wildflower - 5sos
home - morgxn
okunmalara göre vote sayısı çok düşük o yüzden yeni bölüm için biraz oyların artmasını bekleyeceğim.
" Jimin." diye mırıldanmıştı Namjoon elindeki poşeti ona uzatırken. " Bir saniye bekle. bağcıklarım çözülmüş." Jimin kafasını sallayarak poşeti almış ve pipeti dudaklarının arasına sıkıştırarak çoktan biten içeceğiyle oynamıştı. Akşam üzerine kadar Yoongi ve Jungkook'la olabilmek adına sabah erken saatte kalkarak çok da büyük olmayan bu adayı gezmeye başlamışlardı. Birkaç kilise, birkaç müze ve tarihi yapı gezdikten sonra ikisi de epey yorulmuş, güneş altında yürümekten sıcaklamışlardı. " Kendimi denize atmak için sabırsızlanıyorum." Namjoon spor ayakkabılarının ipini bağlamayı başarıp ayağa kalktığında poşetleri geri almıştı. " Yine de çok eğlendim, sakın beni sıkıyormuşsun gibi hissetme."
" Öyle hissetmedim zaten aptal." demişti Namjoon kolunu onun omzuna atıp kendine doğru çekerken. Küçük bedeni kendi vücuduna yaslayarak gülümsemişti. " Güzel bir gün geçirdim sahiden. Teşekkür ederim fedakarlığın için."
Jimin omuz silkmiş ve bir şeyler söylemek istercesine dudaklarını aralamış fakat vazgeçmişti. Gerçekten kelimelerle arası iyi değildi, Namjoon yıllardır bunu fark etmemiş olmasına şaşırıyordu birkaç gündür. Sarışın ona bir şeyler demek, karşılık vermek istiyordu. Onu öperek çıkamazdı bu işin içinden sürekli. " Sen de benim için bir sürü fedakarlık yapıyorsun. Asıl benim teşekkür etmem gerek."
" İyi bir başlangıçtı." demişti Namjoon. İkisi de kıkırdarken otelin önünde olduklarını fark edip, ilk önce biraz sahile bakınmışlardı. Bugün pazartesi olduğu için diğer günlerden daha az kalabalıktı, o yüzden onları bulmak zor olmamıştı. " Sen git üzerini değiştir, ben de onlara bir bakayım." Namjoon'un üzerinde çoktan şortu olduğu için söylemişti bunu, Jimin'de kafasını sallayarak onu onaylamış ve aldıkları eşyalarım poşetlerini alarak otele doğru yürümüştü.
" Irk değiştirdin Jungkook, yatma artık şurada." Jungkook uykulu gözlerini aralayıp tepesinde dikilen hyungunu süzmüştü. Üç gündür burada yatıyor olsa da beyaz teni yüzünden çok daha az bronzlaştığını fark etmiş ve daha fazla yatmaya karar vermişti. " Hoşgeldin hyung." Yerinde doğrulmuş ve biraz esneyerek yana kaymıştı. " Geziniz nasıldı?"
" Harikaydı." demişti Namjoon tişörtünü çıkartıp katlayarak şezlongun ucuna bırakırken. " Aşırı sıcak hava, bir an önce kendimi denize atmak istiyorum." Jungkook hafifçe diğer şezlongta uyuyan Yoongi'ye bakmış ve o da kalkmıştı ayağa. " Ben de geliyorum."
İkisi de hızlı adımlarla denize doğru yürürken bugünün uzun bir süre için beraber geçirecekleri son gün olduğunu fark etmiş ve biraz hüzünlenmişlerdi, yine de yüzlerindeki gülümseme silinmemişti. " Yoongi akşama rezervasyon yaptı, ünlü bir restauranta yemeğe gidiyormuşuz." Namjoon kendini suyun içine atarcasına bıraktığında derin bir nefes almış, rahatlayarak sırt üstü dönmüştü. " Ne zamandır ona hyung demiyorsun?"
Dalga geçercesine bunu sorduğunda Jungkook saçlarını elleriyle geriye tarımış ve kıkırdayarak omuz silkmişti. " Patronu olduğumdan beri."
" Ah Jk. Bu kadar büyümüş olman beni yaşlı hissettiriyor. Albüm nasıl, istediğin gibi gidiyor mu?" Namjoon ona huzur veren dalga sesleri arasında öylece dururken sahili gözlüyor, Jimin'in gelmesini bekliyordu. " Beklediğimden çok daha iyi oluyor. Bir rap parçası bile ekledik, onu dinlemeni istiyorum çıkınca."
