409 36 66
                                    

(Acılı birini kalabalıkta tanırsın.)

(Acının etrafında bir hâle olur. Aura odur.)

(Acı seni kendine çeker.)

- cem uzungüneş

Soğuk, soğuk kasım. Vakitlerden akşam, güneş battı batacak, ama hava da bulutlu zaten, ne önemi var ki bu yüzden? Vanitas'ın bir eli cebindeymiş, sigarasının son nefesini çekmemiş, yere fırlatıvermiş, barın girişinde dikiliyormuş. Yabancılar önünden bir sağanak misali yağmışlar, gri gökyüzünün şansız ulakları; ve o tek başınaymış, yalnız başına. Bakışları kaldırım kenarında, ayakkabılarda, çiftlerin yüzlerinde dolanmış, daldan dala atlamış gözleri, ve eninde sonunda, kaçınılmaz, içeri yönelmiş adımları. İtiş kakış kalabalıktan sıyrılmış kolaylıkla, ne ön ne arka, ortalarda bir yer beğenmiş kendisine. Uzun zamandır ayakta, başıboş gezinmekten ağrıyan belini, rahat koltuğun yumuşak yastıklarıyla dinlendirmiş. Bir sigara daha yakmaya karar verirken sahneyi incelemeye başlamış.

Ve hikayemiz burada başlar. Onun, onların ya da öylesine birkaç kişinin hikayesi.

Vanitas neden geldiğini tahmin edemiyormuş. Evde kalması lazımmış sonuçta, onun yardımını, ilgisini ve belki birazcık da sevgisini bekleyen bir kardeşi varmış o küçük apartman dairesinde. Ama o, Vanitas, sıkılmış amaçsız oturmaktan, sıkılmış tıkılı kalmaktan, basitçe gezmeye çıkmış. Bunda yanlış bir şey yokmuş. Şehrin züppe, ünlü barlarından birisine girmesinde de. Ne olacakmış bir gece evde değilse? Müzik dinlemeye gelmiş, uzak diyarlardan buralara teşrif etmiş bir şarkıcı -adı neydi acaba?- bu gece sahne alacakmış. Vanitas bunu kaçıramazmış.

Dört dönen, zarif bir kelebek gibi masalar arasından süzülen garson kızdan hafif, ağzı tatlansın diye içki istemiş. Kız onu başıyla onaylayıp tek bir saniye duraksamadan, tıklım tıklım salonu arşınlamaya devam etmiş. Vanitas da, kızın kabarık eteğinin kıpırtılarını, sanki canlıymışçasına, hareketsiz kalamayan barın insanlarıyla karşılaştırmış. Elmas küpelerin yansımaları gözlerini kamaştırmış, şerefe kaldırılan içki bardaklarının çınlamaları kulaklarını inletmiş, etrafın sıcaklığı ona kravatını gevşettirmiş. Bir şeyler aramış içten içe, ama bulamamış. Buğulu lambaların loş ışığında kendilerini belli eden kişileri gözlemiş, onu gözleyen birileri var mı diye meraklanıp, içi içini yiyerek.

Ve kendisini farklı bir kişinin bakış açısından hayal etmeye çalışmış. Yağlı, uzun saçlar; apaçık, her yeri izleyen, meraklı tavırlar; tetikte, her an kendisini savunmaya hazır davranışlar; ağlıyormuş gibi gülümseyen dudaklar– sünepe bir yüz, sefil bir mahluk. Hayır, hayır, Vanitas'ın güzel kıyafetleri, şık takıları, Tanrı gibi bir yüzü ve kocaman bir gülümsemesi var. Dışarıdaki her bir insan, ona hayran kalabilir.

Vanitas bir Tanrı ismi değil.

Vanitas yüreğinde bir boşluk hissediyormuş. Aslında bir boşluk değilmiş bu, apansız, taş kütlesiymiş sanki. Ağırmış, aşağı çekermiş bedenini. Hatta bir taştan ziyade, mıknatısmış o– kendisine yaklaşanları iten. Ve bu itme kuvvetine karşın ona ulaşmaya çalışanlardan kaçan. Güçlü bir kıyametmiş bu parça, kalbinde yer kaplayan. İster istemez, kimsesiz kalmaya zorlarmış Vanitas'ı.

Yalnızlıkmış onun derdi, sonuçtan yoksun bir çözümmüş peşinden koşup, yine de yetişemediği. Ve tenhalarda korkarmış mıknatısının devasa bir canavara dönüşeceğinden, büyüyüp kendisini yutacağından. Ne de olsa, ölmeye hazır değilmiş henüz, en azından ruhsal anlamıyla.

O kadar dalmış ki, sahneye birisinin, o çok beklediği birisinin çıktığını fark edememiş, çevresindekiler alkışlamış, o yetişememiş. Ve şaşkın, dumura uğramış bakışlarını yöneltmiş o yüksekliğe, bu kadar güzel çehreli olduğunu varsaymadığı bir yabancı varmış görünürlerde. Etrafına gülümsüyor, el sallıyor ve sakin tezahüratlara kibar baş sallamalarıyla karşılık veriyormuş. Beyaz kirpikleri, kısılan gözleri sebebiyle titreşiyormuş ve hal hareketlerinden iyi yetişmiş olduğu belliymiş. Üzerindeki sade, döneme uygun takım elbise, oldukça inceymiş ve Vanitas, kasıtsızca, onun üşüteceğinden endişelenmiş.

superstar | vanoéOù les histoires vivent. Découvrez maintenant