4.-Fazla Parlamış Anılar

34 5 6
                                    

Luther Harvey

Herkesin kendi doğruları mı vardı? Bence evet, herkesin kendi doğruları vardı.

Ve ben, dün kendi doğrularıma, kendi kurallarıma ihanet etmiştim. 

İçimde ki küçük çocuğu susturamamış, engelleyememiş ve Melisa'yı serbest bırakmıştım. Oysa öyle yapmamam gerekirdi. Bana bir görev verilmişti, karşılığında paramı alacaktım. Ama ben, bana verilen görevi yerine getirememiştim.

Gerçekten onu serbest mi bırakmıştım? Gitmesine izin mi vermiştim? Bu ben değildim. Benim acımasız olmam lazımdı. Her zaman olduğu gibi.

Şimdi ne yapmalıydım bilmiyordum. Melisa hakkında hatırladığım çok şey vardı. İlk olarak çok inatçı bir kızdı. Ve ayrıca çok şımarıktı.

Çok koşturunca yanakları kıpkırmızı oluyordu. Terleyip, sırılsıklam olsa da benim yanımda asla durmaz, daha çok koşturmak isterdi.

Çünkü tek özgür olduğu zaman, benimle olduğu zamanlardı.

Babası ve ablası evde yokken çıkabiliyordu dışarıya sadece. Çünkü akşamları onu ne zaman oyun oynamak için çağırsam ya babasının evde olduğunu söylüyor, ya da ablasının evde olduğunu söylüyordu.

Kapıyı kapatmadan öncede üzgün üzgün bakıyordu. Gözlerinin içinde görmeye alışkın olduğum parıltılar soluyordu.

Ben onu böyle hatırlıyordum. Ama şu an nasıl biriydi bilmiyordum. İnsanlar büyürken çok değişirlerdi. Huyları, sevdikleri, sevmedikleri her şeyleri değişirdi.

Benim değiştiğim gibi.

O beni hatırlayamamıştı. Fakat ben onu gözlerine baktığım ilk an hatırlamıştım.

Ablası bana ulaştığında tek bir şey demişti.
***
"Melisa." Duraksadım. "Melisa Lavin. Onu öldürmeni istiyorum." Telefonu kapattım.

Bir mesaj geldi.

-Bu, tamam demek miydi?

Görüldü de bıraktım. Hızlıca rehbere girip Grace'i aradım. Melisa'yı araştırmam gerekiyordu. Hem de hayatının en ince detaylarına kadar.
***
Acaba o benim adımı hatırlıyor muydu? Ya da oynadığımız oyunları? Beraber toprakları ıslatıp çeşit çeşit pastalar (!) yaptığımız anları?

O anların hepsi hafızamda kazılı bir şekilde duruyordu.

Her zaman içimde Melisa'yı koruma iç güdüsü vardı. Babasının genelde eve geldiği saatleri ezberleyip evde anneme ağladığımı hatırlıyordum.

Annem, annesini arasın ve Melisa bizim eve gelsin diye. Gelsin, hem kurtulmuş olsun hem de beraber oyunlar oynayalım diye.

Önümde duran kutuya göz ucuyla baktım. Uzun zaman sonra, açacak mıydım?

O kutunun içinde benim anılarım vardı. Hem iyi, hem kötü.

Siyah kutunun üstü tozlanmıştı. Üst kısmı tozlar yüzünden neredeyse bembeyazdı. Elime bezi aldım ve kutunun üstünü sildim.

Uçuşan tozlar yüzünden hapşırmıştım. Elimde ki bezi bıraktım ve yavaş hareketler ile kutuyu açtım.

Belki hazır değildim, bilmiyordum fakat hazır olup olmadığımın bir önemi yoktu. Bu kutuyu açmanın vakti gelmişti.

