Nefret Dolusu Sevgiler

By darkblueau

35.4K 1.4K 619

*Şiddet içerir. Aşk nedir bilmeyen, hislerinin ne olduğunu anlayamayan iki insan... Sadist abisinden gördüğü... More

Nefret Dolusu Sevgiler
-1- Nankör
-2- Kağıt Kesiği
-3- Zayıf
-4- Bar Kavgası
-5- Kirli Eller
-6- Ortaklar
-7- Çakı
-8- Dostlar
-9- Kal
-10- Toz Duman
-11- "Kendini O Kadar Değerli Görme"
-12- Koala
-13- Kalp Atışı
-14- Melek
-15- Rüzgarına Kapılma
-16- "Sen Hep Bırakıp Gider Misin?"
-17- Ayakta Kal
-18- Acıların Sonu Gelmez
-19- Veda
-20- Yemin
-21- Parmaklıklar Arkası
-22- "Korkuyorum yalnızlıktan"
-24- İlk ve Son
-25- Kanlı Canlı
-26- Masum
-27- Kral Dairesindeki Kraliçe
-28- New York City
-29- "Seni Kötü Bir Kız Sanmıştım"
-30- Eski Ev
-31- Kapkaranlık
-32- Tuhaf Kadın
-33- "Biz Düşmanız"
-34- Kıskanç Mehir
-35- Aşık Karan
-36- Vurgun
-37- Bu Eller Hiç Ayrılmasın
-38- Duş
-39- Senden Ayrı
-40- Yardım Çağrısı
-41- Eda (18+)
-42- Ruh Eşim
-43- Savaş (18+)
-44- FİNAL

-23- İddianın Kazananı

473 28 19
By darkblueau

Sırtım ağaca yaslanırken gülümsedim. Karan beni neden buraya getirmişti, bilmiyordum. Ama burası çok güzeldi. Her yer yemyeşildi ve ağaçlar çiçek açmaya başlıyordu. Bizim bu ormanda ne işimiz vardı?

Eli saçımdan ayrılan bi tutamı kulağımın arkasına götürürken o güzel dudakları kıvrıldı ve gülümsedi. Çok güzel gülümsüyordu. Eskiden sadece Eda'ya bahşettiği gülümseyişi şimdi sadece bana bahşediyordu. Yalnızdık. En önemlisi de huzurluydum.

Ellerini saçlarımda gezdirirken "Çok güzelsin" diye mırıldandı. Sanki kendi kendine konuşuyordu. Ama her kelimesi beni benden alıyordu. O çikolatalı puding rengindeki gözleri beni her an bayıltabilirdi. Bana neden öyle bakıyordu? Sanki bu dünyada tek kız benmişim gibi.

"Karan?" dedim, gülümserken.

Gözlerini gözlerime dikip "Hı?" diye bi mırıltı çıkarırken saçlarımdaki eli elime kaydı ve sıkıca tuttu. Ne diyeceğimi unutturmuştu bana. Aklımda hiçbir şey yoktu sanki. Buraya nasıl gelmiştik onu bile bilmiyordum.

Kendime hakim olamayarak elimi yanağına götürdüğümde yeni çıkmaya başlayan sakallarında ellerimi gezdirdim. Neden bu kadar mutluydum? Eli elimin üstündeki yerini buldu ve elimi yanağından ayırıp dudaklarına götürdü. Elime içimi eriten bi öpücük kondurduğunda gülümsemem iyice yüzüme yayıldı.

Elimi bırakmadan bana doğru yaklaşırken "Mehir?" dedi, o kadifemsi sesiyle. Yutkundum. Nefesimi kesiyordu.

"İyiki varsın" demesiyle gülümsemem soldu. Benim burada ne işim vardı? Gidebilir miydim buradan? Ondan gidebilir miydim? Nasıl geldiğimi bile bilmiyordum, gidiş yolunu nasıl bulabilirdim?

★★★

Gözlerimi açıp hışımla yatakta doğrulurken ter içinde olduğumu hissedebiliyordum. Ne olmuştu böyle? Neden ter içindeydim? Nefesimi düzene sokarken hatırladım. Rüya mıydı? Evet. Rüyaydı. Lanet olsun kabustu!

Gözlerim dolarken alt dudağımı dişledim. Neden öyle bi rüya görmüştüm? Orada o. O. O bana gülümsüyordu. Hemde içten bir şekilde. Ama o bana hiç öyle gülümsemezdi ki. Ben neden ona öyle gülümsemiştim peki? Böyle bi rüya görmem yanlış mıydı? O bi katildi. En sevdiğim arkadaşımı öldüren bi katil! Ona gülümsemek değil acımak bile istemiyordum. Böyle bi rüya gördüğüm için kendimden utanıyordum. Nefret ediyordum. Sadece ondan değil. Kendimden de. Bu kadar zayıf olmamalıydım. Yumuşamamalıydım. O bunu haketmiyordu.

Kendimi yatağa bırakıp derin bir nefes aldım. Tekrar uyuyamıyordum. Sanki hala boğazımdan sular akıyordu. Hangi kafayla kendimi o havuza bırakmıştım? Yüzme bilmeme rağmen neden hiç uğraşmamıştım. İntihar gibi bi eğilimim yoktu da, sarhoşken ne düşünmüştüm bilmiyordum. Neyseki Uras son anda yetişmişti. Belki de yetişmese daha iyiydi. Şimdi Nabaz'ın yanında olabilirdim.

Of hayır Mehir! İntihar falan etmedin. Sen o kadar zayıf değilsin. Her şeyle başa çıkabilirsin.

Yatakta oturur pozisyona gelip gözlerimi pencereye diktim. Güneş doğuyordu. Birkaç saat önce kendimi havuza atmıştım ve Uras beni buraya taşımıştı. Duş alıp kuru kıyafetler içine girdikten sonra yatmıştım, ama yok olmuyordu, uyuyamıyordum. Ayrıca dün hayvan gibi içtiğimden şuanda beynim patlıyordu. Berbat bi gün olacağı buradan belliydi.

