Can Kırığı
James Arthur, Train Wreck
🔻
Cam kırıkları.
Ruha ulaşamayan ama battığında çoğu acıyı geçiren cam kırıkları. Kol ve dizlerde sayısız çizikler, geçmeyen acılar ve izleri.
Batan göğsümün üzerinde atan kalbim miydi yoksa emanet bir nefes mi bilemiyordum ama bileğimde atan nabzın neden olduğunu bilhassa görüyordum. Sol göğsümün üzerine değen belki cam değildi fakat orası da kırıktı.
Gri parkenin üzerine dağılmış farklı boyutlarda olan camlar toplanılmayı beklerken vazonun güzelliğinden bir eser kalmamıştı. Odaya giren herkesin ilk dikkatini çeken vazo şimdi kırıklar içerisindeydi, her ortamda dikkat çeken insanların bir yanlışında gözden kaybolması gibi.
Bileğime sürdüğüm kremi derim kısa bir sürede emmişti. Artık acımıyordu, alışmıştım. Çok sakar bir insandım, her gün en az iki defa düşme potansiyeline sahiptim. Vücudumda oluşan morlukları kim görse şiddete uğradığımı sanıyor ve bana acıyordu, onlara düştüğümü söylemiyordum. Alışmak kelimesi her ne kadar içimi acıtsada tepki göstermek benim için artık bir şey ifade etmiyordu.
"Kızım beni duyuyor musun?"
Annemin sesiyle kendime geldiğimde boş bakışlarım onu buldu. Düşüncelerim o kadar kalabalık yapmıştıki zihnimde kapının sesini dahi duymamıştım. Bu normaldi, bir şeye daldığımda sıyrılmam oldukça zor olurdu. "Bir şey mi oldu?" Cansız çıkan sesim annemin gülümsemesiyle hayat buldu.
"Kahvaltı hazır hadi beraber yiyelim." gülümseyerek bana bakmaya devam ederken gülümsemesinin sebebini anlamıştım. Bana bir şeyi nazikçe söylediğinde yapardım aksi takdirde hep dikine giderdim.
Beline kadar uzanan sarı saçlarını bugün yüne özenle taramıştı, uzun saçı çok severdi. Kahverengi gözleri her ne kadar yorgun olsada belli etmemek için her gülümsediğinde parlardı. Gözünün üzerine hafif bir far çekmiş ve bu onu daha genç göstermişti. Güldüğünde yanağında çıkan çukur belirginleşiyordu.
Üzerine giydiği siyah işlemeli elbise ona tam otururken diz kapağının hemen altında bitiyordu. Boyu benden oldukça uzun olduğu için her kıyafeti taşıyor ve güzel görünüyordu. Parmağında babamın ona aldığı oldukça iddialı bir yüzük vardı gözlerimin oraya gitmesiyle annem sahte bir şekilde öksürdü ve diğer eliyle yüzüğü kapattı.
"Birazdan gelirim." Söylediklerimle gülüşü solduğunda bakışlarımı kaçırdım ve camın üzerinde akşamdan kalan yağmur tanelerini izledim.
"Hizmetliye söylerim camları temizler kızım, hazırlan sen." Sisli bakışlarım onu bulduğunda ona böyle davranmamam gerektiğini düşünerek zoraki bir şekilde gülümsedim. Gözlerinde kırgınlığı ve anlayışı görebiliyordum, beni anlayabiliyordu.
"Peki anne." Anne cümlesini duyduğunda asılı kalan dudakları yukarı kıvrıldı. Kapıyı kapatarak odamdan çıktığında koridorda topuklu ayakkabılarının çıkardığı sesi duymamla dudaklarımı parmaklarımla düzelterek başımı cama yasladım. Telefonumu elime alarak sosyal medya hesabıma girecekken ekrana yansıyan bildirimle duraksadım. Parmaklarım ekran çubuğunu kaydırarak bildirime tıkladığında rahat bir nefes verdim.
Gönderen: Oğuz
-Evden çıkıyorum kapıda bekleyeceğim, bekleme yapma. :)
Oğuz benim okulda tek arkadaşımdı. İnsanlara yaklaşan bir insan değildim bu yüzden arkadaş olamıyordum. Onunla iyi anlaşabiliyordum, en azından beni anlayabiliyordu. Onunla ben tanışmamıştım garip bir şekilde aynı sınıfta olmamıza rağmen birbirimizi tanımıyorduk. Ailemin sayesinde tanımıştım onu babası şirketimizin ortağıydı. Kısa bir süre önce onunla olan bağımız eskisi gibi değildi, bir arkadaş gibi değil yanımda koruma gibi geziyordu.
Hazırlanmak için telefonumu kenara koydum ve bacaklarımı koltuktan sarkıttım. İki elimi birleştirdim ve öne doğru uzatırken uzun bir süre esnedim. Banyoya girerek rutin işlerimi hallettikten sonra kıyafet dolabımı açarak okul kıyafetlerimi çıkardım.
Kırmızı, içinde kahverengi olan kare desenli eteğimi üzerime giyindikten sonra; üzerine beyaz gömleğimi giyerek bir tarafını eteğin içine sokarak diğerini salaş bıraktım. Gömleğimin kollarını dirseğime kadar katladıktan sonra düğmelerini çözük bıraktım. Kırmızı kravatımı taktıktan sonra gevşek bıraktım ve saçlarıma uzandım. Tokamı saçımdan uzaklaştırırken siyah, yaklaşık belime kadar uzanan saçlarım dağıldı. Ellerimle biraz düzelttikten sonra bakışlarımı aynaya çevirdim.
Sıradan bir öğrenciydim işte sadece biraz fazla dağınık gibi görünüyordum galiba. Diz kapağımın biraz üzerinde olan eteğim ne kadar güzel dursada rahatsız ediciydi. İnce bacaklarım olduğu için etek kötü görünmüyordu, görünse umrumda da olmazdı. Kahverengi gözlerim annemin bana bir armağanıydı, gözlerimi seviyordum. Gözlerimin etrafını saran kirpiklerim epeyce uzundu. Dudaklarım dolgun sayılmasa bile biraz kalındı. Elmacık kemiklerim fazla belli değildi çünkü yüzüm biraz tombuldu yediklerim hep yanaklarıma giderdi.
Aynaya bakmayı keserek makyaj masamın yanına ilerledim ve beyaz ahşap sandalyeyi çekerek oturdum. Ellerim beyaz renkli martin makyaj masasının üzerinde bir süre dururken bugün hangi ruju kullansam diye düşündüm. Makyaj yapmayı severdim, ailemiz büyük bir şirketin ortağı olduğu için dağınık olamazdım, kendime özen göstermeliydim.