" Dalga mı geçiyorsun? Çıktığı an dinleyeceğim tabii ki." Jungkook daha sonra çenesiyle sahilde Yoongi'nin başında dikilen Jimin'i işaret etmişti. " Siz ikiniz ne yapıyorsunuz? O cüce çalışmadan duramaz."
" O da senin gibi. Kendini bulmaya çalışıyor ama çalışarak değil yeni şeyler deneyerek. Sanırım buradan sonra döndüğümüzde bir şeyler yapmak isteyecek. Bir ay tatili çok gördü kendine."
" Onunla oynamak zordur hyung... Kendini yormamalısın." Namjoon Jungkook'un söylediği şeyle ona hızlıca dönmüş, ifadesizce ona bakmıştı. " Ne demek istiyorsun? Onunla oynamak derken?"
Omuz silkmişti. " Onun için yaşamak oynamak demek. Risk alıp ince bir çizgi üzerinde yürümek demek. Benden daha iyi bilirsin ama son zamanlarda pek iyiye gitmiyordu. Umarım şu an daha iyidir."
Oynamak dediği an, Jimin'den şüphelendiği için bir an için kendinden tiksinmişti. Suratını buruşturup hafifçe suyun içine dalmıştı. Ona güvenmiyordu. Ne olursa olsun Namjoon onun nasıl biri olduğunu biliyordu. Ondan delicesine hoşlanıyordu, bunun farkındaydı fakat nasıl biri olduğunu kabul etmesi gerektiğinin farkındaydı.
Park Jimin bir kafesten çıktıktan sonra diğerine girmeyi istemezdi. Bunun bilincinde olarak onu sevmeli, onu korumalıydı Namjoon. Bunun farkına varmayı bir türlü istemiyordu. " Namjooniem..." Jimin girdiği suyun içinde hafifçe zıplayarak kollarını Namjoon'un boynuna sarmış ve sırtından geçirdiği bacaklarını onun beline dolamıştı. Namjoon gülümseyip bacaklarından kavrayarak tutmuştu onu. " Su çok iyi geldi." diye mırıldanarak kafasını onun boynuna koymuştu.
" Yarın gidiyoruz. Evi özledin mi?" Jimin iç geçirmişti. " Onu diyecektim şimdi. Aslında farklı bir fikrim var." Namjoon kaşlarını kaldırıp kafasını hafifçe ona çevirmişti. " Geçen sene şehirden çok sıkıldığım zamanlar İsviçre'den epey geniş bir bahçesi olan bir ev almıştım. Capri'ye geldiğimizde orayı hatırladım. Harika bir yer." Jimin dudağını ısırmış, öne doğru kayıp Namjoon'un yüz ifadesini incelemişti. " Ne diyorsun?"
" Hem bak, orada fazladan birkaç oda var onları değerlendirebiliriz." Hafifçe kulağına doğru fısıldadığında Namjoon hafifçe gülmüş ve kafasını sallamıştı. " Jimin hayır demeyeceğim. Niye diyeyim? Biz yeni bir şeyler denemeyi seven bir çiftiz, değil mi?"
Jimin etrafına bakınmış, karadan epey uzakta olduklarını gördüğünde tuzlu dudaklarını Namjoon'un bir sanat eserinden farksız olan dudaklarına bastırmıştı. " Daha ikinci buluşmaya gitmeden beni bu kadar sık öpmen normal mi acaba Park Jimin." Jimin dudak büküp kıkırdamış ve bedenini ondan ayırmıştı. " Biraz yüzeceğim ben. Kıyıda buluşuruz."
Namjoon kafasını salladıktan sonra sarhoş olmuşçasına birkaç dakika boyunca onu izlemişti. Nasıl bu kadar aşık olabilmişti ki bir anda? Bir türlü anlamıyordu.
...
" Dediğin kadar güzelmiş burası." demişti Namjoon içeriye diğerlerinden önce girip Yoongi'nin seçtiği restauranta bakarken. Burası deniz kenarı, salaş ve oldukça rahat bir mekandı. Duvarlarda deniz kabuklarından süslemeler vardı, beyaz duvarlar ve mavi masalarla dünyanın en sıcak mekanıydı. " Buyrun burası masanız." Namjoon teşekkür edip duvar kenarına otururken, Jimin'de onun yanına oturmuştu.