Öksürmeye başlarken kaşlarım çatıldı. Ateşim mi vardı benim? Hadi ama. Haziranda hasta olmuş olamazdım değil mi? Göz kapaklarım açık kalmamak için direniyorlardı ama yatsam da uyuyamıyordum. Ne boktan işti bu?

Ayağa kalkacakken başımın dönmesiyle yine kalçamın üstüne -yatağa- düştüm. Ne yapacaktım? Öyle tüm gün yatakta duramazdım. Ayağa kalkacak halimde yoktu. Tekrar uzanıp tavanla bakışmaya başladığımda elimi alnıma koydum. Ateşim olduğu barizdi. Ah salak kız. Kendini havuza atmasaydın olmayacaktı böyle.

Belkide hasta oldum diye rüyamda Karan'ı görmüştüm? Yani olabilirdi. Zihnim bana oyun oynuyordu. Başka açıklaması yoktu.

Yanaklarımı şişirip ofladım. Boğazım acımaya başlıyordu. Doktora falan da gitmek istemiyordum. Sıcak bir şeyler yesem diyeceğim ama iştahım da yok. Bi müzik sesi duyduğumda kaşlarım çatıldı. Bu ses benim telefonumun melodisiydi. Neredeydi bu? Sanırım ses yatağın altından geliyordu.

Ani bi hareketle yataktan sarkıp baktığımda gözlerimin kararmasıyla bir şey göremedim. Birkaç saniye gözlerim kapalı bekledikten sonra gözlerimi açtım. Elimi uzatıp görünen telefonumu alıp kimin aradığına bakmadan açtım.

Yorgun bi ses tonuyla "Efendim?" dediğimde "Neden intihar etmeye kalkışıyorsun. Bana söylesen seni öldürebilirdim" diyen piç abimin sesi geldi. Bunun nerden haberi vardı? Başımı yastığa koyup tekrar tavanı izlemeye başladım. Sanırım üşüyordum.

Cevap vermediğimi anlayan Barın "Neyse evde misin?" diye sorduğunda "Değilim desem" dedim. Son gelişi pek iyi sonuçlanmamıştı da.

Dalgacı sesiyle "Ama canım kardeşimin benimle dertleşmeye ihtiyacı var. Onu yalnız bırakabilir miyim?" dediğinde yine cevap vermedim. O dertleşmek isteyeceğim son kişi bile değildi.

"Birkaç saate kalmaz oradayım" dediğinde gözlerimi devirdim. Evden gitme şansım yok muydu? Ayrıca bu salak bu saatte nasıl uyanıktı? Ve ben günlerdir telefona bakmazken neden bugün bakmıştım?!

"Hoşçakal canım kardeşim" deyip telefonu kapattığında "Canın çıksın" diyerek telefonu bi yere fırlattım. Umarım yanıma bile uğramazdı.

Birkaç saat tavanı izleyerek uyuma çabalarındaydım ki saat 9'a gelirken kapı tıklatıldı. Barın olsa kapıyı tıklatmazdı. Yani ya Zeynep ablaydı ya da Uras. Ona beni kurtardığı için bi teşekkür bile edememiştim. Ayrıca kapıdaki kişiye 'gel' diyecek halim bile yoktu.

Mor pikeyi üstüme çekerken "Mehir Hanım?" diyen Zeynep ablanın sesini duyduğumda boğazımı temizlemeye çalıştım, ama başaramadım. Karan'ın konuşmama hastalığı bana geçmişti. En çok sevindiğim şey ise Zeynep ablanın artık adımı doğru söylemesiydi.

"Mehir Hanım? Müsait misiniz? Girebilir miyim?"

Hani artık hanım demek yoktu? Sanırım ismime alıştığı gibi buna da alışması gerekecekti. Kapıyı yavaşça açıp içeri girdiğinde gözleri beni buldu. Bulur bulmazda kocaman oldu.

"Mehir Hanım? Sizin neyiniz var?" diye telaşla yanıma geldiğinde bön bön ona baktım. Konuşmak çok zormuş gibi geliyordu. Elini alnıma koyduğunda eline bakmaya çalıştım. Ama beceremedim. Gözlerimi o kadar iyi kullanamıyordum. Aklım da iyi çalışmıyordu maalesef.

"Yanıyorsunuz siz?"

Ah! Ciddi miydi? Ben zaten bunu biliyordum. Pikeye daha fazla sarılırken gözlerimi kapattım. Üstüme kat kat yorgan örtemez miydi acaba?

"Hemen doktor çağırmalıyız" dediğinde gözlerimi açmadan zorlukla "Hayır" dedim. Sesim sandığımdan daha yorgun çıkmıştı. Sanki uyurken mırıldanıyor gibiydim. Öyle kendimde değildim yani. Hatta bunun gerçek mi rüya mı olduğunu ayırt edemeyecek durumdaydım.

"Ama Mehir Hanım?" dediğinde başımı olumsuz anlamda salladım. Küçük bi soğuk algınlığında doktoru ayağıma getirtmek istemiyordum. Hem biliyordum, birkaç saate geçerdi. Daha önce pek sık hasta olmazdım şimdi neden olmuştum anlamıyordum.

"O zaman ben size çorba yapayım? Hemen iyileşirsiniz" dediğinde cevap vermedim. İştahım yoktu ama iyileşmek için içebilirdim.

Zeynep abla odadan çıkarken yine öksürük krizine girdim. Boğazım o kadar acıyordu ki sanki her öksürüşümde boğazıma iğneler batıyordu. Oflayarak gözlerimi açtım. Çok üşüyordum. Ama aynı zamanda da terliyordum. Hasta olmak ne boktan bir şeydi. Üstümü örtsem mi örtmesem mi bilmiyordum. Yatakta doğrulurken gözlerimi kısarak etrafıma baktım. Sanki her am başım dönecek gibiydi. Gözlerim kararıyordu ama yine de umursamadan ayaklarımı yataktan sarkıttım. Daha fazla burada kalamazdım.