Yüzümün lekeli olan kısımlarına makyaj süngeriyle koyu renkte olan fondöteni güzelce yaydıktan sonra kenara koydum. Uzun ve kıvrımsız kirpiklerime özenle rimel sürdükten sonra gözlerimi birkaç defa kapatarak açtım ve fırçayı kenara koydum. Far paletini önüme açtıktan sonra fırçayı elime alarak renklere bakmaya başladım. Abartılı olmaması için nude tonlarında olana fırçayı birkaç defa değdirdikten sonra sağ gözümü kapatarak güzelce sürmeye başladım, aynı işlemi sol gözüme de yaptığımda fırçayı kenara koydum. Gül pembesi renginde olan ruju sakince dudaklarıma sürdükten sonra kalemle üzerinden geçerek düzelttim. Masayı düzenleyerek arkama yaslandığında aynadan kendimi inceledim.
Yüzümde olan yorgunluk makyajla birlikte gitmişti, göz altımda olan morlukları da gizleyebilmiştim. Rujumu yedirmek için dudaklarımı birbirine sürdükten sonra kıvrımlı kirpiklerim ve açık renkli farım son derece doğaldı. Pencereden vuran ışık aynaya yansırken kahverengi gözlerimin rengi açılmıştı. Aynadan bakılınca son derece mutlu bir insan görebiliyordum fakat makyajı çıkardıktan sonra maskem düşüyordu.
Aynaya bakmayı kestikten sonra ayağa kalktım ve deri ceketimi giydikten sonra yatağın üzerinden sırt çantamı alarak koluma taktım. Telefonumu ve kulaklığımı alarak kapıyı açtım ve merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Bu evden uzaklaşmak bana iyi geliyordu, kendimi tutsak hissediyordum. Bileğime baktığımda hafif morluk izi olsada üzerine deri ceket giydiğim için görünmüyordu. Merdivenlerden indiğimde dış kapıya yönelirken salondan tıkırtı sesleri duymamla kalp atışlarım hızlandı.
"Çıkmadın mı hâlâ sen?"
Gelen sesle sessizce yutkundum ve gözlerimi kapattım. Korkaktım evet ama yüzleşmek bana göre değildi ben, her zaman kaçan taraf olmuştum. "Şimdi çıkıyorum." Sesimi ben bile zor duyarken onun duyması bi hayli zordu.
"Bana döner misin?" dediğinde sakin hareketlerle arkama döndüm. Gözlerimi babamla buluşturduğumda bir şey söylemesine kalmadan üzerini inceledim.
Babam birkaç ay sonra kırk yaşına girecek bir iş adamıydı. Tanınan bir şirketin yöneticisiydi ve bu onu oldukça tatmin ediyordu. Siyah gözleri her bana bakışında daha da kararıyordu ya da ben öyle hissediyordum, kaşları her zamanki gibi çatıktı. Siyah saçlarını özenle taramış ve işe gitmek için hazırlanmıştı. Üzerinde beyaz gömlek ve siyah, jilet bir takım elbise vardı. İşine oldukça önem verirdi, hatadan hoşlanmazdı onun dünyasında her şey kusursuz olmalıydı. Elinde olan iş çantasını iyice kavradı ve bana doğru bir adım attı.
"Derslerini iyice dinle olur mu? Sen benim kızımsım, çok çalışmalı ve istediğin yere gelmelisin."
O Şahin Arden'di. Benim ona söyleyecek bir sözüm yoktu. Tebessüm ettiğinde dudaklarımı sahte bir şekilde kıvırdım. Babamı seviyordum ama iş hayatını çoğunlukla bizden önce tutar aylarca eve gelmediği olurdu. Benim geleceğimin değil de onun soyadının önemli olduğunu düşünürdüm çoğu zaman, böyle hissettiriyordu. "Olur." diyerek arkama döndüm.
"Kızım kahvaltıya gelsene." Annemin sesiyle ona dönüp itiraz edecekken babam benden önce konuşmayı devraldı. "Dersi daha önemli Ayşen, bırak kızı okuluna gitsin." demesiyle aralanan dudaklarımı kapattım. Bir şey söylemeye gerek duymadım, bu sözleri her defa duyuyordum.
Koridordan gelen sesle bakışlarım oraya yöneldi. Bir çift kahverengi göz esir aldı gözlerimi. Gözlerim yüzünden eksik olmayan gülüşünde kaldı sonra yanağında oluşan çukura, beni gördüğünde o çukur kapandı ve sessizliğe gömüldü. "Günaydın oğlum." dedi annem kahvaltı masasına oturmadan hemen önce. "Gel kahvaltını yap."
"Ayşen." diye uyardı babam rahatsız edici bir ses tonuyla, yüzünde eksik olmayan ciddi bir ifade vardı. "Bırak okullarına gitsinler."
Onların sohbetlerini dinlemeyeceğim için başımı tekrar yana çevirdiğimde onunla karşılaştım. Beni gördüğünde hiç anlayamadığım bakışları yüzünden eksik olmazken bakışlarını kaçırdı.
Enes Seza Arden.
Güldüm hafifçe, bu ev tamamiyle saçmalıktan ibaretti. Enes benim öz kardeşim değildi, ben doğduktan sonra erkek kardeş isteyeceklerimi düşünerek yetimhaneden koruyucu aile olarak sahiplenmişerdi Enes'i. Ya da ne yalan söylüyordum ki, şirketin başına geçirecekleri için ailesine almışlardı. O benden bir yaş küçüktü, ben lise sona giderken o lise üçe gidiyordu.
Üzerinde bizim okulun forması vardı, o da benim gibi gömleği dirseğine kadar katlamış ve kravatı gelişigüzel bağlamıştı. Beyaz spor ayakkabılarının bağcıkları her zamanki gibi çözüktü, bağlamayı bilmediği için evin yardımcısına bağlatırdı. Kahverengi gözleri kirpiklerinin ardında kaybolmuş uçsuz bucaksız bir nehir gibi bakıyordu. Siyah asi saçları dağılmış gözlerinin önüne düşmüştü. Dolgun sayılmayan dudaklarını birbirine bastırmış konuşmak istiyor ama kendini tutuyor gibiydi. Yaklaşık on yaşındayken gelmişti fakat hâlâ alışamamış, evde diken üzerinde duruyordu.
Annem onun üzerine daha çok düşer ve babam ona biraz daha sert davranıyor olabilirdi. Şirketin başına geçeceği için kendine çekidüzen vermesini söyler derslerine oldukça karışırdı. Sınavdan doksan alma gibi bir ihtimali yoktu, yüz olmalıydı. Babama göre hayatında hiç hata olmazdı, aslında kendisi başlı başına bir hataydı.
"Günaydın." dedi Enes ılımlı bir ses tonuyla. Ona baktığımı fark ederek gözlerimi kaçırdım ve duvara baktım.
