MAHİ

By lilihtinmyvein

14.9K 1.4K 415

"Biz, birbirimizin hikâyesiyiz." Onu gördüğüm ilk günden beri şafak kalbimde söküyordu. Onu ilk sevdiğimden b... More

GİRİŞ : MAHİ
1. GELECEKTEN UZANAN EL
2. HİBİSKUS
3. KÜLDEN KIZ ÇOCUĞU
4. PRANGALARIN TAHLİYESİ
5. GEÇMİŞİN PASLI ANILARI
6. BULANIK ADAM ve ZİFİR KADIN
7. ERVA
8. HARABE
9. NAMÜTENAHİ
10. OPIA
11. VEBA
12. ATMACA'NIN AY KIZI
13. SIRLAR HER ZAMAN İKİ KİŞİLİK DEĞİLDİR
14. SÜVEYDA
15. SOLUK BOŞLUĞUNDA YAŞAYAN KADIN
07. 01. 1996: ATMACA'NIN RUHU
17. ACILARIN BEL KEMİĞİ
18. KALBİN AĞRILI SANCISI
19. PARMAK UÇLARINDAN AKAN HİSLER SENFONİSİ
20. YUVA
21. GECENİN KOYNUNDA HARLANAN KIVILCIM
22. SOYTARI MATİNESİ
23. KELEBEK ETKİSİ
24. ATMACA ve KAYNAMIŞ DİKİŞ İZİ
25. AYNI ACININ TUTSAKLARI
26. SAKAT KALMIŞ RUHLAR, DİMDİK BEDENLER

16. EĞRİ KABURGANIN VAVEYLASI

368 39 7
By lilihtinmyvein

SYML- Where's My Love

Adem'in kaburgasından yaratılmışken bir kadın, tıpkı o bir kaburga gibi eksik kalmıştık. Eksiltilen o bir kemik soluk boşluğumuzdan tıpkı mızrak gibi geçmiş ve tüm nefeslerimizi kaçırarak gecenin karanlığında yok olmuştu.

Şimdi yine öyle bir gecenin içindeyken ben eksiltilmemiş, yok edilmiştim. Arkamda, beni gecenin ağırlığında öylece izleyen adam tarafından ben; çokça kez kanatılmıştım ancak ilk defa yok edilmiştim. Daha fazla parçalanamam artık derken ben, un ufak edilmiş ve göğe savrulmuştum.

Sesi kulaklarıma dolmuş bir ağıtken bedeni o ağıdı yakan kişinin ta kendisiydi. Göz bebeklerim dahi titrerken içim gide gide ona baktığımda karşımda duran adam, ailesini kaybetmiş kimsesiz bir erkek çocuğundan farksızdı. Elinde ne var ne yoksa ortaya koymuşken o masadan bir hiçlikle kalkmıştı.

Devamlı tıraşladığı yüzünü bu sefer kirli sakalları örtmüştü. Gece karası saçları ise normal boyutunun aksine biraz daha uzundu ve gözaltları tamamen çökmüştü. Gözleri bir battaniye gibi üzerime serildiğinde sertçe yutkunmak dışında bir şey yapamamıştım.

Bakışlarımız birbiri üzerinde asılı kalsa da dakikalarca tek bir kelime etmemiştik. Demirin gıcırtılı sesi bile kesilmiş, bizim sessizliğimizi dinliyorlardı.

Ve onun sessizliği benim en büyük gürültümdü.

Ellerimi kulaklarıma kapatıp kaçmak istesem de yapamadım, sanki tüm bedenim oraya çakılmış ve hareket etmem engellenmiş gibiydi. Bir an dudakları aralanacak gibi oldu fakat bu o kadar kısa sürmüştü ki yanılmış bile olabilirdim.

"Karşımda durduğun ilk gün yalanlara sarınmışken, şimdi kendini o yalanlardan arındırıp yine karşıma mı geçiyorsun?"

Durdu.

Gözlerindeki yangın her yeri kaplamış gibi büyük bir sıcaklıkla nefesimi verdiğimde terli ellerimi taytımın kumaşına sürmüştüm.

"Sen, seni sevdiğimi zaten biliyordun." Yeniden durdu. "Kendine itiraf edemediğin ama ikimizin arasında olan her şeyin gerçek olduğunu biliyordun. Ben sana yalan söylemedim, hatta anlaman için o kadar şey söyledim ki sen anlamadın."

"Hatalı ben miyim?" dediğimde güler gibi bir ses çıkardı.

"Sen bir hatalı çıkarmak peşindeyken ben bunu telafi etmek için buradayım." Bir eli demir zinciri kavramış elimin üzerine gelirken diğer eli de boşta kalan elimi tutmuş ve beni kendine doğru çekmişti. Hipnoz olmuşçasına ayaklandığımda şimdi siyaha dönük gözleri benim buz mavisi gözlerime alttan bakışlar atıyordu.

"Yalanlarını sarmaya mı çalışacaksın?"

"Eğer sana gerçekleri anlatmamı yalanları sarmak olarak göreceksen, tamam. Sen öyle gör güzelim ama beni de dinle."

"Bunu en başında yapman gerekti biliyorsun, değil mi?"

"Biliyorum." Elleri ellerimi kavradığında çekecek gibi olsam da hareketleri o kadar kuvvetliydi ki kıpırdatmama bile müsaade etmemişti. "Ama neden yapmadığımı da biliyorum."

"Neden yapmadın, Vuslat?" Fısıltım o kadar güçsüz bir şekilde dudaklarımdan düşmüştü ki bir an olduğum yere yığılacakmış gibi hissediyordum.

"Çünkü küçüktün," diye lafa girdiğinde kaşlarımı çattım. "On altı yaşındaydın, ben ise yirmi yaşındaydım. Beni istemeyeceğini veya niyetimin başka bir şey olacağını düşündüğüm için uzak durdum senden. Beni sevmeyeceğini sandım. "

Beni sevmeyeceğini sandım.

"Şu an seni sevdiğimi mi düşünüyorsun?"

"Düşünmüyorum." Ilık nefesi yüzüme hafif bir rüzgâr gibi değip geçtiğinde koyu irisleri gecenin karanlığında parlıyordu. "Biliyorum."

Can parçam, bu sevgi değil. Bu körü körüne bağlanmış bir kalp.

"Bilmene rağmen neden gizlemeye devam ettin ki, Vuslat?" Sertçe yutkunup dolu gözlerimi etrafta gezdirdiğimde elimi tutan eli çenemi kavradı ve yüzüne bakmamı sağladı.

"Seni seviyorum."

Seni seviyorum.

Kimseyi taşıyamamış o kalbinin sarıp sarmalayan eğri bir kaburgaydım ben. Sesim çıkmaz sanıyorlardı fakat bu gece bir vaveyla kopacaktı dudaklarımdan.

"Ben, en yakın arkadaşımın gözlerinin içine baka baka 'Ben ardımdan bir şey gizlenmesini istemiyorum' dediğimde onun bu sırrı bildiğinden habersizdim. Ama onun o kadar haberi vardı ki gözümün içine baka baka beni teselli etmişti. Şimdi düşünüyorum da, teselli etmesinin sebebi ikimizin arasındaki bu şeyi bilmesi miydi yoksa anlamam için yaptığı vir kelime oyunu mu?"

Kafamı sola doğru eğip gözlerinin içine baktım. "Arkadaşlarının devamlı gitmemden bahsettiği günleri hatırlıyorum. Hepsinin korkuyla bakmasının sebebi senin yüzündenmiş, bunu da öğrendim."

Sertçe yutkunduğunda durmadım, dilimin bağını çözmüş bir şekilde konuşmaya devam ettim. "Senin gözünün içine baka baka 'Seni gördüm' dedim. Sen bunun bir tesadüf olduğunu söyleyip beni ona inandırdın. Ben sana inanmadım, Vuslat. Ben bir tesadüfe inandım. Ve ben seni sevmedim, Vuslat. Ben bir tesadüfe körü körüne âşık oldum."

"Andaç..."

