𝐊𝐒𝐬𝐬 𝐨𝐟 𝐭𝐑𝐞 π‘πšπ›π›...

By ateezficfest

631 105 101

Kiss of the Rabbit God / Seonghwa x Hongjoong / Fantastik, Tarihi, Angst /+17 / 5.409 Kelime More

1
2
3

4 β€’ SON

117 23 20
By ateezficfest

"Sonra ne oluyor peki?" Hongjoong'un elleri, bir kez daha saç tellerime dolandı. Bacaklarına kafamı koymuştum ve kendimi görüntü olarak onun kolları arasına bırakmıştım. Benden hikâyesini anlatmasını istemiştim ancak anlatmakta olduklarının hikâyesi olduğunu sanmıyordum. Geçmişin yasakları arasında yüzmeye çalışıyor gibiydik, anlattıklarının gerçek olup olmadığını bile bilmiyordum.

"Bunun üzerine imparator kılıcını alır ve en değerli kraliyet kıyafetinin kollarını keser." Bunu demesi ile hızla Hongjoong'un bacaklarından kaldırdım kafamı ve oturduğum yerde dikleştim. Her ne kadar Hongjoong bana hikâyesini anlatmıyor olsa bile anlatmakta olduğu şeye kapılmıştım ve imparatorun bunu yapmasını asla ama asla beklemiyordum.

"Sırf yasalar onlara izin vermiyor diye kaçıyor, öyle mi? İmparatorun bu yaptığına korkaklık denir yalnız." Hongjoong, ortaya atılmam ile gülümsedi ve saçlarımda gezinen elini bu sefer yanağıma koydu. Bana dokunan her bir uzvu, bende tarif edilemez etkilere sebep oluyordu ve ben, bu etkilerin bu derece yoğun olmasına hiçbir anlam veremiyordum.

"Evet, kaçıyor ancak kaçmazsa ikisi de ölecek. Sevgilisinin yaşaması için yapmış olduğu bu şeye korkaklık değil de fedakârlık denmez mi sence?" Bu sorusu, her ne kadar imparator için empati yapmama sebep olsa bile yine de bir tarafım imparatorun bu yaptığını korkaklıktan başka bir şey olarak görmüyordu. Başımı onaylamaz anlamda salladım, Hongjoong'a katıldığım söylenemezdi. "Pekâlâ, sen korkaklık olarak düşün o zaman. Geçmişte de böyle düşünmüştün ne de olsa." Bu kelimeler ile kaşlarım, benden bağımsız bir şekilde çatıldı. Ne demek istiyordu?

"Ne?" diye fısıldayarak yakınmam ile Hongjoong, her zamanki gülümsemesini takınarak başını iki yana salladı ve bana doğru eğildi. Nefeslerimizin birbirine karışır bir hâle gelmesi ile bir anlığına nefes almayı unuttum, kendimce tuttuğum nefesimi ise dudaklarıma erişen yumuşak dudaklar ile vermeyi hatırladım.

Cevapsız kalan sorum, nedensizce o an beni rahatsız etmedi ve birbiri ile uyumlu bir dansa girişen dudaklarımıza bıraktım kendimi. Devam etmek istiyordum, bu sefer Hongjoong gitmesin istiyordum. Kendimi tanımak, ne istediğimi anlamak istiyordum. Aramızdaki çekimin garipliği ve her birlikte oluşumuzda kafamda dolanan Tu'er Shen'in silüeti, bir şekilde zihnimde cevaplara kavuşmalıydı. Öpüşmemizden dolayı kapanan göz kapaklarımda yine ışıklar parladı ve o tanıdık, karın ağrıtan çanların sesi zihnimde yankılandı. Yine aynı yerdeydik, Tu'er Shen'in yerinde Hongjoong vardı ve ben, geleneksel kıyafetlere bürünmüş bir hâlde onun önünde duruyordum. Hongjoong bana yaklaştı, o sırada tüm görüntüler gitti ve gerçekliğe döndüm.

Nefes nefese kalmış bir hâlde, yine Hongjoong'u ittim ve oturduğum yerden kalkarak Hongjoong'dan uzaklaştım. Görüntülerin garipliğinin yanı sıra her görüşümde içime dolan, anlamsız hisler de Hongjoong ile yaşadığım o anı durdurmama sebep oluyordu. Hongjoong, nefesini düzene sokmaya çalışırken başını arkasında bulunmakta olan kırmızı fayanslara dayadı ve her zamanki gülüşü ile bana bakmaya başladı. Neler yaşamakta olduğuma anlam veremiyordum. Anlam veremeyişlerim de dengesiz hareketlerime sebep oluyordu.