"Aynısından." dedim ve bakışlarımı masaya çevirmemle babamın sinirli yüz ifadesiyle karşılaştım. Annem kahvaltıya devam ederken sıkıntıyla başımı iki yana salladım ve arkama döndüm.
Dış kapıyı açarken acıyan bileğime geldiği için acımı içimde yaşarken diğer bileğimle ovaladım ve kapıdan çıktım. Bahçe kapısını da açarak çıkarken karşımda Oğuz'u görmekle duraksadım. Sabah beni almaya geleceğini söylemişti, unutmuştum.
"Günaydın Eylem."
Hafif bir tebessümle söylediği sözlere kahverengi gözlerine bakarak cevap verdim. Yanında durarak onu görmem için başımı kaldırdığımda uzun boylu olduğu için omzuna dahi yetişemedim. Oğuz okulda basketbol kaptanıydı ve bu yüzden oldukça uzundu. Soğuktan yanakları hafif kızarmış, bu onu tatlı göstermişti. Uzun bacaklarını saran siyah bir pantolon giymişti. Üzerinde gömleği ve kravatı benim gibi salaştı. Gömleğini dirseğine kadar katlamış koluna siyah bir saat takmıştı.
"Hadi okula geç kalmayalım." dediğinde başımla onaylarken bakışları benden kaydığında "Günaydın Enes." dedi. Gözlerimi arkaya çevirdim ve soluk kahveleriyle karşılaştım. Üzerine giydiği deri ceket inceydi, üşüyebilirdi. Bağcıklarını yine bağlayamamış olmalı ki çözüktü. Çok sorumsuz bir insandı.
"Günaydın Oğuz." dedi ince sesiyle. Evde ve sosyal hayatında ne kadar çekingen davranıyorsa okulda da bir o kadar kavga çıkarıyordu. Kimseyle bir derdi yoktu aslında, onun derdi kendisiydi.
"Bizimle gelmek ister misin?" dediğinde bunu beklemediğim için kaşlarımı çattım, Enes bana bakarken yüzümden bir şey anlamış gibi eliyle yolu gösterdi. "Siz gidin, ben arkadan geleceğim."
Oğuz onaylar anlamda mırıltılar çıkardıktan sonra ilerlemeye başladık. Her sabah böyleydi, okulda Enes'in kardeşim olduğunu bilen çok kişi yoktu, bilmemeleri daha iyiydi. Bana olan sinirlerini ondan çıkarmalarını istemezdim. Ayaklarımı bir ritimde tutturarak ilerlemeye başladım. Oğuz yanımda şarkı mırıldanırken kulaklıklarımı taktım.
Özel bir okulda okusakta yürümeyi tercih ediyorduk, okul ve ev arasında yaklaşık on dakikalık bir yer vardı. Çoğu zaman okula Oğuz'la gider ve Oğuz'la dönerdim, eğlenceli bir insandı ve bazen beni bile neşelendirebiliyordu.
Okul girişine geldiğimizde kulübede bekleyen Fuat abiyi görmemizle selamladık ve okuldan içeriye girdik. Girdiğimizde bize bakan çok kişi olmadı Oğuz'un aksine dikkat çeken birisi değildim sessizce evden okula, okuldan eve giderdim. Bizim okulumuz böyleydi, herkes kendi halinde takılırdı. Sadece birkaç kişi haricinde herkes gayet disiplinli ve saygılıydı. Okulun giriş merdivenlerine geldiğimizde duraksadım ve Oğuz'a baktım.
"Bugün sıra olmayacak mı?" Bana döndüğünde hafif düşünür gibi oldu sonraysa güldü ve ellerini saçlarıma attı. Saçımı karıştırırken ondan kaçtım ve sinirle ona baktım. "Hayır bugün sıra yok." dediğinde gülmeye devam ediyordu. "Saçın böyle daha güzel."
Ona ters ters baktığımda ellerimle saçlarımı düzeltmeye çalışırken bir yandan da merdivenlerden çıkmaya çabalıyordum. Koşarak bana yetişen Oğuz bana omuz atarak yanımdan geçerken homurdandım ve ellerimi saçlarımdan çektim. Sınıfımız ilk katta olduğu için çok mevdiven çıkmamıza gerek kalmıyordu. Oğuz'la aynı sınıfta değildim fakat sınıfı hemen çaprazımdaydı. Sınıfımın önüne gelmemle Oğuz'a döndüm. Onunda bana dönmüş olduğunu görmemle elimi kaldırdım.
"İyi dersler." diye seslendiğimde zilin çalmasıyla söylediklerim pek anlaşılmadı ama yinede gülümsedi ve el salladı.
Kapıyı açarak içeriye girdiğimde kızlar en ön sırada toplanmış hararetli bir şekilde konuşuyorlardı. Yanlarından sessiz bir şekilde geçerken birkaç bakışı üzerimde hissettim. Arka sıranın bir ön sırasında oturuyordum. Yerime yerleştikten sonra çantamı çıkarıp sıranın kenarına asarken dersle ilgili gerekli materyalleri çıkardım. Sıranın üzerinde ellerimi birbirine kenetlerken camdan dışarıyı izledim. Kalorifere biraz daha yaklaştığımda ısınmaya başlamıştım. Vitamin eksikliğim olduğu için üzerimde ceketim olsa dahi üşüyordum. Sonbahar mevsimine yeni yeni giriyorduk ve hiç sevmediğim ayların başlarındaydık.
Yan sıramda olan öğrencilerin konuştuklarını duyduğum için elim masanın üzerinde olan kulaklığa gidecekken duyduğum cümleyle duraksadım. "Hiçbir şey olmamış gibi nasıl davranabilir?" Yüzünü göremediğim ama kim olduğunu tahmin ettiğim kız duyamayacağımı sanarak fısıltıyla konuşurken sesi oldukça şaşkındı.
"Ben olsam kendimi öldürürdüm." Bu cümle de başka birisinden çıkmıştı.
Kendimi öldürmediğimi mi sanıyorsun?
Dayanamayarak başımı kaldırdığımda çaprazımda olan masaya baktım. İki kız vardı, isimlerini hatırlamıyordum ama sınıfın dedikoducuları oldukları belliydi. Birisi arkası dönük olduğu için beni göremiyordu fakat diğeri ona baktığımı anladığında arkadaşına belli etmek amaçlı öksürdü ve dirseğiyle onu dürttü. Ne tepki vereceğimi merak ederken gözlerine sinen korkuyu görüyordum. Benden bu kadar korkup benim hakkımda konuşmaları komikti.
Kızın mavi gözlerinin içine baktım ve beyaz dişlerimi sergilemek istercesine gülümsedim.
