İNTİKAM OYUNU

By RyaAkbulut

5.1K 605 1K

Geçmişi ve yaşadıkları kalbinde nasır tuttuğunda ruhundan eser kalmamıştı. Teninin narinliğine işledikleri gü... More

Bölüm 1 -Fitil-
Bölüm 2 -Geçmiş-
Bölüm 3 -kağıt-
Bölüm 4 -İntikamdan Doğan Oyun-
Bölüm 5 -Plan-
Bölüm 6 - Göz Odağı-
Bölüm 7 -Kriz-
Bölüm 8 -Maske ve Ardındakiler-
Bölüm 9 -Farklı Yollar-
Bölüm 11 -En Güzel Ceset-
Bölüm 12 -Beş Kalbin Sanrısı-
Bölüm 13 -Beyaz Şeytan-
Bölüm 14 - Şeytanın Kalbi -

Bölüm 10 -Siyah Kalpler-

231 31 104
By RyaAkbulut

Merhabaaa sizi özledim ve buraya uçtum, nasılsınız bakalım?

Ben iyiyim yani sanırım, bu aralar arkadaş seçme konusunda hatalar yaptığımı düşünüyorum ama onun dışında iyiyim.

Ha bu arada multideki Aran beyciğimiz oluyor, çok pis düştüm kendisine kalkamıyorum

O zaman artık bölüme geçeyim kıskıskıs.

___________________

(Yazar Anlatımıyla)

Gediz, elinde tuttuğu beyaz güllerin güzelliğine bakarken adımları daha da hızlanmıştı. Annesini görecek olması onu çok heyecanlandırıyordu.

Annesi, bu hayattaki en güzel kadındı.

Onun için.

Elleri titreye titreye ve göğsü sıkışa sıkışa annesinin yaşadığı yere ulaştı. Kaslı ve yapılı bir bedene sahip olsa da içinde yaşattığı ve annesini görmek, ona sarılmak isteyen küçüğü susturamazdı.

O çocuk annesini göreceğinin heyecanıyla el çırptı.

Gedi ise gözlerini bir kaç kez kırparak önündeki binaya baktı.

Annesi buradaydı,

Bir huzur evinde.

Nefesini sesli bir şekilde verdiğinde kalbi hızlı hızlı çarpmaya başlamıştı. Güzeller güzeli annesi nasıldı acaba? İyi miydi? Oğlunu özlemiş miydi? Tüm bu sorular ve daha fazlası genç adamın zihninde sıra sıra dönerken büyük elleri daha sıkı kavradı beyaz gülleri.

Yüzüne geçirdiği heyecanlı tebessümüyle beraber içeri adımladı ve annesinin olduğu odanın yolunu tuttu. Tam kapının önünde durduğunda kendi  kendine fısıldadı. "Ulan Gediz gözlerin dolmasın sikerim topuğunu!"

Ardından hafifçe kapıya tıklatıp içeri girdi.

Annesi oradaydı, camın önünde ki koltukta oturmuş çiçekleriyle ilgileniyordu. Genç adam kendine tembih ettiği şeyleri ilk saniyesinde hiç etmiş, gözlerinin dolmasına engel olamamıştı.

Annesinin uzun ve ak düşmüş saçlarına baktı, kumral saçlıydı kadın, zaten o da en çok saçlarını severdi annesinin.

Kadın onu fark etmediğinde genç adam ilerledi, dudaklarındaki tebessümü düşürmeden kadının yanına ulaştı ve kadın çiçeklerine tebessümle bakarken onun oturduğu koltuğun önüne dizleri üzerinde eğildi. "Merhaba," Dedi usulca. Hayır hayır, sesi titrermişti! İçinden kendine okkalı bir küfür savururken yaşlı kadın yüzünü oğluna döndü.

"Sen kimsin?"

Alzheimer hastasıydı yaşlı kadın.

Gediz, dişlerini sıkı sıkı birbirine kenetledi.

"Ben," Dedi yutkunarak. Yutkunmak o an genç adam için boğazını yarmak gibi bir şeydi. "Ben burada-"

"Seninde mi yakının burada oğlum?"

Annesinin ona oğlum deyişi kulaklarında yankılandı.

O an bir şey diyemedi, boğazı düğüm düğümdü. Hızlı hızlı kafasını salladı sadece. "Ah yavrum," Dedi kadın, kalbindeki şefkatle. Elini genç adamın yüzüne götürdü ve yanağına dokunarak gülümsedi. "Kimin var burada?"

"Annem."

"Canım benim, annenin neyi var?"

Genç adam annesini annesine anlatırken çenesi titremişti. "Annem alzheimer, burada kalıyor, beyaz gülleri çok sevdiği için ona getirdim bunları, nasıl güzeller değil mi?"

Yaşlı kadın beyaz güllere baktı ve gülümsedi. "Ben de çok severim beyaz gülleri, annen ne zevkli kadınmış."  Diyerek güllere dokundu usulca.

Genç adam annesine bakarken acıyan göğsüne aldırış etmedi. "Öyle mi?" Dedi beyaz güllere bakarak. "O zaman bunlar senin olsun."

Yaşlı kadın gözlerini kırpıştırdı. "Olmaz evladım, bunlar ennenin, neden bana veriyorsun? Ona götür, sevinsin kadın."

Sen benim annemsin diyemedi genç adam, onun yerine kesik bir nefes alıp, "Ben ona yenisi alacağım, bunları al lütfen, almazsan çok kırılırım." Dedi.

Yaşlı kadının gözleri doldu. "Benimde oğlum var biliyor musun? İsmi Gediz, o daha küçük ama, büyüyünce yanıma gelecek. O da senin gibi bana beyaz güller getirirdi hep." Gediz, annesinin gözlerinin dolmasına dayanamadı elini onun yanağına koyup sevdi. "Ağlama ama, bak güller çok güzel değil mi?"

"Öyle oğlum öyle." Diyerek gülleri eline aldı yaşlı kadın. Burnuna götürerek kokladı ve içine işleyen kokusu yüzünde kocaman bir tebessüme yol açtı.

Gediz'in gözünden bir damla yaş düştüğünde hızla sildi onu, ama bu annesinin gözünden kaçmamıştı. "Aa, bana diyorsun ama sen ağlıyorsun oğlum, oldu mu şimdi?"

"Yoo, sadece öyle bir an duygulandım." Diyerek telaşa düştü Gediz. Annesi onun gözünden düşen ikinci damlayı sildi ve bir anda onu çekip başını göğsüne bastırdı. Gediz bunun üzerine hızla sarıldı annesine. Bilirdi annesini, ağlayan birini görse asla dayanamazdı.

Genç adam annesine sıkı sıkı sarılmışken omuzları sarsıldı ama dudaklarını öyle kuvvetle birbirine bastırmıştı ki, hıçkırıklar sadece boğazına oturmakla yetinmişti.

Annesinin narin ve küçük elleri genç adamın cüsseli bedenini kucaklamış onun saçlarını küçük bir çocuğun saçlarını okşar gibi okşuyordu. "Benim Gediz'im gibi kokuyorsun sen..."

Ardından Gediz'in omuzlarını okşadı. "Çok ağladın evladım, neyin var senin?"

"Bir şeyim yok..." Dedi genç adam annesinin göğsünden ayrılmazken. Her saniyeyi doya doya yaşamak istiyordu.

Yaşlı kadın göğsüne sıkı sıkı bastırdığı adamın, oğlu olduğunda bihaberdi.

Bir süre sonra annesinin göğsünden istemeye istemeye ayrıldı. Islak ıslak bakan gözleri annesinin dolu dolu bakan açık kahve gözlerine çevrildi. Bir şey belli etmek istemiyordu, kalp rahatsızlığı vardı kadının, ona bir şey olması Gediz'i öldürürdü. Gediz elini kadının saçlarına götürdü. "Saçların biraz dolaşmış gibi görünüyor, taramamı ister misin?"

Yaşlı kadın başını salladı. "Bu seni iyi edecek mi güzel çocuk?"

"Çok iyi edecek."

"Tamam o zaman, şurada tarak getir de tara saçlarımı."

