gözlerimi açtığımda taeyong'un kusurdan uzak ayrıca bir o kadar da ürkütücü suratı yüzümün bitişiğindeydi. bakışlarımız buluştuğunda gülümsemiş ardından yeni uyandığı için boğuk çıkan sesiyle mırıldanmıştı.
"günaydın."
dayak yemiş gibiydim, her yerim ağrıyordu ve hâlâ yorgun hissediyordum. gözümün önüne doğru gelen saçlarımı uzaklaştırmak için kolunu kaldırmaya çalıştığımda bile başarısız olmuş, yeniden gözlerimi kapatmıştım. bu kadar halsiz olmam normal değildi, o pislik kim bilir bana ne tür ilaçlar vermişti. yine de tam bir centilmen gibi davranmaya çalıştığı için gözümün önüne gelen saçlarımı okşayarak kulağımın arkasına sıkıştırmış ve memnun ifadesiyle söylemişti. "saçların biraz uzadı sanki..."
kızmaması için onaylamaya çalıştım ancak ağzımdan acınası bir iniltiden başka hiçbir şey çıkmadı. gözlerimi kısıp ağlamaklı sesimle konuşmaya başladım, "bana o ilaçtan bir daha verme, l-lütfen."
"bu sana bağlı dan. sınırlarımı zorlamazsan, en önemlisi de kim olduğunu unutmazsan vermem."
başımla onayladım, kahrolasıca dan gibi davranmak mı yoksa kahrolasıca dan'a dönüşmek mi daha kötü diye düşündüğümde birinci seçenek daha cazip geliyordu. kim olduğumu unutmak istemiyordum ancak burada kalmaya devam ettiğim süre boyunca bu pek mümkün olmayacak gibiydi. işte tam da bu yüzden, kaçmak için dahice bir plan kurmaya karar verdim. uzun sürecek olsa dahi ya bu evden kurtulacak ya da denerken ölecektim.
gözlerimi kapamış düşüncelerime odaklanmaya çalışıyordum ki neşeli sesini duymamla bütün hevesim kaçtı.
"bugün seninle bir yere gideceğiz."
merak etmiyorum desem yalan olurdu bu yüzden başımı kaldırmaya çalışarak sordum, "nereye?"
"saçlarını eskisi gibi uzun hale getirebilecek bir kuaföre."
lanet olsun.
bu adinin her gün yeni bir pislik çıkartmak söz konusu olduğunda ciddi bir yaratıcılığı vardı. başımı haddinden biraz fazla sert şekilde yastığa bıraktığımda saçlarımı okşamıştı.
"saçların kısa diye çok üzüldüğünü görüyorum uslu kız, seninle seviştikten sonra upuzun saçlarını okşamamdan çok hoşlanırdın ama endişelenme senin için bu sorunu çözebilirim. hem istersen dönüşte şu sevdiğin kalpli tokalardan da alabiliriz."
sesimin daha net çıkması için birkaç kere öksürdüm, "lütfen alalım, o kalpli tokalar olmadan uyuyamam. şuan en çok ihtiyacım olan şey o kalpli to-"
cümlem tam da en ironik kısmında kalçama inen sert tokat yüzünden kesildiğinde neredeyse bağırarak ağlamaya başlayacaktım.
gerçekten canımı yakmıştı, hem de öyle çok yakmıştı ki tenim yanıyordu ve çığlık atmak istiyordum. yine de taeyong'a canımı acıtabilecek güçte olduğunu hissettirmemek için sustum.
saçlarımı özenle düzenleyip parmaklarıyla taramış, çenesini başıma yasladıktan sonra "seni en çok sesini kestiğinde sevidiğimi biliyor muydun dan?" diye sormuştu.
cevap vermedim oysa ben de onu en çok sesini kestiği zamanlarda seviyordum.