Ondan bir adım geri çekildiğimde bu sefer beni durdurmadı. Bir tarafım onun beni durdurmasını istese de bir tarafım ortaya saçtığı kelimelerini toplamaya başlamıştı, çekip gidecekti.

"Benim size en inandığım günler en çok yanıldığım günler oldu." Onun yüzüne son kez baktım. İçim gide gide gözlerinin yine en içine baktım. "Ve ben bunu asla unutmayacağım."

Ağlamamak için sıktığım kemiklerim ve bedenim sızladığında gözlerimi hafifçe kıstım. Şimdi ona bakmak ölüm gibiydi. Gözlerime tutunan gözleri ilk defa başka yere kaydığında bu beni o kadar yaralamıştı ki ona bakmaktan başka hiçbir şey yapamamıştım.

"İyi ki doğdun, Vuslat." Kendimi ne kadar sıksam da gözümden bir damla yaş yanağımdan yuvarlanıp düştü. Onun etrafa bakan koyulukları ise şimşek hızıyla yüzüme çevrilmiş, sanki şahit olmaktan korktuğu bir olayla yüzleşmiş gibi bakmıştı.

Ondan bir adım gitsem de bir adımla geri gelmiştim. Çivi gibi olmuş ellerimle onun pürüzlü yüzünü sevdiğimde çenesi kaskatı kesilmişti. Parmak uçlarımda yükselip dudaklarına uzun soluklu bir öpücük bıraktığımda, suyla canlanmış bir çiçek gibi canlanmış; özlediğim dudaklarını dudaklarıma bastırıp beni kendine tamamen yapıştırmıştı.

Onu bir ölüyü son kez öper gibi öptüm.

Onu bir su gibi kana kana içtim.

Onu yok ettim.

Geri çekilip sık nefeslerle yüzüne baktığımda uzamış saçları önüne perçem şeklinde düşmüştü. Kaşlarının altından bana bakan gözlerinin parladığını görebiliyordum. Elimi yanağı boyunca kaydırıp aşağı düşürdüğümde gözleri elime kaydı.

Kendimi yine böyle bir zamanda anımsadım. Bundan bir hafta öncesinde onu bir mezarlığın içinde, terk etmiş ve gitmiştim. Ayak ucunda annesinin mezar taşı, gözlerinin hapsinde kaybolan ben vardım. Şimdi yine böyle bir anın içindeydik fakat alabildiğine karanlıktaydık. Ben yine onu bırakıp gidecektim ama bu sefer sevdiği kadını gördüğü ilk yerde terk edilecekti.

"Hoşça kal."

Sertçe yutkunup arkamı döndüğümde, "Andaç," diye mırıldandı. Büyük eli bileğimi kavrayıp durmamı sağladı ama biliyordum, durmak istediğimi biliyordum. O da beni durduruyordu, bunu biliyordu ama neden gidiyordum ki?

"Gidersen sudan çıkmış balığa dönerim."

Mavi gözlerim onun bana oldukça yorgun gelen yüzüne kaydığında dudaklarımda buruk bir gülümseme oluştu. "Beni bir gün derinden etkileyen bir sözü, kağıda yazıp dolabıma asmıştım. Her dolabı açtığımda o sözü okurdum ve günün birinde bu sözün beni de vuracağını tahmin etmezdim."

Ondan bir adım uzaklaştım, az önce bir adım yaklaşırken. "Yalnızca bir günah vardır tek bir günah. O da hırsızlıktır."

Ve bileğim elinden bir su gibi akıp yere düştü. "Biz hırsızlığı sadece herhangi bir manevi değeri olan şeyleri çalmak olarak nitelendiririz fakat yazar hırsızlığın sadece eşya çalmakla olmadığını anlatmaya çalışmış. Bir satırında 'Yalan söylediğin zaman birinin gerçeğe ulaşma hakkını çalarsın.' diyordu. Sen benim gerçeğe ulaşma hakkımı çalmadan, direkt o gerçeği yok ettin, Vuslat."

"Yemin ederim ki tüm bunları senden söküp atmak için her şeyi yapacağım, Andaç." Ne diyeceğini bilemez bir şekilde bir süre gözünü etrafta gezdirdi. "Söz başaramazsam gideceksin, kendi ellerimle göndereceğim seni hayatımdan."

"Artık gitsem iyi olacak," diye mırıldandığımda başını belli belirsiz sallayıp son kez gözlerimin içine baktı.

"Dikkat et."

"Sen de."

Ellerimi yumruk yapıp arkamı döndüğümde dakikalardır sıktığım dişlerimi birbirinden ayırdım ve gözlerimden daha hızlı düşmeye başlayan yaşlarla hızlı adımlar atarak evime yürümeye başladım.

"Aptal," diye söyledim kendi kendime. Elimi sertçe alnıma çarptıktan sonra yeniden söylenmeye başladım. "Aptal."

"Amacın beynini yok etmek galiba?"

Ara sokaktan gelen sesle gözlerimi aniden oraya çevirdiğimde, karşımda Uzay Atsan'ı görmek adımlarımı yavaşlattı. Sokak lambasının altında duruyordu ve onu ilk defa sivil kıyafetlerle görmek şaşırmama sebep olmuştu.

"Sen?" diye mırıldanıp kafamı sola doğru çevirdiğimde Vuslat'ın hâlâ arkamdan baktığını görmüş olmak gerilmeme sebep oldu. O esnada da Uzay Atsan elini kaldırıp klas bir şekilde selam vermişti.

"Merhaba."

"Burada ne işin var?"

"Seninle önemli bir konu hakkında konuşmam gerektiğini söylemiştim, hatırlıyorsun değil mi? Beni ekip sevgilinle buluşmuş olman kalbimi kırdı."

"O benim sevgilim değil," diye mırıldandığımda kaşları saf bir şaşkınlıktan havaya kalktı.

"Bana bu gözlerle bakan adam ya sevgilindir ya da seni seviyordur." Sertçe yutkunup cevap vermediğimde güler gibi bir ses çıkardı. Bu hareketi durumu anlamış olduğunun göstergesi gibiydi. "Neyse konumuza dönelim."

"Uzay, hiçbir lafı kaldıracak gibi hissetmiyorum kendimi. Yarın okul çıkışı buluşsak olur mu?"

"Çıkış saatinde kapıya dikilirim ama?" diyerek güldüğünde keyifsiz bir şekilde güldüm. "Pekâlâ, dikil."

"Tamam... İyi geceler o zaman sana."

"İyi geceler."

Gözümün ucuyla Vuslat'ın az önce durduğu yere baktığımda onun orada olmadığını görmek kalbimdeki yangının içimi daha da sarmasına neden oldu ve dolmasına engel olamadığım gözlerim hızla oradan kaydı. Uzay Atsan dikkatli bir şekilde beni süzse de bir sorun olmadığını belli eder gibi tebessüm edip selam verdim ve hızlı adımlarla evimin bulunduğu caddeye girdim.

Çok geçmeden eve girdiğimde babam yatacağını söyleyip odasına geçmişti. Ben de kendi odama geçip bedenimi ölü bir bedenmişçesine yatağa attığımda gözyaşlarım birer birer akmaya başlamış ve ağlaya ağlaya uyuyana kadar akmaya devam etmişti.

Gözlerimi takıldığı boşluktan çıkaramazken, kulağıma doluşan yağmur damlalarının boğuk sesi olduğum yerden tamamen sıyrılmama sebep olmuştu. Benim için sıradan geçen bir okul gününü sonlandırmıştım. Bir süredir yaptığım gibi Serra'dan ve diğerlerinden uzak durmuş, Serra'nın bana yaklaşma çabalarını karşılıksız bırakmıştım. Bu arada da Simge'yle olan arkadaşlığımız yine eski rayına girmişti fakat o da benim bu durgun hallerimi görmezden geliyordu.

Üzerimdeki korkutucu sessizliği fark eden bir tek o değildi. Reha da bu konuda en az Simge kadar diken üzerindeydi, gözlerine tutunan o korku üzerime sinmiş bir is kokusu gibiydi. Vuslat'ı gördüğüm günün üzerinden tam tamına beş gün geçmişti ve bu süre içerisinde birkaç kez karşı karşıya gelmiştik. Yan yana saatlerce durmuştuk fakat ağzımızı açıp tek bir kelime edememiştik.