Gediz gülümseyerek başını salladığında yaşlı kadın bunu yapmasının genç adama iyi geleceğini düşündüğünden gülümsedi. Elmas gibi bir kalbi vardı, parıl parıl parlardı daima.

Gediz aldığı tarakla beraber annesinin arkasına geçti ve tarağı annesinin saçlarına dokundurdu ve usulca taramaya başladı.

"Saçların çok uzun, onlara iyi bakıyorsun sanırım?"

"Nasıl bakmam evladım, oğlum en çok saçlarımı sever, o gelince güzel görünsünler."

İç çekti genç adam.

Annesinin saçlarını taradıktan sonra onunla biraz daha ilgilenmiş ve zor da olsa vedalaşarak oradan ayrılmıştı.

Dik etti omuzlarını, güçlü bir adamdı o, omuzları bir tek annesinin yanında çökebilirdi, bunu öğretmişti kendine.

Bora'nın evine gitmeyi seçti ve adımlarını oraya çevirdi. Bir sigara yaktı ve öyle devam etti yoluna.

Kardeşinin evine vardığında beklemeden kapıyı çaldı ve ikinci çalışında kapı açıldı. Ezgi açmıştı. Ezgi'ye hiç kıyamazdı, ağladığında veya morali bozulduğunda Bora'dan sonra bir de o teselli ederdi, bunun sebebi, hem gruplarındaki tek kız olması, hem de daha küçük olması. Bilirsiniz, küçük kimse bir ailede o çok daha değer görür ve göz önünde bulundurulurdu.

Üstelik, babası annesine şiddet uygulayan bir adamdı ve o, her sabah annesinin çığlıklarıyla uyanan bir çocuktu.

Bu yüzden çok değer verir ve kıyamazdı kadınlara.

"Naber kız, sarı şeker." Diyerek Ezgi'nin saçlarını karıştırdı genç adam. Ezgi tatlı bir huysuzlukla kaşlarını çattı ve saçlarını düzeltti. "Ya Gediz abi, daha yeni taramıştım saçlarımı niye bozuyorsun?"

Kısık sesle güldü genç adam. Ezgi onun için tatlı küçük bir kız kardeşti, her ne kadar öz kardeşi olmasa da, Bora'nın öz kardeşiydi ve bu yeterliydi. "Tamam tamam ben yaparım saçlarını, Bora nerede?"

Sırıttı. "İçeride Giray abiyi dövüyor."

Yine bir bokluk yapmıştır da kızdırmıştır diye düşünerek içeri salona girdi.

"Topla lan şurayı!"

"Ama kuzucuğum, Aran aşkıma süpriz yapacaktım, niye böyle şeyler yapıyorsun?"

"Lan beni çıldırtma, sikeceğim seni göreceksin, topla lan!"

İçerisi tam bir katliam yeriydi, Bora Giray'ı füze gibi koltuğa fırlatmıştı ve eline geçen sert yastıkla ona vuruyordu.

Çığlık attı Giray. "Beynimle götüm yer değiştirdi zalımın oğlu!"

"Kalk lan topla!"

"Aman tamam be, süzme pislik." Ayağa saçlarını savuruyormuş gibi kalktı. Elinin tersiyle Bora'yı itekledi. "Çekil ayol ayağımın altından Gediz tavuk aşkım gelmiş hıh."

Bora sabır diledi.

Gediz başını iki yana sallayarak güldü. "Oğlum sen salak mısın? Şu adamı delirtmekten vazgeç."

"Hoşgeldin koca tavuğum." Diyerek yüzünü iki yandan tuttu Gediz'in. Gediz, Giray'ın ensesine geçirdi bir tane. "Bir tur da benden dayak yersin bak uslu dur!"

"Peh, alışığım ben." Diyerek kolunu onun omzuna attı. "Sen neredeydin?"

"Aynen," Dedi Bora yanlarına giderek. "Neredeydin lan, aradım aradım telefonun kapalı. Neden bizi endişelendiriyorsun oğlum?"

Gediz yere çevirdi bakışlarını. "Annemin yanındaydım, kapalı unutmuşum telefonu."

Bunun üzerine ikisi de duraksadı. Bora elini onun omzuna atıp sıktı. "İyisin değil mi kardeşim?" Gediz kardeşi olan adama çevirdi gözlerini. "İyiyim, annemi görmek... Bana iyi geldi."

Bora Kollarını Gediz'in bedenine doladı ve sırtına bir kaç kez vurdu. "Yalnız olduğunu düşünürsen, Giray'ın insafına bırakırım seni haberin olsun."

Gediz güldü hafifçe. "Düşünmedim hiç ama bundan sonra da düşünmeye kalkmam. Beni bu piçin insafına bırakırsan ihanet sayarım bunu."

"Sus lan gevşek, monalizanız hakkında düzgün konuşun. Asarım hepinizi!" Diyerek Gediz'in ensesine patlattı bir tane. Gediz göz devirdiğinde Giray da ona sarıldı.

"Iyy yılışıklar." Diyerek elinde market poşetleriyle içeri girdi Aran.

Giray, Gediz'den ayrıldığında Aran'a döndü. "Lan piçoz! Markete gidiyorsun ve beni çağırmıyor musun! Ne edepsiz, na haysiyetsiz, ne şerefsizmişsin sen be!"

"Giray, çıkardığın dolabımın kulplarını ağzına sokarım, hayvan gibi horlarken sürükleyerek mi götürseydim seni."

"Nerede uyudu bu mal? Ben niye görmedim?"

"Tuvalette klozetin kapağında uyuyakalmış salak. Ağzında da diş fırçası vardı."

"Nasıl fantazi bu amına koyayım?"

"Konu Giray olunca ben pek de garipsemiyorum artık."

O sıra da bulundukları yerde bir miyavlama sesi geldi. "Ne miyavlıyorsun oğlum?" Diye kaşlarını çattı Gediz, Giray'a. "Ne diyorsun lan pezevenk, ben miyavlamadım, Aran'dır o."

Aran Giray'a döndü. "Ne diyorsun amına koyayım, gerizekalı mısın? Bora yapmıştır."

"Salak salak konuşmayın, kedinin burada ne işi var?" Dedi Bora.

"Ha!" Dedi Giray heyecanla. Sonra koltukta oturan bembeyaz tüyleri olan kediye döndü. "Pipuş ile tanışmadınız değil mi?"

Kediye ilerledi ve yavru kediyi eline aldı ve kardeşleriyle tanıştırmaya başladı. "Piços Aran, kaslı tavuğum Gediz, asi kuzucuğum Bora," Kediye döndü. "Pipuş bunlar benim pezo kardeşlerim. Pezo kardeşlerim, bu da Pipuş. Yani çocuğum, bizimle yaşayacak, kabul etmeyenin üzerine Pipuş'u salarım. Saygılar."

Hepsi birden göz devirdi.

Ve günleri minik Pipuş ile eğlenerek geçti.

Bora hariç.

O balkona çıkmış ve kendine yaptığı kahveyle birlikte, sigarasını içiyordu.

Ve... Kızıl'ı düşünüyordu.

Çok mu ağır konuşmuştu? Kalbi kırılmış mıydı acaba? Gözlerinde kırgınlık görememişti ama...

O zaten kırılmazdı ki.

Ama lensli gözlerindeki o boşluk.

Genç kadının o bakışlarını aklından atamıyordu genç adam.

Sigarasını yudumlarken dirseğini balkonun demirine yasladı ve oturduğu yerde sırtını dikleştirdi. Fakat o da sabrını çok sınıyordu adamın. Çok... Çok zor bir kadındı Kızıl. Bir kere çok inatçıydı, istediğini yapmadan rahat durmuyordu. Sinirlendiriyordu genç adamı.

Sinir ona iyi gelmiyordu ve onu yoruyordu.

Bir kez daha nefret etti olduğu durumdan.

Yemyeşil gözlerini kıstı ve bir nefes çekti ciğerlerine. Ne yapacaktı? Gidip özür mü dilemeliydi? Hayır, Kızıl'ın onu terslemesinden bıkmıştı ve özür dilemesi gereken en başta oydu. Ama onun özür dilemeyeceğini de adı gibi biliyordu.