Pikeye sarılır bi şekilde ayağa kalkıp kapıya yöneldim. Şükürler olsunki gözlerim kararmamıştı. Pikeye sarılmış elimle kapıyı açıp merdivenlere doğru yöneldim. Pike sürüklenerek peşimden geliyordu. Merdivenlerden indikten sonra salona girip kocaman kanepeye oturdum. Gözlerim kumandayı ararken masanın üstünde olduğunu görünce oflayarak tekrar ayağa kalktım. Resmen eziyetti.

Kumanda ile tekrar kanepeye kurulup televizyonu açtım ve kanalları karıştırmaya başladım. Sabah programları çok sıkıcıydı. İnsanların sesleri öyle bi beynime işliyordu ki, sanki yankı yapan bir yerdeydik.

Kendimi kanepeye bıraktım ve pikeye sarılarak gözlerimi kapattım. Uyusam geçerdi belki ama uyuyamıyordum. Acaba Karan da hala uyuyamıyor muydu? Haftalardır toplasan birkaç saat uyumamıştır. Planım bu değildi. Onu kendi hapsime hapsedecektim, hapsettim de. Ama uykusuzluktan ölecek duruma gelmişti. Rahat, huzurlu bi uyku uyumasını istemiyordum ama hayatta kalacak kadar uyumalıydı. Napabilirdim? O kafese yatak götürecek değildim ya?

"Mehir?" diyen Uras'ın telaşlı sesini duyduğumda gözlerimi araladım. Kapıdan girip hızla bana yaklaşarak yanımda yere çöktü. Birde o endişeleniyordu.

"Noldu? Neyin var?" diye sorarken elini alnıma koydu, ardından "Çok sıcaksın" diye ekledi. O zaman ben niye donuyordum?!

"Hep o havuzdan oldu!" dediğinde ona teşekkür etmediğim aklıma geldi. O olmasaydı burada olmayabilirdim.

Yorgun sesimle "Teşekkür ederim" dediğimde gözleri gözlerimi buldu. Alnı yaralanmıştı ama nasıl olduğunu soracak halim yoktu.

Birkaç saniye hiçbir şey demeden baktığında "Beni kurtardığın için" diye ekledim. Belkide dün gece o kadar içerek aptallık yapmıştım. Tamam kafam dağılmıştı ama kötü sonuçlanmıştı. Araba da kendi kendime konuştuklarım aklıma geldikçe kendime küfrediyordum. Kaza yapmadığım için çok şanslıydım.

Uras gözlerini kaçırıp "Önemli değil" dediğinde tekrar gözlerimi kapattım. Hiç açmasam olmaz mıydı? O kadar yorgundum ki.

"Doktor çağırmamı ister misin?" diye sorduğunda gözlerimi açmadan başımı olumsuz anlamda salladım ve "Zeynep abla çorba yapıyor. Birde ateş düşürücü içtim mi bir şeyim kalmaz" dedim. Cevap vermedi. Gözlerimi açıp ifadesine bakacak halim yoktu ama beni izlediğini hissedebiliyordum. Neden benden hoşlanıyormuş gibi hissediyordum? Hep bakışlarını üzerimde yakalamam normal miydi? Yoksa sadece işini mi yapıyordu? Bana fazla karışması sinirimi bozuyordu.

Birkaç dakika uyuklamaya çalışırken Zeynep ablanın "Mehir Hanım?" diyen sesiyle gözlerimi açtım. Uras ne ara gitmişti bilmiyordum ama tam uyumak üzereydim.

Tepsiyi önüme getirdiği sehpanın üstüne koyarken "Burada mıydınız? Odanızda olmadığınızı görünce çok endişelendim" dediğinde doğruldum.

Yanıma oturup elini alnıma koyduğunda yüzünde üzgün bi ifade oluştu. Bu kadının bana verdiği değeri farkettikçe bende ona değer vermeye başlıyordum. Zaten değer veriyordum ama şimdi farklıydı. O sıradan bi çalışan değildi.

"Hala ateşiniz çok yüksek" dediğinde gülümsemeye çalışarak "Birkaç saate bir şeyim kalmayacak" dedim. Bu onu da gülümsetmişti.

"Evet. Bu çorbayı içerseniz hiçbir şeyiniz kalmayacak" dediğinde dudak büzüp çorbaya baktım. Sıradan bi çorbaydı işte. Bi gram canım çekmiyordu. İçmesem olmaz mıydı?

"Sakın içmemeyi aklınızdan geçirmeyin. Bu çorbayı bitirmezseniz en az üç gün yataktan kalkamazsınız, benden söylemesi" dediğinde ona kalkık kaşlarla baktım. İçimi okumuştu sanki.

Pes edip kaşığı elime aldığımda çorbanın kokusu burnuma geldi. Kaşlarım çatılırken kaşığı aldığım yere bıraktım. Acaba Karan'da kokusunu almış mıdır? Belki de canı çekmiştir. Hapishanede yemek verirlerdi değil mi? Dünden beri bişe yememişti, bi kase çorba versem nolurdu ki?

Pikeyi üstümden atıp ayağa kalkarken gözümün kararmasını umursamadan mutfağa ilerledim. Zeynep abla peşimden seslenmişti. Mutfağa girdiğimde tencere tahmin ettiğim gibi ocağın üzerindeydi. Bi tepsi çıkarıp büyük bi kaseye çorba doldurduktan sonra birazda ekmek çıkardım. Kahvaltı da çorba mı verecektim?

Dolaptan birazdan kahvaltılık çıkarıp tepsinin kenarına koyduktan sonra su da koydum ve elime alıp mutfaktan çıktım. Çorba gerçekten de çok güzel kokuyordu. Hapşırığım gelirken elimdeki tepsiye hapşırmamak için nefesimi tuttum. Burnumdaki sızıyla birlikte hapşırığım geri giderken gözlerim doldu. Hasta olmaktan nefret ediyordum.