"Üzgünüm ancak ne zaman öpüşsek çok değişik görüntüler görüyorum. Bu görüntüler de üzerime üzerime geliyor ve ne yapmam gerektiğini kestiremiyorum." Hongjoong, dediklerime karşılık başını onaylar anlamda salladı ve oturduğu yerden kalktı. Onun da ne yapmakta olduğunu anlayamıyordum. Hongjoong hayatıma girdiğinden beri denge diye bir şeyin varlığını unutmuştum, mahvolmuştum. Hongjoong, ayağa kalktıktan sonra yavaş adımlarla yanıma geldi ve parmaklarını koluma dokundurdu, bir elektriklenmeyi hissettim içimde. Daha sonra ise Çin karakterleri ile bürünmüş olan parmakları omzuma çıktı, dudaklarını kulağıma doğru yaklaştırdı, bir fısıltı dalgası oluştu aramızda.

"Gömleğimi aralayıp göğsüme bak. Gördüklerin sana bir şeyleri hatırlatacak." Kelimeleri aramızdaki boşluğa düşüp bana sarınırken aralanmış dudaklarım ve karışıklığın arasında çatılmaya zorlanan kaşlarım ile gözlerine baktım, bir şeyleri cevaplamak ister gibi bakıyordu bana, gömleğinin yakalarını işaret ediyordu. Ellerim benden izinsiz bir şekilde yukarı kalkarken parmak uçlarım gömleğinin yakalarına sarındı, aralanan yakalar ile Hongjoong'un kolyesinin altında kalan ve göğsünde gördüğüm görüntü ile titreyerek ondan uzaklaştım. Çin karakterleri, kabarık bir şekilde göğsündeki etin üzerinde yatmaktaydı ve bir yuvarlak oluşturuyorlardı, bu yuvarlağın ortasında da yine aynı şekilde işlenmiş bir hâlde Tu'er Shen'in sembolü varlığını belli ediyordu.

"Sen kimsin?" diye fısıldadım titremelerim arasında. Bir efsane peşinde koşuyordum ancak zihnimde çakan şimşeklerin, bu efsanenin bir gerçekliği olduğuna dair fısıldayışları karşısında titremeden edemiyordum. Hongjoong, bu sorum ile derin bakışlar ile baktı bana ve tekrardan bana yaklaşarak parmak uçlarını elimdeki yaraya getirdi. Elimdeki yaranın üzerinde gezinen parmak uçları, titremelerim ile bir bütün olup beni daha da mahvederken derin bakışlarının yüzümde gezinişi ile daha da fazla ezildim. Nasıl bir şeyin içindeydim?

"Bir kan damlasının yere düşüşü ile bağlandık birbirimize, kanın aktığı yeri kabuklar bağlarken ayrılmak zorunda kaldık." Hongjoong'un dedikleri ile baktım yarama, tamamen kabuk bağlamasına çok az kalmıştı ve bunun gerçek olabileceği düşüncesi ile gözlerimi büyülttüm. Hongjoong, artık bir şeyleri anlamış olabileceğimi anlamış olacak ki sırıttı ve gömleğimin cebinde olan bıçağı alarak lavabo tarafına gitti.

"Hey, ne yapıyorsun? Dur-"

"Şşhh," diye fısıldadı Hongjoong ve beni ayna önüne itmeden önce bıçağı avucuma bıraktı, parmaklarımı bıçağın üzerine sarıp onu tamamen hapsettikten sonra elimi göğsüme doğru çıkararak bıçağın ucunu gömleğimin açıkta bırakmış olduğu göğsüme değdirdi. Bundan sonra ise beni ayna önüne itti, ne olduğunu az çok anlayabiliyordum ancak anlamamayı dilemekten başka bir şey de yapamıyordum. Rüya gördüğümü sanırken gerçeği görmüş, içimde bir şeylerin yatıyor olabileceğine ihtimal vermemiştim. "Korkacak hiçbir şey yok, kendi bedeninin şekillendiricisi olabilirsin." Hongjoong bunları fısıldadı kulağıma ve çenesi omzuma vururken aynadan bana baktı. Aynadan bakışlarımı çekip elimdeki bıçağa bir bakış attım, titreyişlerim durup beni bir cesaret kazanının içerisine atmıştı. Nefes alışverişim hızlanırken ve Hongjoong'un parmak uçlarını tenimde hissederken gözlerimi sıkıca yumdum ve bıçağın ucunu tenime batırıp yazmaya başladım.