Bu hareketimle dudakları şaşkınlıktan aralandığında panik halleri beni daha çok güldürmüştü. Kumral renkli saçlarını yüzüne kapatmak istercesine çekerken gülümsememi dondurdum ve boş bakışlarla önüme döndüm. Beş saniye önce gülen ben değilmişim gibi asık suratla etrafa bakarken çabuk değişen ruh hallerim benim için oldukça normaldi. Kapının açılmasıyla edebiyat öğretmeninin geldiğini görmemle ayağa kalkmamıza izin vermeden yerine geçti. Kısa bir süre yoklama aldıktan sonra gözleri sınıfta gezindi. Lise son sınıftık ve bu yüzden öğretmenler sıkı ders çalışmamızı söylüyorlardı.
"Evet arkadaşlar sorunuz yoksa direkt derse geçiyorum." dediğinde sınıftan yok sesi yükselirken Sedef hoca gülümsedi ve hemen derse giriş yaptı. Bir saniye olsun dersinde başka bir şeye tahammülü yoktu, her saniyeyi değerlendirmek taraftarıydı. Yanağımı elime yaslayarak öğretmeni dinlemeye başladım. Dışarıda çıkan sesler dikkatimi dağıtırken ofladım ve bakışlarımı cama çevirdim. Ders dinlemem gereken yerde zihnimde bir sürü şey dönüyor ve dikkatimi dağıtıyordu.
Çalışkan bir öğrenciydim, öyle değilsem bile olmak zorundaydım. Babam üzerime çok düşer ve iyi bir okul kazanmamı isterdi. Soyadına getireceğim herhangi bir şey benim için felaket bir durumdu, bu yüzden oldukça temkinli davranırdım. Dersin sonlarına doğru gelen uykumla kolumu sıranın üzerinde büktüm ve kafamı kolumun üstüne koyarak gözlerimi kapattım. Zilin sesi bulanık zihnimde yankılanırken uykumun en tatlı yerlerindeydim. Uyumayı seven bir yapım vardı, bu yüzden çoğu zaman uyurdum.
"Biraz daha uyanmazsan ambulansı arayacağım." Gelen sesle gözlerimi kısık kısık açarken karşımda Oğuz'u görmemle duraksadım. Kollarımı sıranın üzerinden çektikten sonra esnemesi için oynatırken gözlerim saatte oyalandı.
'12.15'
"Hadi yemeğe gidelim." diye neşeyle söylendiğinde gözlerinin parlamasıyla ciddi misin dercesine ona bakıyordum. O kadar yemek yemesine rağmen vücudunu çok iyi koruyordu. Ben nasıl uykuyu seviyorsam o da yemek yemeye bayılıyordu. Ayağa kalktığımda uykulu gözlerle Oğuz'a bakarken o gülümseyerek gözlerimin önüne düşen saç tutumlarını arkaya attı ve kolunu omzuma atarak beni ilerletmeye başladı. Ben hâlâ rüya görüyor gibiydim, uyandığımda ayılmam uzun sürüyordu.
"Kantinde yesek olur mu?" Alttan alttan ona bakarken gözleri bir süre bende oyalansada ilerlemeye devam etti. "Sen nasıl istersen."
Kantin zemin kattaydı, o yüzden bir kat aşağı inmemiz gerekiyordu. Merdivenlerden beraber aşağıya inerken ellerimle gözlerimi ovaladım ve etrafı daha iyi görmeyi amaçlayarak dikkat kesildim. Kantinin içerisine girdiğimde Oğuz beni kalorifer olan yerde oturttuğunda kafamı eğerek hafif tebessüm ettim. Oğuz ince bir insandı.
"Ne yemek istersin?" diye sorduğunda gözlerimi ona çevirdim. Ellerini masanın üzerine koymuş hafif bana eğilmişti. "Her neyse sormadım say."
Ellerini masanın üzerinden çekerek sıranın içerisinde kaybolduğunda duraksadım. Beni tanıdığı için her gün ne yediğimi biliyordu, buna şaşırmamam gerekiyordu. Ona yer verenlerin arasından geçerken bana dönerek gözlerini kırptı. Okulda çok sevilen ve birçok konuda söz sahibi olduğu için öncelik tanınan ve saygı duyulan bir insandı, neredeyse anlaşamadığı kimse yoktu. Benim gibi değildi insanlarla konuşmayı, tartışmayı severdi.
"Eylem Hanım iyice ayak işçiniz oldum." Aldığı tostu ve kahveyi masanın üzerine koyarken kendine aldıklarıyla yerine oturdu.
"Bir dahaki sefere ben alırım." dediğimde umursamaz bir tavırla söylediklerime yalandan sinirledi.
"Şaka yaptım sadece." Şaka yaptığını biliyordum fakat her zaman hiçbir sebep olmadan yanımdaydı, bir şeyler yapma ihtiyacı duyuyordum.
"Bu arada bir şey soracağım." dediğinde tostumdan ısırdıktan sonra kahvemden bir yudum aldım. "Sizin sokağın civarında gözüne batan bir şey oldu mu?"
Kahvemi masaya bıraktıktan sonra düşündüm. Semtimizde yaşayan çoğu kişi iş adamı olduğu için saygılı ve tanınır bir yerdi. Herhangi bir olay olmamıştı, yani en azından ben öyle hatırlıyordum. "Hayır olmadı." dediğimde onaylar anlamda mırıltılar çıkardı.
Daha konuşmadık ve yemeğimizi yemeye devam ettik. Tostum bittikten sonra kahvemi yudumladım, verdiği sıcaklık içimi ısıtırken gözlerimi Oğuz'a çevirdim. Gözleri camdan dışarıda oyalanırken dalgındı. Bir müddet kahvemi yudumlarken onu izledim, istifini bozmadan dışarıyı izliyordu. "Oğuz," gözleri hemen bana çevrilirken duraksadım. "Bir sorun mu var?"
Bir şey söylemedi, çünkü o bana yalan söylemezdi. Susmayı tercih etti, anladım. Bana anlatmıyordu fakat bu aralar yerinde gitmeyen bir şeylerin olduğunun farkındaydım. Üstelemedim ve kahvemi yudumlamaya devam ettim.
"Şahin amca ve Ayşen teyze nasıl?" Sorduğu soruyla kahvem boğazımda kalırken bardağı dudaklarımdan çektim ve öksürdüm. Ellerim göğsüme giderken gözlerimi kapattım, bu soruyu beklemiyordum.
"İyiler." dediğimde gözlerimi açtım ve bakışlarımı ona çevirdim. Bir süre gözlerime baktıktan sonra başını salladı ve kahve bardağına değdi gözleri. "Kalkalım mı?" diye sorduğumda onayladı ve beraber ilermeye başladık. Sessizce ilerlerken zilin çalmasıyla tüm ses koridorda yankılandı.
"Çıkışta beni bekle olur mu?" diye sorduğunda olduğumuz kata gelmiştik. Bakışlarım koridorda olan öğrencilerde dolaştıktan sonra ona çevrildi.