__________________
eve geri döndüğümüzde saat dokuza yaklaşıyordu, kuaföre gittiğimizde tam da taeyong'u memnun edecek şekilde pamuk şeker yemek istediğimi söyleyip durduğumdan saçlarımı yaptıramadan geri gelmiştik. kalıp saçlarımın yeniden uzun hale gelmesi için ısrar etmemesi garibime gitmesine rağmen şimdilik halimden memnundum çünkü istediklerimi yaptırmak için neyi kullanamam gerektiğini çözmeye başlıyordum.
kendimi yatak odasına kapatıp taeyong'un seveceğini düşündüğüm kıyafetleri giymeye çalışmamın sebebi de, bu gece çok önemli bir görevimin olmasıydı.
ona haddinden fazla yüz verip itiraf etmesini sağlayacaktım, bütün bu saçmalıkları neden yaptığını, ne zaman duracağını ve diğerlerine ne olduğunu...
üzerinde pastalar, kekler ve türlü saçmalıklar olan pembe etekle 'heart breaker' baskılı bir uzunkollu giyiyordum. tüylerimi diken diken eden bir şekilde güzel görünüyor ve bu yüzden kendimden nefret ediyordum. başıma kahverengi peruğu geçirip çilekli parlatıcımı da sürdüğümde hazırdım. yatak odasından temkinli adımlarla çıkıp kattaki bütün odaları gezmeye başladım. taeyong ne mutfakta ne de oturma odasında yoktu, dışarıya çıkmış olabileceğini düşünerek pencerenin yanına yaklaşmıştım ki arkamdan yükselen tok sesini duydum.
"ne yapıyorsun burada?"
başımı çevirip gülümsemeye çalışarak mırıldandım, "seni arıyordum."
tekrar konuşmaya başladığında sesi buz gibiydi ve bakışlarından bir terslik olduğunu anlayabilmiştim.
"odamıza geri dön."
orası bizim odamız değil lanet olası, senin odan.
"istemiyorum."
cevabımı duymasıyla hırslı bir şekilde üzerime yürümeye yeltenmişti ki eteğimin pileleriyle oynamaya başladım. "beni zorla götürmeye çalışma lütfen, orada tek başıma çok canım sıkılıyor. seni istiyorum."
durakladı, belli ki benden böyle bir hamle beklemiyordu. yine de kolunu nazikçe kavrayıp bedenimi yatak odasına doğru çekiştirmeye başlamıştı, başka bir planı olmalıydı.
"hayır dannie, uyuman gerek. saat geç oluyor, sütünü hazırlayıp geliyorum."
kolumdan tuttuğu bedenimi yavaşça yatağa bırakmaya çalıştığında ellerimi sıkıca yakasına sarmış ve vücudumu arkaya doğru bırakmıştım. şimdi ben yatakta uzanıyordum, taeyong da üzerime düşmüştü. şaşkınlıktan genişçe açtığı gözlerini izlerken dudaklarımı yavaş hareketlerle ıslatıp söyledim, "uyumak istemiyorum, sana ihtiyacım var."
tek eliyle bileklerimi kavrayıp yatak başlığına yaslaması yarım dakikasını bile almazken şehvetten kararmış gözleriyle sordu, "bunu neden yapıyorsun?"
"çünkü artık vazgeçtim, senin uslu küçük bebeğin olmak istiyorum. kendimi sana sunuyorum, beni istemez misin?"
taeyong başını boynuma indirdiğinde aptallığına sevindim.
burnunu tenimde gezdirip derin nefesler alıyor, ara sıra boynuma kelebek öpücükler bırakıyordu. başı hâlâ oradayken ellerini bacaklarıma doğru indirmeye başladığında dürüst olmalıyım ki rahatsız olmuş gibi hissetmedim. dokunuşları tanıdıktı ve bırakın beni huzursuz etmeyi, günaha davet ediyordu. eteğimin altına doğru ilerletmeye çalıştığı elini yavaşça tutup yukarıya, tam olarak bacaklarımın arasına götürdüm.
iyi haber, onu etkilemeyi başarmıştım.
kötü haber, ben de etkileniyordum.