Uzay Atsan'la da o günden sonra sadece bir kere konuşabilmiştik. Bugün için en sonunda sözleşmiştik ve bana bahsettiği o konuyu gün yüzüne çıkartmak için yanıma geleceğini söylemişti. Parmaklarımı cam masanın üzerine vururken sigara izmaritini parmaklarımın arasına sıkıştırmıştım.

Beynimin içi kördüğüm olmuş bir ip yumağıydı ve neresinden çekersem çekeyim kocaman bir yumakla karşılaşıyordum. Buz mavisi gözlerim ağır ağır içeride dolaşırken Uzay Atsan'ın olduğum masaya doğru ilerlediğini görmüştüm. Üzerindeki siyah takımın ceketini düzelttikten sonra demir sandalyeyi çekip karşıma oturdu ve gözlerini üzerime dikti.

"Merhaba."

Sigarayı parmağımın arasında döndürürken, "Merhaba," diye mırıldandım. Hava yağmurlu olduğu için okul çıkışında çoğu öğrenci buraya sığınmıştı ve zaten mimli olan beni başka bir adamla görmüş olmanın merakını yaşıyorlardı. "Nasılsın?"

Ona yönelttiğim soru bir an duraksamasına sebep olsa da duruşunu bozmadan, "Teşekkürler," dedi. "Sen nasılsın?"

"İyiyim, teşekkürler."

"Hastanede günlerim biraz yoğun geçtiği için bu sefer seni ekmek zorunda kaldım."

"Sorun değil ne olacak?" Beyaz filtreden son kez yoğun dumanı içime çekip biten sigarayı önümdeki küllüğe canını almak ister gibi bastırdım. "Hastanede mi çalışıyorsun? Doktor musun?"

"Estetik cerrahı," dedi. Adından sonra onunla ilgili öğrendiğim ikinci şey dudaklarımı bükmeme sebep oldu. "Ne o, hoşuna gitmedi herhalde?"

"Sende daha çok iş adamı tipi var."

Alaylı bir şekilde gözlerini devirirken, "Takım elbise giyenler her zaman iş adamı olmazlar, değil mi?" diye söylendi. "Ya da sen Vuslat'tan dolayı böyle düşünüyorsun."

"Alakası yok," diye mırıldansam da adını duyduğum için keyfim kaçmıştı. Onun adını duymak bile beni böyle bir dehlizin içine sokarken onsuz yaşamanın daha ne kadar yıpratacağını düşünemiyordum.

"Vuslat'tan bahsettiğim her zaman yüzünün bu şekli almasının sebebi ne?" Sorgu yüzüne mürekkep gibi dağıldığında ben de sertçe yutkunup sesli bir nefes vermiştim.

"Bu konu hakkında çok konuşma taraftarı değilim, Uzay. Sen konuşmamız gereken bir şey olduğunu söyledin, ben de geldim."

"Tabii," dedi. Bu esnada da yağmur damlalarının sicim gibi döküldüğü ceketini çıkarıp içindeki beyaz gömleğiyle kalmıştı. Böyle kalması ise yapılı bedenini gözler önüne sermiş, çoğu genç kızın içleri gide gide olduğumuz yere bakmasına sebep olmuştu. "Rahatsız olacağını tahmin edememiştim, üzgünüm."

Omuz silkip gözlerimi küllüğe çevirdiğimde sözlerine devam etti. "Konu, sana yılbaşında bahsettiğim şeyle alakalı."

"Uzay..."

"Dinle, lütfen." Elleri beni durdurmak istercesine havaya kalktı. "Bilmeye hakkın var."

"Neyi bilmeye?" Gözlerim sinirin getirdiği hiddetle kısıldı. "Yıllarca ortada olmayıp, şimdi karşıma geçerek 'Yıllardır seni arıyordum' demesini bilmeye mi? Neye!"

Sinirlerim bozulmuş bir şekilde gülüp titreyen ellerimle saçlarımı geriye ittim. Bu hareketim Uzay'ın dikkatle beni izlemesine sebep oldu, ben ise hâlâ gülmeye devam ediyordum. "Uzay benim artık insanların gizlediği şeyleri duymaya gücüm yok."

"Baban, sen henüz iki yaşındayken seni annenden alıp kaçtı. Yasal olmayan yollarla kimliklerinizi çıkarıp seni annenden mahrum bıraktı, hem de senin annene en ihtiyacın olduğu zamanda... Anne ihtiyacını baba şefkatiyle de kapatmadı, sana eziyet etti. Seni izledim, yüzündeki morlukları saçlarınla gizleyişini, anlayacaklar diye korkuyla bakışını; ben senin baştan aşağı korkuya dönüşünü izledim."

Ben senin baştan aşağı korkuya dönüşünü izledim.

Beni işleyen yazarın mürekkebi kanıma karıştı. Elindeki kalem düştü, parçalara ayrıldı. Şimdi kabuk rengi gözleri olduğu yerde durmuş benim korkuya dönüşümü izliyordu.

O, beni içine katıyordu.

"... Ve sen ona hâlâ baba diyebiliyorsun. Döndüğün yer yine onun yanı ama senin baban hata üstüne hata yaptı, Andaç. Onu affedip yıllarca çocuğu kaçırılan ve ondan haber alamayan bir anneyi mi affedemeyeceksin? Onu ilk gördüğüm günkü halini mi anlatayım illa sana?"

"Yıllarca bulamamışken neden şimdi karşımda?" Sarı saçlarım savruldu. "Madem biliyordunuz neden beni alıp kurtarmadı? Neden ben yıllarca yenisi eklenen morlukları kapatmakla uğraştım? Neden korktum ya neden? Bunun cevabını kim verecek ki bana? Ya el kadar çocuğun hayatından ne istediler? Benden ne istediler, Uzay?"

Sonlara doğru sesim çatlarken gözümden bir damla yaş yere düşmüştü. Uzay bir şey demedi, eliyle garsona işaret edip bir su istedi. Gözleri bana uğramak istemiyordu, bunu biliyordum. Fakat iri gözleri kara zorla da olsa üzerime devrilmiş, canlı canlı yıkılışımi izlemişti.

Gözleri ise bir şeyler anlatır gibiydi.

Kavurucu sıcak, kadının terini elinin tersiyle sıyırmasına ve üzerine silmesine sebep olmuştu. Mutfak önlüğü asılı olan boynundan sızan ter sinsi bir yılan gibi kıvrılıp tişörtünden içeri akıyor; yerine bir yenisini daha ekliyordu. Zihninden silinmeye yüz tutmuş suratı hatırlamak için kendini zorlarken elinde tuttuğu bıçağı kabağa daha sert saplamıştı.

Onu unutmaktan korkuyordu.

"Erva," diye mırıldandı bozuk bir türkçeyle. "Benim kar beyazım." Terini yeniden sildi ve kabağı doğramaya devam etti. Doğrama tahtasına çarpan bıçağın sesi bile kadını rahatsız ederken en sonunda devam edemeyeceğini fark edip birkaç adım geriledim. "Kendini alma benden, güzel kızım."

Onun yüzünü, kokusunu özellikle sesini unutmaktan ölesiye korkuyordu.

"Allah'ım sen çok büyüksün," dedi yeniden. "Çok büyüksün Yarabbim."

"Kevser anne?" Genç adamın uykulu sesi mutfağa yayıldığında kadın irkilip elindeki bıçağı beyaz mermere düşürdü. Korkulu gözleri Uzay Atsan'a çevrildiğinde genç adamın yüzünde sorgu dolu bir ifade belirmişti. "Tamam korkma."

"Eh be oğlum, gelinir mi öyle sinsi sinsi?" Elini kalbine koyup sesli bir nefes verdi. Bunu yaparken de yüzüne güzel bir gülümseme yerleştirmişti. "Yüreğime indireceksin vallahi!"