"Çıkışta uğramam gereken yerler var." dediğimde eliyle omzumu destek verircesine sıktı ve gülümsedi. Bir şey söyleyeceğini sandım, söylemedi ve sadece sınıfına gitti. Bende sınıfa ilerledikten sonra hızla yerime ilerlerken kimseyle göz teması kurmadım. Herkes yerine geçtiğinde derse odaklanırken teneffüslerde müzik dinledim. Oğuz'un basketbol maçı olduğu için bu saatlerde meşgul oluyordu.
Çıkış zili çaldığında çantamı tek koluma takarken ellerimi cebime soktum ve başımı eğerken sınıftan çıktım. Okuldan çıkacakken bileğimden tutulmasıyla kendimi sıktım ve tutan kişiye döndüm. Bizim sınıfta bir kızdı. Adı neydi? Elif? Ecrin?
"Merhaba Eylem, ben Eflin..." dediğinde isminin beynime oturmasıyla bakışlarım gözlerinde oyalandı. "Biz kızlarla akşam barda toplanacağız, istersen sende gel."
"Teşekkür ederim." dediğimde tırnaklarımı derime saplarken zorlukla yutkundum. "Benim başka bir işim var."
"Ah, öyle mi çok üzüldüm gelmeyeceğine." Eflin yapmacık bir şekilde dudaklarını sarkıttığında ellerini koluma koyarak sıktı. "Ama bu partide seveceğin şeyler var." dediğinde konuşmamayı tercih ederek devam etmesini bekledim. Hafif bana yaklaştı ve kulağıma eğildi. "Madde satıyorlar."
O an sinirli gözlerinin aksine gördüğüm yansımasında onu bir kez daha tanıdım. Değişeceğine söz vermiş ve yeni bir sayfa açmıştı defterlerin yarım olduğunu bilmeden çünkü defterin yapraklarını yırtan bendim.
Gözlerimi sinirle kapatarak açtığımda ifademi korudum. Kollarımı ellerinden çekerek yana kaydım ve ilerlemeden ona son bir bakış attım. "Ne güzel işte," dememle gülümsedi. "Onun yüzünden kardeşini kaybettiğin maddeyi kullanmaya devam et, seversin sen kaybetmeyi."
Gülüşü soldu, dudakları asıldı. Üzerine mi gitmiştim? Belki. Umrumda mıydı? Hayır. Benimle uğraşılmadıkça oldukça sessiz ve sakin bir insandım, sadece insanlar fazla üzerime geliyordu. Bunu bile bile yapıyor olması daha çok canımı sıkıyordu.
Sırt çantamı sıktıktan sonra ilerledim ve sınıftan dışarı çıktım. Karşı sınıftan çıkan Oğuz'la göz göze geldiğimde gülümseyerek yanıma yaklaştı ve eliyle saçlarını karıştırdı.
"Benim şimdi antrenmanım var, eve gidince haber ver bana olur mu?" dediğinde onu onaylayacak kelimeyi dudaklarımdan çıkaracakken Oğuz'un omzuna vurulan elle duraksadım.
"Kardeşim ne çene çalıyorsun gelsene." dediğinde bakışlarının bana dönmesiyle şaşırdı, kendini bozuntuya vermemek için toparlandı ve gülümsedi. "Sende mi buradaydın? Görmekte zorlanmış olmalıyım."
Söyledikleriyle gözlerimi devirdim, onunla çene çalmak gibi bir şeye yeltenmedim. Her zaman yaptığı gibi benimle uğraşıyordu ama ona cevap vermeyecektim. Umursamazca gözlerimi onda gezdirdim. Spordan yeni çıktığı için ıslanmış uzun siyah saçları gözlerinin önüne dökülmüştü. Nedenini bilmiyordum ama saçlarını kestirmezdi, daha uzun olmasına da izin vermezdi onun için tek isteği alnının açılmamasıydı. Kahverengi gözleri biraz çekik olduğu için tatlı bir görünümü vardı. Üst dudağı alt dudağına göre daha kalındı, tam bakışlarımı ondan çekecekken elinde olan şişeyi dudaklarına yasladı ve tek yudumda şişeyi bitirdi. Şişeyi dudaklarından çektiğinde elinin tersiyle dudağının üzerini silecekken gözlerimi gözlerine çıkarmamla bana baktığını fark ettim. Eli dudağının üzerinde kalırken hâlâ bana bakıyor olmasından rahatsızlık duyduğum için kenara çekildim ve sırtımda asılı olan çantayı iyice kavradım, bu hareketimle Oğuz ayağıyla onun dizine vurdu ve Alaz kendine geldiğinde görüşürüz diyerek koridordan spor salonuna doğru ilerledi.
"Gidiyorum ben." dedim bakışlarımı Alaz'dan çekip Oğuz'a sabitlerken.
"Mutlaka ara tamam mı eve geçince?" dediğinde neden bu kadar endişeleniyordu bilmiyordum ama başımla onayladım. Koridordan geçtikten sonra üzerimde gezinen bakışlarla kafamı hafif sola döndürdüm. Oğuz gözlerini kısmış anlayamadığım bir şekilde bana bakıyordu, ne var dercesine kafamı salladığımda gülümsedi ve arkasına dönerek ilerledi.
Okuldan çıktıktan sonra hava soğuk olmasa dahi titremelerim baş gösterirken bıkkınlıkla bir nefes verdim. Bünyem çok zayıf bir insandım, en ufak şeyde hasta olur bulunduğum yerde uyuyabilme kapasitesine sahiptim. D vitamini ve daha sayamayacağım kadar çok vitaminlerim eksik olduğu için sıcak olsa dahi üşüyordum. Tanımlaması kolay bir insandım. Kendimi üç kelime ile anlatsam soğuk, hastalıklı ve umursamaz kelimelerini kullanırdım. Bu kelimelerle bütünleşmiştim artık, sorun değildi böyle olmayı ben de istememiştim.
Oğuz'a işim olduğunu söylemiştim değil mi? Yalandı. Aslında beni çok iyi tanıdığı için yalan söylediğimi hemen yakalardı, bu defa dalgındı ve işin içinden kolay sıyrılmıştım. Ona yalan söylemek istemiyordum fakat yalnız kalmaya ihtiyacım vardı, bunu ona söylersem beni rahat bırakmazdı biliyordum. Eflin'in söyledikleri zihnimden çıkmazken yolu uzatmak için bizim caddeye çıkan başka bir sokağa saptım.
"Ama bu partide seveceğin şeyler var, madde satıyorlar."
