bölüm 3

12.5K 1.6K 576
                                    

Ertesi sabaha uyanabilmiş olduğumu anlamak zordu.

Yüzümün orta yerinde incecik bir sızı vardı ve sarı sokak ışığı etrafına toplanmış küçük sineklerin vızıltısı gibi başımı döndürüyordu.

Kim Taehyung'un buzu bir işe yaramamış olsa gerek ki, aynaya bakma cesaretini gösterdiğim o küçücük saniye içerisinde, hafifçene bir morluğun kendine yer edindiğini görmüştüm. Çok silik, ayırt edilmesi güçtü. Çok yakından incelenmediği takdirde kalemin elime bulaşan mürekkebini yüzüme sürmüşüm gibi gözüküyordu.

Kimsenin incelemeyeceğini düşündüğümde ise, hava hoştu.

O gün her zaman olduğundan daha sıcak bir havanın varlığını, daha dışarı çıkmadan hissedebiliyordum. Aralık pencereme sıkıştırdığım gazete parçasını çekip aldığımda, pencerem gıcırtıyla açıldı ve küçük odamı süpürüp geçen belli belirsiz bir esinti içeriye doldu.

Dışarısı buhar dumanın ardından bakıyormuşum gibi koyu bir sisle kaplanmıştı. Üstelik sabahın erken saatlerinde olmamıza rağmen güneşe dair belirti bile yoktu. Küçücük ve içine tıkışmış olduğum evim havanın getirdiği buhranla olabildiğinden daha da küçülmüştü sanki.

Ben eski bir stüdyo dairesinde yaşıyordum. Yoongi varlıklı bir aileden gelen ve bununla övünmeyi sevmeyen bir tipti. Evde ailesiyle hemen hemen her gün yaşadıkları tatsızlıklar sonucunda evden atılırdı ve bu zamanlarda benimle kalıyor oluşunu bahane edip onu kirama ortak etmiştim.

Benim ailem uzaktaydı. Abim ve annem aynı şehirde olmamıza rağmen benden uzakta yaşıyordu ve bazen yaptığımız günlük konuşmalar dışında herhangi bir bağımız olmuyor, gün içerisinde ne yaptığımızdan bir haber bir şekilde ertesi sabaha uyanıyorduk. Bunun sebebi sanırım babam olsa gerekti. En azından ben böyle düşünüyordum. Üç sene öncesinde bir kumar borcunun altına girmişti ve sahip olduğumuz her şey bir gecede yok olup gitmişti. Bu olayın ardından ailem dağılmış ve herkes kendi hayatını kurmaya odaklanmıştı. Annem hastalığım sebebiyle yalnız yaşamamı istemediğinden, her ayın belli günlerinde doktor kontrolüne gitmem konusunda ısrarcı olmuştu.

Babamın hepimizi parçalara ayırışının ardından, hastalığım daha da şiddetlendi.

Sıcak havanın etkisiyle mavi kotumu ve üstüme de beyaz bir penye geçirdim. Neredeyse şeffaf diyebileceğim penye vücudumun saydam bir şekilde belli olmasına neden olsa da, böyle havalarda okul çekilmez olduğundan daha iyi bir seçeneğim yoktu.

Küçük 69 model bir Ford'um vardı. Kaslarımın olası kitlenme durumu halinde, bir felaket yaşanabileceğinden dolayı ehliyetim elimden alınmıştı. Ben de sadece kısa mesafeler için arabama yasal olmayan bir şekilde biner olmuştum. Bakımlarını yaptıramadığım için bana sorun çıkardığı oluyordu. Bu nedenle toplu taşımayı daha çok tercih ediyor ve her gün fakülteye giden, C23, numaralı trene biniyordum. Bu artık benim için bir rutin halini almıştı.

Tren garı evime oldukça yakındı. Bazen insanların gürültüsü dairemin duvarlarında çınlar ve kulak zarımı delermişçesine bir vızıltının esiri olmama neden olurdu. Böyle günlerde tüm pencereleri kapatır ve her yanıma dolan sinir dalgalarıyla baş başa kalarak, kendi sessizliğimin içinde otururdum. İnsanlara olan öfkemi dışa vurabilmem, ancak böyle oluyordu.

C23'ü yaklaşık on beş dakika kadar, bu rekor bir süreydi, bekledim.

O sırada telefonumun kotumun cebinde titreştiğini hissettim. Vagona binerken etrafta kimsecikler yoktu. Benim bölgemden trene binen pek kimse de olmazdı çünkü otobana bağlanan iki ana yol, bölgenin metrelerce yakınındaydı. Benim dışımdaki tüm diğer normal insanlar arabalarını kullanarak ulaşımını sağlıyordu.

for lovers who hesitate, taekookOù les histoires vivent. Découvrez maintenant