"Kendi kendine konuşuyordun," dedi içeri girip dolaptan aldığı soğuk suyu mideye indirirken. Adamın çıplak göğsünden ter damlaları akıyordu. "Bu aralar da bir garipsin zaten."

"Yok ne olacak?" Yeniden güldüğünde Uzay'ın gözleri önce kırkına gelmiş kadının hâlâ diri olan yüzüne sonrasında yaşlarla parlayan gözlerine kaydığında ters giden bir şeyler olduğunu anlayıp onun yanına doğru adımladı.

"Söylesene, anne."

Bu kelimeyi bir an o sırma saçlı kız çocuğundan duymak istedi. Sarılmasını, öpmesini istemedi sadece tek bir kez ona 'anne' demesini istedi. Yüzüne baksa bile yeterdi.

"Oğlum," dedi kadın boğuk bir sesle ve elini ağzına kapattı. "Ben dayanamıyorum bu hasrete artık. On altı yıldır dayandım sandım meğerse ben dayanmamışım, ben ölmüşüm oğlum."

"Gel, otur şöyle."

Uzay Atsan şaşkın bakışlarla annesi yerine koyduğu, hatta annesinden daha çok sevdiği, Kevser Gürsoy'u kolundan tutup bar taburesine oturttu. Bir bardak suyu da doldurup hızla kadının önüne bıraktığında, o hâlâ eli ağzında, on altı yıldır yaptığı gibi sessiz bir şekilde; içine içine ağlıyordu.

"Ne oldu?" dedi yakınır bir şekilde. "Neye canını sıktın yine bu kadar?"

"Erva," dedi Kevser kısık bir sesle. "Erva benim yangınım. Sönmüyor Allah'ım, sönmüyor."

"Kızındı, değil mi? Bahsetmiştin ondan bir kere."

"Kızım." Burnunu çekip kan çanağı olmuş mavi gözlerini karşısındaki delikanlıya çevirdi. " O benim en büyük suskunluğum, canım."

"Neden görüşmüyorsun ki onunla?"

Kevser Gürsoy suskunlaşıp gözlerini buzdolabının üzerindeki mavi renkli, saati gösteren yere kaydı. On yıldır bu İzmir çukurundaydı, bu evde yaşıyordu. Koray Atsan'ın, İzmir'in en ünlü kalp cerrahının, evine yıllar önce yardımcı olarak gelmiş ve bir yerden sonra ailenin bir parçası olmuştu. Kızının ve kocasının izini sürerek geldiği bu şehirde yine eli boş bir şekilde dönecekken, Koray Atsan ona bir ışık olmuştu.

Karısı Şahika Atsan ise onları daha büyük bir şöhret uğruna bırakıp gitmiş, bu iki adamı bir başına yaşamaya mahkûm etmişti. Kevser Gürsoy, onlara her şey olmuştu. Karşısında başarılı bir doktor olarak duran genç adamın ona anne diye hitap ettiği günü hatırladığında içi titredi ve kırk derecelik İzmir sıcağında soğuk rüzgârları bedeninde hissetti.

"Bahsetmek istemiyor musun?" İri elleri kadının kemik gibi olan ellerini tuttu. Kevser Gürsoy hâlâ sessizliğini korumaya devam ediyordu, Uzay Atsan ise bu sessizlikten payını almış olacak ki yenilgiyle ellerini çekti ve yerinden kalktı. "Seni yalnız bırakıyorum ama ne zaman istersen bana anlatabilirsin, biliyorsun değil mi?"

Kadın simsiyah ve dağılmış saçlarının arasından kafasını salladığında Uzay ona minik bir tebessümle karşılık vermiş ve mutfağın çıkışına doğru ilerlemeye başlamıştı.

Kadın onun arkasından uzun uzun bakarken durdu. Ona yardım edecek tek kişi ancak bu çocuk olabilirdi, Kevser Gürsoy'a iyiliği dokunan tek kişiydi çünkü.

"Uzay, oğlum," diye seslendi Kevser Gürsoy güçlü çıkarmaya çalıştığı sesiyle. "Bana Erva'yı bulabilir misin?"

Uzay Atsan'ın adımları bıçak gibi kesildi ve bedeni ağır ağır arkasında bıraktığı kadına döndü. Sadece gözlerinin içine baktı, ikisi de tek bir kelime etmedi. Kevser Gürsoy ise cevabı almış bir şekilde genişçe gülümsedi.

Uzay, Kevser Gürsoy'un içinde bulunduğu labirente dalacakken, başına geleceklerden bi' haberdi.

"Annenin kirpiğindeki yaşlar hiçbir zaman kurumazdı," dedi uzun bir sessizlikten sonra. "Bazen gizlice ağlardı, biz içeri girdiğimizde ise hemen gözyaşlarını siler, gülümseyerek cevap verirdi. Bir gün yine mutfaktayken içeri girdiğimde o kadar kötüydü ki ayakta duracak hali yoktu. Dediği tek şey 'Bana Erva'yı bulabilir misin?' oldu. Ben onu kırmadım, dediğini yaptım. Çünkü bunu yapacak gücü yoktu. Seni hiçbir zaman bize anlatmadı, biz sadece senin adını bilirdik."

Gözyaşlarım sicim gibi akarken onları silmek için tek bir hareket göstermedim. Annem, ağladığı belli olmasın diye gözyaşlarını elleriyle yok ederken ben onun için de ağladım. Dudaklarımı büzüp Uzay'a baktığımda omuzlarını düşürüp pes etmiş bir şekilde yüzüme baktı.

"Sen böyle bakarken bunu yapmanın bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim." Eliyle alnında biriken terleri silip derin bir nefes aldı. "Seni bulduğumu söylediğimden beri kirpikleri kuru, sana kavuşacağına o kadar inanıyor ki buna tutunup mutlu oluyor. Bu fırsatı ona umarım verirsin."

"Ben ne diyeceğimi bilmiyorum," dedim boğuk bir sesle. Burnumu çekip gözlerimi etrafta gezdirdiğimde Emre'yle göz göze geldim. O da gözlerini dikmiş büyük bir dikkatle buraya bakarken, göz göze geldiğimizde toparlanmış ve eliyle selam vermişti. Gözlerinde gezen merakı sezsem de ben de onun gibi selam verip önüme geri döndüm. O da, telefonunda gördüğüm kadının yüzüne doğru dönüp bir şeyler demişti. Bizden oldukça büyük duran kadın kısa bir süreliğine buraya baksa da çok geçmeden önüne dönüp Emre'yle derin bir sohbetin içine daldı.

"Buna bu kadar kolay alışmanı beklemek zaten aptallık. Bak, annenin seni bulmaya imkanı olsaydı ama bulmak için çabalamasaydı eyvallah. Ama senin annen imkanı olmamasına rağmen karış karış aramış seni."

"Uzay bak..."

"Andaç!"

Güçlü bir ses tüm kafeteryayı doldurduğunda yerimden sıçrayıp sesin geldiği yöne baktım. Vuslat şimşek gibi bir hızla içeri giriyordu ve kendinden önce sesi doldurmuştu kalabalık alanı. Birçok göz merakla Vuslat'a çevrildiğinde mırıltılar yükseldi fakat o doğrudan bana bakıyordu.

Gözlerim Uzay'a kaydığında yüzünde alaylı bir ifadenin olduğunu gördüm. Kaşları alayla kalkmış ve dudaklarını öne doğru büzmüş, beklediği şeyin gerçekleştiği için gururla oturmaya devam ediyordu.

Vuslat masanın önünde durup bileğimi kavradığında kaşlarımı çatıp çekmeye çalıştım fakat buna müsaade etmedi hatta mümkünmüş gibi daha çok sıktı.

"Kalk gidiyoruz."

"Ben hiçbir yere gelmiyorum," diye mırıldandım onun aksine sakin bir sesle. "Boşuna uğraşma."

"Boşuna uğraşmayayım, ha?" Sinirle dilini dişlerinde gezdirdi. Gözleri Uzay'ı hiç kadrajına almamıştı, o yokmuş gibi davranıyordu. "Andaç."