Zihnimde canlanan anılar beni rahat bırakmazken gözlerimi kapattım. Baş edebilmiştim ve şu anda baş edebilirdim. Gözlerimi açarak vücuduma baktığımda bundan tam alyı ay öncesi geldi aklıma. Seksen kiloya kadar çıkmış ve karakter biçiminden çok kötü bir insana dönüşmüştüm. Bunu ben yapmamıştım, bunu ben istememiştim. Madde kullanmak aklımın ucundan dahi geçmemişti, sigara dahi kullanmayan bir insandım ben. Kanıma enjekte edilen uyuşturucu beni uzun süre yataklara düşürmüş ve tedavi süreci başlamıştı. Şu an iyiydim her ne kadar tedavimi yarıda bırakmak istesemde iyileştiğimi düşünüyordum, elli sekiz kiloya kadar düşmüştüm. Vücudumda olan iğne izleri geçmesede artık madde kullanmak istemiyordum.
Okuldaysa herkes madde bağımlılığım olduğunu sanıyor ve kimse yanıma yaklaşmıyordu. Oğuz bu günlerde yanımda olmuş ve atlatmama yardımcı olmuştu. Babam şirketin itibarını yeni yeni toparlamış ve bundan sonra kendime çok dikkat etmem gerektiğini söylemişti.
Aklımda Eflin'in söyledikleri dolanırken ellerimi kulaklarıma bastırdım ve derin bir nefes aldım.
"Tedavi oldun ve canın çekmiyor sus." dediğimde sakinleşmeye çalıştım fakat gözümün önünde canlanmasıyla ellerimi yumruk yaparak deli misali başıma vurmaya başladım. "Sus ne olursun sus."
Sakinleşmeye çalışarak derin nefesler aldım ve biraz sonra verdim. Kendi kendimi tedavi ederken bir müddet sonra sakinleşmeye başlamıştım. Babam bu krizlerimi öğrenirse beni yeniden o hastane odasına yatırır diye korkuyordum, vücuduma batırılan her iğne beni iyileştirmiyordu, kendimi o dört duvar arasında deli hissediyordum. Krizler geçiriyor önüme gelen şeyi kırıyor hemşirelere zarar veriyordum, ilaçlar iyi gelmiyordu.
Düşüncelerimi bir kenara bırakarak etrafa baktığımda kaşlarımı çattım. Nereye gelmiştim ben? Burasını hatırlamıyordum ve nereden geldiğimi dahi bilmiyordum. Uzaklaşmış olamazdım muhtemelen evin yakınlarında bir ara sokaktaydım. Sağ duyularıma güvenerek herhangi bir sokağa saptım. Etraf ışığını yitiriyor karanlık kendini belli ediyordu. Bu beni tetiklerken eve hemen gitmem gerektiği konusunda kendimi uyarıyordum.
Ben etrafa dalmışken telefonumun çalmasıyla irkildim, sokakta tek yankılanan zil sesiyken kim olduğuna bakmadan açtım. "Kızım geç oldu neredesin sen?" Annemin sesiyle rahatlarken ona belli etmemek için sesimi düz tutmaya karar verdim.
"Kitap almaya gittim geliyorum şimdi." diyerek yalan söylediğimde etrafa bakmaktan da kendimi alıkoyamıyordum.
"Sen kitap okumayı sevmezsin ki." diye mırıldandığında yutkundum. Boka bastın Eylem ayağını çek.
"Ders için bir kitap okumam gerekti." diye yalanlarımın sınırlarını zorladığımda inanması için nefes alış seslerimi sakin tuttum.
"Anladım kızım geç kalma." dediğinde inanmasıyla rahatladım. Ona merak etmemesini söyledikten sonra telefonu kapattım ve ceketimin cebine koydum.
Döndüğüm caddenin üzerinde eğlence mekanını görmemle duraksadım. Buraya tesadüfen gelmemiştim, bilerek ve isteyerek adımlarım buraya yönelmişti. Eflin'in bugün beni çağırdı mekandı burası, buraya girmem doğru muydu? Ayaklarımın buraya gelmesi tesadüf olamazdı ve ben içeriye girmesem merakım geceleri beni uyutmayabilirdi.
Üzerimde okul kıyafetlerini umursamadım ve kapının önüne geldim, önüme geçen iki yapılı adam beni durdururken bıkkınlıkla nefes verdim. "Kimlik görelim." dediğinde çantamdan çıkardığım kimliği ona gösterdiğimde çekilmedi, ona Eflin'in arkadaşı olduğumu söylediğimde emir vermişim gibi eliyle ceketinin düğmelerini ilikledi ve beni içeriye davet etti.
İçeriye girdiğimde insanlar yeni yeni toplanıyordu fakat oldukça kalabalıktı, adını bilmediğim yabancı bir parça çalarken insanlara çarpmamaya özen göstererek bar kısmına doğru ilerledim. Önünden geçtiğim her insan ne kadar şık giyinmişse o kadar sadeydim. Üzerimde bir okul forması vardı ve yüzümde sürekli yaladığım için silinmeye başlayan ruj, kesinlikle faciaydım. Kimseyle göz teması kurmadan bara ilerledikten sonra yüksek taburelere oturdum ve dirseklerimi tezgaha yasladım.
"Ne içersin?" Önümde içkileri karıştıran genç çocuk kahverengi gözlerini kısıp bana bakarken ona baktığımı görmesiyle otuz iki dişini göstermek istercesine gülümsedi.
"Fark etmez." dedim elimi önemsizmiş gibi sallarken, bu hareketim üzerine gülüşü büyüdü ve arka rafın üst kısmına uzanarak içki şişesi çıkardı. Babam tekrardan içki içtiğimi duysa bana bir koruma takar ve beni asla rahat bırakmazdı biliyordum, ama şu an burada olmam gerektiğini düşünüyordum. Buradaydım.
Genç çocuğun önüme ittiği bardağı tuttum ve parmaklarımla kavrayarak dudağıma yaklaştırdım. Bir bardaktan bir şey olmaz diyerek bir yudum almamla yüzüm buruştu ve gözlerim kısıldı. İyi ki bırakmışım dedim kendi kendime, bir yudum daha aldım ve bir yudum daha... Bırakmış halin bu mu? Bardağım bittiğinde yenilemesi için ittim ve sola dönmemle Eflin'le karşılaştım.
"Geleceğini biliyordum." dedi bilmişlikle. Sarhoş olduğu için hafif yalpalıyor sonraysa sırıtarak kendini toparlıyordu. Ayakta kalmak istemediği için oturdu ve bitmeye yakın bardağını yenilemesi için barmene itti. Elleri arada şakaklarını buluyor, ovalıyor sonraysa yeniden dudaklarını içkiyle buluşturuyordu. "Gel seni bizim masaya götüreyim."
