6

2.2K 236 116
                                    

ed sheeran/kiss me

Büyüdüğüm yere ait olma hissi bambaşkaydı.

Yüksek binalı şehirlerin aksine sahile inen yokuşlar, müstakil evler, başımı kaldırdığımda gökyüzünü görebilmek burada yaşamanın en güzel yanlarından biriydi. Kalabalık bir kasaba sayılmazdı, şehre en yakın uzaklıkla olan bir yerde yaşamamıza rağmen sıklıkla uğramazdık bile. Herkes arkadaşlık ilişkilerine düşkündü, birbirlerini tanıyorlardı, aynı okuldaki çocuklar ne olurda olsun bir hafta sonu yemeğinde bir araya gelirdi.

Birbirlerinden hoşlanmıyor olsalar bile.

Jae'nin neredeyse Namjoon ile aramızın bozulmasına sebep oluşunu bir türlü atlatamıyordum. Ailemden önce sahip olduğum biri vardı, demek istediğim şuydu ki, ailemi karşıma alabileceğim tek kişi vardı. Upuzun yollarca seyahate çıkabileceğim, ardıma bile bakmadan kaçabileceğim, elini güvenle tutabileceğim tek kişi, yalnızca Namjoon'du. Ona olan hislerimin boyu beni çok fazla aşıyordu fakat beni kırmanın her zaman bir yolunu buluyordu.

Ardı arkası kesilmeyen sevgi saatlerimiz vardı. Bir gece yarısı balkonumdan beni kaçırarak her zamanki sahile vardığımızda üşümüş olmasam bile göğsüne yaslanır, kolları arasında ısınırdım. Saçlarımdan başlayan öpücükler kulağımın arkasından boynuma dek inerdi, bazenleri kalbimden öperdi, avuç içlerimi asla es geçmezdi. Ben konuşurken, kabul ediyorum hep ve çok konuşurdum ama onun hayatıma dair hiçbir şeyi kaçırmamasını istiyordum işte, her şeyi anlatıyordum. Varlığı büsbütün benimle sarmaş dolaştı, ona aşık olmak çok kolaydı.

Her zaman çilekler ve sigara tadındaydı. Duş jelimin tadını aldığını söylediğinde onu iter ve hep sigara koktuğunu söylerdim. Küçük bir kahkaha bırakırdı, gözlerim büyür ve biraz, belki, çok az bir mızmızlıkla ona karşı koyardım. Tatlı ve bir yandan da acı bir tadı vardı, onu öptüğümde karşılık vermesi parmak uçlarıma dek kıpır kıpır ediyordu beni, ittiğinde ise sanki çok yükseklikten düşmüşüm de bütün kemiklerim kırılmış gibi bir histi. Bunu ona anlatabilmek için günleri kovalamıştım ama o, benden her defasında kaçmıştı.

Başını şişirdiğimi, bensiz daha iyi olduğunu söylemişti. Mesajlarını gördüğüm ilk andan beridir hıçkırıklarla ağlamayı hiç kesememiştim. Okula gitmemiş, odamdan bile çıkmamıştım. Balkonda beklemeyi sürdürmüştüm, olur da beni almaya gelirse diye.

Gelmemişti.

Annemin ısrarı üzerine gelen misafirleri karşılamak için bahçeye inmiştim. Tek yaptığım ayakta dikilmek ve somurtmaktı. Jae'nin birkaç konuşma girişiminde bulunması olumsuzlukla sonuçlandığında sürekli gözleri üstümdeydi, gıcık çocuk neredeyse tüm ilişkim onun yüzünden mahvolacaktı.

Belki de, yani kalbimin kırılma sebebinin Jae olmadığını biliyordum ama, belki de sadece suçlayacak birini arıyordum. Sevilmeyecek gibi hissediyordum, bu hissi üzerimden atamamak ayaklarımı güçsüz kılıyordu, dizlerimin üzerine düşecek gibiydim ve hiç kimse beni omuzlayıp kaldırmayacaktı. Aynı şeyleri tekrar ve tekrar düşünmekten o kadar yorulmuştum ki, kendimi garajın yan boşluğuna sığdırmış, öylece birinin beni bulmasını bekliyordum.

Gözlerim ağrımaya başladığında burnumu çektim, saçlarımı kendim okşayarak teselli ediyordum. Kulaklarım kızarıyordu, boynumu tırmalamaktan canım acımaya başlamıştı. Üzerimdeki tişört bol ve inceydi, lanet olsun ki üzerimdeki asker yeşili tişört özlediğim birine aitti. Kokusunu halen daha alabiliyor olmak beni daha kırılabilir gibi hissettiriyordu.

"Of ya!" Enseme sertçe vurup toparlanmaya çalıştığımda, yapamadım. Boğazım yanıyordu, sessizce ağlamak olabilecek en kötü şeydi. Ne yapacağımı bilemeden öylece bacaklarımı kendime çekmiş bir halde otururken uyuştuğumu hissedebiliyordum. Kalkmalı ve odama gitmeli, ağlamaya devam etmeliydim. Hem olur da telefonum çalarsa diye başucuma yerleştirmeliydim de!

strawberries & cigarettes • namkook ✓Where stories live. Discover now