" Aklıma beraber yediğimiz plansız gece yemekleri geldi." demişti Yoongi ona uzatılan menüyü açıp gülümserken. " Hep Jin Hyung'a kitlerdik hesabı." Diğerleri de gülümseyip menülerine odaklanmıştı. Jimin her şeyi teker teker Namjoon'a işaret ediyor, çevirmesini istiyordu. Namjoon büyük bir sabırla yemeklerin ne olduğunu ona anlatırken Jungkook'da içinde et olduğunu düşündüğü her şeyden istiyordu. Herkes normal halde takılıyordu yani. Sipariş verdikten sonra birkaç saniye sessizce masayı izlemişti herkes. Hepsinin teni hafifçe kızarmıştı, bugün sahil kenarında epey oturup sohbet etmişlerdi ve şu an bunun acısı çok iyi çıkıyordu. Namjoon ve Jimin beyaz gömlek giymişti, esmerleşen ten renkleri biraz daha çıkmıştı ortaya. " Ne yapacaksınız şimdi siz?"
" Yarın sabahtan Kore'ye uçağımız var. Öğleden sonra işe dönüyoruz." Yoongi göz devirmişti. " Bir gün dahi dinlenirsek kpop sektörü çöker çünkü." Diğerleri kıkırdarken bu sefer göz deviren Jungkook göz devirmişti. " Ne diyebilirim ki... Bu sektörün altın çocuğa ihtiyacı var."
" Bu sektörün bir de neye ihtiyacı var biliyor musunuz?" Jimin doldurulan kadehinden bir yudum şarap almıştı. " Park Jimin'e."
Üçü de gözlerini şaşkınlıkla açmış ve ona dönmüştü. " Nasıl yani geri mi döneceksin?" Namjoon o an kalbinin sıkıştığını hissetti. İdol olma ihtimali ona neden bu kadar kötü hissettiriyordu bilmiyordu fakat içine doğuyordu olacaklar. " Hayır canım, odaklanmak istediğim çok farklı şeyler var şimdilik."
Bunu Namjoon'a gözünün ucuyla bakıp kıkırdarken söylemişti ve Namjoon o an kalbinin eski ritmine döndüğünü hissetti. O an hesaplamadığı tek şey vardı, o da Park Jimin'in sözünde asla durmamasıydı. " Bir buçuk ay sonra Jin hyung'un galası var. Kesin geleceksiniz değil mi?"
" Onu yalnız bırakır mıyız sence?" demişti Namjoon eline alıp az önce stresten parçalamaya başladığı peçetenin parçalarını toplarken. " Orada olacağız."
Yemekleri geldiğinde, uzun ve bolca kahkahayla geçen bir sohbetle birlikte keyifli bir akşam geçirmişlerdi. İçkilerini yudumlarken artık Jungkook'un yüzü hafifçe kızarmış, gülmekten yanakları ağrımaya başlamıştı. Jimin'de bu haldeydi çünkü Yoongi ve Namjoon hepsinin unuttuğu utanç verici anılarını teker teker anlatıyor ve birini bile kaçırmıyorlardı. Bir tanesini hatırlamak adına dakikalarca youtube'da video bile aramıştı. Eski halleriyle bir süre dalga geçmiş, daha sonra geldikleri yer için gurur duymuşlardı. Güzel bir geceydi ve Park Jimin bir az daha oynamaktan zarar geleceğini düşünmemişti. Dudaklarını birbirine bastırmış, hararetli bir şekilde bir şeyi anlatan Yoongi'yi dinleyen Namjoon'a bakmıştı.
O kadar farklıydı ki onun gözünde şimdi. Eskiden bu kadar dikkatli bakmamasından mıydı bilmiyordu ama daha önce hiçbir adamdan bu kadar etkilenmediğini, hiçbir adamın onu saatlerce öpmesini istememişti. İçten gülümsemesi, düzgün dişleri ve dolgun dudaklarını çok seviyordu Jimin. Boynun, belirgin köprücük kemikleri ve yapılı vücudu fazla etkileyiciydi. Saatlerce onu izlemek istiyordu Jimin.
Ona dokunmak istiyordu.