O sırada balkona çıkan Gediz, Bora'yı görünce karşısına oturdu ve sehpanın üzerinde duran pakete uzanıp bir dal aldı. Bora onu fark edince cebindeki çakmağı çıkarıp ona fırlattı. Gediz sigarasını yaktığında Bora'ya döndü. "Neyin var?"

Bora parmak uçlarıyla şakaklarını ovarken, "Bir şey yok niye ki?" Dedi. "Sallama lan, nasıl bir şey yok? Dökül."

"Kızıl ile yollarımızı ayırdık."

Gediz şaşırdı. "Ne? Ne diyorsun oğlum, ne demek yollarımızı ayırdık? İntikam ne olacak?"

"İkimizde kendi intikamlarımızı kendimiz alacağız, bu kadar."

"Ne oldu da ayrıldınız, hiçbir bok anlamıyorum."

"Anlamalık bir şey değil Gediz. Anlaşamadık bu kadar."

Gediz gözlerini kıstı. "Lan sen bu kadar kolay vazgeçecek bir adam değilsin..."

Bora sinirlendi. "Ne vazgeçmesi oğlum! Ne vardı da aramızda vazgeçeyim ben! Biz iki diyaloğu düzgün kuramıyoruz ki! Çok inatçı! Sinirimi bozmak için elinden geleni yapıyor, söylesene intikamımı o böyleyken nasıl alayım?!" Diye konuştu sinirle.

Nefesi boğazına duruyor, onu zorluyordu. Gediz sigarasını yudumlarken sırtını oturduğu sandalyeye yasladı. "Kardeşim, sen bu kadar kolay sinirlenmezsin ki kimseye! Bize bile lan bize! Takmazsın fazla, çünkü kavga etsek bile iki dakika sonra normale dönüyoruz. Ama o kadın seni bir anda nasıl bu kadar sinirlendirebiliyor? Onu neden takıyorsun?"

"Bilmiyorum amına koyayım bilmiyorum! Diyerek elindeki sigarayı söndürdü küllüğe. "Ama ağır konuştum Gediz. Bağırdım yüzüne yüzüne, anlamıyorum kırgınlık göremedim onun gözlerinde. Bomboş baktı sadece. Sanki bu hali daha ağırmış gibi..."

Derin bir nefes aldı ve devamını getirmedi cümlesinin.

O sıra da Giray burnuna soktuğu pipetlerle beraber balkona daldı. "Oğlum hepiniz mi aşık oluyorsunuz anlamıyorum." Eliyle kendini işaret etti. "Sanırım bozuğum ben, kimseye aşık olamıyorum. Paralel evrende sıkışıp kalmış gibiyim. Hay..." Bir anda bağırdı. "Lan Aran!" Elindeki pipeti Aran'a fırlattı. "Yeme lan cipslerimi!" Sonra paytak paytak koşmaya başladı. "Ağzına sıçarım senin be!" Diye cırladı komşu teyzeler edasıyla.

Aran orta parmak çekti.

"Gel lan buraya!"

Aran kaçmaya başlayıdığında Giray onu kovalıyordu. Bora ise Gediz'in omzuna vurup onu içeri çekti. "Arpaları fazla geldi yine bunların."

İçeri girdiklerinde ortalık bu sefer çok daha dağınıktı. Bora bu görüntü karşısında evi inletti.

"Toplayın lan buraları hıyarlar!"

🥀

(Elfida'nın Anlatımıyla.)

Ellerimin sıktığı çarşafı gevşettiği ve göğsümün hareketi yavaşladığı an, kabusumdan kurtulduğum andı.

Bir süre tavandan çekmedim bakışlarımı, hala uykusuzdum ve başım ağrıdan çatlıyordu. Yanımda yatan Lalin'i rahatsız etmeden yatakta dikeldim ve elimi alnıma bastırdım, o sıra da alnımın kenarında ki yara sızladı ve sinirli bir homurtu dökmeme neden oldu.

Ayağa kalktığımda bedenimin bazı yerlerinde ağrı olduğunu fark ettim ve kaşlarımı çatarak banyoya ilerledim. Beklemeden soyundum ve kendimi kaynar suya atarak derimi kazır gibi yıkadım.

Dün gördüğüm kabus benim on dört yıldır kirli olduğumu hatırlatmıştı.

Sağ elimin sıkı sıkıya kavradığı lif göğüslerimin etrafını sert sert ovalarken hızlanmaya başlamıştım. Tenim kaynar suyla beraber resmen alev alıyordu.

Keşke, dedi içimdeki bana düşman olan ses. Keşke, yaşadıklarımız tacizle kalsaydı. Keşke, bedenimizi ve ruhumuzu bu denli kirletmeselerdi.

Elimdeki lif ne ara düşmüştü hatırlamıyorum ama ellerimi süratle kulaklarıma kapattım. "Sus."

Acı çığlıklarım kulaklarımda çınladı.

Tırnaklarımı saç diplerime geçirdim. "Sus." Susmuyordu, o ses hiçbir zaman susmayacaktı ve ben esir olduğumla kalacaktım.

Ölene dek.

Bedenimde hissettiğim ağrıların şiddeti arttığında gücümün yavaş yavaş bedenimden çekildiğini an be an hissettim. Ağrılar resmen bedenimi ele geçirmişti, daha fazla ayakta kalamayarak küvetin içine oturdum, bu sırada sırtım fena sızlamıştı.

Kollarımı göğüslerime sararak bacaklarımı kendime çektiğimde zar zor suyu kapatıp alnımı dizlerime yasladım.

Bu his hiç geçmeyecekti. Bu kir, bu zavallılık, bu duygusuzluk hiç geçmeyecekti.

Geçmiş, geçmiş ve geçmiş. Orası benim kabusumdu ve ben oradan kurtulamayacaktım. Tutsak olduğum o zindandan cesedim bile çıkamayacaktı biliyorum. Bedenim temiz değildi, ruhum temiz değildi, iyi olan, temiz olan hiçbir şey beni istemedi. Duygularım bile. Kalbim bile.

Hatta... Ben bile.

Böyle olmayı ben seçmedim. Duygusuz olmayı, sadece kırıp dökmekten başka bir boka yaramamayı...

Bunları ben istemedim.

Kimse de beni istemedi.

Onlara bunun benim elimde olmadığını anlatamadım.

Belki de anlamak istemediler, bilmiyorum.

Ben iyi bir insan değilim, içimde iyiliğin zerresi yok, mesela dışarıdan kendime baksam kötü kalpli bir insan olduğumu görürüm. Ama kalbime dönüp baktığımda hiçbir şey göremiyorum. Ne iyiliği, ne kötülüğü. Hiçbir şeyi. İşte bu benim bir hiç olduğumu kanıtlıyordu.

🥀

Üç gün sonra

Derin bir nefes aldıktan sonra son kez aynada kendime baktım. Tamam, hazırdım ve artık gidebilirdim. O günün üzerinden üç gün geçmişti ve ben daha bugün o sikik yere gidiyordum. Bunun yüzünden kendime okkalı bir küfür savururken açık bıraktığım saçlarımı sırtıma savurdum. Son kez kendime göz gezdirdikten sonra uyuyan Lalin'e baktım ve yastığına sarılmış battaniyeyi üzerinden atmış olduğunu gördüm. Göz devirerek yaklaştım ve battaniyeyi yerden alıp onun üzerine örttüm. Bu sefer ise battaniyeye sarılmıştı koala gibi.

Başımı iki yana sallayıp odadan çıktım ve Deniz'in odasına sessizce girdim. Bugün ikiside çok uyukluyordu, normalde olsa sabahın sekizinde ayağa dikilirlerdi ama bugün öküz gibi yatıyorlardı.