Bodruma inip Karan'ın kafesinin önüne geçtiğimde onu gördüm. Duvara yaslanmış, elleriyle saçlarını geriye atmış, gözlerini kapanmıştı. Oturur şekilde uyuyor olabilir miydi? Sanmıyordum.

Burnunu çekerek kaşlarını çattığında ifademi bozmamak için dilimi ısırdım. Kokuyu almıştı. Gözlerini açıp beni gördüğünde kaşları gevşedi ve saçlarını bırakıp ayağa kalktı. Uzun zamandır onu ayakta görmediğim için biraz uzun görünmüştü. Tişörtü iyice giyilmeyecek duruma gelmişti. E yani 3 haftadır üzerinden çıkarmıyordu.

Tam karşıma geçtiğinde aramızda 40 santim falan vardı. Ama geri çekilmedim. Ondan korkmuyordum. Bir şey yapacağını da sanmıyordum. Belkide 3 haftalık psikolojiyle bana uzanıp zarar verebilirdi. Bilmiyordum. Gözleri gözlerime dikilmişti. Ne düşünüyordu acaba? Buradan neden hiç kaçmayı denemiyordu? Bana neden açıklama yapmaya çalışmıyordu? Neden böyle bakıyordu?!

Yere eğilip boşluktan tepsiyi sürüklediğimde kıpırdamadı. Tekrar ayağa kalkıp suratına bakmaya devam ettiğimde yüzümü incelemeye başladı. Muhtemelen gözlerim dolmuştu ve burnum kızarmıştı.

"Hasta mı oldun?" diyen sesini duyduğumda kaşlarım kalktı. Sesini duymayalı bir hafta falan olmuştu. Şimdi neden konuşmuştu? Kaşlarım eski haline gelirken başımı olumlu anlamda salladım. Ne demem gerekiyor ne yapmam gerekiyor hiç bilmiyordum. Ona olan nefret hissim üst düzeydeydi. Bir altında acıma hissi onun bi altı ise geçmişle doluydu. Yaşadıklarımız basit şeyler değildi. Ama o tek hatayla hepsini mahvetmişti.

"Gecenin bi vakti kendini havuza atarsan böyle olur" dediğinde kaşlarım çatıldı. Onunda kaşları çatılmıştı ama havuzu boyladığımı nereden biliyordu?

Hiçbir şey demeden giderken o da peşimden seslenmedi. Ne garipti? Ben konuşurken o konuşmuyor, o konuşuyorken de ben konuşmuyordum.

Salona girdiğimde Zeynep ablanın benim için yeni bi tepsi hazırladığını gördüm. "O soğumuştu" diyerek açıklamasını yaptığında başımı olumlu anlamda sallayarak kanepeye yayıldım ve çorbayı içmeye başladım. Sanırım Zeynep abla Karan'a yemek götürdüğümü anlamıştı, o yüzden sormuyordu.

Çorbayı bitirdikten sonra başımı tekrar kanepeye yasladım. Burası odamdan daha geniş olduğundan daha iyi hissediyordum. Acaba Karan o küçücük kafeste ne hissediyordur? 'Mehir! Kapat gözlerini!' dedi içimdeki şeytan. Belki de melekti bilmiyordum. Çünkü ne doğru ne yanlış karar veremiyordum. Onun cezasını adalet veremiyorsa ben verirdim. Bu kadar basitti. Neden düşünüyordum? Katildi o!

Gözlerim iyice kendinden geçerken tepsi önümden alındı ve üstüm örtüldü. Televizyonu kim kapatmıştı onu bile hatırlamıyordum.

★★★

"Mehir?" diye bi bağırış duyduğumda etrafıma bakındım. Burası? Ben neredeydim ve neden nefes alamıyordum? Ağzımı açmaya çalıştığımda köpükler gördüm. Suyun içindeydim. Havuz. Kendimi havuza bırakmıştım.

"Mehir? Kimse yok mu lan?" diyen bağırış kulaklarımı su ile doldururken gözlerimi kapattım. Neden sudan çıkmıyordum? Neden? Hem bu ses? Bu ses ona aitti. Karan'a.

"Mehir?!" diyen sesi artık daha uzaktan geliyordu sanki.

Uzaklaşıyor muydum? Yoksa o mu uzaklaşıyordu? Beni yukarı çıkaran suya neden engel oluyordum? Ona ulaşmamak için mi? Bu su engelleyecekse beni razıydım. Ama bu beni öldürürdü? Ölmeye razı mıydım? Hayır! İntihar etmezdim ben. 'Çık şu sudan Mehir! Ölüm kaçış değil. Diğer dünya da seni daha güzel bi hayat mı bekliyor sanıyorsun? Naptın ki o dünya için? Ne kadar iyi bir insansın? Çık şu sudan! Ölmenin vakti değil gerizekalı! Daha zor olan şeyi yapıp yaşamalısın. Pes etme!'

★★★

Gözlerim açılırken kanepeden düşmemle küçük bi çığlık attım. Tamam pek küçük değildi. Ama bu çığlık kesinlikle rüyanın etkisindendi. Birgünde gördüğüm iki rüyada da onu görmem normal miydi? Ama az önce gördüğüm rüya değildi. Anıydı. Gece yaşadıklarımdı. Onu duymuştum. Kulaklarıma su dolmasına rağmen boğazını patlatır şekilde ismimi haykırmasını duymuştum. Sudan çıkmak isteyipte çıkamamamı hatırlamıştım. Ölmek istemediğimi, pes etmeyeceğimi hatırlamıştım.

Yine "Mehir?" diye bağıran sesini duyduğumda ağlamaya başladım. Dün gece de böyle bağırmıştı. Duymuş ama unutmuştum.