Elini saçlarının arasından çekip diğerlerinin ona bakmadığından emin olduktan sonra yanında oturan Namjoon'un bacağının üzerine koymuştu. Namjoon hafifçe irkilip ona dönse de göz kırpmış ve bakışlarını onlara uzun bir şeyi anlatan Yoongi'ye dönmüştü. " Evet hyung." Namjoon derin bir nefes alıp içkisine sarılmış, sakin kalmaya çalışarak kafasını hafifçe sağa eğmişti. Boynunu hafifçe kıtlatırken Jimin hafifçe baldırını sıkmış, tırnaklarını kot pantolonuna geçirmişti. Namjoon dudaklarını birbirine bastırmış, bir şey çaktırmamak için kendini kasmıştı. Şimdi de boynundaki damarları Jimin'in gözlerinin tam da önündeydi. " Sonra eve dönmek zorunda kaldık tabii ki. Jeongguk'un uğurlu çorabı yüzünden." Jimin bu sefer elini kaldırmış, işaret parmağını bastırmadan onun kasıklarına doğru sürtmüştü. Yüzündeki sırıtış
bir saniye olsun gitmiyor, oynadığı oyundan sonuna kadar zevk alıyordu.
" Ee sizin anlatacağınız bir şeyler var mı?" Jimin'in eli pantolonun ağ kısmını bulduğunda Namjoon dayanamayacakmış gibi hissediyor, ağlamak ve onu çekip dudaklarına yapışmak arasında gidip geliyordu. " Yani aklıma gelmedi şimdi." demişti Jimin elini yukarıya kaydırıp beyaz gömleğinin uçlarından karnına ulaşırken. " Sen anlatsana hyung bir şeyler."
" Fazla sakiniz biz komik şeyler olmuyor bizde." demişti Namjoon hızla geçiştirirken. Kendini on altı yaşında bir ergen gibi hissediyordu ve ne yapacağını bilemeyecek haldeydi. Tam o sırada Jimin hafifçe kıkırdamış ve tırnaklarını karnına geçirmiş, hafifçe elini kaydırmıştı. Namjoon sesli bir şekilde inlediğinde yüzündeki sırıtış tamamen silinmiş, elini hızlıca çekmişti. Kadehine uzanmış ve büyük bir yudumu içmişti. " Ne oldu hyung?"
" Ayak bileğimi çarptım Jungkook. Kemiğime geldi tam, ondan." Jimin bu sefer gülmemek için kendini tutmamış ve ayaklanmıştı. " Lavaboya gidiyorum ben."
" Biz bir şişe şarap daha alabilir miyiz lütfen?" Namjoon'un isteği üzerine az önce olanların hepsini büyük bir şokla izleyen garson kafasını sallamış ve hızlıca oradan uzaklaşmıştı. Jimin kendini tuvalete attığında birkaç dakika beklemiş, kenarları odundan yapılan şık aynada kendine bakmıştı. Birkaç dakika geçtiğinden emin olduğunda bir kabine girmiş ve telefonu eline almıştı.
Cesaretin varsa buraya gel.
Sıra ondaydı ve Jimin hakkını en iyi şekilde değerlendirmek istemişti. Bu oyunun zorluğu gitgide artıyordu ve Jimin ayak uydurmaya çalışıyordu. Hislerinin ne kadar büyük olduğuna dair hiçbir fikri yoktu ve bunu düşünmek daha istemiyordu. Düşünürsen batıracağını bildiğinden kaçıyordu.
Boş tuvaletin kapısının açıldığını derin bir nefes almış ve telefonunu cebine sıkıştırmıştı. Derin bir nefes alarak kapıya uzanmış, aralayacakken kapı dışarıdan çekilmiş ve ondan önce açılmıştı. " Sen..." diye mırıldanmıştı Namjoon kapının kilidini geçirip ona dönerken. " Sen kesinlikle tehlikenin farkında değilsin." Ona doğru yaklaşan esmerin göğsüne ellerini koymuş, ince gömleğinden yanan tenini hissetmişti. İçinde küçük bir kıvılcımın büyük bir alev topuna dönüşmesini hissedebiliyordu sarışın. Ona istediği gibi dokunabilmeyi her şeyden çok istiyordu. " Sen..." diye mırıldanmıştı Jimin ona yaklaşabildiği kadar yaklaşmış, parmak uçlarında yükselmiş ve hafifçe burnunu onun çenesine sürtmüştü. " Çok konuşuyorsun."