Deniz'in odasına girdiğimde kahverengi ayıcığına sarılmış mışıl mışıl uyuyordu, yutkunarak ilerledim, çok güzel uyuyordu. Yatağının önünde eğilerek elimi saçlarına çıkardım ve usul usul okşadım. Uyandırmamaya dikkat ediyordum. Bebek gibi bir cildi vardı, beyaz tenliydi ama onun aksine saçları simsiyahdı. Kızıl saçlarım onun koluna döküldüğünde ufakça kıpırdandı ama sonransında tekrar uyumaya devam etti. Dudakları büzülmüş ve nefesini usulca oradan veriyordu. Dudaklarımı onun yanağına hafifçe bastırıp minik bir öpücük kondurdum. Çok güzel kokuyordu, genelde bebekler ve çocukların teni çok güzel kokardı, bu Tanrı'nın onlara verdiği en özel şeydi.

Üzerini iyice örterek ayağa kalktığımda çıkmadan önce kahvaltıyı hazırladım ve öyle çıktım.

(Kıyafeti bu bu arada.)

Dışarıya çıktığımda sert adımlarla ilerliyordum yolda. Güçlüydüm, intikamımı tek başıma alabilecek güçteydim, ne ona ne de bir başkasına ihtiyacım vardı benim. Ruhsuz bir nefes verip bir sigara dalı çıkardım ve ucunu yakıp ruj sürdüğüm dudaklarıma yerleştirdim.

Yürüdüm, yürüdüm ve yürüdüm... Hastaneye varana kadar hiç duraksamadan ilerledim ve vardığımda oraya girebilmek için kendime biraz zaman verdim. Bu sırada altıncı sigaramı bitirmiş, yedinciye geçiyordum.

Yedinci sigaramı da bitirdikdikten sonra dikeldim ve saçlarımı sırtıma savurup hastanenin girişine ilerledim. Her adımımda nefeslerim biraz daha sıklaşıyordu elimde olmadan ama elbette ki bunu belli etmeyecektim. Yutkundum ve sesli bir nefes verdim, evet sorun yoktu.

Hastanenin içine girdiğimde geçen sefer onunla geldiğimizde katları gezememiştik, şimdi yalnız olsam da ben yapacaktım bunu. İrislerim danışmanın olduğu yere takıldı. Saçı inek yalamış gibi duran kadın yine yerli yerindeydi, ağzında yine cak cak çiğnediği sakız vardı ve o tripli bakışları bile oradaydı.

Orta parmağımı kaldırdım.

Beni fark ettiğinde tanımış olmalı ki ters ters baktı ve sakızını patlatıp önüne döndü.

"Gerizekalı." Diye mırıldandım ve etrafımdaki insanların beni ayıplayan bakışlarını umursamayarak, merdivenlere yöneldim. Büyük bir hastaneydi ve bir an önce burayı anlamam gerekiyordu.

Alt katları gezmeye başladığımda koridorların uzun olması beni sinirlendiriyordu. Ameliyathanenin olduğu kata geldiğimde gözlerim açılan ameliyathane kapısına takıldı.

Oradan çıkan doktor maskesini indirdi ve yorgun bir nefes verdi.

Kötü bir haber vereceği her halinden belliydi.

Etrafına doluşan ve ağlayan yakınları elleri kalplerinde doktorun vereceği haberi beklerken, sanki bir haber onları ya öldürecekti ya da yeniden yaşamalarını sağlayacaktı. Öyle çaresiz görünüyorlardı.

Doktor ise kötü haberi verdi. Orada yatan her kimse ölmüştü ve şimdi ailesini de beraberinde sürüklüyordu. Daha yaşlı duran kadın oğlum diye feryat etti.

Öyle bir bağırmıştı ki, bir kaç adım geri çekildim ve daha fazla durmayarak arkamı dönüp gittim.

Sadece kadının çığlığı irkiltmişti beni, onun dışında hiçbir şey hissetmemiştim.

Biraz daha dolandığımda eksi birinci katta kontrol odası ve koridorun sonunda ise bilgi - işlem odası mevcuttu. Fakat en çok işime yarayacak olan ise ecza odasıydı. O ilaçlar muhtemelen oradaydı. Fakat bir sorun vardı. Bu odaların hepsine personeller kendi kartlarıyla girebiliyorlardı. Kırmaya kalksak kıramazdık da yani.

Gözlerimi önüme dikip sırtımı dik ettim ve asansöre ilerledim. Fakat arkamda birinin varlığını hissediyordum, başımı minicik bir hareketle arkaya çevirip göz ucuyla baktığımda o kişinin az önce ameliyathaneden çıkan doktor olduğunu gördüm. Üzgün ve yorgun görünüyordu. Hatta gözleri dolu doluydu.

Sesimi çıkarmayarak asansöre bindim ve arkamdan o doktor da bindi. Geniş asansörde sağda ki köşeye geçtim. Hemen aynanın yanındaydım. Doktor elini cebine attı ve bir kart çıkardı.

Hmm, bunu nerede kullanacaktı?

Gözlerimi kısarak aynadan ona küçük bir bakış attım.

Bana bakmıştı. Ona bakmadığımdan ve umursamadığımdan emin olmak istiyordu sanki. Bu istediğini ona verebilirdim. Telefonumu çıkardım ve onunla uğraşıyormuş gibi yaptım. Bilerek arkaya ilerlemiştim, ilk o basmalıydı. Öyle de oldu, parmağını en alt katın, yani bodrumun olduğu düğmeye bastı, kartını ise aşağısındaki yere okuttu. Kartı onaylayan bir ses asansörde yankılandığında, tekrar bana göz ucuyla bakıp önüne döndü.

Şüphelenmesin diye ben de peşine herhangi bir katın düğmesine bastım ve tekrar telefonuma döndüm.

Bir süre sonra asansör yavaşlayıp durduğunda ve kapı sonuna kadar açıldığında asla başımı kaldırıp bakmadım ama koridorun loş ışığı gözüme çarpmıştı. Doktor, bu sefer bana bakmadan çıktığında ve durmadan ilerlediğinde başımı hafifçe kaldırdım ve asansörün kapısının kapanmak üzere olduğunu görüp hızla ayağımı iki kapı arasına koyup durdurdum.

Gözlerimi ağırca kırparak başımı usulca asansörün kapısına yaklaştırdım ve başımı uzatıp etrafıma baktım. Normal bir koridor gibiydi ama eni daha küçük ve loş bir yerdi.

Adım sesleri iyice uzaklaştığında bedenimi çıkardım ve koridora girdim. Öncelikle, hızla tavan köşelerini kontrol ederek kamera olmadığından emin oldum. Cidden, neden kamera yoktu? Doktorun ilerlediği yöne gitmeye başladığımda buranın sessiz oluşu beni huzursuz etmişti.

Adam aşağı iniyordu.

Burada bir merdivenin olduğunu bilmiyordum.

Elimi yanımda ki duvara koydum ve sessiz adımlarla ilerlemeye başladım. Kaşlarımı çatmış elim belimdeki silahıma gitmişti. Neyse ki onu ceketimle kapatmıştım ve belli olmuyordu.

Biraz daha ilerlediğim zaman ileride bir kapının olduğunu gördüm ve gözlerimi oraya sabitledim.

Çok geçmedi ki ayağımın dibinde ki taş yüzünden biraz sendeledim, ama sorun etmeden devam ettim. Sanırım biraz hızlanmalıydım. Bu sefer daha seri adımlarla yürüdüm ve o kapıya ulaştım.

Eski ve paslı bir kapıydı, bunlar gerizekalıydı, bari bir iş yapıyorsun düzgün yap değil mi ama? Göz devirdim ve dudaklarımı birbirine bastırarak elimi kapının kulpuna uzatıp aşağı çektim ve açtım. Kapı tamamen açıldığında bedenimi biraz içeri itip aşağı doğru baktım. Evet, aşağıya doğru uzanan bir merdiven vardı, ama dar olması beni sinirlendirmişti.

Tekrar göz devirip sağ bacağımı merdivene attım. Merdivenler bile tozluydu. Sonra diğer bacağımı ikinci basamağa attım ve ses çıkarmamaya özen gösterdim. Merdivenleri hızlı olmadan inerken çok kalmadı ki durdum, bir basamak daha inersem belli olabilirdi sanırım, o yüzden eğildim ve kalan yerden görmeye çalıştım. Saçlarım, gözümün önüne düşerken elimle onları arkamda tuttum, bazen zorluk çıkartıyorlardı. Yine bir koridorla karşılaştım ama bu seferki daha kısaydı. Koridorun boş olduğunu görünce yutkunarak başımı kaldırdım ve ayağa dikilerek merdivenleri sessizce indim.

