En kanlı, en vahşi savaş sonunda bitmişti. Milyonlarca insan ölmüştü. Her yer harap olmuştu. Nazi Almanyası başkaları tarafından öldürülmeden kendini öldürmüştü. Almanya ikiye ayrılmıştı. Sovyetler Birliği ilk defa acımasız davranarak Doğu Almanya'yı abisinden ayırmıştı. Küçük kız ağlayarak Sovyetler Birliği'yle gitmişti.
Batı Almanya kendini hâlâ toparlayamamıştı. Babasının ölümüne mi yoksa kardeşinin gitmesine mi üzülse bilmiyordu. Yanlız kalmıştı. Onu neşelendirebilecek küçük bir kız yoktu ya da "Ağlarsan seni gıdıklarım." diyecek bir babası yoktu.
Avrupa ülkeleri kendini toparlamaya çalışıyordu. Amerika ve Sovyetler Birliği de buna dahil. Herkes çok büyük hasarlar almıştı.
"Baba sen iyi misin?" diye sordu Türkiye. Bir saattir hiçbir şey demeden camdan dışarı bakıyordu. Türkiye, Milletler Cemiyeti'nin yağmuru ve şimşekleri sevdiğini biliyordu. Lakin Milletler Cemiyeti hiçbir zaman bir saat boyunca o tavandan yere kadar uzanan camlardan dışarı bakmazdı. Normalde elinde kahvesiyle ve birkaç adet çikolatalı kurabiyeyle izlerdi yağmuru. Ama şu an sadece ellerini arkasında birleştirmiş düşünceli bir şekilde dışarıyı seyrediyordu. Yüzünde hiçbir duygu yoktu.
Bir ölüden farksızdı...
"Sana kahve getirdim Milletler Cemiyeti." diyerek odaya girdi ILO. Bitkin gözüküyordu. Zar zor gülümsemesi bu yorgunluğu çok net belli ediyordu. Türkiye'yi gören ILO gözlerini kısarak gülümsemeye çalıştı. "Hoşgeldin Türkiye."
Türkiye biraz huzursuzca "Hoşbuldum Anne." dedi. ILO kahveyi Milletler Cemiyeti'ne verdikten sonra elindeki kurabiye dolu siyah porselen tabağı Türkiye'nin önüne koyarak karşısına oturmuştu.
"Sorun nedir Türkiye?" diye sormuştu nazik bir şekilde. Sadece kendi dilinde bir şeyler mırıldandı Türkiye. ILO gülümseyerek "İstediğin dilde konuş seni anlarım. Ama biraz daha yüksek sesle söylersen daha güzel olur." dedi. Türkiye mutsuz bir şekilde, camın önünde kahve içen duygusuz gibi görünen Milletler Cemiyeti'ni işaret etti. "Onun duygularına ne oldu!?"
ILO birkaç saniye Milletler Cemiyeti'ne baktı. Sonradan bakışlarını Türkiye'ye çevirerek "Sadece yorgun." dedi. Elindeki kahveden bir yudum alarak "Gece hiç uyumadı." diye mırıldandı.
-Gece-
"Bak her yer kapalı. Panjurları bile kapattık." diyerek Milletler Cemiyeti'ni sakinleştirmeye çalışıyordu yorgun kadın. Lakin Milletler Cemiyeti hiç sakinleşecek gibi değildi. Dizlerini kendine çekerek büyük beyaz kanatlarını etrafına sarmıştı. Titriyordu. Soğuktan değildi. Korkuyordu.
Bir hafta daha hayatta kalması lazımdı. Kızı iki gün sonra yapılacaktı. Onu görmek için hayatta kalması gerekiyordu. Zaten bu yüzden kabul etmişti birliğin kapatılış toplantısında bulunmayı. Ona kalsa şu an ortak ülke de çocukları ile birlikte olurdu.
Ama insanlar eğer birliğin kapatılış konuşmasını yaparsa kızını görebileceğine dair söz vermişti. Başka çaresi yoktu Milletler Cemiyeti'nin. İnsanlara güvenmek zorundaydı.
Titreyen birliğe sarılan ILO "Sakin ol canım. Ölmeyeceksin." diye fısıldadı Milletler Cemiyeti'ne. Ona güvenen Milletler Cemiyeti kafasını dizlerinin üzerinden kaldırıp ILO'ye baktı. Sonrasında ona sıkıca sarıldı. "Sakın beni bırakma yağmurum."
Başını sallayarak onaylayan ILO omzunda ıslaklıklar hissetmişti. Milletler Cemiyeti'ni omzularından tutarak kendinden biraz uzaklaştırdı. "Ağlama lütfen."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Meleğin Son Çırpınışı
Historical Fiction-Countryhumans- 2.Dünya Savaşı bitmişti artık. Nazi Almanyası intihar etmiş Almanya ikiye bölünmüştü. Suçlu olan insanlardı. Lakin bunun bedelini ülkeler ödüyordu. Hatta tek bu bedeli ülkeler ödemeyecekti. Barış için olan birlikte bu bedeli ödeyecek...