Bileğimden tutacakken refleksle çektim ve içki bardağını kavradım. Kırmızı sıvı her adımımda bardağın içinde çalkalanırken bana hatırlattığı şeyle midem bulanmaya başladı. İçkiye pek dayanıklı değildim ama bir kadehle de sarhoş olmazdım. Eflin bana dönerek bir şeyler fısıldandığında ne söylediğini anlamadım ama bakışlarımı onu incelemek için yüzüne çevirdim.
Üzerinde tüm hatlarını belli edecek şekilde saran siyah, deri bir elbise vardı. Diz kapağına uzanan siyah çizmeleri bacaklarını sararken olduğundan uzun durmuştu. Yüzü sadeydi yalnızca dudaklarına bordo bir ruj sürmüştü. "Gençler Eylem'i getirdim." İçkiyi dudaklarına yaslamadan hemen önce bu cümleyi kurmuştu. Kahverengi koltuklara kendini attığında oturmam için kenara çekildi, yanına oturarak parmaklarımı kadehimde gezdirirken bakışlarımı masadakilere çevirdim.
Masada ben dahil beş kişiydik ve hepsini tanıyordum sima olarak, bizim okuldan olmalıydı. Eflin'in hemen yanında olan sarışın çocuk uzun zamandır onun sevgilisiydi. Benim hemen çaprazımda oturan da bugün hakkımda konuşan kızdı, ona baktığımı görünce bakışlarını kaçırdı ve yanındaki kişiye çevirdi.
Yanındaki kişi.
Bu masada tek tanımadığım kişiye gözlerimi çevirirken o herkesten bağımsız içkisini yudumluyordu. Beyaz gömleğini dirseğine kadar kıvırmış sol kolunu koltuğa yaslarken yan oturmuş sahneye bakıyordu. Buradan tek gördüğüm şey oldukça belirgin olan çenesi ve kıvırcık saçlarıydı. Ona baktığımı fark etmesiyle gözleri yavaşça bana çevrildi, elinde olan kadehi masaya bırakırken eliyle saçlarını karıştırdı.
Spot ışığın altında sadece gözleri değil tüm kızları kıskandıracak derecede kıvrık kirpikleri de belli oluyordu. Hafif kıvırcık saçları asi bir şekilde dağılmış ve yer yer alnına düşmüştü.
Gözleri siyahın en koyu tonu diye tanımlayabileceğim bir renkti, güzel olmasına nazaran korkutucuydu. Üst dudağına oranla daha büyük olan alt dudağının kenarına bulaşan içkiyi başparmağıyla temizlediğinde rahatça arkasına yaslandı. Yüzü oldukça güzeldi fakat gözlerinde iyiliği görmüyordum, saf nefret vardı.
Eflin karşımda oturan kişiyi incelediğimi fark ettiğinde ellerini ortada duran masada birleştirdi. "Siz tanışmadınız tabi." Çakırkeyif bir şekilde kurduğu cümleyle dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bu Eylem." diyerek beni gösterdiğinde aniden ayağa kalkmasıyla dengesi bozuldu ama çabuk toparladı, işaret parmağı benden karşımda oturan adama gittiğinde dudaklarını kıpırdatmasına kalkmadan hızla ayaklandım.
"Gidiyorum ben." Ani verdiğim tepkiye kimse şaşırmadı, tam tersi hepsi bekliyor gibi görüşürüz diye mırıldanırken Eflin sırıttı ve masanın üzerinde duran içkimi alarak bana doğru uzattı. "Buraya neden geldiğini biliyorum," demesiyle içkiyi elime tutuşturdu ve kulağıma eğildi. "Deli gibi istediğini biliyorum ama bu akşam mekanımda bir cinayet daha istemiyorum Arden, içkini iç ve sonra defol."
Buraya neden geldiğini biliyorum.
Buraya neden geldiğimi her ne kadar kabullenmek istemesemde bende biliyordum, o lanet şeyden istiyordum ve kendime engel olamıyordum. Bu cümleyle vücudum titremeye başlarken bardaktaki içkiyi tek yudumda içtim ve sertçe masaya bırakarak arkama döndüm.
Deli gibi istediğini biliyorum.
Alayla gülümsedim, deli gibi istiyordum ve buna engel olamıyordum. Şu an tam olarak tüm uzvum onu istiyordu ama kriz geçirmenin zamanı değildi, krizlerimi altı ay öncesinde bırakmış olmam gerekirdi. Bir adım daha attım ve bedenim savsakladı kalabalığın içinde, sert bir şeyler vermiş olmalıydı çünkü çok çabuk etkilenmezdim. Derin bir nefes aldım ve balkona yaklaşmanın verdiği hisle rahatlamaya çalıştım. Bakışlarımı kalabalığa çevirdikten sonra irislerimi insanların üzerinde dolaştırdım, herkes müziğin etkisiyle dans ederken oturan çiftlerde vardı. Bir beden bana çarptığında hafif geri savruldum ama son anda toparladım.
Bakışlarımı insanların üzerinden çektim ve terasa çıktım. Kapıyı açtığım an yüzüme esen soğuk rüzgâr önce beni afallatsada sonra alışmaya başladım. İlerledim ve kendimi terasın ucunda buldum, etrafta oturmaya tek yer dahi yoktu ve bomboştu. Dirseklerimi soğuk mermere yasladım ve tokamı tek hamleyle çekerek saçlarımı özgürlüğüyle buluşturdum. Aşırı soğuk değildi ama üzerimde ince bir gömlek ve deri bir ceket vardı. Eteğimin altına çorap dahi giymemiştim, giymeyi sevmiyordum. Soğuk mermerin yüzeyine yasladığım kollarımı iyice birleştirdim ve başımı eğerek kollarımın üzerine koydum. Saçlarım yüzümü gözükmeyecek şekilde dağılırken gözlerimi kapattım.
Bir cinayet daha istemiyorum.
Zihnimde tekrarlanan bu cümle sürekli beni unutmak istediğim zaman dilimine getirirken yutkundum. Parmaklarımı sıktım ve soğuğun beni iyice sarmasına yardımcı oldum, rüzgâr azalmış fakat kafamın içinde esen kelimeler giderek artıyordu.
Sen benim en iyi arkadaşımsın.
O gecenin kabuk bağlayan cümleleri yeniden kanarken bedenim titredi. Önce ellerim titremeye başladı, sonraysa tüm vücudum. Dişlerim birbirine çarparken dudaklarımı iyice bastırarak engellemeye çalıştım fakat nafileydi, o gecenin kırıntıları etrafa dağılırken derin bir nefes verdim.
Mermere yaslanan bedenim giderek daha çok titrerken nefes almaya çalıştım. Elim boğazıma gittiğinde kısık kısık aldığım nefesler bedenimi zorlarken yutkunmaya çalıştım.
Boğazımda bir diken varmış gibi her nefes alışımda batıyor, düşüncelerimi kan içinde bırakıyordu. Kırılan cam parçalarının üzerinden gidermişçesine canım acırken ellerimi gözlerime sakladım ve gözyaşlarını gelmeden geri gönderdim.
