Aydınlık gecenin altında, tüm kaslarının kontrolünü yitirmiş gibi bomboş bir halde uzanırken ellerinde tuttuğu boş bira şişesi, tam göğsünün üzerinde, evladı gibi yatıyordu. Nefes aldıkça sızlayan ciğerleri, çarpıntıyla kasılan kalbi, ağrıyan başı, hiçbiri kalmamıştı geriye. Sadece o şişe vardı; sadece ona tutunuyordu. Kanına karışan alkolün miktarı arttıkça başını dayadığı taş rahat bir yastık, uzandığı sert toprak yatağı olmuştu.
Kürşat yanındaki taşa oturmuş kendi kendine bir şarkı mırıldanıyordu ama Turan'ın kulakları buna bile sağırdı. İçmeye başladığından beri sorduğu soruları sormaktan vazgeçmişti, bu da Turan'a yeterdi.
Kürşat getirdiği sekiz biradan yalnızca bir tanesini kendine alarak gerisini, kendisi bunun için yaptığını bilmese de, içindeki yangını söndürmesi için esmer oğlana sunmuştu.
"Derdini paylaşacak mısın artık?"
Saatlerdir ağzını bıçak açmayan Turan, derin bir soluk alarak doldurdu ciğerlerini. Öyle bir çıkmaza girmişti ki etrafa baktığında bir tane bile yol göremiyordu. Kör gözlerle, sağır kulaklarla, bacakları ve dizleri yaralarla sızlarken yürümeye benziyordu bu.
"Turan?"
Saatlerdir içinde dönüp duran cümleyi dile dökerek "Yanıyorum Kürşat." diye soludu. Başka ne söyleyebileceğini kendisi de bilmiyordu. Tek bir ışık yoktu düştüğü kuyuda, ama buna rağmen ayaklarını saran serin suya gömülmek istiyordu. Sanki göğsündeki yangını sadece o kuyunun dibindeki su söndürebilirmiş gibi hissediyordu.
"Ne yanması lan?"
Elleriyle kavradığı şişeyi kaldırıp göğsüne vururken ağır ağır "Burası yanıyor." diye fısıldadı. Yanındaki beden harekete geçip ona doğru eğildi. Kürşat'ın yüzü gökyüzünün önüne geçtiğinde gözlerini yumdu kara oğlan.
"Aşık mı oldun lan?"
Sorusuyla birlikte sesine yayılan heyecan Turan'ın kulaklarını tırmaladı. Bu yangının adı neydi, kendisi de bilmiyordu ki. Eğer aşk, ölümle aynı anlama geliyorsa, belki Kürşat haklı olabilirdi. Ama Turan kendisini abisi gibi heyecanlı ya da mutlu hissetmiyordu. Sadece korkuyordu. Bir mezarın içine girip ruhunun bedeninden ayrılacağı anı beklemek istiyordu sadece.
"Turan?" Omzuna dokunan elle zar zor gözlerini açtı. Kürşat hala sorduğu soruya bir cevap bekliyordu.
Uyuşuk, görmeyen gözlerle arkadaşına bakarken "Yanıyorum Kürşat." diye fısıldadı tekrar. Ezberlediği cümle, geri kalan her şeyi silip atmıştı.
Gözlerini yorgun bir şekilde yumduğunda göz kapaklarının ardında tanıdık bir sahne belirdi. Sarı solcunun dudakları, onun dudaklarını örtüyordu yine. Ağzı istemsizce aralanırken sarhoş olmasına rağmen içi acıdı. Çünkü böyle bir şeyin hayalini kurmak bile ödünü koparıyordu. O dudakları öpmek, onları yumrukla kanatmak kadar kolay değildi. Hissettiği uyuşukluktan daha yoğun bir ağrıyla sıyrılırken hayali yavaşça silindi, bir tek korku kaldı geriye. İçindeki yangını bastırmaktan başka çaresi yoktu. Aslında yolunu aydınlatacak tek bir çare bile yoktu, yapmak zorunda olduğu şeyler vardı yalnızca.
İlk kez, oturup duygularını sorgulamayacak kadar aptal olduğu için kızıyordu kendine. İçindeki ateş küçücük bir alevken farkına varmış olsaydı, daha kolay olacağını biliyordu. Ama öyle bir zamanda uyanmıştı ki, buradan dönüş yoktu. Her parçası alevlerin arasındaydı. Ne zaman bu hale geldiğini bilmiyordu. İşin kötüsü, daha farkında değilken bile bu ateşle yandığını düşünmeye başlamıştı. Sarışına hissettiği öfkenin arkasına gizlenmiş, sinsi bir zehirdi sanki bu. Öfkesi dindiği anda tüm vücuduna yayılmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
size düşeş, ben yek
Teen FictionVenüs'ün kitabıdır, o dönene kadar bu hesapta geçici olarak bulunmaktadır.