"Gelmek istemiyorsa kızı zorlama, birader."

Uzay iri gözlerini Vuslat'a çevirdiğinde soğuk rüzgârlar esmeye başlamıştı bile. Vuslat çileden çıkmış şekilde olsa da dişlerini birbirine bastırıp düz bir ifadeyle Uzay'a baktı.

"Kız senin kızın, ortada gerilecek bir durum da yok. Ben başka bir şey için buradayım."

Uzay'ın yapıcı konuşması beni anlık şaşırtsa da daha fazla afallamadan bakışlarımı Vuslat'a çevirdim. O hâlâ sinirli olsa da ilk anki kadar değildi.

"Hatta otur, hep beraber konuşalım," diyerek cümlesine devam etti. Vuslat'tan gelecek cevabı beklerken Uzay etrafa korkutucu denecek bir bakış attı ve bir şey daha demesine gerek kalmadan herkes kendi işine geri döndü. "Lütfen."

Vuslat önce Uzay'a sonrasında da bana baktı. Gözlerinde, gözle görülür bir korku vardı ve nedense buna anlam verememiştim. Vuslat ağır hareketlerle sandalyeyi çekti ve hemen çaprazıma oturdu. Üzerinde düğmeleri açılmış beyaz bir gömlek, altında ise siyah kumaş pantolonu vardı. Sanki şirketten apar topar çıkıp direkt buraya gelmiş gibiydi.

Ona olması gerektiğinden daha fazla baktığımı fark edip başımı dışarıya doğru çevirdim. O esnada Uzay kısa bir süre telefonuna göz atmış, sonrasında kapatıp ikimize bakmıştı.

"Az önce de dediğim gibi, ortada senin düşündüğün gibi bir durum yok. Andaç benim hiç sahip olamadığım kız kardeşim, sahip olamadığım annemin yerini dolduran kadının kızı, Erva Çetin."

Vuslat kaskatı kesilip önce karşısında duran adama sonrasında bana baktı. Uzay Atsan ise elini Vuslat'a doğru uzattı. "Ben de Uzay Atsan, tanıştığıma memnun oldum."

Vuslat onun elini kavrayıp klas bir hareketle karşılık verdi "Vuslat Ergenç."

"Andaç'la bu konuyu birkaç kez konuşmak istesem de cesaret edemedim çünkü bunlar derin mevzular. Yıllardır üzeri örtülmüş, üzücü bir durum. Ben bunun için buradayım, bunu düzeltmek için."

"Annesiyle ilgili mi?" dedi Vuslat biçimli kaşlarını çatarken. Sonrasında gözleri bana çevrildi. "Yılbaşı gecesi bahsettiğin kişiydi Uzay, değil mi? Annesinin annen olduğunu söyleyen..."

"Evet," diye mırıldandım kısık bir sesle. "Evet,o."

"Bu durumu Andaç'la ben de konuşmayı denedim ama ne beni ne de Mehmet Kor'u dinlemek istemedi."

"Beni dinlemek zorunda." Uzay bir ağabey edasıyla bana baktığında kaşlarım hafifçe çatılır gibi oldu. "Annesini her gün gören benim. Onun ne kadar mahvolduğunu bilebilsen kendi ayaklarınla giderdin, Andaç."

Suç işlemiş çocuklar gibi başımı önüme eğip yere bakmaya başladığımda Vuslat'ın eli elime kaydı. "Bu konuda Uzay'a katılıyorum. Belki şimdi değil ama annenle karşı karşıya gelmelisin. Babanla daha fazla sorunun varken onları bile silebildin, annenin hiçbir suçu yokken onu silmen haksızlık olur. Dinle bakalım, ikiniz de birbirinizden ayrıyken neler oldu anlatın. Mutlaka bir çıkış yolu bulacaksınızdır."

"Bunu demek çok kolay," diye homurdandığımda Vuslat'ın bakışlarında derin bir anlam belirdi.

"Bunu annesini kaybetmiş bir adam olarak söylüyorum." Cümlesi içimi delik deşik etse de ağzımı açıp tek bir kelime edemedim. "Keşke benim annem de hayatta olsaydı da onunla daha fazla konuşabilseydim. Bence benim gibi pişman olmadan onunla bir araya gelmelisin."

"Lütfen bana biraz zaman verin," diye mırıldandım. Sigara kokan parmaklarım şakaklarıma tutunduğu esnada burnuma yoğun bir sigara kokusu dolmuştu.

"Önünde çok fazla zaman var." Uzay ellerini dizine vurup ayaklandı. "Bana artık müsaade, dediklerimizi iyi düşün. Ayrıca tanıştığımıza tekrardan memnun oldum, Vuslat. En kısa zamanda yeniden bir araya gelelim."

"Eyvallah," dedi Vuslat yeniden onunla tokalaşırken. Uzay eliyle selam verip kafeteryadan uzaklaşmaya başladığında gözlerim hızla Vuslat'a çevrildi.

"Sen benim burada olduğumu nereden biliyorsun?"

Sorumla birlikte parmağı havalandı ve Emre Polat'ın oturduğu masayı gösterdi. Emre'nin gözleri yeniden buraya çevrildiğinde harelerine yayılmış merakı uzaktan bile seçebilmiştim. Vuslat elini kaldırıp onu selamladığında Emre şaşkınlıkla gülümseyip yanındaki kızı dürttü ve ikisi birden ayaklanarak olduğumuz yere gelmeye başladılar.

"Yok artık," diye mırıldandım. "Sen cidden ruh hastasısın, Vuslat."

"Ben ilk defa bir şeyi bu kadar istedim." Boğuk sesi kulaklarıma vardığında onun da dolgun dudakları kulağıma sürtmüştü. Aniden oluşan yakınlığımız kalbimi saniyesinde hızlandırsa da sertçe yutkunup önüme döndüm. "Onu elimde nasıl tutarım bilmiyorum çünkü hiçbir şeyi bu kadar istemedim."

"Öğren o zaman," diye söylendiğimde güler gibi bir ses çıkardı. "Fırsat ver de öğrenelim o zaman."

Bakışlarım ona kaydığında duraksadım. Aslında o kadar üzgün ve yorgundu ki bu maskesinin ardına gizlediği yüzünden belli oluyordu. Bakışları bile ağlarken onun nasıl böylesine güçlü durduğunu anlamıyordum fakat gurur duyuyordum.

"Selam."

Emre az önce Uzay Atsan'ın oturduğu sandalyeye, kadın ise yanımdaki sandalyeye oturdu. Emre yılışık bir gülümsemeyle Vuslat'a bakmaya başladığında bunun ima dolu bir gülüş olduğunu anlamış, boğazımı temizleyerek tip tip Emre'ye bakmaya başlamıştım.

"Neler olduğunu anlatacak mısın yoksa ben mi anlatayım?" Sorum Emre'nin yüzündeki ifadeyi dondurdu. "Bence sen anlatırsın."

"Oğlum lan biliyordum ben böyle olacağını." Kadın güler gibi bir ses çıkarıp, "Anlat," dedi. "Hadi açıkla."

"Yavrum yapma yanarım."

Kadın elini omzuma koyup bana sımsıcak bir gülümsemeyle baktı. "Ben Elika, bu da erkek arkadaşım Emre. Tanıyorsundur zaten."

"Andaç," diye mırıldandım sinirden dişlerimi gıcırdatarak. "Evet tanıyorum ama hangi Emre'yi tanıyorum bilmiyorum."

"2012'den Emre Çıtak," dedi şirin olmaya çalışan bir sesle. "12-E, 3007. Ama sen beni Emre Polat olarak bilsen de olur... Polat Alemdar gibi oldu sanki bir tık ama."

"Ne kadar komiksin sen öyle ya..." Tip tip yüzüne baktıktan sonra sinirle Vuslat'a döndüm. "Ben daha ne kadar yeni şey öğreneceğim? Bunun devam serisi var mı yoksa bu kadar mıydı?"

"Eğer devamını istersen çekeriz." Yaptığı ima yanaklarıma kan gibi oturduğunda dudaklarımın içini dişleyip yüzüne baktım. "Terbiyesiz."

Keyifsiz bir şekilde gülüp önündeki su şişesiyle oynamaya başladı. Emre ve adının Elika olduğunu öğrendiğim güzel kadın da biraz daha oturup kalkmışlardı. Bakışlarım yeniden camdan dışarı kaydığında yağmurun dindiğini ve insanların sokağa çil yavrusu gibi dağıldığını fark ettim. Onun yanında öylesine kördüm ki dibimde olup biten şeyden bile bi' haber oluyordum.

Aramızda yeniden doğan suskunlukla bir süre öylece dursak da Vuslat daha fazla susmak istemiyormuş gibi koyu irislerini yüzüme dikti. "Başka bir yere gidelim."

"Eve gitmem gerek."

" 'Gidelim mi?' diye sormadım, gidelim dedim."

"Ben de sana eve gitmem gerektiğini söyledim, Vuslat."

"Andaç işleri o kadar zorlaştırıyorsun ki açık olan bütün kapıları kapatmak üzeresin." Sinirle sesli bir nefesi dudaklarından bıraktı. "Hay sikeyim sana hiçbir şey demediğim günleri."

"Seni yargılayacak, kötü şeyler söyleyecek bir insan değilim. En başından bana bununla gelseydin..."

"Karşına bir anda çıkıp 'Ya ben bir yıldır uzaktan seni izliyorum, seni seviyorum da, acaba biz olur muyuz?' mu demeliydim? Ne kadar inanırdın ki sen bana? Seni tanımıyormuşum gibi konuşuyorsun."

Bir an durdum ve o zamanları düşündüm. Bundan üç ay öncesinde, kalbimde başka birinin olduğunu sanarken karşıma çıksaydı vereceğim tepkiyi kestirmeye çalıştım. Belki ondan etkilenecektim, tıpkı şu an olduğu gibi, belki de bunun yanlış olacağını düşünüp uzak duracaktım ondan.

'Belki bu şekilde olmayacaktı ama biz bir gün mutlaka tanışacaktık.'

Sesi geçmişten çıkagelmiş iç burkan bir anıydı. Gecenin karanlığı üzerimize biçilmiş bir kaftandı, dudaklarından çıkan cümleler sanki bu sırrı bildiğini fısıldar gibiydi ama o kadar korkuyordu ki o karanlığın içinden sıyrılamıyordu.

Vuslat'ın korkması benim için imkansızdan öte bir durumdu. Onu o kadar gözü kara bir adam olarak tanımıştım ki, gözlerindeki korkuyu görsem bunun bir sanrı olduğunu düşünecek ve kendimi kandırmaya devam edecektim.

"Hayatıma girdiğin günden beri senin farklı olduğunu biliyordum." Bakışları dibi gözükmeyen bir uçurumdu. "Vuslat, ne yapacağız biz?"

"Bu hiç olmamış gibi yaşayamayız biliyorum ama bunu bilerek daha iyi yaşayabiliriz, güzelim." Cebinden rastgele çıkan kağıt parayı masanın üzerine bırakıp elimden tuttu ve beni oyuncak bir bebek gibi yönlendirdi.

"Nereye gideceğiz?" Sesim o kadar güçsüzdü ki bir bedene bürünse direkt dizlerinin üzerine düşerdi. "Sana diyorum."

"Evimize."

Evimize.

'Bu eve ne zaman evim diyebileceksin? Kendini buraya ait hissettiğin zaman mı? Ben senin yerine cevap vereyim: hiçbir zaman.'

"Yeter," dedim bir anda. Vuslat'ın adımları bir bıçak gibi kesildi ve bakışları bana kaydı. Sertçe yutkunup şaşırmış bir şekilde onun yüzüne baktığımda o da anlam veremeyen bakışlarla yüzüme bakmaya devam ediyordu.

"Sorun ne?"

"Hiç," dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle. "Bir şey olmadı."

Vuslat birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra beni arabaya doğru ilerletmeye başladı. Çok geçmeden kararmaya yüz tutmuş sokağın içinde ilerlemeye başladık. Eve gelene kadar ikimizde konuşmamıştık ve ben babama eve geç geleceğime dair kısa bir mesaj çekmiştim.

Vuslat, beni yanından ayırmak istemez gibi elimi sıkıca tutup kendine çektiğinde ona her ne kadar kızgın olsam da bedenimi dolup taşıran özleme karşı koyamadım. Kedi gibi onun dibine sokulduğumda eli belimi sertçe tuttu ve evin içine giresiye kadar bırakmadı. Çelik kapıyı açıp beni içeriye çeker çekmez dudakları dudaklarıma sertçe yapıştı ve kapanan kapının yüzeyine sırtımı yasladı.

Alevlerle sarılı dudaklarından dudaklarıma akan şehvet bir okyanustu ve biz o okyanusun içinde yüzme bilmeyen iki kişiydik. Sonumuzu bile bile ölüme gidiyorduk. Eli montumun fermuarına gitti ve onu bedenimden sökercesine yere fırlattı. Elleri arsızca belimden sutyenimin kopçasına kadar tırmansa da yeniden belime, oradan da kalçama indi ve parmaklarının arasına hapsetti.

Dudaklarımdan çıkan boğuk inleme sessiz evin içinde dağıldığında Vuslat durmamıştı. Ellerim gömleğinin düğmelerine kaydığında o da benim üzerimdeki kazağı bedenimden sıyırmış, bir eli de göğsümü kavramıştı.

"Çok güzelsin." Dudaklarımın üzerine devrilen cümlesi beni anlık gülümsetti. Yanık tenini saran beyaz gömlek de parkenin üzerinde yerini aldığında Vuslat beni kucağına alarak salona doğru yürümeye başladı. Dili ağzımın içine kayarken aynı anda dudakları da dudaklarımı emiyordu ve o kadar yükseklerdeydik ki yere çakılsak parçalarımızı bulamazlardı.

Koltuğa oturduğunda otomatik olarak ben de kucağında yerimi almıştım. Elleri belime inip beni kendine sertçe bastırdığında, onu tamamen hissetmek kasıklarımda oluşmaya başlayan ateş topunu daha da büyütmüştü. Sutyenimin kopçasını açtığı esnada onun da dudaklarından boğuk bir inleme dökülmüş ve dudaklarını dudaklarımdan göğsüme indirmişti. Ensesindeki saçlarıyla oynarken gözlerim kısık bir şekilde karşıya bakıyordum. Aralık dudaklarımdan sızan nefesin sesini dahi duyarken Vuslat'ın hareketleri beni çileden çıkarmaya devam ediyordu.

İlkel bir istekle ensesini daha çok bastırdığımda Vuslat'ın dili göğsümün ucunda dönmüş ve dişleyerek emmeye devam etmişti. "Vuslat," diye fısıldadım başımı geriye atarken. "Siktir."

Belimde oluşan kavis boyunca sırtımı okşayıp beni yeniden kendine bastırdı. Dudakları ise en sonunda göğsümden ayrılıp gerdanıma, oradan da boyun girintime kaydı. "Bedenin o kadar kutsal ki benim için, hayatım boyunca tapabilirim."

Kesik inlemem yeniden salona yayıldığında bu durum Vuslat'ı daha çok tetiklemişti. "Dokun bana," dedi elimi kavrarken. Büyük avcuna hapsolmuş elim, pantolonunun üzerinden doğrudan erkekliğine kaydığında elimi çekecek gibi oldum ama duyduğum istek o kadar kuvvetliydi ki elimi çekememiştim. "Bendeki etkini görebiliyor musun, küçük?"

(+18)

Dudaklarımı soluk boşluğuna bastırdım. O, başını geriye atıp bana daha fazla yer açarken onun açtığı yere yerleştim. Vuslat, elinin altında olan elimi erkekliğine daha sert bastırdığında bedeni mümkünmüş gibi daha çok kasılmış, elimin altındaki varlığı daha da belirginleşmişti.