"Bir kız çocuğu için fazla soğuk değil mi hava?" Gelen sesle önce ellerimin uyuştuğunu fark ettim sonraysa bedenimin. Başımı kollarımın üzerinden kaldırdım ve sesin geldiği yöne baktım.
O an uyuşan bedenim büyük bir sıcaklığa kavuşmuş gibi gevşedi, bense sesli bir şekilde yutkundum. Az önce masada karşımda oturan adamdı. Yaklaştı, yaklaştı. Aramızda biraz mesafe bıraktıktan sonra ellerini ceplerinden çıkardı ve terasın zeminine yasladı. Etrafta ışık yoktu fakat kapkaranlık gecenin aydınlığından seçmiştim onu, ya da o bu gece için fazla parlaktı.
"Peki sen bu kız çocuğuyla konuşmak için fazla büyük değil misin?" diye terslediğimde güldü, aslında fazla büyük görünmüyordu sadece bu gece sinirimi ondan çıkarmak istemiştim.
Ona boş bakışlar attığımı fark ettiğinde önce siyah gözleri kısıldı sonraysa kavisli kaşları çatıldı. Gülüşü yerini ruhsuzluğa bıraktığında soğuktan çatlayan dudaklarını yaladı ve kirpiklerinin altında saklanan irisleriyle bana baktı. Boyu oldukça uzun olduğu için başımı kaldırmam gerekiyordu ve bu oldukça sinirimi bozuyordu. Soğuk bir rüzgar estiğinde siyah kazağının üzerine giydiği deri ceketini bedenine sardı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Kolları sıkılaştığı için kasları biraz belli oluyordu, spora gittiği belliydi. Olduça uzun ve ince bacaklarını saran siyah kot pantolonu beyaz ayakkabılarıyla onu daha da uzun göstermişti.
"21 yaşındayım, fazla büyük sayılmam." dediğinde bakışlarımı bedeninden çektim ve gözlerine sabitledim. "Eflin'in arkadaşısın galiba."
Kelimeler zamanın avucundan sert bir şekilde zemine düştü. Sıfıra indirgenen sessizlik ortamı etkisi altına aldı. Eflin'in arkadaşım olması fazlasıyla gülünçtü fakat şu an gülecek bir konumda değildim. "Dışarıdan bakınca arkadaş gibi mi görünüyorduk?" diye sorduğumda önce duraksadım sonraysa kaşlarımı çattım. Şu an neden onunla sohbet ediyordum? Bu aralar evden çıkmasam daha iyi olurdu.
"Seni buralarda ilk kez gördüm." dediğinde elimi kaldırdım ve sözünü kestim. "Her gece ayyaş gibi dolanacağım vakitlerde ders çalışmayı tercih ediyorum."
Yanlış bir cümle.
Her gece ayyaş gibi dolanmak istediğim vakitlerde ders çalışmak zorundayım.
Düşüncemle birlikte gözlerimi devirdim ve daha fazla burada kalmak istemediğim için yanından geçmeye yeltendim ta ki sözleriyle duruncaya dek. "Doru ben. Doru Gündüz. Memnun oldum Vera Arden." demesiyle esen rüzgarla birlikte ona döndüğümde saçlarım geriye doğru savrulmuş kısık bakışlarımın altından ona bakmak zorunda kalmıştım. İkinci ismimi kullanmıştı ve bu beni oldukça rahatsız etmişti, o ismi altı ay önce zihnimin saklı mezarlarına gömmüştüm ve şimdi birisinin gelip kullanması kötü anılarımın yeşermesine sebep oluyordu.
"İsmimi nerden biliyorsun?" dediğimde yaslandığı yerden geri çekildikten sonra elleriyle saçlarını karıştırdı. Oldukça rahat davranıyordu ve bu ona karşı sinirimi arttırmaya yeterli bir sebepti.
"Eflin'den öğrendim." dediğinde bu kadar uğraşa girdiği için gözlerimi devirdim ve onu umursamayarak arkama döndüm. Babam kesinlikle bana bağıracaktı ve ondan beni kimse kurtaramayacaktı. Yolda giderken güzel bir bahane bulmalıydım ve bu işten sıyrılmalıydım, buraya neden geldiğimi bile bilmiyordum; galiba kendime dahi soramadığım soruların cevabını bulmak istemiştim.
"İsminin anlamını taşımıyorsun. Bir kız çocuğuna göre fazlasıyla günahkârsın Vera." Kalın sesi terasta yankılanırken adımlarım kesilmedi fakat düşüncelerimin duraksadığını fark ettim.
Ne kadar oldu bilmiyordum ama gözlerimizi uzun süre birbirimizden çekemedik. Belki alkolün etkisindeydik ya da her neyse. Sonra dudakları avını bulmuş gibi hafif iki yana kıvrılırken gülümsediğini görmemle ifademi bozmadım.
Eflin ona bir şeyler söylemiş olabilir miydi? Şu an bu umrumda dahi değildi. Terastan çıktıktan sonra yoğun içki kokusu burnumu sızlatırken insanlara çarpa çarpa çıkışa ulaştım ve kendimi hızlıca dışarı attım.
Bir kız çocuğuna göre fazlasıyla günahkârsın.
Zihnimin içinde bir kitap vardı ve ne zaman iyi hissetsem yaptığım kötülükleri göstermek istercesine sarkıtıyordu düşünceleri zihnimin tavanından. Soğuktan kaskatı kesilen bedenimi gökyüzüne çevirdim ve derin bir nefes verdim.
Tüm yıldızlar önüme serilmişken aralarında birisi dikkatimi çekti. En sağda duruyordu ve diğerlerine göre daha küçüktü, hepsi birbirine yakınken o hepsine uzaktı; yıldızların dudakları yoktu ama bana gülümsediğini hissettim. Hepsinden küçük olmasına rağmen parladığında hepsinden daha ihtişamlıydı, o hayatımda yeri doldurulamaz bir insanın gökyüzünde ki mezarlığıydı.
Can kırığı. O benim gökyüzünden özenle seçtiğim kırık bir kalbe sahipti ve onu iyileşectirecekken canını yaktım. O benim Can Kırığı'm.
"Özür dilerim," diye fısıldadım o yıldıza doğru, sanki beni duymuş gibi ışıltısı söndü ve yine karanlığına teslim oldu. "Özür dilerim Aysar Arakan."
-Bölüm Sonu-
Bu kitapta yazmış olduğum kurguya ara vermem sebebiyle yeni bir kurgu yayımlama kararı aldım. İlk bölümler her şeyin netliğe kavuşması için sakin geçebilir zaman geçtikçe gerçekler gün yüzüne çıkacak.