"Sonra sessizce kaçar ve sevgilisini rüya âleminin kolları arasına bırakır."

Gözlerimi açtığımda yine o şatonun içindeydik, bu sefer Tu'er Shen'in kıyafetini giymekte olan bendim ve Hongjoong büyük bir dikkat ile göğsümde oluşturmakta olduğum sembolü izliyordu. Kanlar akıyordu, bacaklarım arasındaki Tu'er Shen'in sembolünün kıvrımlarını dolduruyordu bu kanlar ve Hongjoong, göğsümde oluşan sembole doğru eğilip parmaklarım arasından kayan bıçağın düşüşüne baktı sessizce. Şimdi her yerde çanlar çalıyordu, ikimiz de kırmızılara bulanmıştık ve tüm çıplaklığımız ile birbirimize bakıyorduk. O imparatordu, ben Dong Xian'dım ve biz Tu'er Shen'dik.

Hongjoong bana doğru eğilip akan kanlara parmaklarını dolarken ben de hızlı bir şekilde inip kalkan göğsüm ile ona bakıyordum. Birbirimize işleniyorduk, elimdeki yara tamamen kabuk tutmuştu ve bir terk edişin eşiğinin üzerinde duruyorduk. Hongjoong'un kolunu tutup onu kendime doğru çektim, kanlar arasında iken birbirimize tutunduk ve dudaklarımızın buluşması ile tüm çanların sesi kesildi, göğsümdeki acı kuş olup uçtu, bir zorluk ile kapandı gözlerim; mahvoluşum eteklerimden aşağıya doğru akarken kapalı göz kapaklarıma vuran gölgelerden bir aydınlığın içerisine girmiş olduğumu hissettim.

"İmparator sevgilisinden ayrılsa bile cezasını tadar ve ruhu Yeraltı Dünyası'na gittiğinde suçu bir tutku olarak görülür, affedilir."

Aydınlıktan karanlığa geçtikten sonra gözlerimi açtım ve gözlerimi açtığımda ise restorandaydım, bir masanın üzerine koymuştum başımı. Restoranda tek başıma oluşum zihnimde yankılanırken hızla kalktım ve göğsüme baktım. Hongjoong'un göğsündeki sembol, aynı şekilde benim de göğsümde yer oluyordu ve tektim, bir rüya gördüğümü düşündürdü zihnim bana ancak göğsümdeki sembol her şeyi alaşağı ediyordu. Yüzümü elimle ovaladıktan sonra masadan kalkıp saate baktım, sabahın köründeydik ve restoranın açılmasına iki saat vardı. Kendime gelebilmek için restoranın içinde yürürken Tu'er Shen'in tapınağına çarpan bakışlarım ile duraksadım, elimde olmadan yaklaştım ona doğru, yavaşça eğildim. Tüm kırmızılıklar bir anlam bulurken zihnimde, sanki Hongjoong'un dudaklarında nefes bulmuşum gibi dudaklarımı Tu'er Shen'in sembolüne dokundurdum.

"İmparator şimdi, gizli âşıkların Tanrısı olarak yeryüzünde gezerken yasak aşk dualarına cevap veren sonsuzluğa doğru yol alıyor."

Ve biz Tu'er Shen'dik; bir kan damlası ile olan birleşmemiz yaranın kabuklara bulanması ile ayrılırken, geceleri çalan âşıklar olarak bir anlamı olmayan yasaklar arasında boğulmamaya çalışıyorduk.

*

Yazar nochuutella ya bu güzel fic için teşekkürlerimizi sunuyoruz. Umuyoruz ki sizler de beğenmişsinizdir. Sevgilerle~

Continue Reading

You'll Also Like

152K 17K 38
değişiyorsun, dayanamıyorum
42.9K 2.4K 22
"Γ‡ocuklar ikinizi de ΓΌzmek istemem ama ev sahibi sadece evli Γ§ift arΔ±yor ΓΌzgΓΌnΓΌm."
55.3M 1.8M 66
Henley agrees to pretend to date millionaire Bennett Calloway for a fee, falling in love as she wonders - how is he involved in her brother's false c...
205K 3.9K 18
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?