Pim yerden kalkıp gözyaşlarını sildi ve kaleye doğru ilerlemeye başladı. Kale yakınlaştıkça gözüne daha büyük ve şatafatlı geliyordu. İnce ve zarif beş kulesi, neredeyse şehirdeki gökdelenler kadar uzundu. Camdan kale, etrafını saran sarmaşıklara ve yer yer yosun tutmuş duvarlarına rağmen hala pas parlaktı. Az önceki korkusundan eser kalmamıştı. Merakı diğer tüm duygularını bastırıyordu. Hiç düşünmeden kapıdan içeri girdi. İçeride onu ilk karşılayan şey devasa bir salon oldu. Camdan zemin, kaygan ve ışıl ışıldı. Yavaşça salonun sonuna doğru yürümeye başladı. Yeterince yaklaştığında en ileride duran diğer her şey gibi camdan yapılmış iki tahtı ve merdivenleri seçebildi. Tahtlardan birine oturup etrafa bakmaya başladı.
Pim’in bir yanı bunun bir hayal olduğunu ve gerçekliğe dönmesini söylüyor bir yanı da sonsuza kadar burada yaşamak istiyordu. Gerçekliğe dönmek her zaman daha korkutucuydu; Pim, daha fazla korkmak istemiyordu. Bu fikirlerden kurtulmak için tahttan kalkıp yukarı çıktı. Yukarısı, kendininkinin iki katı büyüklüğünde odalarla doluydu. Biri hariç hepsinin kapısı ardına kadar açıktı. Doğruca kapalı odaya yöneldi. Elini kapının koluna attığı anda, o ne olduğunu anlayamadan, biri avazı çıktığı kadar bağırarak sırtına atladı ve beraber yere düştüler. Ses, Pim’in kafasını karıştırıyordu. Üzerinde hissettiği şey gerçekti ama ses birinin bağırışı mı yoksa köpek havlaması mı ayırt edemiyordu. İçindeki ikilem asla yok olmuyordu. Köpek olabileceğine inanmayı reddediyordu.
“O odaya girmeyi aklından bile geçirme!” dedi ince bir kız sesi.
“Özür dilerim! Sadece etrafı geziyordum! Şimdi kalk üzerimden. Çok ağırsın.” dedi, Pim kalkmaya çalışarak. Ama kız kılını kıpırdatmadı.
“Neden etrafı geziyordun?”
“Çünkü merak ettim.”
“Seni kim gönderdi?”
“Kendim geldim ve burayı tesadüfen buldum. Yemin ederim. Kalk artık üzerimden.” dedi, Pim güç bela soluk alarak.
Kız, önce bir an duraksadı. Sonra Pim’in üzerinden kalkıp kollarını kavuşturdu ve şüphe dolu bakışlarla ona baktı. Pim, yerden kalkıp ona döndü. Tahmin ettiği gibi kendi yaşlarında, uzun siyah saçlı bir kızdı. Boyu, kendininkinden birkaç santim daha uzundu. Çok açık bir ten rengine sahipti. İlk bakışta kız, tamamen normal gözüküyordu ama dikkatli baktığında kızın gözlerinin mor olduğunu fark etti. Bir süre öylece birbirlerini süzdüler. Sonra kız, hiçbir şey söylemeden merdivenlerden inmeye başladı. Pim de onun peşinden gitti.
“Nereye gidiyorsun?” diye sordu merakla.
“Neden soruyorsun?”
“Merak ediyorum."
“Ama seni ilgilendirmiyor.”
“Yine de merak ediyorum. Söylersen ölmezsin.”
Kız derin bir iç çekerek durdu.
“Bu kadar meraklı olman sinir bozucu.” dedi, gözlerini kısıp Pim’e bakarak.
“Yeni tanıştığın kişilere hep böyle kaba mı davranırsın?” diye sordu Pim.
“Biz daha tanışmadık.”
“Tamam, öyleyse ben Pim. Sen kimsin?
Kız Pim’le baş edemeyeceğine karar verip susması için cevap verdi.
“Zararsız birine benziyorsun ve düşman olamayacak kadar safsın. Bu yüzden söyleyeceğim. Adım Ella. Artık yalvarırım sus.”
Beraber kapıya doğru yürümeye devam ettiler. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra Pim kendini tutamayıp sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Castle Of Glass
Short StoryKendi kafasının içinde, uçsuz bucaksız bir hayal aleminde yaşayan bir çocuk. Gerçeklikten korkan ama tüm korkularına rağmen daima gülümseyen Pim, ailesinden uzakta, hayal dünyasında kaybolursa neler olur?