"Mehir Hanım?" diye yanıma koşar adımlarla gelen Zeynep ablayı görmemle sakinleşmeye çalışsamda beceremedim ve daha fazla ağlamaya başladım. Birkaç gün ağlamadan durabilmiştim ama şimdi patlamıştım işte.

"Mehir?!" diye kükreyen sesini duyduğumda başımı dizlerime koyup ağlamaya devam ettim. Neden ismimi söylüyordu?!

"Mehir hanım? Nolur kendinize gelin" diyip beni kaldırmaya çalışan Zeynep abladan kurtulmaya çalışırken hıçkırıklarımı durduramadan ağlamaya devam ettim.

"Noluyo? Mehir?" diye yanımıza gelen Uras'la gözlerimi sımsıkı kapattım ve susmaya çalıştım. Kendime gelip ona sormam gereken şeyler vardı.

Çenemden tutup beni kaldırdığında derin nefesler almaha başladım. İkisi de telaşla bana bakıyordu.

Karan'ın "Mehir?" diye bağıran sesini duyduğumuzda Uras kalkıp gidiyordu ki onu bileğinden yakaladım. Günlerce sesi çıkmazken dün gece de böyle boğazı patlayana kadar bağırmıştı ama kimse bana bi bok anlatmamıştı.

Bir tuttuğum bileğine birde bana bakan Uras'a ağlak, boğuk sesimle "Dün gece benim havuzda olduğumu ilk farkeden kişi kimdi?" diye sordum.

Uras yüzüme ifadesizce bakarken Karan "Lan kimse yok mu? Orospu çocukları buraya bakın!" diye bağırdı. Sesini buraya kadar nasıl ulaştırıyordu şaşıyordum.

Şişmiş gözlerimle Uras'a bakarken o gözlerini kaçırdı ve cevap veren Zeynep abla oldu.

"Şuan bağıran çocuk. Karan'mıydı adı?"

Gözlerim Zeynep ablaya dönerken telaşlı halini bozmadan "Dün gece öyle çok bağırdı ki... Ben duydum gittim baktım ve sizin havuzda olduğunuzu, boğulacağınızı söyledi. Ben biliyorsunuz sanıyordum" diye ekledi. Bilmiyordum işte. Belki rüyamda görmeseydim hiç bilmeyecektim.

Zeynep abla "Eğer o olmasaydı şimdi siz..." dediğinde gözleri doldu ve daha fazla devam edemedi. Evet ölmüştüm, o olmasaydı. Ama sarhoş olmamın nedenide oydu. Bunu unutamazdım. Uras'a baktığımda üzgünce bana baktığını gördüm ve yerden destek alarak ayağa kalktım.

Karan hala adımı bağırıyordu. Şişmiş gözler ve kırmızı burunla koşar adımlarla bodruma indiğimde aynı koşar adımlarla ilerledim ve parmaklıklara tutundum. Hayır hayır. Parmaklıklara tutunmamıştım. Çünkü ellerim onun ellerinin üzerindeydi. Parmaklıklara tutunan oydu ve gözleri benimkinden daha kırmızı görünüyordu.

Gözümden bi damla daha yaş akarken "Dün gecede böyle bağırdın mı?" diye sordum.
Gözleri benden ayrılıp ellerinin üzerindeki ellerimi bulunca ellerimi çektim. Ama yine de gözlerinin ellerimden ayrılması zaman aldı. En sonunda gözlerini gözlerime diktiğinde başını olumlu anlamda salladı.

"Neden?" diye sorduğumda şaşırmış olmalıydı ki kaşları çatıldı.

Boğuk sesiyle "Ne demek neden?" diye sorduğunda birkaç adım geri çekilip "Neden işte?" diye bağırdım.

"Neden ölmeme izin vermedin?" diye ekledim, ses tonumu daha düşük tutarak. Kaşları sanki daha fazla çatılabilirmiş gibi çatıldı. Belki beni kurtarmasaydı buradan kurtulabilirdi. Ama o neden kendisi yerine benim yaşamamı seçmişti?

"Mehir ben katil değilim. Kimsenin ölmesini istemem" dediğinde gülmeye başladım.

"Nabaz'ın da ölmesini istemedim" dediğinde gülmeyi kesip sinirle "Onun ismini ağzına alma" dedim.

Gözlerini kapatıp derin nefes aldıktan sonra açıp "Ben kendimi savunamam. Sende beni anlayamazsın" dedi.

"Ne yani? Sadece? Ölmemi istemedin mi?" diye sorduğumda "İsteseydim dün gece boğazımı patlatmazdım" dedi. Ne yaparsa yapsın. Onu hiçbir zaman affetmeyecektim. Tamam birgün buradan çıkacaktı ama yine de karşıma çıkmasına izin vermeyecektim. Burada ne kadar kalsa suçunun bedelini ödeyebilirdi ki? Onu burada en fazla ne kadar tutabilirdim? Ya da tutmalı mıydım? Adaleti yerine getirmek neden bana kalmıştı?!

"Git" dediğinde ona baktım.

"Git Mehir. Daha fazla karşıma çıkma. Beni görmek mideni bulandırıyor biliyorum. Geceki olay için de teşekkür etmene gerek yok. İnsanlık göreviydi" diye eklediğinde ona bön bön baktım. Onu görmek midemi bulandırmıyordu. Sadece kötü hissettiriyordu. Babamı öldürse bu kadar kızmazdım. Sonuçta iki babamda benden nefret ediyor. Ama, Nabaz benim ailemdi. Yanlış, çok yanlış yapmıştı.

Ayaklarım benden habersiz hareket edip oradan uzaklaşırken ellerimle gözlerimi sildim. Beni kurtarmıştı. Havuzdan çıkaran o olmasa da, kurtaran oydu. O bağırmasa kimse yardıma gelmezdi. Ben neden onun gelmesini istiyordum ki? Onu oraya tıkan bendim. Havuza girende bendim. Bu aralar ne yapıyorum bilmiyordum. Kendimi tanıyamıyordum.