En sonunda indiğimde kapının sonunda bir kapı olduğunu ama bu seferkinin çelikten olduğunu gördüm. Oraya nasıl girecektim? Elimde hiçbir şeyim yoktu ve-

Sanırım sıçtım.

Adam arkamda arkası dönük bir şekilde telefonuyla konuşuyordu.

Beni fark etmediğini gördüğümde hızla etrafıma bakındım ama zamanımın bana yetmeyeceğini anladığımda elim, belimdeki silaha gitti. Beni görse ne yapabilirdi? En fazla? Siktir! Düşünemiyordum!

Tam o an bir şey oldu.

Birisi kolumdan tutup bir yere çekti bedenimi. O el o kadar güçlüydü ki, bırakın karşı koymayı ne olduğunu anlayamamıştım bile. Duvarın iç tarafında kalan bir yere (Bu yer L şeklinde minik bir alan.) Doğru çekildim, burayı görmediğimden duvarın içine giriyormuş gibi hissetmiştim. Aynı kişi beni oraya çektiğinde bir kolunun belime dolanıp sırtımı göğsüne yasladığını ve diğer eliyle de ağzımı sıkı sıkı kapattığını fark ettim.

Dehşet içinde kaldım.

Bedenim bir tepki veremezken hızla toparlanmayı deneyerek elimi dev bir sinirle koluna attım ve tırnaklarımı tüm gücümle batırıp çekmeyi denedim.

Kulağıma fısıltısı dokundu. "Şşt, sakin ol, sakin ol benim, Bora."

Uzuvlarımın gevşediğini hissettim.

Fakat buna izin vermeyerek kaşlarımı hala bedenimde aynı kalan sinirimle kendimi geri çektim ve elini sertçe ittirerek bedenimi ona döndüm, sırtımı duvara yaslayarak öfkenin taht kurduğu yüzümle ona baktım. "Ne yaptığını sanıyorsun?!"

Gözlerini hafifçe büyüterek parmağını dudaklarına yasladı 'sus' der gibi. "Kes sesini." Seri nefesi saç diplerime kazınırken dudaklarımdan dökülen kelimelerin hepsi acınasıydı. "Elini ağzıma kapattın!"

Gözleri gözlerimi tavaf ederken başını iki yana sallayıp konuştu. "Susmaz çığlık atardın, fark edilirdik, amacım sana dokunmak mıydı sanıyorsun?"

Mantıklı konuşmuştu, titreyen elimle saçlarımı yüzümün önünden çektim. Bana bakmadan duvarın ucuna yaklaştı ve hafifçe koridora baktı. Ardından bana dönüp, "Amacın neydi? O adama yakalansan ne yapacağından haberin var mı?"

"Ne yapabilir ki en fazla?"

"Öldürürdü gerizekalı."

"O biraz sıkar."

"Nah sıkar! Burası sadece onların girmesi gereken bir yer ve onlar buraya girenleri gözlerini kırpmadan öldürürler."

"Nereden biliyorsun?"

"O da bana kalsın."

Yanıma geri geldi. "Ne işin var burada?"

Gözlerini ağırca kırptı. "Senin ne işin varsa benimde o işim var."

Hiçbir şey demedim ve yerdeki minik taşlara bakındım.

Çenemde parmağını hissettim. Kaşlarımı çatıp kendimi geri çektiğimde ona baktım. "Ne yaptığını sanıyorsun?"

"Bana bakmanı sağlıyorum."

"Sana bakmak istemiyorum."

"Hayır bakacaksın."

"Allah Allah! Götümün paşası seni!"

Ellerini beline koyup kaş çattı. "Sen naz yapar mıydın ya? Hiç alışık değilim."

"Bora amacın ne?" Diye çıkıştım bir anda. "Senden uzak olmamı üç gün önce yüzüme kükreyerek söyledin. Bana katlanamadığını ve yollarımızı ayırmamız gerektiğini söyledin. Bugün buraya geliyorum seni burada buluyorum ama bana hiçbir şey olmamış gibi davranıyorsun. Benimle muhattap olmak istemeyen sendin, şimdi gelmiş benimle konuşuyorsun. Ne istiyorsun benden?!"

"Şimdi değil tamam mı? Buradan çıkarsak konuşuruz."

"İstemediğini söyledin ve ben de sesimi çıkartmadım, Bora. Konuşmayacağız."

Harıl harıl yanan irislerini kısarak ağzının içinde bir şeyle mırıldandı ama anlayamadım.

Bora bir kez daha baktığında başını serice bana çevirdi. "Gel." Sert bir nefes vererek onun yanına geldiğimde eli kolumu buldu ama ateşe değmiş gibi hızla geri çekti ve başını bana çevirdi ve bana baktı. "Tuttum ama..."

Ne yaparsan yap der gibi omuz silktim.

Bir süre bana baktı. Bu bir kaç saniyeydi ama saniyeler bazen saatlere dönüşürdü ya, aynı öyleydi bu da.

Eli tekrar koluma gittiğinde onu tuttu ama dokunuşu yok gibiydi.

Ardından ilerlemeye ve beni de beraberinde götürmeye başladı. Onunla beraber süratli adımlarla ilerlerken ona bakma fırsatı bulmuştum. Sakalları uzamaya başlamıştı ve yüzü solgun görünüyordu. Saçları alnına çarpıyor, güzel bir görüntü saçıyordu.

Arkamızda kalan yerden bir ses duyduğumuzda bunun ayak sesleri olduğunu anlamıştık.

Aynı anda koşmaya başladık.

Merdivenlere ulaştığımızda Bora önce geçmem için kenara geçti ve ben duraksamadan orayı çıkmaya başladığımda ise hemen arkamdan geldi.

En sonunda Bodrum kata ulaştığımızda yine koştuk ama bu sefer ben öndeydim.

"Kızıl daha hızlı!"

Hızlandım ve asansöre ulaştığımda hızla düğmeye basarak, bir an önce açılması için dua ettim.

Ve açıldı.

Dev bir telaşeyle kendimi içeri attığımda, Bora da arkamdan bindi ve zemin katın düğmesine bastı. Asansörün kapısı kapanıp yukarı çıkmaya başladığında sırtını aynanın yanındaki yere yaslamış ve kollarını göğsünde toplamıştı.

Sanırım atlatmıştık.

Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve kapıya doğru döndüm. İki yabancıydık sanki o an, birbirimize bakmıyorduk. Umrumda değildi, istediği haltı etmekte özgürdü.

Asansörün kapısı açıldığında beklemeyerek kendimi dışarı attım ve hastanenin çıkışına ilerledim. Arkamda varlığını hissediyordum.

Durmadım hastaneden çıktım ve seri adımlarla evimin yolunu tuttum. Konuşmak istemeyen oydu, şimdi ne istiyordu benden? Hayır, istediği zaman konuşabileceği istemediğinde kenara atabileceği bir kadın değildim ben ve buna izin vermeyecektim.

Hala arkamdan geliyordu.

Bu durum beni gerçekten çok sinirlendiriyordu. Yan tarafımda arabası gözüme çarpmıştı ama umursamadan devam etmiştim.

Dayanamadım. Sinirden kudurdum ve hızla arkamı dönüp bağırdım. "Niye geliyorsun lan peşimden!"

Yanıma geldi, hafifçe yaklaştı. "Senin için değil, minik bir kız çocuğu için geldim."

Kimden bahsediyordu?

"O kim?"

Parmağı kalbimi işaret etti. "Orada yaşıyor, çok derinlerde, biraz da inatçı ama bir avuç sevgi onun inatçı ruhunu iyi edebilir."

O çocuk yaşamıyordu ki.

"Kimsin sen?" Diye sordum gözlerimi hafifçe büyütüp. "Kardeşimin sevgisine bile tepki verememiş biriyim, sen kimsin?"

Biraz daha yaklaştı. "Sen tanıyamazsın zaten," Elini kalbime koydu. "Beni o tanıyacak." Elini bir hışımla ittirdim. Hava mı sıcaklamıştı, yoksa ben mi terliyordum anlamamıştım. "Boş konuşuyorsun şuan git başımdan."

"Tamam atla arabaya."

"Lan salak mısın?!" Diye bağırdım. "Yürüyerek gideceğim çekil!"

"Çok naz yaptın bugün sen," Dedi kaşlarını küçük bir çocuk gibi çatıp. Arkamı döndürdü ve kollarımın iki yanından minik bir dokunuşla tutup arabasının yolcu koltuğuna ilerletti.

Ona karşı koymadım.

Kapıyı açıp beni oturtturdu ve emniyet kemerimi takıp kapımı kapattı, ardından sürücü koltuğuna da kendisi oturdu.

"Beni sinirlendiriyorsun." Dedim kollarımı huysuzca göğsümde birleştirirken. Bir şey demeden arabayı sürmeye başladığında başımı tanıdık o cama çevirdim.

Nereye gittiğimizi umursamadım, zaten umursayabilecek bir halde değildim. Sadece ellerim dizlerimde oturup camdan dışarıyı izledim.

Baktığım yerleri görmediğim bir andan sonra araba durduğunda kemerimi çözüp arabadan indim. O da peşimden indi hemen. Dediği gibi deniz kenarına gelmiştik ve çok az insan vardı. Denizin olduğu yere doğru yaklaştığımda havanın serinliği tenime saplanıyordu adeta. Esen rüzgar gözlerimi kısmama neden olduğunda arkamda durmayıp yanıma geldi ve ellerini deri ceketinin cebine soktu.

Sigara paketini çıkardığında parliament paketini gören gözlerim ona takılı kalmıştı. İçinden bir dalı çıkartıp ben daha bir şey söylemeden dudaklarım arasına sıkıştırdı ve ucunu ateşe verdi. Aynısını kendine de yaptığında dudaklarının dolgunluğuna takılı kaldı gözlerim, ama sonra hemen çektim. Sapık sapık hareketler yapma gerizekalı.

Bir nefes çektiğim sigaramı dudaklarımdan uzaklaştırdım ve dumanını üfleyip serin havaya karışmasına izin verdim. Bir süre hiç konuşmadık. Sustuk. Onun yerine üç sigara daha içtik. Ama en sonunda konuşan o oldu.

"Bana kırgın mısın?"

Cevabım netti. "Hayır."

Sigarayı dudaklarından çekti. "Biliyorum."

"Niye soruyorsun o zaman."

"Bir de senden duyayım dedim."

"Sana kırgın olmam Bora. Ben kimseye kırılmam."

"Kırılmayı isterdin ama değil mi?"

Dürüst davrandım. "İsterdim."

"Bu duygusuzluğunun senin elinde olmadığını anlayabiliyorum, hissedemiyorsun ve elinden hiçbir şey gelmiyor değil mi?"

"Aynen öyle."

"Kalbin... Hayatında kaç kere heyecanla kasıldı? Ne zaman gerçekten şuan mutluyum dedin?"

"Hiçbir zaman."

Bana baktı, ve ben de ona baktım. Bu sefer konuşan bendim. "Bir sokak düşün, sokak lambalarını ise bizler olarak. Hani bir tanesi yanmaz ya hiç, bakmazlar bile, çünkü ışık varken karanlık bir hiçtir... Ben oyum işte. Ben hiçbir zaman yanmayacağım, hiçbir zaman görülen olmayacağım beni anlıyorsun değil mi?"

İlk kez... İlk kez birine bu kadar açık konuşmuştum. Bu asla benim adetim değildi ama niye böyle olmuştu bilmiyordum.

"Ama bazen," Dedi derinlere inmiş bir sesle. "Bazen istenilmeyeni isteyen vardır Kızıl. Görülmeyeni gören, bilinmeyi bilmek isteyen... Belki biri yanmayan bir sokak lambasını ister, belki karanlığı... Bilemezsin."

"Karanlığı nasıl sevsin, karanlık daha kendini sevmezken?"

"Ya kendini sevmeyen karanlık, bir başkasının aydınlığıysa?"

Sustum.

Diyecek söz bulamadım.

Susarak ona bakakaldığımda hafifçe gülümsedi ve sol tarafımızı parmağıyla işaret etti. "Bak o lamba yanıp sönüyor, bozulacak gibi. Aynı senin dediğin gibi. Ama..." Bana baktı sonra. "Bir gün o lamba söndüğünde onun yanında birini bulacaksın, o zaman tekrar konuşacağız Kızıl."

"Bulacak mıyım?"

"Söz veriyorum, tam onun karanlığının altında olacak."

Kalbime bir şey oldu.

Bir anda öyle bir attı ki, neye uğradığımı şaşırdım. Dengem sarsıldı. Bu bir kaç saniye sürse de benim için asırlık bir zaman dilimiydi. Dudaklarım açıldı, nefesim arsızca minik aralıktan girdi ve bu yaşadığım kaşlarımı çatmama neden oldu. Neden böyle olmuştu? Sanırım her hücrem kafayı yiyordu.

Durumu toparlamak adına başımı iki yana salladım ve başka yöne çevirdim başımı. "Sarsıldın gibi biraz, iyi misin?"

Omuz silktim. "Evet." Sonra sordum. "İntikam ne olacak? Söylediklerin hala geçerli değil mi?"

"Sana bağlı."

"Nasıl bana bağlı?"

"Sen istersen tekrar beraber yaparız her şeyi, istemezsen de ayrı ayrı devam ederiz."

"Ayrı olalım." Dedim net bir dille. Evet, onu umursamıyordum ama yüzüme yüzüme sen yoluna ben yoluma diyen biriyle tekrar beraber olmak istemiyordum. Benim açımdan yüzsüzlük gibi bir şeydi bu.

Nefesini sesli verdi. "Peki."

Aşağı doğru baktım. "Şu kayalıklara oturalım mı?"

"Olur."

İlk önce inmek için o hamle yaptı. Tek atlayışta kayalıklara indi ve bana döndü. "Atlayabilecek misin?"

"Bunu bana mı diyorsun?"

"Yok atlarsın biliyorum ama eteğin açılacak."

"Sanane eteğimden!" Diyerek huysuzluk yaptım.

Piç smile yaptı. "Eteğin güzelmiş beğendim."

Sinirle kaş çatarak yerdeki çok büyük olmayan taşı ona fırlattım. "İki dakika da piçlik moduna geçiyorsun hemen!"

Ona attığım taşı havada yakalayıp güldü ve ayakucuma yanaştı. "Tamam hadi gel, yavaş inmene yardım ederim ben." Bana uzattığı eline vurdum bir tane. "Sana şuan hiç güvenmiyorum Bora ama neyse."

Gözlerini sahtece büyüttü. "Ne yapabilirim kızım, kafan mı güzel." Sonra elini tutmam için sarstı. "Hadisene kızım, götümden jet mi çıkarayım inmen için, niye dik dik bakıyorsun bana."

Sanki onu reddetmemişim gibi davranıyordu. Belki de içine atıyordu bilmiyorum, ama gerçekten çaktırmamakta ustaydı, her ne adar bir ben olmasa da.

Uzattığı elini gözlerimi iki kez kırparak ve çatık kaşlarla tuttum. Elim sıcacık avuç içine yerleştiğinde onun elinim yanında benim elimin minicik kaldığını gördüm. İri ve kemikli bir ele sahipti, itiraf edeyim parmakları çok güzeldi. İnce ve kemikli. Elini tuttuğum anda tüm bedenimi alev bastı. Sanki elinin sıcaklığı tüm bedenimi sarmıştı.

Gözlerinde ki alev soğuk bedenime sarılmıştı sanki.

O da birleşen ellerimize bakıp daha sıkı tuttu elimi, ardından benimde hareketlenmemle beraber biraz önüme geçti. Sanki eteğimin açılacak olması onu huzursuz etmişti. Kalçamı iterek duvardan atladığımda elimde ki eli sayesinde daha yavaş ve kontrollü bir şekilde inmiştim. Ayağım kayalıklara bastığında rahatlar gibi bir nefes verdi. "Böyle eteğin ızdırabını sikeyim."

Bize daha doğrusu bana bakan bir adama doğru düz düz ama ürpertici bir sakinlikle baktı. "Hayırdır birader, neye bakıyorsun?" Sinirle kıstı gözlerini. "Kafanı şu denizin altına gömüp balıklara akşam yemeği hazırlamadan önüne dön."

Onu durdurmadım, hatta ben de döndüm ve o sıra pamuk şekercinin yanından gelip adamın dudağından öpen kıza bakış atıp, "Yerinde olsam sevgilimin yanında böyle şeylere kalkışmazdım, birazdan o pamuk şekeri götüne girerken bulabilirsin ve ben de kıçım yırtılana kadar gülerim."

Bora gülümsedi ve beni az önce tuttuğu elimden tutup kendi etrafımda döndürdü. Karşı koymadığımda suratıma uçuşan saçlarımı önemsemedim. Bora gözlerini kısıp baktı onlara. "Onun bir Queen olduğunu söylemeyi unutmuşum, pardon."

Gülümserken dudağının kenarı parladı sanki.

Kızın cırıltılarını umursamayan biz başka yöne cool bir şekilde ilerlemeye başladık. Bu şekilde uzunca ilerledik ama sonra onu durdurdum ve bir yere oturmak istediğimi söyledim.

Ama oturamadık.

Bize doğru koşan Giray, Gediz ve Aran'ı gördüm. Giray önde bize yemek isteyen bir ifadeyle koşuyor, arkada ise Gediz ve Aran ise onu durdurmak için...

Bora bana doğru hafifçe eğildi. "Giray'ın yine krizi tuttu."

"Bu ne demek oluyor?"

"Sıçış."

Tek kaşımı kaldırıp ona baktığımda bu çok sürmedi. Ne olduğunu tam anlayamadım açıkçası. Giray öyle hızlı geldi ki ne ara Bora denize doğru düştü, ve ara ben de denize itildim, ne ara diğerleri de aynı şekilde denizi boyladı bilmiyorum.

Kendimi buz gibi suyun içinde bulduğumda içimden benim bile takip edemediğim bir hızla küfürler etmeye başladım. Yüzme bilmiyordum üstelik ve çok sinirim bozulmuştu. Saçlarım görüş alanımı kapattığında belimde tanıdık dokunuşları hissettim ve o eller beni suyun yüzeyine itti.

Başım suyun yüzeyine çıktığında derin bir nefes aldım ve gözümün önüne gelen saçlarımı ittirdim. Bora'yı ise benim yanıma gelirken gördüm. "Yüzme bilmiyorsun değil mi?"

"Hayır." Dedim nefes nefese. Kolumdan tutarak kıyıya doğru sürüklemeye başladı bedenimi. "Hiç denize girmiş miydin?" Diye sordu alnına yapışmış saçlarını iterken. "Hayır." Dedim yine.

O sıra da bir şey oldu. Bora bir anda denizin dibine çekildi ve aynı şekilde onunla beraber ben de. Kendi çapımda ellerimi ve ayaklarımı çırparken Bora'nın bedeni tam önüme geldi. Sonra ise elleri bu sefer belime ulaştı. Gözlerimi açtığımda karşımda tam onun yüzünü gördüm. Saçları, önüne doğru hafif hafif dalgalanırken gözleri daha bir alevliydi sanki. Aramıza doğru süzülen saçlarımı önümden çekerek ve belimde ki dokunuşunu hafif tutarak yukarıya çekti bizi.

Başım sudan çıktığında nefes nefese kaldığımı yeni fark ediyordum. Önüme gelen saçlarım görüşümü engellediğinde ellerim istemsizce onun sert omuzlarına tutundu.

Saçlarımı gözümün önünden çekti.

Tam o anda Giray, Bora'nın sırtına atladı.

"Bora valla götüm bedenimden ayrılmak için elinden geleni yapıyor, hipotermi olacağım valla sonra Monaliza Giray'ın olmadan yaşayamazsın."

Bora öfkeyle onu itekledi. "İnsene öküz üzerimden!"

Bir anda Giray'ı üzerinden bir çırpıda attı ve kafasını suyun altına sokup bir süre öyle bekledi.

Bora, Giray'ın kafasını sudan çıkardığında Giray su samuru gibi çırpınarak çığlık attı. "Minik minik balıkçıklar oramı buramı ellemeye çalışıyor aaağğğ!"

Aran ve Gediz yanımıza gelerek kıyıya tutundu. "Bu salağa geldiler yine."

Bora, Bora'nın arkadaşları ve ben. O gün olmaması gereken bir şekilde sakindim ve bunun için ayrıca bir huzursuz hissediyordum. Gediz kıyıda duran sigara paketinden bir dal çıkardı ve herkese bir tane uzattı. Ben de bir dal aldığımda çakmağı ise Giray verdi.

Sırılsıklam bir şekilde denizin içinde sigara içtik.

Aran, Bora ve bana baktı. "Siz niye buradaydınız?" Diyerek sarı saçlarını geriye savurdu. Giray hemen atladı. "Ne için olacak, Bora dişisini etkilemeye çalışan bir arizona kertenkelesi gibi olduğu için Elfida etkilensin, romantik anlar yaşayıp sonunda da mucuk mucuk yapmak diye gelmişlerdir."

Gediz kafasına vurdu Giray'ın. "Sen bi her şeye maydanoz olma."

"Ama bak az önce çok romantik anlar yaşadılar sayemde, kıymetimi bilin."

Bora tek kaşını kaldırdı, ciddi misin der gibi. "Beni çeken sendin değil mi piç kurusu."

Giray, elini salladı. "Ortam yarattım fena mı? Ay nankörsünüz hepiniz!"

Aran su fırlattı Giray'a. "Ulan senin hazırlayacağın bir şeye güvenen bir insan daha tanımıyorum ben."

Omuz silktim. "Bence öyle biri daha annesinin karnından doğmadı." Giray omzunu omzuma çarptı. "Hemen anladın kız, aferin."

Gediz ellerini birbirine vurdu. "Oğlum bir sürü bira aldım, bu akşam onları içelim, kafa bulalım. Valla çok ihtiyacım var." Aran, Gediz'e çemkirdi. "Ortalığın ağzına sıçıyorsunuz oğlum siz! Yan evdekiler bile ellerinde sopalarla kovalamıştı en son."

"Haklısın kardeşim ama bu adamın kafayı bulması lazım, hem biz toplarız." Diyerek Giray'la kendisini işaret etti. Aran gözlerini kocaman açarak Gediz'e baktı. "Bu yirmi beşinci sözün hatırlatırım. Üstelik Giray'ın ses yapmayacağına ve toplayacağına emin misin?"

Bora, "Kardeşim emin olman demek Giray'ın yüz ellin ikinci krizine girmesi demek." Dedi.

Giray ellerini havaya ben bilmem de gjbi kaldırdı. "Bir boş bakan olarak ortalığı toplamam idama kadar gidiyor, yani benim elimde olan bir şey değil, hem bak söylemedim... O yan evdekiler taşınmış liseli bir kaç genç gelmiş."

"Ne ara oldu o?"

"Geçen gün gördüm valla breminler, çok çirkef bişeylerdi ıyy." Devam etti. "Hele bir tane kız var, Bora'yı gördü kendinden geçti, bi çarpıldı, beyin orgazmı geçirdi, kendini yollara attı en son ben insanlık olsun diye kaldırdım kızı."

Giray abarta abarta anlatırken onu kaale almadım ve sigaramı içtim. Muhtemelen kıskanmam için elinden geleni yapıyordu ama ben gelmezdim o oyuna.

"Abartma lan." Dedi Bora ters ters. Giray bu sefer saçlarını bilmiş bir edayla süpürdü. "Valla ben bilemeyeceğim Bora. Gecenin bir vakti ansızın yanıbaşında o kızı bulursan şaşırma yani." Dedi imalı imalı.

Bora onun kafasını suya soktu.

Geri çıktığında suda yüzen sigarasına yapay bir hüzünle baktı. "Sigaramdan ne istedin köpek. Gediz bi sigara versene... Çekmesene oğlum paketi! Hay böyle işin... Lan kolum kısalmış! Erken yaşlanıyorum!"

"Ne alaka lan?" Dedi Aran.

Giray bi sigara alıp ucunu yakarken tekrar yerine geçti. "Ha, kanka hani yaşlanınca kısalıyorlar ya...Benim de kolum kısalmış işte, içime çekiyorum."

"Sen bu hıyarlıkla yaşlanmazsın."

"İlk defa bir tavuğa hak verdim."

Üstü kurumuş ama uçları ıslak saçlarımı geriye itekledim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yaşlansa en fazla ne yapabilir ki? Eskimo bastonuyla sallanan sandaleye oturup televizyon izler anca."

"Cık cık cık." Diye kafasını iki yana salladı Giray. "Beni hiç tanıyamamışsın pandacık, yazıklar olsun." Eliyle kendini işaret ederek bana baktı. "Ben yaşlanacağım, oturacağım sadece öyle mi? Ben?"

"Giray'ın yaşlılığını hayal ettim de... Tövbe estağfurullah."

Aran dudaklarını ıslattı. "Giray otobüse binse, kalkmayan bir genç görse bastonuyla döver niye kalkmıyorsun diye çemkirirdi."

Gözlerimi kıstım. "Sen de o kapasite var."

Güldü ve yumruğunu uzattı. "İşte öğreniyorsun." Göz devirdim ve yumruğunu ittirdim. Giray beni takmadı ve kıkırdayarak kendi yumruğuna kendi çaktı.

Bora, "Hadi yürüyün eve gidiyoruz, geç oldu saat. Üstelik Giray'ın konuşmasını dinliyoruz bilmem farkında mısınız?" Giray onun yanağını sıkmaya çalıştı. Giray'ın elini ittirdi Bora. "Zevzeklik yapma gevşek! Yürüyün hadi."

Sonrasında ise denizden çıkmış arabaya geçmiştik. "Oğlum hadi hızlı sür ya, valla salacağım şimdi arabaya." Dedi Giray çişi gelmiş bir halde otururken.

Ellerimi dizlerime yerleştirip başımı cama yasladım. Ben önde yolcu koltuğunda oturuyordum, Bora arabayı kullanıyordu, Giray, Aran ve Gediz ise arkadalardı. "Sakın!" Diye bağırdı Bora. "Bebeğime işersen münasip bir yerlerini arabanın arkasına bağlar son hız sürerim arabayı, görürsün!"

"Oha çişime bile kal geldi, o nasıl tehtid oğlum."

Sonrasında ise ilk beni bırakmışlardı ama Giray çişini tutamadığı için kıpkırmızı olmuştu ve birazdan geberebileceğini söylemişti. Ben ise benim evimde ki tuvalete girmesini söyledim. Zaten kabul etmeme gibi bir şansı kalmamıştı artık. Anahtarı ona verdiğimde eve götü yanan kertenkele gibi koşmuş ve içeri girmişti. Ben de peşi sıra içeri girdiğimde tuvaleti ona göstermiştim işemesi için.

O sıra ise Deniz içeriden koşup bacaklarıma sarıldı. "Abla hoşgeldin!"

Kokusunu duymak isteyip kucağıma aldım ve saçlarından öperek kokusunu içime çektim. Kolları boynuma dolandığında o da benim yanağımdan öptü. "Nasılsın bakalım?"

"Çok kocaman iyiyim."

"Neler yaptın bugün?"

"Gıcık Lalin'le bir sürü resim çizdik, sonra biraz da dışarı çıktık."

"Hmm..." Dedim ona sarılırken. O sıra da Lalin içeriden geldi. "Çok ekşınlı bir gündü bizim için." Bana sarıldı. "Hoşgeldin, şeftali kafalım."

O sıra da Giray çıktı kendi kendine konuşarak. "Şu hayatta işemekten daha rahatlatan bir şey var mı ya?"

Lalin ve Deniz gözlerini kırpıştırarak ona baktı. Giray'ın gözleri ise bize döndüğünde Deniz'i yere indirdim. "Aaa senin kardeşin mi var?" Dedi şaşırarak. Başımı olumlu anlamda salladım. 

Çocukları çok seviyordu herhalde dayanamadı yanımıza geldi ve Deniz'e doğru eğildi. "Merhaba küçük Edward Cullen." Deniz kızarmış yanaklarıyla Giray'a baktı. "O kim ki?" Öylesine masum duruyordu ki, Giray onun yanaklarını okşadı. "Çok yakışıklı bir oyuncu. Hani böyle televizyonda filmler oluyor ya, bir sürü kişi oluyor. Heh! O en yakışıklısıymış, yani Ezgi'ye göre öyle."

"Ezgi Bora abinin kardeşiydi değil mi abla?"

"Evet bebeğim."

Bana baktı Giray. "Oha öfkeli pandaya bak sen, kardeşine gelince pembe pamuk şeker oluyor, kız sen bipolar mısın yoksa?"

"Boş boş konuşmaya başladın yine he!"

Giray beni takmayarak Lalin'e döndü bu sefer. "Sana da merhaba." Lalin'e biraz çekimser kalmıştı ama sorun etmedi sanırım. Lalin başını salladı. "Merhaba." Giray tekrar Deniz'e döndü. Ama sanırım tatlılığı ona fazla gelmiş olacak ki, bir anda kucakladı Deniz'i.

"Seni kaçırabilir miyim küçük Edward?"

Deniz kıkırdayarak başını iki yana salladı. "Hayır olmaz." Yanağından öptü Deniz'in. "Bir gün kaçıracağım ki."

Ardından yere indirdi ve onun saçlarını karıştırıp Lalin'e görüşürüz dedikten sonra dış kapıyı açtı. "Elfida valla kardeşin diye demiyorum çocuk sanat eseri olarak doğmuş."

"Bana çekmiş çünkü."

"Ego pandası senii..." Diyerek sırıttı ve dışarı çıktığında ayakkabılarını timsahlı çoraplarının üzerine zıplaya zıplaya giyerek arabaya gitti.

Son gördüğüm yüz Bora'nın yüzüydü.

Bana gülümsedi.

İçtendi.

Ama hüzün kokuyordu.

O gitti ve ben de kapıyı kapatarak içeri girdim.

🔥

Merhabaaa ben geldim. Nasılsınız, dökülün bakalım

Açıkçası sonu pek içime sinmese de ilk başta Gediz'in annesinin yanına gittiği sahnede çok duygulandım. Gediz'i ilk defa gerçekten bu kadar hissettim. Giray ise, her an kendine eğlence çıkarabilecek biri, onun kafasını seviyorum djdmdnemd

Bunların dışında şu konuya açıklık getirmek istiyorum, Elfida'nın geçmişini henüz tam bilmiyoruz, tam olarak neler yaşadı daha öğrenmedik ve bunlar için daha yolumuz var.

Neyse sizi çok seviyorum, şu gıcık süreçte kendinizi üzmeyin ve kendize çok iyi bakın canlarım

Muck

💙

Continue Reading

You'll Also Like

GİRYE By Nazz

Teen Fiction

42.5K 3.9K 7
"Oğluşum sonunda evin yolunu buldu." "Oğluşuna sahip çık, benim kızımın peşinde dolanıyor."
380K 31.1K 40
Aile kurgusu✨️ 🪷 Gözlerime bakmaya devam ederken sordu. "Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" kafamı aşağı yukarı salladım. "Abim!" dedim gür bir...
138K 8K 54
Texting ama çokça hikaye... G.Simar: Yeni oyunun demo linkini gönderiyorum. Geri dönüşlerinizi bekliyoruz. Karel: Siktir oradan sokuk Karel: Yer mi A...
109K 5.1K 18
gerçek aile | abi kurgusu Keşke ailem başkası olsaydı diye düşündünüz mü hiç? Sizi bilmem ama ben hep başkası olsun istedim. Bir gün gerçek olacağını...