"Dağılma"

48 5 0
                                    




Alandra


"Neden mutlu olamıyorum?" Mandy'nin sorusuyla gözlerini gölden kıza çevirmişti. Sıradan bir sorunun canını yakabileceğini şimdiye kadar fark etmemişti. Mandy, Alandra'ya bakmak yerine avuçlarını çime dayamış gökyüzünü izliyordu. Karanlık ve bulutlu gökyüzünde kendinden bir şeyler bulduğu çok belliydi. Alandra hafifçe yutkundu ve Mandy gibi gökyüzüne baktı.

"Neden mutlu olamayasın? Yaşıyorsan umut vardır değil mi?"

Yüzündeki tebessümü Mandy göremiyordu. Karışık zihninde neler döndüğünü anlamak oldukça zordu. Avuç içleri kurumuş otlardan dolayı acımaya başlamıştı. Yüzünü hafifçe buruşturup duruşunu düzeltti.

"Sanırım umudun benimle ilgili bir sorunu var Al. En ufak bir umuda kapıldığımda ellerimden kaçıyor."

Mandy, Alandra kadar iyimser değildi. Hatta arkadaş grubunun arasındaki en karamsar kişiydi. Oysa ki onu ilk tanıdıkları zamanlarda oldukça neşeli ve pozitif bir insandı. Artık karamsarlığı birçok insanın gözünden onu çekilmez biri haline getiriyordu.

"Alakası yok Mandy. Bir şey olmuyorsa daha iyisi olacağı içindir." Ne kadar teselli ederse etsin bunun boş bir çaba olduğunun farkındaydı. Tek istediği arkadaşının yüzünde ufacık bir tebessüm oluşturmaktı. Mandy onun başka bir aileden dünyaya gelmiş kız kardeşiydi. Evelyn ve Mandy'i her şeyden çok sevdiğini biliyordu.

Avuç içlerini yerdeki kuru otlardan çekti ve ellerini birbirine sürterek kalan ot parçalarından kurtuldu. Öne doğru hafifçe eğildi. Kambur duruyordu.

"Şimdiye kadar hayatımda daha iyisi diye bir şey olmadı." Burukça gülümserken Alandra ifadesizliğe bürünmüştü. Gözleri ileride tanıdık simaya takıldı. Wes onların yanına doğru aheste aheste yürüyordu. Mandy'i teselli etme çabasından çoktan vazgeçmişti, bu yüzden de Wes'i gördüğünde "Bak Wes geliyor. Belki de iyi haberler verir." dedi küçük bir tebessümle. Bunu gerçekten çok istiyordu. Mandy ise onun aksine Wes'in söyleyeceği her şeyin berbat olacağını hissediyordu. Kızlar sessizce çocuğun yanlarına gelmesini beklediler. Wes onlara yaklaştıkça Alandra'nın gülümsemesi umutla artıyordu.

"Kızlar!" diye bağırdı Wes uzaktan. Sesini her zamanki gibi ayarlayamamıştı. Yavaş olan yürüyüşünü koşar adıma terfi ettirmişti. Ani bir hamleyle yanlarına otururken "Jesse ile olan tüm bağımız kopmuştur." deyip umutsuz bir gülüş attı. Dakikalar önce yaşadığı hayal kırıklığından eser yok gibiydi. Her insanın uygun bir anda kötü birine dönüşebileceğini düşünüyordu. Tabii ki bunu Jesse'den beklemiyordu ama yaşamışlardı bir kere. Ayrıca Mandy'nin onlardan çok daha mutsuz olduğunu biliyordu. Ortamı daha da karamsarlaştırmak işine gelmezdi.

"Neler olduğunu anlatsana." Alandra bacaklarını hafifçe kaydırıp Wes'e yer açmıştı. Mandy anlatacağı şeyleri duymak istemiyorcasına kafasını yan tarafa çevirmişti. Canı yeterince yanıyordu, tuz basmaya gerek yoktu.

"Şey, ufak bir kavgaya giriştik."

"Ne? Martin düzgünce anlat!" Alandra'nın gözleri kocaman olmuştu.

"Tamam tamam anlatacağım. Ama şu an anlatmaya başlarsam Izzy halamdan gelecek olan patronusu kaçırabilirim."

