CLANN - Her & the Sea
Hayat, karnını doyurmak isterken sivri bir kanca ucunun damağını yırtmasıyla, onu yakalayan elin vicdanına kalan bir balığın canından olmasıdır. İnsanoğlu denilen illet, yeryüzünün vebasıdır. Yakmaktan ve yıkmaktan, başta var etmek arzusuyla kavrulurken nihayet bu istek gerçekleştiği vakit aynı şevkle yok etmekten başka herhangi bir gayeye sahip olmayan; kıyımdan başka bir şey bilmeyen, evcilleşmesi güç, tiksinç bir merettir. Ana karnındaki çocukların yetim feryatlarının nedeni, doğmamış nicelerinin daha çığlığı bastığı ilk günden ölüm sebebidir. Tıpkı binlerce yıl önce de olduğu gibi, baş etmesini bilmeyenler için dünyada Cehennem'in ta kendisidir, ki tüm kutsal kitaplarda adı geçen o günahkâr mabedi olsa olsa bu kimselerin bir nüshası olabilir.
Derin duygularla bağlandıkları inançları yalan değildir. Tanrı vardır ve o cezalar diyarını hakikaten de yaratmıştır. Sonra ikinci bir isme ihtiyaç duymuş ve adını Âdem koyarak dünyaya fırlatmıştır. Anlayacağınız Cehennem bu zavallı, ince hastalık kümesinin yalnızca bir diğer adıdır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan neredeyse üç yıl sonra taze toprağa dikilmiş siyah mermerli bir mezar taşının başındayım. Sadece adını bilmeme rağmen kimseye kötülüğünün dokunmadığından emin olduğum bir oğlanı öldürmüşler iki gün evvel. Henüz yirmi yaşında, uzun boylu, zayıfça bir oğlanı. Sırf başka bir oğlanı sevdi diye hayalarından vurmak suretiyle bir gece vakti, çiçekleri sulayayım diye dışarı çıktığı anda; yaşatmak için uğraş verirken, evinin arka bahçesinde.
Daha bundan üç sene önce, "Eşlerimizi katlettiler, çocuklarımızı öldürdüler, canlarımıza kıydılar," diyerek milletin tepesine dikilip, sözlerini işitenleri ıstıraplarından gebertmeye çalışır gibi, biraz da olsa vicdan sahibi olan herkesi yemeden içmeden kesinceye dek kederlerini haykıranlar onlar değilmiş gibi üstelik.
O vakitler yaşatmayı istedikleri korkunç acıdan nasiplenenlerden biri de bendim. Kendimi, oturduğum yaşlı söğüt ağacının dalları altında topa tüfeğe dokunmadan katil addedip, zulümle mükellef kıldım. Eşlerini katlettiler, çocuklarını öldürdüler, canlarına kıydılar diyerek haftalarca kendime gelemedim. Gözümün bile görmediği insanların kanları benim ellerime bulaştı, derimi kazısam da bir türlü arıtmayı beceremedim. Mevcudiyetin silinişine, zehirlenişine, yok edilişine karşı duyduğum elemin sebebi de bu. Beni hassaslaştırıp, saydamlaştıran öfkenin de, üzüntünün de bundan başka bir nedeni yok. İnsanlar insanları avlıyor. Tıpkı bir hayvanmış ve sırf keyifleri öyle istiyor diye idam tahtasına oturttukları kişilerin canı hiç acımazmış gibi.
Şimdi, ne zaman bir canlı haksız ve sebepsiz yere hayatından olsa, yaşamı elinden alınsa, tekrar kirleniyormuş gibi hissediyorum. Avuçlarıma bakıyorum, kanamış, diyorum. Birisi kanamış, kanatılmış Jeongguk ve sen engelleyememişsin bunu. Susuyorum sonra. İnsan böyle bir vaziyetin içine düşünce her şey sussun ister. Rüzgârın uğultusu bile gürültülü gelmeye başlar. Dedim ya yeryüzünün vebasıdır diye, öyle işte. Ben de öyleyim. Öyleyim diyorum çünkü susuyorum. Avazım çıktığı kadar bağırmam gerekirken yapıyorum bir de bunu. Hoş, bazen buna bile alışır gibi oluyorum gerçi; lâkin yalnızca öyle gibi olmakla kalıyor bu. Oraya gidiyor ve hemen geri dönüyorum. Şüphe yok ki içten içe ulaşabilmeyi arzuladığım hâlde ayak basamadığım topraklar, içimde insanlığıma dair kalan son birkaç kırıntının çırpıntısı. Onlar da olmasa büsbütün mahvolacağım ve bünyemde genişlemeye başlayacak bu yeni benliğin hacmini kaldıramayıp, yok olacağım; yok edeceğim kendimi. Böyle olur hep.
YOU ARE READING
0130
General Fiction"Korkma," dedi buruk bir tebessümle. "Dinanzi a me non fuor cose create, se non etterne, e io etterno duro, diyor Dante. Benden önce her şey sonsuzdu; sonsuza dek süreceğim ben de."