Pişmanlık

75 13 8
                                    

Bade’nin anlatımıyla...

Bir aydan fazladır Fransa’nın kış tatili bölgesi L’Alp d’Huez'de bulunan bir otelde çalışıyordum.

Burası, gerek kar miktarı, gerekse turizm merkezi olması açısından Uludağ’ı anımsatsa da oraya nazaran biraz daha büyüktü.

Dünyanın dört bir yanında kayak yapmak için gelen turistleri bu tesiste memnuniyetle ağırlıyor ve onlarla anlaşmak için çoğunlukla Fransızca konuşuyordum.

Buradaki görevim gelen konukları en iyi şekilde ağırlamak, onları memnun edecek her türlü istek ve arzularını ilgili departmanlara iletip mutlu bir şekilde tatillerini tamamlamalarını sağlamaktı, zaten daha önce de bu işletmede bir kış sezonu çalışmıştığım için bu sezon tekrar gelmek istediğimde beni kucaklarını açarak karşıladılar.

Burası Fransa’nın merkezine oldukça uzak olduğundan buradan başka bir yere gidiş geliş pek yapmıyordum, sadece bir sefer Paris’e gitme fırsatım olduğundaysa günü birlik gidip gelmek zor olacağı için  bir geceyi Paris’te geçirip ertesi gün Alpler'e geri dönmüştüm. Bunu da sadece, Ada’nın istediği parfümleri almak için yaptığımı var sayarsak, hayatımda hala mantık kırıntısı yoktu...

İş dışındaki zamanlarda personeller için ayrılmış lojmandaki odamda vakit geçiriyor, Türkiye’dekilerle konuşup, bol bol kitap okuyordum....

Uzun zamandır gözüm kardan başka bir şey görmese de buranın bana huzur verdiği kadar memleketimden uzaklaşmak da bir o kadar iyi gelmişti...

Bugün izin günümdü ve elimde bir fincan kahve ile küçük odamın camından her gün olduğu gibi kar yağışını izliyordum.

Vedalaştığımız o günden beri Can’la hiç konuşmamıştık, beni hiç aramamıştı ama ondan haber alıyordum.

Ada'nın dediğine göre neredeyse 24 saatini iş yerinde geçiriyor, iş dışında pek bir şeye vakit bulamıyormuş. 

  Her şey iyi güzeldi de buraya gelme sebebim olan tek şeyde yanılmıştım; Can’ı unutacağım sanmam...

Olmadı, her gün defalarca sosyal medya profiline girdim, Ada’ya alenen soramasam da lafı bir şekilde her gün Can’a getirdim, Aylin bir kaç sefer aradığında arkadan bir yerlerden Can’ın sesini duymak için içimden dua ettim... Ve yüzlercesi...

Ama ne sesini duydum, ne bir fotoğrafını gördüm ne de özel hayatıyla alakalı bir haber alabildim.

O da belki de kendi içinde beni cezalandırıyordu. Ki belki de haklıydı...

Eğer ki Can, kış sezonu bitince geri döneceğimi  bilseydi belki şu an barışmak çabalıyor olurdu ama kimseye söylemediğim ve onun da haberi olmadığı için benden tamamen ümidi kesmişti muhtemelen, bu da canımı fazlasıyla yakıyordu.

Dönmemi istemediği için mi yoksa dönmeyeceğimi bildiği için miydi bu boş veriş bilemiyorum...

Zaten sen de bunu istemiştin Bade, o yüzden şimdi hiç ağlama kızım.

Düşüncelerimden sıyrılıp inatla çalan telefonuma doğru koşa koşa gittim. Arayan Tuğba’ydı ve heyecanla cevapladım.

“Bonjour matmazel nasılsınız?”

Yine fazla enerjik olan Tuğba’ya neşeden yoksun kahkahamla eşlik ettim.

“İç güveysinden hallice Tuğba hanımcım siz nasılsınız?”

“Çok iyiyim! Sahi iç güveysi demişken sana bir haberim var. Tahmin et ne oldu?”

Neden her 'tahmin et ne oldu?' ile başlayan cümlelerde aklıma Can ile alakalı bir haber alacakmışım gibi geliyor ki?

Masal Gibi (TAMAMLANDI) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin