Bölüm On Beş: St. Mungo'da Bir Anka

139 20 24
                                    

 Sonuç itibariyle büyü dünyasında bile ölümden sonranın nasıl olduğu bilinmiyordu. Muggle'ların hiç bilmediği hayaletler, yaşayan tablolar ve hortkuluklar gibi nesnelere karşın büyücüler ya da cadılar da en az sıradan insanlar kadar öte dünyadan habersizlerdi. Harry, çeşitli sebeplerle oradan dönmüş kişilerle birkaç kez konuşma fırsatı bulan şanslı güruhtan olmasına karşın orada neler olup bittiğini sorma fırsatı bulamamıştı. Belki yalnızca bir tren istasyonuydu, nereye gideceğinize kendiniz karar veriyor ya da istasyonda oturup bekleyebiliyordunuz. Belki pek çok mitte anlatıldığı üzere bu dünyada yaptıklarınızın karşılığı olarak sizin adınıza verilen bir kararın sonucunu yaşıyordunuz. Belki yeniden ve yeniden dünyaya dönüyordunuz ya da sadece kocaman bir boşluktu. Bütün bunların olasılığı dahilinde puslu bir beyazlığın içine gözlerini açtığında sağ kalan adam yaşayıp yaşamadığını anlamakta oldukça zorlandı. Yeni doğan bir bebek gibi belli belirsiz gördüğü bir takım şekillere uzaklardan gelen ve yağmur sesini andıran bazı sesler eşlik ediyordu. Harry çevresinde birilerini görebilmek adına kaskatı kesildiğini düşündüğü boynunu hafifçe oynattı, belki annesi ya da Ron'u görecekti ve böylece nerede olduğunu anlayabilirdi.

Gözlerini kırpıştırırken kabarık saçlarının altında silüetini seçtiği kadın kesinlikle Hermione Granger'dı. Genç cadı yavaşça yüzünü ona yaklaştırdığında Harry biraz daha net seçebilmeye başlamıştı, hala yüzünde duran bir parça tozu, şişmiş gözlerini ve kendisini merakla inceleyen gözlerini. Onun da kendisi gibi ölüp ölmediğini anlamaya çalıştığını sandı başta, buraya gönderilmişler ve aynı anda uyanmış olabilirler miydi? O yaklaştıkça adam onun bakışlarındaki ayrıntıyı fark etti: Hayır, hiçbir ahiret hayatı Hermione'nin endişe ve umutla karışık kendine özgü o ifadesini taklit edemezdi. Yavaşça dudaklarını kıpırdatı genç büyücü.

"Efendim?" dedi kadının titrek sesi.

"Ne oldu?" diye güçsüzce mırıldandı ilk seferden biraz daha baskınca.

"Kazandık Harry, onu öldürdün! Voldemort'u öldürdün!"

Harry'e öyle sıkı sarıldı ki adam, kaburgalarının zarar gördüğünü ancak o zaman anlayabildi ve kendisine göre haykırarak odadaki diğer kişilere göreyse zayıfça ahlayarak karşılık verdi.

"Özür dilerim, özür dilerim." Kadın telaşla geri çekildi. İçlerinden bir erkek sesi "Uyandı." diye bağırdı kapıya doğru. Harry bu sesi tanıdığından kesinlikle emindi ama bu tanıdıklık hissini adlandırmakta zorlanıyordu.

Bir beş dakika sonra Harry sırtı bir yastıkla daha desteklenmiş, eline tutuşturulan bir bardak suyla ilk şaşkınlığını atlatmış çevresine bakıyordu. Her ne yaşadıysa tecrübesi ondan yalnızca fiziksel gücünü değil aynı zamanda kelimeleri bulup çıkarma yeteneğinin bir kısmını da almıştı. Neyse ki gözlüğü geri verildiğinde başta yaşadığı görme bozukluğunun yeni bir şey olmadığını kavrayabilmişti. Odada George, Hermione ve Neville vardı. Üçü de saatlerdir baygın yatan arkadaşlarının bu kadar çabuk toparlanması karşısında buruk sevinçlerini gizleyemiyorlardı. Özellikle Hermione her beş dakikada bir Merlin'e şükürlerini sunmaktan kendini geri tutamıyor gibiydi.

"Saat kaç?" dedi Harry, yaşadığından ve St. Mungo'da olduğundan emin olduktan sonra zaman algısının yerine gelmesine ihtiyaç duyuyordu.

"Sabah yedi." dedi George. "Geceden beri baygınsın."

Neyse ki aradan günler geçmemişti. Harry camdan dışarı baktığında bir önceki gün başlayan kar yağışının devam ettiğini gördü. Bitmişti, halen bir yerden bir ölüm meleğinin çıkıp bütün bunların hayal olmasını bekleyecek kadar gerçek dışı gelmesine rağmen bitmişti. O sırada haberi alan birkaç kişi daha girdi küçük odasına. Remus perişan halde olsa da hafifçe ona sarıldı, Arthur Weasley kısaca nasıl hissettiğini sordu. Fleur onun için kıyafet getireceklerini söyleyip ayrıldı. Aklındaki sorular için içerisi epey kalabalık geliyordu ama hayatta olduğu sevincini paylaşmaya gelen insanları kovması pek yakışık almazdı.

Lily'nin ArdındanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin