Draco ile benim aramda olan şeyler dostça ilerliyordu ama gözlerine bakmayı ne kadar sevdiğimi unutacak kadar arkadaşça değil. Kısa bir sure sonra Slytherin'nin zengin çocuğunun bir muggle doğumluyla takıldığına dair dedikodular bütün okulda konuşulmaya başlanmıştı.
Görünüşe göre insanlar kör değildi; kütüphane de kitapların ardında bir şeyler olduğunu anladılar. O zaman soğuk nefret darbesi ikimizi de mahvetti. Kalenin her yerinde bize bakarak fısıldıyorlardı ve hatta iğrenç yorumlarını katıyorlardı.
"Tekrar kütüphaneye mi gidiyorsun küçük bulanık?" Bu, Pansy'nin en olağan serenadıydı.
Draco, Slytherin arkadaşlarından da bazı yorumlar olduğunu itiraf etti, bu yüzden işler soğuyana kadar geri adım atmamızı tavsiye ettim.
Kış yakındı. Kar yağmasına bir kaç cm kalan günlerden biriydi.
Küçük köyü ziyaret etmekten zevk aldığımı düşündüm, dikkatli olmalı ve ara sıra etrafıma bakmalıydım Draco bir yerlerde beni izliyorsa diye. "Bağıran Barakayı görmeye gitmek istemez misin? Her zaman burada oturabiliriz... Merak etme... Sanırım onu Zonko'nun Yerinde gördüm." Dedi Luna Tatlı dükkanında alışveriş yaparken.
"Kimden bahsediyorsun?" diye aptalı oynadım.
"Draco. Bilmelisin ki; o çok da temkinli değil..." Akıllı Luna. Her zaman ne düşündüğümü bilirdi. Birinin ona yalan söylemesi ve yakalanmaması çok zordur.
"Sadece beni bulmasını istemiyorum. Buraya gelirken Pansy yine bana takıldı." Diye cevap verdim etrafıma bakarken. "Draco benimle her konuştuğunda, herkes çıldırıyor."
"Kıskanç olduğuna yemin edebilirim..." dedi ağzının içinden.
"Söyleme..."
Luna ve ben siyah, ahşap ev olan Bağıran Barakayı görene kadar ormanın içinde yürüdük.
"Güzel... değil mi?" diye sordum biraz iğrenerek.
"Britanya'daki en lanetli ev. Bunu biliyor muydun?"
"Hayır, ama artık biliyorum, artık daha rahatım. Beni buraya getirdiğin için teşekkür ederim Luna!"
"Ah, bırak şunu, Slytherin gibi davranma... Yaklaşmak ister misin?
"Delirdin mi?
"Sadece sordum." Gülmeye başladım. Üşümeye başladım ve burnumun ıslanmaya başladığını istedim. Kar yağıyordu!
"Bak!" İkimizde hayran kaldık. Kar yağmasını beklemiyorduk. Soğuk olduğunu biliyorduk ama daha 20 Kasımdayız. "Kasım ayı geldi bile... güzel zaman geçirince zaman uçuyor."
"Noel için nereye gideceğini merak ediyorum."
"Gidebilecek bir yerim yok." Diye cevap verdim.
"Evet, o yüzden seninle burada kalmayı düşünüyordum."
"Ah, gerek yok. Ben..."
"Vay, vay, vay! Burada ne var? Yanında Potter koruması olmayan bulanık ve deli kız. Her zaman görebileceğin bir şey değil." Crabbe'in çirkin sesi sözümü kesmişti. Draco'nun onlarla olabileceğinden korktum ama orada olmadığını görünce rahatladım.
"Vay, vay, vay! Burada ne var? Patronları olan Draco yanlarında olmayan Crabbe ve Goyle... Bu her zaman görebileceğin bir şey değil." Kaba bir şekilde cevap vermekten kendimi alıkoyamadım.
"Bulanığın dili var. Konuşabildiğini bilmiyordum!" Gerçek şu ki, kendi kendime söylediklerime hayran kaldım.
"Açıkçası, kendime biraz şaşırdım! Görüyorum ki sizde konuşabiliyorsunuz. Tuhaf. Konuşmak için bir beyine ihtiyacınız olduğunu düşünüyordum. Siz ikiniz doğanın canavarlarısınız ki beynin ne anlama geldiğini bile bilmiyorsunuz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEVER *THE LOST DAUGHTER* ( Türkçe çeviri )
Fanfiction''Ve bununla ilgili en aptalca şey ne biliyor musun? '' dedi Draco ve bana doğru sinirli bir adım attı. ''Bunca şeyden sonra'' ön kolumu şiddetle kavradı ve bana korku içinde geri adım attırdı. ''Bunca beladan sonra'' dedi ve beni duvara doğru itip...