"Vuslat," diye fısıldadığımda, "Devam et," diyerek boğuk bir inlemeyi dudaklarından bıraktı. "Seni ne kadar istediğimi tahmin dahi edemezsin."

Elim erkekliğinden kayıp boşluğa düştüğünde hayal kırıklığıyla yüzüne baksam da Vuslat dudaklarında oluşmuş serseri kıvrımla yüzüme bakmaya devam ediyordu. Gözleri gözlerimdeyken pantolonumun düğmesini ve fermuarını indirdi. Aniden bedenim yer değiştirdi, kendimi onun altında bulduğumda Vuslat hiç vakit kaybetmeden pantolonumu bacaklarımdan sıyırdı. Bu esnada dudakları karnıma minik öpücükler bırakıp kasıklarıma inmişti.

Durmadı, dudakları iç çamaşırımın üzerinden kadınlığıma kaydığında bedenim bir ok gibi gerildi ve başımı koltuğa bastırıp kendimi geri ittim. "Yapma."

Dişlerini hissettiğimde dudaklarımdan fırlayan çığlık o kadar kuvvetliydi ki kendime bile yabancı gelmiştim. Vuslat erkeksi bir şekilde gülüp iç çamaşırımı sıyırdığında utanç bedenimi yavaş yavaş terk etmiş ve duvar dibine sinerek hayretler içinde bizi izlemeye başlamıştı.

Dudakları kadınlığım boyunca kaydığında inlemelerime bir yenisi ekleniyor, ter damlaları bel kavisimden akıyordu.

"Gel," dedi Vuslat kendi pantolonunu ve iç çamaşırını indirerek. Oturup beni kolumdan sertçe kucağına çektiğinde gözlerimi irileştirip bacak arama değen erkekliğiyle irkildim. "Sana zarar verecek bir şey yapmam. İkimizin de rahatlamaya ihtiyacı var, güzelim. Kasma kendini."

Erkekliği kasıklarına kadar uzanırken kadınlığım onun sıcaklığına temas etmişti. Bedenini aşağı doğru kaydırdığında kasıklarımdaki yangın her yeri çember içine almıştı. "Vuslat," diye fısıldadım dudaklarım dudaklarıyla buluşmadan önce. "Seni seviyorum."

"Ben de güzelim," dedi. Bunu derken altımdaki hareketleri de hızlanmıştı. İstemsizce hareket eden bedenimle ona uyum sağladığımda ikimiz de istemsizce inliyorduk. "Ben de... Ah, siktir."

Titreyen sesi kulaklarıma ulaştığında utançla yanaklarımın içini dişledim fakat isteğim o kadar ağırdı ki her yeri küle çevirebilirdim. Vuslat benden daha beter bir haldeydi ve cümlelerini bile bir araya getiremiyordu. Bu hali beni bir an güldürdü. "Seviyorum."

İkimiz de uçurumdan hızla düşer gibi hissetmeye başladığımızda nefeslerimiz birbirine karışıyordu. Vuslat iki eliyle belimi kavrayıp kendini sertçe bana sürtmeye devam ederken, ıslanmış erkekliği altımdan kaymaya devam ediyordu. "Geliyorsun değil mi?" dedi Vuslat güler gibi bir ses çıkarıp. "Benim için geleceksin."

"Senin için sana geleceğim," dedim alnımı alnına yaslarken. "Sen benim için benden giderken."

Kasıklarımdaki alev topu parçalara ayrıldığında bedenim kendini büyük bir rahatlığa bıraktı. Vuslat'ın elleri hâlâ belime sarılıyken ben de kollarımı onun boynuna sarıp sıkıca sarıldım ve bir süre o halde durduk.

(Devam edebilirsiniz.)

Nefeslerimiz belli bir düzene girdiğinde Vuslat ter tabakasıyla kaplanmış saçlarımı geriye itip yüzümü açığa çıkardı. "Bundan sonra gizlenecek bir şey yok. Ben varım, gerçeklerim var. Ve sen varsın. En önemlisi sensin."

"Bir daha yok," dedim uyku akan sesimle. "Yalan yok, giz yok."

"Yok."

Vuslat, beni oturduğu yerden kucağına aldığında kollarımı onun boynuna dolayıp başımı göğsüne yasladım. Koridordan geçtikten sonra odasının kapısı aralandı. Yatağın üzerindeki yorganı ittikten sonra önce beni bıraktı sonra da kendi yanıma devrilerek beni yeniden kendine çekti.

"Babamın yokluğunda çok eksik kaldım, annemin yokluğunda yok oldum. Eğer sen de yok olursan, ben bir daha asla var olmam."

Şakaklarına minik bir öpücük bıraktım. "Beni bir gün külden var edeceğini söylemiştin. Ben var oldum. Sen yok olursan senin için kül olur, küllerimden yaratırım seni."

"Lan."

Şaşkınlık akan, tanıdık fakat uykumun arasında ayırt edemediğim kısık sesi duyduğumda gözlerimi açmaya çalıştım ama bir haftayı aşkındır uyuyamadığım uykunun sefasını çekmek daha ağır basmış, bu sebeple de gözlerimi açamamıştım.

"Lan bu Andaç'a ne kadar benziyor?" Bir süre sessizlik oldu. "Ama bunlar kavgalılar oğlum, Andaç siksen gelmez."

Kaşlarım çatık bir şekilde denilenleri dinlerken, bir süre sonra bu sesin ait olduğu insanı anlayınca hiddetle gözlerimi açtım. Bedenimden akan utançla başımı Vuslat'ın boynuna gömerken yüzüm görünmediği için şanslıydım yoksa Reha'nın yüzüne bakamazdım.

"Bak kaşmere bak nasıl da gömüyor koca kafasını Vuslat'ımın boynuna? Oğlum ben Andaç'a ne diyeceğim ya, kız ağlamaktan helak oldu Vuslat'ın yoluna herif anca karı siks-"

"Amma bıdı bıdı yaptın, Reha."

"La ilahe illallah!" Vuslat'ın sesiyle korkan Reha'nın birkaç adım uzaklaştığını, gitgide azalan sesiyle anlayabilmiştim ve hâlâ başımı onun boynundan çıkarmaya niyetim yoktu. "Vuslat oğlum kalksana lan! Zaten sıçmıştın üstüne bir de sıvıyorsun."

Vuslat belimi dürtünce onu işleteceğini anlayıp sesimi çıkarmamaya devam ettim ama sesimi asıl çıkarmama nedenim arkadaşımın beni bu halde görüp yanlış şeyler düşünmesine sebep olduğum içindi. Aslında yanlış anlaşılacak bir durum yoktu çünkü yaşayacağımız şeyin biraz ilerisi birliktelikti.

"Git yat zıbar hadi."

"Oğlum sen ne ara Andaç'ı unuttun lan?" Reha, 'oğlum' ve 'lan' kelimelerinin kalıplaştığı cümlelerine devam etti. "Bu gacı kim?"

"Yeni sevgilim."

Kısık olan gözlerim dehşetle açıldı. Kafamı hızla kaldırıp Vuslat'ın uykudan yeni uyanmış olduğu için tatlı duran yüzüne baktım. Her ne kadar tatlı dursa da şu an benim kurban edeceğim ilk kişiydi.

"E yuh ama sen de."

Reha, sesimi duyduğunda çığlık çığlığa bağırıp olduğu yerde tepindi. Utancı bir kenara bırakıp yüzümde oluşan şaşkın ifadeyle ona döndüğümde olduğu yerde can çekişir gibi tepindiğini gördüm ve yüzümdeki şaşkınlık gittikçe belirginleşmeye başladı.

"Andaç!" Reha hediye almış çocuklar gibi güldü. "Lan sizi böyle bastığıma mı üzüleyim yoksa bastığım kişinin Andaç olmasına mı?

"Bence seni siktirle kovalayacak olmama kork."

"Vuslat..." Reha elini kalbinin üzerine koydu. "Benim üzümlü kekim, yaptın yine yapacağını."

"Tamam, def ol hadi."

"Vuslat..."

