kardeşiydi ve birlikte geldikleri bu dünyada ondan bu kadar erken ayrılmaktan ödü kopuyordu.
Doğu, hayatında aldığı en acı dolu nefesi alırken ciğerlerindeki su kendini dışarı attı. Onun bir an öksürerek kendine gelmesi, Batı'nın da hayata dönmesini sağladı sanki. Gözlerinde beliren umut ve parıltı, şu hayatta gördüğüm en geçen şeylerden biriydi.
"Çevir." dedim Doğu'yu sağ tarafına döndürmeye çalışarak. Batı sonradan bunun farkına vararak onu omzunun üzerine çevirdi ve yutmuş olduğu suyun öksürükle beraber çıkmasını üzledi.
Görüntü, gerçekte var olan şeyden çok daha farklıydı.
Batıkan Tus; yenilmez, duygusuz, soğuk ve oldukça güçlü olan o çocuktu belki ama onun bile içinde sakladığı korkuları ve kabusları vardı. Buzdan duvarları sayesinde içeride sakladığı zayıflıklar görünmüyordu neredeyse. Ve Batı buzdan duvarlarının ardında saklanmaya, kendini kalpsiz gibi göstermeye devam edecekti.
Doğukan Tus; mutlu, umursamaz, güzel yüzlü biri olarak tanınacaktı sonsuza kadar. Kimse onun hüznünü göremeyecek ve kaybetme korkusunu anlayamayacaktı. Suratında maske olarak kullandığı o gülümseme, geceleri yalnız başına boğulmasına sebep olacaktı.
Hayat böyleydi. Hepimiz bir şeyleri saklıyor, ya yüzümüzdeki maskenin ardında ya da kelimelerimizdeki sahtekarlığı içinde saklıyorduk. Hepimiz kendimizi saklamak zorunda kalıyorduk.
Ambulans sirenleri duyulduğunda kapının önüne kadar geldiklerini anladım. O gecenin karanlığı, dalgaların sesine karışmaya devam etti.
Bölüm sonu...
Merhaba okurperilerim ✨ nasılsınız? Umarım çok çok iyisinizdir.
Değilseniz bile umarım bölümlerle biraz da olsun iyi geliyorumdur.🌻🌻
Bitirdiğiniz tarihi buraya ekleyin bakalım biraz sohbet edelim. 🍂
Doğu hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir kısmının ona kızgın, söylediği şeyler için biraz tavırlı. Ama nedense ben Doğu'yu baştan beri hep çok seviyordum ve uzun zaman boyunca onu geri plana ittikten sonra duygularını ortaya sermesen kötü hissederdim.
Bugünlük bu kadardı. Aslında geçen bölümde sınır geçilmedi ama olsun, bana çok destek olan okurlarım var onlar için yazıp yayınlamak istedim. Kendinize çok iyi bakın görüşmek üzere 😘😘
Bunu okuyana küçük bir not: GÜLÜMSE, BİR GÜLÜMSEME ÇOK ŞEY DEĞİŞTİREBİLİR.
Instagram/ Wattpad: sraylmaz
🦋