Salona girince bıraktığım pikeye sarılıp kanepeye yayıldım. Uras gitmişti. Bana neden ilk Karan'ın farkettiğini söylemediğini anlamıyordum. Beni kurtaranın o olduğunu sanmam ne işe yarardı ki?

Televizyonu karıştırmaya başlayıp izlenecek birşey bulmaya çalıştım. Düşüncelerimin dağılması gerekiyordu. Bi dizi gördüğümde durup izlemeye başladım. Ama ilk on dakika da konusunu bile anlayamadım. Kızla erkek sürekli birbirlerine laf sokup duruyorlardı. Komik olmasa değiştirirdim. Ama izlenecek başka birşey yoktu. Bilgisayardan da izleyebilirdim ama yukarı çıkıp laptopu almaya üşeniyordum. Telefonumda yanımda yoktu. Arkama yaslanarak ofladım ve şu diziyi izlemeye devam ettim.

Her dizide olduğu gibi kız güzel çocuk yakışıklıydı. Ve her klişe dizide olduğu gibi erkek zengin kız orta halliydi. Bu yüzden böyle dizileri izlemiyordum. Vampir dizileri bile daha güzeldi. Gerçek sıkıcıydı. Diziden sıkılıp telefonu kapattım ve pikeyi bırakıp ayağa kalktım. İnsanlar hastayken napardı? Genelde sosyal medyadan bunu bildirirlerdi. Ama bana sadece telefon yeterdi. Onunla uğraşırsam biraz vakit geçebilirdi. Odamdan telefonumu aldıktan sonra yavaş adımlarla tekrar salona indim.

Tam salon kapısından girecekken dış kapının büyük bi gürültüyle açılmasıyla yerimde durdum ve içeri giren Barın'a ağzım aralık bi şekilde baktım. İnsan gibi girse olmuyor muydu?

"Kralınız geldi!" diye bağırdığında gözlerimi devirip "Pezevenginiz geldi" diye mırıldandım ve salona girip yerime kuruldum. Beni duymuş muydu bilmiyordum ama içeri geldiğinde hala sırıtıyordu.

Pikemi omuzlarıma sararken "Duydum ki geberiyormuşsun" dediğinde yanaklarımı şişirdim. Daha dün gece olan olayı nereden duymuştu?

"Bunu söyleyen adamına söyle, onu bulursam bi tarafına bu kanepeyi sokarım" dediğimde yanıma kendini atıp "Ne kadar iticisin. Sen bi kızsın, doğru konuş" dedi. Dalga geçecek başka zaman bulamamış mıydı?

Telefonumun kilidini açtığımda birkaç saniye ekrandan gözümü alamadım. Bunca zaman evdeki internete bağlı kaldığından yüzlerve bildirim vardı. Hatta binden fazla... Göz atmaya başladığımda çoğunun beğeni ve istek olduğunu gördüm. Sosyal medyada bu kadar aktif değildim ki.

Bi oyun açtığımda Barın'ın "Bir büyüyemedin" diyen sesini duydum ama cevap vermeden oynamaya devam ettim. Büyüyememiştim. Çünkü yardım etmemişlerdi. Ne kadar kendi başıma büyümeye çalışsam da olmamıştı işte. Hep kendimi büyük sanmıştım.

Barın'ın "Al" diyen sesiyle kucağıma attığı zarfa baktım. Telefonu bırakıp zarfı açtım ve başlığı görmemle kaşlarımı çattım.

'Nalbantoğlu Holding'in 100.yıl Kutlamasına Davetlisiniz'

"Bu ne be?!" diye çirkefleşerek Barın'a döndüğümde "Başarımız" dedi. Ne başarı ama? Dedemin babası şirketi kurmasa babam asla zengin olamazdı.

"Ben hayatta..." diyordum ki Barın sözümü keserek "Peder gelmezse tüm arabaların anahtarlarını alırım dedi" dedi. Al işte.

"Ya benim neden gelmemi istiyor ki?" diye sorduğumda "İnsanlar seni seviyor. Hem babamın orada iyi bi baba gibi görünmesi gerek" dedi.

Gülerek başımı eğdim ve "Sence de iyi bir baba değil dimi?" diye sorduğumda kendime hayret ettim. Daha geçen gün sırtımı kesip kolonya döken adamla sohbet ediyordum. Kahkahayı bastığında daha fazla şaşırdım. Sanırım bugün keyfi yerindeydi.

"O benden de orospu çocuğu" dediğinde derin nefes alıp arkama yaslandım. Ne kadar kötü olsa da babasıydı. Ama benim değildi. Benim babam da kötüydü. Ama asla 'olsun babam o benim' diyemem. Çünkü Nabaz'ın ölümüne sebep olan asıl isim, oydu. Poyraz. Onunla sonra ilgilenecektim.

"Senin burada ne işin var?" diye bağıran bi ses duyduğumda kaşlarımı çatıp kapıdaki Zeynep ablaya baktım. Barın'a diyordu. Tabi son gördüğünde beni deşmişti.

Barın kaşlarını çatmış bi şekilde Zeynep ablaya bakarken "Sende kimsin?" diye sordu. Olay çıksın istemiyordum.

"Bana bak. Bir daha Mehir Hanım'a zarar verecek olursan..." diye bağırıyordu ki ayağa kalkıp ona ilerlemeye başladım.

Kolundan tutarken "Hadi biz mutfağa geçe..." diyordum ki Barın "Sen kim oluyorsun da karışıyorsun lan?" diye kükredi. Of ne vardı büyütecek?

Zeynep abla benden kurtulup "Ben bu eve sen yokken sahip çıkan kadınım" diye bağırdığında şaşkınlıkla ona baktım. İşten kovulmaktan bile korkmuyor muydu? Gerçi artık babam ne derse desin onu bu evden göndermelerine izin vermezdim, orası ayrı.