hala sağ bileğimi sıkı sıkı tutan kaslı kolu, kemikli yüz yapısı ve güçlü omuzlarıyla hayalimdeki erkeğin vücut bulmuş hali gibiydi. sorun şu ki, pisliğin tekiydi.
başını kaldırıp dudaklarıma yaklaşmaya çalıştığında başımı hafifçe geriye çektikten sonra mırıldandım, "olmaz."
kaşları çatılmış, beni öpmek için bir hamle daha yapmıştı ki yeniden kaçtım. "olmaz, önce seninle küçük bir anlaşma yapmalıyız."
bacaklarımın arasındaki elini intikam almak ister gibi sertçe tenime bastırmış ardından yine o ürkütücü ifadesini yüzüne yerleştirmişti.
"benimle anlaşma yapabilecek konumda olduğunu düşünmüyorum dan."
başımı taeyong'un yüzüne biraz daha yaklaştırıp her kelimemde dudaklarımın tenine çok ama çok hafifçe değdiğine emin olduktan sonra konuşmaya başladım.
"belki de öyleyim ama bir düşün, eğer şimdi bana tüm bunları neden yaptığını açıklarsan ve hayatını benimle paylaşmaya başlarsan o zaman seni anlar ve sorun çıkartmam."
gözleri şüpheci bakıyordu ancak etkilendiğine emindim bu yüzden devam ettim.
"bir düşünsene taeyong, tam istediğin gibi olurum. hemen yarın saçlarımı yaptırmaya gidebiliriz sonra eve geldiğimizde beraber duşa gireriz. bahse girerim onları yıkamaktan çok hoşlanırsın."
"b-bilemiyorum, yaşadıklarım öyle kolay açıklanacak şeyler değil..."
kekeliyordu, tanrım taeyong kekeliyordu. planım işe yarıyor olmalıydı.
eli hâlâ aynı yerdeyken bacaklarımı birleştirip yavaşça vücuduma doğru çektiğimde gözlerim kapalı, dudaklarım hafifçe aralıktı. mırıldanır gibi memnun bir sesle inleyip gözlerimi yavaşça açtım, anında bakışlarımız buluştu. görebildiğim kadarıyla ya kontrolü kaybetmek üzereydi ya da kontrolden çıkmasına az kalmıştı.
belki de kendimi kandırıyordum, kontrolden çıkan tek kişi bendim.
alçak ses tonumla, fısıldayarak konuşuyordum. "bir daha doyoung olduğumu söylemem sadece senin olurum. hemen şimdi, yeter ki paylaş benimle. kendini bana aç."
beklediğimin aksine tae bana yaklaşmadı, uzaklaştı. ellerini üzerimden çekip hızla yataktan kalktı, odanın içinde adeta koşarcasına volta atıyor, sakinleşmeye çalışıyordu. bunu yapmayı bana yıllar gibi gelen bir süre boyunca kesmedi.
onu şaşkınca izlediğim dakikaların ardından sanki adını seslenmişim gibi aniden yüzüme bakmış ardından üzerime yürüyerek çenemi sıkıca kavramıştı. beni korkutan şey ne yatağa sertçe çarptığı başımın ağrısı ne de başka bir şekilde canımı yakmasıydı, bakışları ürkütüyordu beni. hiçbir şey söylemeden öylece gözleri izlemiş ardından da şaşkınlıktan neredeyse küçük dilimi yutmama sebep olacak cümleler kurmuştu.
"bir daha dan gibi olmaya çalıştığını duyarsan canını fena halde yakarım, duydun mu beni? sen doyoung'sun. benim sevgilimsin ve bana aşıksın, hep de öyle kalacaksın."
sinirden titreyen vücudu ve sıkıca yumruk yaptığı elleriyle odanın içinde dönüp dururken hep aynı cümleyi sayıklamıştı.
"sen doyoung'sun."
"sen doyoung'sun."
******
onuncu bölüm final olacak yüksek ihtimalle, umarım iyi gidiyordur hem kitap hem hayatlarınız 💛🐇🐰