Kutuyu açtığım gibi beni karşılayan şey kafası kopuk bir ayıcık olmuştu. O ayıcığın adı Bouble'dı

Bouble, benim hayat arkadaşımdı. Nereye gidersem gideyim onu her zaman yanımda taşırdım. Kucağımdan asla indirmezdim, kimseye vermezdim.

Melisa dışında.

Küçükken Melisa'ya çok güvenirdim. İçimde nedensizce ona karşı bir güven duygusu vardı. Bir gün elimde Bouble eve giderken, babam elimden almıştı.

"Kaç yaşına gelmişsin, hala bunu mu taşıyorsun yanında?" Diye sormuştu alaycı bir ifadeyle. Sonra sırf bir daha onu almayayım diye kafasını kesmişti Bouble'ın. Çok mantıksız gelebilir ama hayatımda en çok ağladığım gün o gün olmuştu. Küçücük bir çocuktum ve elimden en sevdiğim oyuncak alınmıştı. Ve tam karşımda kesilmişti. Şu an ağlamamın ne kadar mantıksız olduğunu düşünsem de küçüklük halim tam tersini söylüyor, ısrarla oyuncağını geri istiyordu.

Babamın oyuncağımı kestiği günün akşamı o kadar çok ağlamıştım ki gözlerim şişmişti. Sabah kalktığımda hala şişik olan gözlerim ile birlikte Melisa ile oyun oynamaya çıkmıştım.

Onun küçük ağzı şaşkınlıktan aralanırken yanıma koşa koşa gelmişti. Her koştuğunda sonunda düşüyor olurdu fakat yine de akıllanmıyordu. Sonra bütün gün boyunca benim istediğim oyunları oynamış, benim istediğim oyuncaklarla oynamıştık.

Yüzümün güldüğünden emin olduktan sonra o da artık gülmeye başlamıştı. Sonra yine annesi eve çağırdı ve o, o cehenneme geri dönmek zorunda kaldı.

Bouble'ın vücudunu çıkarttıktan hemen sonra kafasını da çıkardım kutudan. Bouble'dan sonra karşıma eski defterlerim çıkmıştı.

Mavi kapaklı olanı açtım. Bu defteri hatırlıyordum. Bu defter Melisa ile beraber resim çizmek için ayırdığım bir defterdi. Bazen resim çizmek isterdik, bu yüzden böyle bir defter almıştım. Melisa en sevdiği rengin mavi olduğunu söyleyince ısrarla mavi renkli olanı aldırmaya çalışmıştım.

İlk sayfasını açtığımda karşıma yamuk çizgilerle çizilmiş bir resim çıktı. Elbise giyen, saçları uzun olan bir kız ile yanında normal çöp adam ama saçları olanlardan çizilmişti. İkisi el ele tutuşuyorlardı. Ve kağıdın kenarında beceriksizce çizilmiş bir oyuncak ayı vardı. Bunun Bouble olduğunu tahmin ediyordum.

Diğer sayfalara, çizdiğimiz bir sürü resime baktım. En sonunda defteri kapatmış ve Bouble'ın yanına koymuştum. Kutunun geride kalanında ise deftere bir şeyler çizmek için kullandığım kalemler vardı. Onun dışında pembe bir kumaş parçası vardı.

Kaşlarım çatıldı. Bu neydi? Hatırlamıyordum. Zihnimi hatırlaması için zorladım ama yine hatırlayamadım. Sonrasında ise çok fazla uğraşmadan kutunun içinden çıkarttıklarımı kutunun içine geri koydum ve kutunun kapağını kapattım. Daha sonra bu kumaşın anı kutumda ne işi olduğunu düşünürdüm. Fakat şu an çok yorgundum

Kendimi yatağa attıktan sonra kumandadan evin ışıklarını kapadım ve gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Tekrar tazelediğim anılar sayesinde, tekrardan emin olmuştum.

Melisa, benim çocukluğumdu.

Aynaların Gerçek YüzüWhere stories live. Discover now