Barın sinirle "Heh bak kendinde söyledin. Ben yokken! Şuan ben burdayım, siktir git!" diye bağırdığında ona dönüp "Doğru konuş!" diye bağırdım. Bu yaşta kadına nasıl küfredebiliyordu?

"Konuşmazsam nolur?" diye üzerime yürümeye başladığında Zeynep abla önüme geçip "İzin vermem" dedi. Bu kadın napmaya çalışıyordu? Barın acımazdı ki, ona da vururdu.

Onu arkama almaya çalışırken Barın "İkinizi de gebertirim lan" diye tısladı.

Zeynep abla Barın'a "Seni sürüm sürüm süründürürüm" dediğinde Barın iyice sinirlendi. Tamam artık kurtuluş yoktu.

"Ben ikinizi de süründüreceğim burada" diyerek Zeynep ablanın koluna yapıştığında gözlerim kocaman oldu ve düşünmeden tekmeyi bacak arasına bastım. Barın bağırarak geri çekilirken Zeynep ablaya "Koş Uras'ı çağır" dedim ve onu zorla salondan gönderdim.

Önüme dönmemle tokat yemem bir oldu ve yere düşerken bi çığlık attım. Of! Barın bu evdeyken dayak yemediğim birgün olmayacak mıydı?

"Arkadaşın öldü, yastasın diye bir şey yapmayacaktım ama bir olup damarıma bastınız" diye bağırırken karnıma tekmeyi bastığında gözümden yaşlar aktı ve büyük bi çığlık attım. Bu çok acıtmıştı. Karnım o kadar ağırıyordu ki ağlamadan kendimi tutamıyordum.

"Nedir lan benim senden çektiğim?" diye bağırıp saçımdan yakaladığında ağlamayı kesip dişlerimi birbirine bastırdım. O mu çekmişti? Benim çektiklerimi niye kimse görmüyordu?

"Mehir?" diye bağıran sesini duyduğumda derin nefes aldım. Günlerdir konuşmazken bugün öyle çok bağırmıştı ki? Barın'da onun sesini duyduğuna şaşırmış olmalıydı ki saçımdaki baskı azalmıştı.

"Arkadaşının katilini evinde mi barındırıyorsun?" diye sorduğunda Karan'ın sesi tekrar duyuldu.

"Lan bugün beni karı gibi bağırttırdınız. Orospu Barın, kardeşini bırakıp yiyosa buraya gelsene"

Barın'ın eli saçlarıma dolalıyken gülmeye başladım. Karan karşımda olsa gülmezdim ama sırf Barın'ı gaza getirtmek için gülebilirdim. Karnımın ağrısına saç diplerimde eklenirken Barın beni iteleyerek ayağa kalktı. Tam salon kapısından çıkıyordu ki yüzüne yumruk yemesiyle geriye doğru yalpalandı. İçeri giren Uras'ı görmemle kenara çekilip kollarımı karnıma sardım. Zamanlaması çok boktandı. Barın aşağı inerse kaçabilirdim ama şimdi hepimiz bitmiştik. Barın'ın aşağı inmesi sorun olmazdı çünkü anahtarı bulamazdı.

Ben hala Karan'ın seslenmesini beklerken Barın bi küfür savurup Uras'a daldı. Az önce görmediği için yumruk yemiş olabilirdi ama şimdi farklıydı. Uras'ın Barın'ı yenebileceğini sanmıyordum.

Barın'ın yumruğuyla Uras sert bi şekilde duvara çarparken yılmadan saldırıya geçti. Birkaç kez vurabilmişti ama onda hasar daha fazlaydı. Tam kapının önünde oldukları için kaçmama da yer yoktu. Bu Zeynep abla fitili ateşleyip nereye kaybolmuştu?

Karnımı sararak acının geçmesini beklerken önümde tam bir aksiyon filmi çekiliyordu. Uras hala pes etmiyordu. Saldırmasa belki de Barın artık ona vurmayı kesip bana dönecekti.

"Uras yeter!" diye bağırdığımda ikisi de bana döndü.

Barın'a "Yeter" dedikten sonra acıyla ekledim.

"Bırak onu. Sen karşılık verilmesini sevmezsin ve ben karşılık vermem"

O karşılık verilmesini sevmezdi çünkü tam bir orospu çocuğuydu. Karşısındaki insan kum torbası gibi olsun isterdi. Barın Uras'ı yere attığında Uras nefes nefeseydi. Üzerime doğru gelirken gözlerimi kırpmadan ona baktım. Sorun yoktu. Daha önce çok dayak yemiştim. Yaptıklarından daha kötü ne yapabilirdi ki?

Karnımı kollarımla sımsıkı sararken Barın önümde eğilip benimle aynı hizaya geldi ve "Cesurca bi davranış" dedi. Ağzımı açıyordum ki benim yerime başka birisi ona cevap verdi.

"Evet. Çünkü kardeşin senin gibi korkak değil"

Gözlerim kapıya dönerken "Hayır, hayır, hayır" diye mırıldandım. O, oradan nasıl çıkmıştı? Anahtarsız çıkması imkansızdı. Anahtarı kim vermişti? Arkada gördüğüm yüzle ağzım aralandı. Ah! Zeynep abla! Barın ayağa kalkarken bende kalkmaya çalıştım ama karnımın ağrısından kalkamadan tekrar kalçamın üstüne düştüm.

Karan'a baktığımda kaşları çatık bana bakıyordu. Barın'a dönüp üzerine yürürken "Kızın karnına tekme mi attın?" diye tısladı.

Barın'sa en hassas noktadan vurup "Senin gibi arkadaşını öldürmedim" dediğinde yüzüne yumruğu yedi.

Yere düşmeden gerilerken "Sence hangimizden daha çok nefret ediyor?" diye bağırdı.

Karan buna daha çok sinirlenip Barın'ın üstüne çullanırken Barın'da vurmaya çalışıyordu. Anlamıyordum. Zeynep abla nasıl anahtarı bulmuştu? Ayrıca beni umursamadan nasıl onu oradan çıkarırdı? Bir daha Karan'ı oraya sokmam imkansızdı. Kim bilir nerelere kaçardı? Ayrıca bu kadar yorgunken Barın'ı nasıl altedebiliyordu?

"Orospu çocuğu" diye bağırıp Barın'ın karnına tekme atmaya başladığında Barın inleyerek yerde kıvrandı. Aynı benim karnıma tekme attığında olduğu gibi. Karnı benimkinin acıdığı kadar acısın istiyordum. O bana acımıyordu ben neden ona acıyayım ki? Nabaz onunda arkadaşıydı ama sadece benim arkadaşımın öldüğünü düşünüyordu. Umursamıyordu, ben neden onu umursayayım ki?

Karan, Barın'ı ensesinden tutup kaldırırken zorlukla yerden kalktım ve peşlerine takıldım. Barın'ı ensesinden tutarak dış kapıya kadar götüren Karan'ı duvardan tutunarak takip ettim. Karnım çok fenaydı. Sanki içinde birşeyler çalkalanıyordu.

Karan Barın'ı dışarı çıkardığında kapının önüne gidip duvara yaslanarak onları izledim. Barın'ı kapıdaki arabaya bindirip kapıdaki adamlarla biriyle konuştuktan sonra konuştuğu adam Barın'ın yanındaki şoför koltuğuna bindi ve arabayı çalıştırıp gitti. O olmasa şuan büyük ihtimalle tekme yiyordum. Bir günde beni iki kez kurtarmıştı. Korumalar bile artık benden yanaydı.

Dönüpte benimle göz göze geldiğinde bi süre sadece baktı. Elim karnımdaydı ve acıdan alnımı kırıştırmıştım. Yavaş yavaş bana doğru yürürken gözlerimi gözlerinden aldım. Neden kaçmak yerine yine bana geliyordu? Şimdi buradan gitmesi gerekmiyor muydu?

Önüme geçip elini alnıma koyduğunda hala ateşim olduğunu anladım.

"İnat etme de bi doktor çağır"

İnat ettiğimi nereden biliyordu?

Elini iteleyerek eve girdiğimde peşimden gelmesine acayip şaşırmıştım. Yani onu hala o kafese tıkabilirdim. Neden kaçmıyordu? Zeynep ablayı görmemle kaşlarımı çatıp karşısında durdum. O da mahçupca bana bakıyordu. Biliyordu Karan'ı çıkardığı için ona kızacağımı.

"Mehir Hanım?" dediğinde bir şey demedim. Beni kurtarmak için yapmıştı. Ama kurtarmasına karşılık böyle büyük bi bedele gerek yoktu. Karan'ı elimden kaçırmıştı.

"Ben sizin iyiliğiniz için..." dediğinde sözünü keserek "Gerek yoktu" dedim ve salona girdim.

Karan peşimden gelirken "Kesin gerek yoktur" dediğinde sinirle ona döndüm ve "Ne istiyorsun? Neden hala buradasın?" diye bağırdım.

Koltuğa yayılarak oturup "Çünkü gidecek başka bir yerim yok" dediğinde anlamazca ona baktım.

Kaşlarını kaldırıp "Ben bi katilim ve cezamı çekmek için o kafeste kalıyorum" dediğinde kocaman gözlerle ona baktım. Gerçekten o kafese geri mi dönecekti? Yani o da ceza çekmeyi hakettiğini mi düşünüyordu?

"Ama önce küçük bi işim var" deyip ayağa kalktığında onu izledim. Kenarda dikilen Uras'ın karşısına geçti. Uras'ın hala burada olduğunu bilmiyordum bile.

Karan "Daha 3 gün dolmadan çıktım" dediğinde Uras'ın kaşları çakıldı. Neyden bahsediyordu bu?

"Ne demiştim '3 gün içinde oradan çıkıp seni döveceğim.' Biraz erken oldu ama" deyip Uras'ın yüzüne yumruğu geçirdiğinde şaşkınlıkla ona baktım. Zaten dayak yiyen çocuğu neden tekrar dövüyordu? Bunlar iddiaya falan mı girmişlerdi?

Uras'a birkaç kez daha vurup tekrar koltuğa oturduğunda derin bi nefes aldı.

"Oh be" dediğinde gözü yandaki karta takıldı ve eline alıp okumaya başladı. Barın'ın getirdiği davetiye kartıydı.

"Oraya dönecek misin?" diye sorduğumda birkaç saniye sonra cevap verdi.

"Tabi. Ama birkaç isteğim var" dediğinde kaşlarımı çatıp "Ne?" dedim. Gözleri pantolonuna gittiğinde şaşkınlıkla ağzım aralandı. Neden orasına bakıyordu? Öyle bir şey istemezdi değil mi? Hayır hayır eve bi kız getiremezdim. Hemde onun için. İğrenç.

"Öncelikle temiz iç çamaşırı ve kıyafet" dediğinde acayip rahatlamıştım. Ne anlamıştım ben öyle? Ama meğerse o sadece giysi istiyormuş. Bunu hiç akıl edememiştim.

"Tamam" dediğimde elindeki zarfı salladı "Bir şey daha var" dedikten sonra ekledi.

"Şu davete bende geleceğim"

Continue Reading

You'll Also Like

98K 10.3K 35
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...
158K 3.5K 28
Yıllar önce platonik biten acı dolu bir aşk hikayesi... Peki neler bıraktı, Yada hayat onları yeniden bir araya getirirmiydi? Bu hikaye küllerinden d...
523K 21.6K 21
Kardeşi Mert için gittiği bir barda seçtiği bir adamdan hamile kalmayı planlayan Duru'nun tek amacı doğacak olan bebeğinin kardeşine nefes olmasıdır...
750K 8.9K 5
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...