Namjoon onu omuzlarından tutup kendine çekmiş, dudaklarını onun deminden beri ısırdığı için kızaran dudaklarına bastırmıştı. Jimin'in elleri onun ense köküne giderken dudaklarını aralamaya anca zaman bulmuş, kafasını hafifçe kaldırıp Namjoon'un alt dudağını emip dişleriyle hafifçe çeliştirmesine sakin kalamamıştı. Onun dudaklarına doğru eğilip saçlarını çekiştirirken, Namjoon elini tuvalet kapısına koymuş hızlıca Jimin'i ittirerek onu kapıyla arasına sıkıştırmıştı. " Çok seksiydi bu." diye fısıldamıştı kıkırdayıp diliyle onun alt dudağını yaladıktan sonra. " Kalbimi çalmayı da başardın." demişti canı acıması diye sırtına koyduğu elini kastederek.
" Çok konuşuyorsun." Namjoon belini kavradığı elini bu sefer onun çenesine götürmüş, sıkıca kavrayarak kafasını kaldırmasını sağlamıştı. Jimin'in kokusunu çok daha iyi hissettiği için bir saniyeliğine yutkunmuş, onun elini pantolonunun kemerine geçirdiğini hissettiğindeyse dişlerini boynuna geçirmiş duyduğu tatmin edici inlemeyle birlikte dudaklarını ısırdığı yerde gezdirmiş, nefesini hafifçe bırakmıştı. " Seninle oyun oynamayı kabul etmek verdiğim en cesaretli ve en iyi karardı Park Jimin." Ardından kalçasından onu kavramış ve onu kendine çekerek birbirlerine baskı yapmalarını sağlamıştı. Jimin onun yanında kalan küçücük bedeniyle oradan oraya savrulunca, dalga geçip uğraştığı adamın ne kadar sert ve kadar etkileyici olabileceğini fark etmiş tek eliyle onun boynuna dolanmış ve oraya pusmuştu bile. " Bu oyunu oynamak." diye mırıldanmıştı. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışıyordu. " Yapmayı bildiğim en iyi şey sanardım. Fakat şimdi kaybedebileceğimin farkına vardım."
" Hayır." diye mırıldandı Namjoon. Eller kalçasından yukarıya, incecik beline çıktı ve kulağına eğildi sarışının. " İkimiz de kaybedeceğiz."
...
" Sabah çok erken çıkacağız, bir daha boşuna uyanmayın saat zaten yeterince geç oldu." Sahilde otellerine doğru ufak bir yürüyüş yaparken bu kısa kaçamağın ne kadar huzur verici ve rahatlatıcı olduğundan bahsediyorlardı ve herkesin keyfi yerinde görünüyordu. " Planlasak bu kadar keyifli geçmezdi." Yoongi kafasını sallayarak Jungkook'a katıldığını belirtmişti. Uzun süredir bu kadar keyifli tatil yapmamış, bu kadar rahatlamamış ve bu kadar gülmemişti. " Emin misiniz?" demişti Jimin otelin kapısının önünde dururken. Gelmişlerdi. " Sizi yolcu etmek için uyanabiliriz." Yoongi kafasını olumsuzca sallamıştı.
" Şimdi vedalaşabiliriz." Jimin dudak bükmüş, karşısında dolu gözlerle olan Jungkook için kollarını iki yana açmıştı. " Hyunguna sarıl velet!" İkisi kıkırdarken sıkı sıkı birbirlerine sarılmışlar, bu anın keyfini çıkartmışlardı. " Kendinize iyi bakın." Namjoon Yoongi'ye bakmıştı. " Çok çalışıp kendinizi yormayın sakın."
Jimin bu sefer Yoongi'ye sıkıca sarılmış ve ona koskocaman bir gülümseme vermişti. " Kendine iyi bak hyung."
Vedalaşmaları sona erdiğinde birkaç
saniyelik sessizliğin ardından Yoongi otelin bar kısmını işaret etmişti." Biraz içeceğiz biz, uçakta uyursak jetlag olmayız."
" Size iyi eğlenceler." demişti Namjoon asansörün düğmesine basarken. " Biz muhtemelen hemen uyuyacağız, bugün çok yorucuydu."
Asansöre girdiklerinde Jimin kapının kapanmasını beklemiş ve derin bir nefes almıştı. " Uyuyacak mıyız hemen gerçekten?"
Namjoon kafasını olumsuzca sallamış, dilini yanağının iç kısmında gezdirmişti. " Hayır güzelim, bu epey kötü bir karar olurdu."
merhabaaa, okuduğunuz için çok teşekkürler. diğer bölümde bu yazdıklarımın hepsinden daha uzun bir smut olucak o yüzden rahatsız olacakların bakmamasını rica ediyorum. lütfen desteğinizi esirgemeyin, iyi günler 💜