Özellikle Alandra her şeyi daha da merak ederken Mandy belli etmese de bakışlarını onlara dikmişti. Jesse'nin laflarından sonra Wes ile kavga etmesini de anormal karşılamamış, yalnızca içindeki üzüntü ve hayal kırıklığı cam parçaları misali kalbine iyiden iyiye batmaya başlamıştı.


Austin


Kravatını düzeltip son kez aynaya baktı. Sarı saçları genç Austin'in saçlarına göre daha derli topluydu. Mavi gözleri hala parlıyor, yüzündeki olgunluğa biraz da olsa çocuksuluk katıyordu. Kendini hala Hogwarts'ta okuyan ergen çocuk olarak tanımlasa da aslında her şey çok değişmişti. Bunu kabullenmek hem onun için hem de eşi Annabel için biraz zor olmuştu. Geçmişteki gibi sadece kendilerine karşı sorumluluk yoktu, iki çocukları vardı ve onlar için her şeyi yapabilirlerdi. Ama asla birbirlerini de unutmuyorlardı. Zaten nasıl unutabilirlerdi ki? Birbirlerine ilk günkü gibi aşıklardı. Hala ara sıra çocuklardan bağımsız kaçamak geziler, partiler ve yemekler ayarlarlardı.

"Sevgilim, kahveni hazırladım." Austin merdivenlerin başından üst kata doğru seslendi. Lavabo musluğunun sesinden ellerini yıkadığını anladığında tekli koltuğun üzerinde duran küçük beyaz el havlusunu aldı. Onu acele ettirdiği için ellerini kurulayamadan merdivenlerden ineceğini çok iyi biliyordu.

"Umarım kahvem soğumamıştır!" Hızlı adımlarla merdiveni indiğinde Austin ona havluyu uzattı ve yanağına sıcak bir öpücük kondurdu.

"Hayır henüz soğumadı." İkisinin de asası mutfakta kalmıştı. Kahvenin soğuması demek mutfağa kadar yürümeleri demekti... Annabel elindeki havluyu koltuğun üzerine tekrar yerleştirirken "Teşekkür ederim canım." diye mırıldandı. Şanslı olduğunun hep farkındaydı. Bunu da her zaman Austin'e yansıtırdı. Onlar bir devrin en büyük aşkı olmuşlardı. Herkes 'imkansız' bir ilişki diye tanımlardı onları. Ama onlar yeşil ve kırmızının birleşiminden doğup ölümsüz bir renk oluşturmuşlardı.

"Rica ederim. Ama kahveni biraz daha içmezsen büroya geç kalacağız gibime geliyor." Sevimlice gülerken işaret parmağıyla duvardaki saati gösterdi. Anna yeniden telaşlanmış olacak ki sehpaya doğru yönelip kahveyi eline aldı. Büyük bir yudum içerek bardağı sehpaya geri koydu. Evet kahve soğumamıştı ama çok sıcak da değildi.

"Hazırım!" Neşeli sesi odayı doldururken Austin kocaman gülümsedi. Yüzleri birbirine yaklaştığı sırada karşılarında tanıdık bir patronus belirdi. Sıcak dudakları birbirine kavuşamadan ayrılmak zorunda kaldığından Austin dudağını büzdü. Kurt patronus ise sesli mesajını iletti.

"Bayan ve Bay Roberts, Jesse Roberts ile ilgili konuşmak üzere en acil şekilde Hogwarts'a bekleniyorsunuz."

Austin'in dudağı eski haline dönerken Anna'nın yüzünde endişe belirmişti.

"Bir şey mi oldu ona?" diye sordu korkutucu bir sakinlikle. Austin iki kolundan kibarca tutup yüzüne baktı.

"Hayır çiçeğim, eminim ki önemli bir şey değildir."

Jesse'ye bir şey olsaydı haberim olurdu diye düşünüyordu içinden. Hızlıca askıda duran ceketi Anna'nın omuzlarına attı. Kendi ceketini de giydikten sonra mutfağa yöneldi ve asaları aldı. Anna'nın elini sıkıca kavrayıp Hogwarts'a cisimlendi.


***

The Mirror of ErisedWhere stories live. Discover now