Vuslat, "Lan," diye yerinden fırladığında onu tutup Reha'ya baktım. "Git bak, salacağım yoksa."

"Vallahi salınan salınmış, Andaç'cığım. Sen de ne yere bakan yürek yakanmışsın. Bu arada merak etmeyin gençler kapının oradaki kıyafetleri falan topladım ben, yorulmayın siz. Zaten yeteri kadar yorulmuşsunuzdur."

"Sikerim şimdi seni ama." Vuslat yastığı alıp Reha'nın tam yüzüne attı. "Pezevenk seni."

"Seni pezevenklerin elinden aldım." Reha, İbrahim Tatlıses'in şivesiyle konuştuğunda gülecek gibi olsam da dudaklarımı birbirine bastırdım. "Neyse ben gidiyorum, öptüm sizi yavrularım. Dikkat edin, korunun daha amca olamam."

"Reha gelsene lan buraya!" Onur'un gürlemesi uzaktan da olsa sanki odanın içindeymiş gibi hissedildiğinde yerimden irkilip sesin geldiği yöne döndüm. "Sana girme dedim girdin mi oraya? İt herif sesini de çıkarmıyor."

"Ben gidiyorum, beyim kızar." Bize el sallayıp hızla odadan çıktığında birkaç saniye daha arkasından baktık. Vuslat bedenini tekrar yatağa bıraktığında ellerimi yatağa yaslayıp başımı ona çevirdim.

"Bazen çok garip davranıyor." Omuz silkti. "Bu arada beni eve bırakabilir misin? Okula gideceğim hazırlanmam lazım."

"On dakika kadar bekle."

Vuslat üzerindeki yorganı ittiğinde bakışlarımı başka yöne çevirdim. Bu hareketim onu güldürse de o banyoya girene kadar kafamı olduğum yerden çevirmedim. O sırada üzerime Vuslat'ın kazaklarından rastgele birini geçirdim ve az önce çıktıklarını duyduğum Reha ve Onur'u görmeden evin içinde gezinmeye başladım. Salonun üzerine konulmuş kıyafetlerim görünce utançla dişlerimi yanağıma geçirsem de, kıyafetlerimi giyip ellerim dizlerimde Vuslat'ın gelmesini bekledim.

Dediği gibi yaklaşık on dakika sonra kaliteli bir parfüm kokusuyla merdivenlerden indiğinde gözlerim onu buldu. Üzerinde, beyaz gömleğinin aksine bu sefer siyah bir gömlek vardı. Jilet gibi duran takım elbisesi fit bedenine o kadar güzel durmuştu ki bir katalogtan fırlamış gibiydi.

"Çıkalım."

Sanki bu komutu bekliyormuş gibi çantamı omzuma takıp koşar adımlarla peşinden gitmeye başladım. O da benim gibi geç kalmış olmalı ki yarım saat içinde beni evimin önüne bırakmış ve okul çıkışı onu beklememi söyleyerek hızla uzaklaşmıştı. Ben de elimdeki anahtarı evirip çevirdikten sonra içeri girdim ve sessiz koridorda ilerlemeye başladım.

"Hoş geldin, kızım."

Babamın sesini duyunca ani bir irkilmeyle başımı salonun girişinde duran babama çevirdim. Üzerinde siyah bisiklet yaka bol bir kazak, altında ise koyu renkli bir kot pantolon vardı. Yüzüne bezelenmiş sakallarını kesmiş, saçlarını özenle yapmıştı ve onu uzun süre sonra ilk defa bu kadar bakımlı görmek dudaklarımdan beğeni dolu bir ıslığın dökülmesine sebep olmuştu.

"Baba," diye beğeni dolu bir sesle seslendim. "Ne kadar yakışıklı olmuşsun?"

Babam gözlerini devirip güldü ve yanıma adımlayıp bana sıkıca sarıldı. Gün geçtikçe aramızdaki bunların eridiğini hissedebiliyordum fakat aramızda asla erimeyen bir bariyer vardı ve bu daima öyle kalacaktı. Bir süre öyle dursa da üzerimi kokladığını anladığımda huzursuz bir şekilde geri çekilmeye çalıştım. Bu hareketim babamın bir süre gözlerimin içine bakmasına sebep oldu.

"Vuslat'la olduğunu dün de anladım, çekinmene gerek yok." Elini ensesine attı. "İşe yetişmem gerek sonra konuşuruz olur mu?"

"Olur, tabii ki." Tutuk bir şekilde olduğum yerde durmaya devam ettim. "Konuşuruz. Kendine iyi bak."

"Sen de."

Yanağına minik bir öpücük bırakıp odama ilerlediğimde babam da evden çıkmıştı. Ben de duşa girip hızla dün gecenin izlerini üzerimden akıtıp çıktım ve siyah kotumla siyah kazağımı üzerime geçirdim. Aceleyle sırt çantama kitapları doldurup saçlarımı dahi kurutmadan sıkı bir topuz yaptım ve koşar adımlarla sokak kapısına ilerlemeye başladım.

Zihnim dopdolu bir şekilde caddede ilerlemeye başladığımda hava tamamen aydınlanmıştı. Vuslat'la aramızda geçenler ve Uzay'ın dedikleri zihnimde büyük bir girdap oluşturmuşlar ve her şeyi içine çekmişlerdi.

O sırada kibar bir kadın sesi kulaklarımı doldurdu,sonrasında bir el belli belirsiz omzuma dokundu. "Pardon, bi' bakabilir misiniz?"

Gözlerim sesin geldiği yöne çevrildiğinde gözlerimin buluştuğu bir çift göz beni olduğum yere çiviledi ve takvim yaprakları bir bir geriye sarmaya başladı. O büyülü gözler de tanıdık bir ifade belirdi ve koyu kahve ruj yedirdiği dudakları şaşkınlıkla aralandı.

Elindeki beyaz kağıt düştü.

O kağıt, bir çığ gibi kalbimin içine düştüğünde kadının dudaklarından beni ateşlere atan isim döküldü.

"Erva?"

Ve kalbimdeki kırk bir mumdan biri daha söndü.

Merhabalar!

Dolu dolu bir bölümle karşınızdayım ve yazmayı o kadar çok özlemişim ki iki günde uzunca bir bölümü tamamladım bile. Ve size içim içime sığmayan bir şekilde geldim.

Bugün hiç beklemediğim bir şey oldu ve Instagram'da gezerken rastgele gördüğüm kişiyle donakaldım. Zihnime düştüğü günden beri kimseye benzetemediğim, sadece benzerlerini yerine koymaya çalıştığım Vuslat'ı en sonunda buldum ve bulur bulmaz bunu takipçilerime duyurdum ADFGSHSAGSHSJ.

Ayrıca hesabımda kitapla alakalı sözler, kesitler ve kitabı ilgilendiren duyurular paylaşıyorum. Bunlardan haberdar olmak için hesabımı takibe almayı unutmayın. Bu arada unutmadan, 3K olmuşuz. Sizlere destekleriniz için çok teşekkür ediyor ve hayalimdeki Vuslat'ın yansımasını bırakıyorum...

Continue Reading

You'll Also Like

46.4K 2K 21
Klasik aile kurgusu okumaya başlamadan önce her şeye kendinizi hazırlayın iyi okumalar. ❤️ #kardeş 1. Sırada. 09.11.2024 #abilerim 1. Sırad...
140K 6.9K 31
Annemin ölmediğini, üstüne üstlük abilerimin ve ablamın olduğunu 20 yaşında öğreniyordum!! Şaka gibi! *. : 。✿ * ゚ * .: 。 ✿ * ゚ * . : 。 ✿ * (Düzenli...
249K 18.8K 36
Gerçek ailem kurgusu!!! Hep iyi kız tarafından okuduk hikayeleri. Kız iyi niyetiyle yaklaşır ancak ailesi hep ona karşı kötüdür. Karıştırıldığı kız k...
1.4M 63.3K 33
Kardeşi Mert için gittiği bir barda seçtiği bir adamdan hamile kalmayı planlayan Duru'nun tek amacı doğacak olan bebeğinin kardeşine nefes olmasıdır...