1~ Nathaniel

661 59 28
                                    

Bir masal gibi geçmişti hayatı. Sessizce dinlemesi gerektiğini düşünmüştü bu masalı, aklında dolanan o nazik sesi dinlemeyi bırakmak... O sesin anlattıkları onun hayatı olurcasına hareket ederdi. Çünkü o kötüydü, kötülükle doğmuştu.

Koğuşun beyaz odasında uzun saçlarını örerdi tüm gün Caius. Örer, bozar, tekrar örer ve tekrar bozardı saçlarını. Dümdüz saçları örgülerin izlerinden kıvırcığa dönene kadar devam ederdi. Saatlerinin çoğu zaten laboratuvarda geçerdi. Bazen günlerce orada kaldığı dahi olurdu. Minnettardı doktorlara, içindeki o engellenemez kötülükle savaşmak için çok çalışıyorlardı.

Bazen iki ayda, bazen ise ayda bir dışarı çıkmasına izin verilirdi. Oysa Caius bunu kendine çok görürdü. Ya kötülük yaparsa? Ya birilerine zarar verirse? Ya o sesi dinlemezse?

İnsanların ona ulaşan çekingen bakışları korkuturdu onu. Bazen saatlerce düşünürdü ne yaptığını, neden insanların ondan korktuğunu. Aynada incelemişti kendini, diğerlerinden tek farkı alnındaki o altın mühürdü. O mühür de uzun saçlarının ardında kaybolurdu. Fakat bir süre sonra bu arayışı son bulmuş, yerini bir kabulleniş almıştı.

Koğuş'un beyaz duvarları içindeki tek lekeler olan o kırmızı çizgileri saymaya çalıştı. Belki 20, belki 19 çizgi... emin değildi yarısında dikkati dağılmıştı. Sanırım 12. yıl dönümünden beri, doğumunun her yıl dönümünde buraya bir çizgi koyardı. Bunun bir çeşit kutlama olduğunu duymuştu, geçen zaman için bir anıt gibi...

Birazdan laboratuvara götürüleceğini tahmin ediyordu. Örgüsünün yarım kalmasından hiç hoşlanmazdı, bu yüzden başlamadı bile ve yerde yatmaya devam etti. Kendine saçları dalgalı alışmıştı açıkçası. Doğal, düz saçlarını görünce sanki başkasını görmüş gibi olurdu.

Kapının açılmasıyla yavaş bir hareketle ayağa kalktı Caius. İçeriye doktorların girmesini bekliyordu, ama içeri giren iki asker düşüncesini çürütüyordu. Korkmaya başladı, ne yapmıştı? Hiçbir fikri yoktu. Bileklerinin derisine yerleştirilmiş elektrik vericilerinden şiddetli bir acı hissetti Caius. Bedeni, sarsılmaya devam ediyordu elektriğin etkisinin geçmesine rağmen. Bileklerini birleştirdi şoku durdurmak için. Manyetik bir etkiyle bilekleri birbirine yapıştı.

Askerler onu omuzlarından tutarak dışarı ilerletti. Dışarısı... Koridordan geçerken ona çevrilen bakışları görmemek için kafasını eğerdi. Kapıdan dışarı çıkarken yine eğdi başını. Saçları görüş açısını iyice kısıtlarken gözlerini yumdu. Dolduğunu fark etmediği gözlerinden bir yaş düşecekken açtı gözlerini. Gözlerinin dolmasını engelleyemeyen biriydi, en ufak bir şeyde gözleri dolar ve o daha fark edemeden yaşlar akmaya başlardı.

Üstünde yürünmekten leke olmuş demir zemini görüp düşündü, o içerdeyken dışarıdaki hayatın ne kadar canlı olduğunu... Kafasını hafifçe sağa çevirdi ve önünden geçtikleri beyaz kapıları izledi. Her birinin içinde onunkinin aynısı bir oda, içeride oturan başka biri vardı. Onun gibi başka günahkârların, başka kötülerin olduğunu düşünmek korkutucuydu.

Birkaç dakika süren, normale göre çok uzun olan bir yürüyüşün ardından demir bir kapının önüne gelmişlerdi. Koridorlarda askerler dışında başka kimse yok gibi görünüyordu. Koyu gri kıyafetli insanlar küçük camlarından dışarıya bakıyorlardı. Camdan ona bakanların gözlerine bakmak için büyük bir çekim hissediyordu Caius, gözlerini kaçırıyor ama birkaç saniye sonra istemsizce tekrar bakıyordu onlara. İnsanların gözlerine bakmayı zor bulurdu. Birinin gözlerine bakınca her şeyi görebileceğini düşünüyordu ya da günahını ona bulaştırabileceğini. Hangisi bilmiyordu, belki de ikisi de...

Karşısındaki demir kapı gürültülü bir şekilde açıldı. Askerler onu içeriye doğru ilerletirken bir ses yükseldi odalardan. Bu ses tüm binada yankılandı.

"Yırtıcıya başka bir kurban!" Sesi onlarca kahkaha takip etti. Bu bölük diğerlerinden farklı olarak bir koridordan değil, çok katlı bir binadan oluşuyordu. Kare şeklinde dizayn edilmiş katlarda birbirine bakan cam odalar, en az on kat vardı. Kahkahalar katta yankılandıkça Caius korkmaya başladı. Hiç gelmediği bu garip bir yerdi burası, geldiği anda böyle bir şekilde karşılanmak ise korkutucuydu. Askerler onu sertçe içeri ilerletti. Bir bakıma fırlattılar aslında. Uzun süredir ilk defa gördüğü bir muammeleydi bu Caius'un. Ne olduğunu anlamaz bir şekilde kapanan kapının ardımdaki askerlere baktı.

Kapının kapılmasıyla kelepçelerindeki çekim  yok oldu ve bilekleri serbest kaldı. Etrafa bakınmaya başladı ne olduğunu anlatacak bir ipucu bulmak için. Eski beyaz odasına kıyasla karanlık ve iç karartıcıydı. Gri, siyah, kahverengi, lacivert gibi renklere bulanmış odanın zemininde sanki bir şeyler dökülmüş gibi lekeler vardı. Birbirini takip eden lekeleri takip etti. Ardından gözleri bir figürle buluştu. Karanlıktan fırlarcasına fark ettiği bu insansı figürü görmesiyle korkuyla yere düştü.

Işıkların kör noktasındaki bir köşeye oturmuş omun yaşlarında bir çocuktu bu. Duman rengi gözleri o kadar keskin bakıyordu ki çocuğun, gözlerini kaçıramıyordu. Bir an dudaklarında bir gülümseme gördüğünü söyleyebilirdi. Ama normalde olması gerekenin aksine korkutuyordu gülüşü, ona bir gülümseme demek istemiyor gibiydi. Karşısındaki yavaş hareketlerle ona yaklaşmaya başlayınca istemsizce kendini geriye sürümeye başladı sırtı duvara değene kadar.

Çocuk dizlerinin üstüne çöküp kafasını yere çevirmiş Caius'a yaklaşabildiği kadar yaklaştı. Caius ise korkuyla titriyor, ne yapacağını bilemiyordu. Yakın temasın kötü olduğunu söylerdi o ses, fakat o yakınlığı dahi hiç bu kadar yakın hayal etmemişti. Dışarıdaki dünya bu mu diye düşünmeden edemedi.

Çocuk ani bir hareketle kafasını kaldırdı. Mührünü kapatmaya yetmeyen düz saçları ona nedensiz bir utanç hissettiriyor, kafasını tekrar eğmeye çalışıyordu. Çabaları arasında çocuğun yaka kartındaki ismini okudu, Nathaniel Greaves.

Nathaniel, Caius'un alnını kapatan saçlarını alnından çekti ve o mühre uzunca baktı. İnanmazcasına üstündeki desenlere dokunuyor, bir yandan da alt'ından sıyrılmaya çalışan Caius'un beline bastırarak onu durduruyordu. Sessizce bir şeyler mırıldanmaya başlayınca Nathaniel, Caius çabasını kesip gözlerini zaten ona bakan duman rengi gözlere çevirdi.

"O kayıp bir melektir kendine bir ilah arayan.
Alnında kutsal halesi-" Nathaniel daha da yaklaştı Caius'a. Caius ise Nathaniel'in neden dudaklarını onun dudaklarının üstüne koyduğunu anlamaya çalıştı. Nathaniel dudaklarında ıslak bir his bırakarak uzaklaşırken düşünmeye devam etti. Zihnindeki ses kötü, kötülük gibi kelimeler fısıldıyor fakat Caius'un zihnindeki karmaşada kayboluyordu.

"Gözlerinden altın damlar.
Çaresizce saçar iyiliğini dünyaya.
Hapsedildiğinin farkında olmayan o melek-" Bir anda konuşmayı bırakıp geniş bir gülümsemeyle Caius'a baktı Nathaniel, ardından da onun boğazına yapıştı.

"Ağlama!" Hiddetle aynı kelimeyi tekrarlıyor ve Caius'un boğazını daha sert kavrıyordu.

"Dudaklarında bana ettiğin yeminle doğdun Caius! Acım acındır!"

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Apr 10, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

CAİUSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin