Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak:
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.-Monna Rosa I, Aşk ve Çileler, Sezai Karakoç
Kim Seokjin, Kim Taehyung'un gözleri olmuştu.
Yoğun, çok yoğun sıcaklık hakimdi tenha caddelerde. Sokak lambasının hafif yanıp sönen, doğrusu feri dahi olmayan can alıcı ışık; önümü görmeme oldukça yardımcı oluyordu. Elimde en sevdiğim, yaprakları oldukça eskimiş, fransız kelimelerin hakim olduğu ve çoğunluk yüreğime işleyen; oldukça taze ve toy çeviri, ilgimi çekmekten ziyade zihnime ulaşıyordu. İğne kutumu diğer elimde oldukça önemli, tek gelir kaynağım olarak sıkıca tutarken, beyaz gömleğime değen sıska yağmur taneleri, tenime alev gibi düşüyordu.
Taşlı yollarda evine ulaşmak için, işlerinden gelen insanların ıslanmamak adına verdiği savaş; tabiri caizse umutsuz hakimiyet, beni gülümsetiyordu. Neden ıslanmaktan korkuyorlardı? Yağmur; insanın ruhen pisliğini, bedenen tazeliğini böylesine bir şükranla sağlarken, gözlerimin önüne gelen her türlü nesnenin üzerindeki tozu temizlerken, ondan kaçmak oldukça garipti.
Sokaktaki usta sessizlik, topukları hafif olan eski rugan ayakkabılarım sayesinde bozulurken, küçük ama oldukça kuytu köşede kalmış mekanımın kapısını aralayıp, havanın kasvetinden yararlanan, sıcak ama oldukça boş yere giriş yaptım. Soğuk duvarlar, ruhsuz eşyalar ve karanlık ortamı tazelemek oldukça hoşuma giden uğraşlarımdan biriydi. Delirmek, delirmek tam da bu kısımda kalbimi yoklayan ve oldukça ağrılı, hızlı atmasına neden olan çılgın bir çizgiydi benim için.
İlerlediğimde, tahta zeminin gıcırtı sesinin etrafa yaydığı o ürpertici, ama aynı zamanda güz yorgunluğuma tutulan tatlı, elinden oyuncağı alınmış çocuk telaşı veriyordu bana. Yorgundum, zihnim ve bedenim yalnızlığın burnunun ucundayken, oldukça gerçekti hayatım. Siyah saçlarım hafif ıslanmış, yaralı, iğne batımlarıyla dolu narin parmak uçlarım sayesinde şekil verdiğimde sızlandım. Yandı, canım oldukça yandı, ama sesim çıkmazdı.
Tutku; dikmek ve sökümleri onarmak benim için tutkuydu. Çünkü, oldukça yaralı, çirkin bir yüreğe sahiptim zannımca. Düzeltmek isteyen, ah o yaraları saracak güzel biri yoktu ki bitmiş ömrümde. Yaşamak? Kim gerçekten yaşıyordu? Hey! Ses ver ordaysan, yaşıyorsan ve ellerimden tutacak kadar güzelsen, kirli kalbime, çirkin yüzüme rağmen beni sevebileceksen yalvarırım gel! Yoktu...
Deliren zihnimin en karanlık kısımlarında hep dönüp duran, çalan, asla bitmeyen, kafamı koparıp atmama sebep olacak o keman sesinden başka kimse yoktu. Ortada duran dikiş makinasının başına oturmadan önce, vazoyu koyduğum çekmecenin tam yanında, ahşap kutunun içinde duran, dışında serçe kuşunun silüetini uzun vakitler sonucunda kendi elimle işlediğim, içine tüm hevesim ve nankör sevincimle yerleştirdiğim pikap üzerine, en sevdiğim kemanın ve yaralı ruhumun sesi olan plağı yerleştirdim.
Hemen sağ kısımda, yukarda duran lambanın ışığını açtıktan sonra, taşlarla çevrili, odunların hisi yüzünden kenarları siyahlaşmış şömineyi yaktım. Ateş, dışardaki soğuk havaya rağmen birden alevlendiğinde yutkundum. Ortadaki dikim makinesinin başına geçtim ve ince, pamuktan ve oldukça parlak ipi yerleştirdim yerine. Günlerdir, çizimini kafamda uyarladığım ve isteyen kişinin hayaline ortak olduğum işlemeli elbisenin bel kısmını, iğnenin ucunun değeceği metal kısma yerleştirdim.
Tam o an parçanın en vurucu yeri, makinenin daha doğrusu altındaki elbisenin gövdesine değen iğne ucunun sesiyle karıştı. Bir yanda ateşin harlanan sesiyle beynim dolup taşarken, kapımın açılmasıyla, üzerindeki birinin geldiğini haber veren zil çalkalandı. O an, işte o an deliren zihnim şahlandı, delirdim, buna inanıyordum. İçeri süzülen, bastonunu tahta zeminime vura vura içeri giren, toy bir gencin ellerine kitlendim. Yavaş yavaş dikimi durdururken, plak sessizliğe gömüldü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Manolya ✓
Fanfiction"Ölü bir manolya." Yıl, 1950 Genç bir terzi, Görme engelli bir müşteri.