1757, japonya.
"Tanrı sizi kutsasın." diyordu rahip önünde duran iki çocuğa eğilmiş, gülümser bi' yüz ifadesi takınırken. Çocuklar ise bu sahte gülücüğe tüm umutlarını bağlayarak yüksek sesle bi' ses tonuyla "Amen!" diyorlardı.
Çünkü; tanrının kutsaması artık onların üzerindeydi, dilekleri gerçek olacaktı ve istedikleri her şeyi yapabileceklerdi.
Onlar tanrı tarafından kutsanmış özel çocuklardı,
yani en azından rahip öyle söylüyordu ve rahipler her zaman doğruyu söylerlerdi.
Sarı saçları, yeşil gözleri ve bembeyaz teniyle japonya'nın unutulmuş taşra köylerinden birine, neredeyse yıkılmakta olan kiliseye tanrının özel bi' lütfu olarak gönderilen Peter de her zaman doğruyu söylerdi.
Çünkü Peter; bu başıboş bırakılmış taşraya onlarca sene üzerine gelen bi' melekti.
En azından, taşra halkının dilinde dolaşan söylenti buydu.
"İyi günler dilerim efendim."
Çocuklar rahibin etrafında birkaç defa sevinç gösterisi yaptıktan sonra aynı anda saygıyla seslenmiş ve bir kere daha bakma zahmetine girmeyerek, bulundukları yerden uzaklaşmışlardı.
Şimdi ise yıkık dökük kilisede yalnızca ben, melek olarak adlandırılan rahip ve günahlarım bulunuyordu.
Kambur durmama neden olabilecek büyüklükte, gecelerimi gündüzlerime sokabilecek kadar ağır ve asla ulaşılamayacak kadar soyut olan günahlarım.
Derin bi' nefes aldım, tesbihi sıkarak ellerimi anlımla aynı hizzaya gelip gözlerimi kapattım ve "Tanrım," diye mırıldandım "neden hâlâ ölmeme izin vermiyorsun, artık katlanamıyorum."
Yanaklarımı yakıp geçen yaşlar, aralıklı hıçkırıklarım ve bana doğru geldiğini duyduğum adım sesleri dikkatimin dağılmasına neden olsa dahi ne kafamı kaldırdım, ne de yaptığım işi yarım bıraktım.
Çünkü buna gücüm de yoktu, rahibi görme isteğim de yoktu.
"Katsuki," dediğini duydum rahibin alaylı sesi kendini ele veriyordu "her gün tanrıdan ölmeyi dileyemezsin güzel oğlum."
Kaşlarım çatıldı önce ve bunu aralanan, buğulu gözlerim takip ederek koyu irislerimi onun yaşam enerjisiyle parlayan irislerine sabitledim.
"Ne demek istiyorsun?" dedim çatallı sesime tezat, taşra ağzıyla konuşmaktan çekinmeyerek kaba bi' biçimde çıkan kelimelerimle.
Bundan rahatsız olduğunu belli eden şekilde kaşları çatılsa dahi yüzünde yer edinmiş gülümsemesini yitirmedi, asla yitirmezdi.
"Tanrı yarattığı insanoğlunun acı içerisinde ölmesini istemez," dedi istifini bozmayarak "birbirini inciten de, zarar veren ve öldüren de yalnızca insanoğludur."
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve "Peter," dedim sinirli çıkan sesimle "ne için dua edeceğim seni ilgilendirmiyor, neden taşranın kalanındaki insanları kandırmaya devam etmiyorsun?"
Soldu.
Söylediklerim üzerine, hiçbir şey söylemezken anlık olarak yüzündeki gülümsemenin solduğunu gördüm fakat rahip aptal değildi, ne yazık ki kendisini toparlamayı çok iyi beceriyordu.
"Tanrı seni kutsasın."
Gözlerimi kapattım, gece olduğunu belli eden çan çalıyordu ve birazdan büyük gösteri ne yazık ki başlayacaktı. Gözyaşlarım akmaya devam etti ve ben durmadan, tanrıya ölmek istediğimi söyledim.
Lakin ben şanslı ve tanrı tarafından kutsanmış özel bi' insan değildim, dileklerim ve dualarım kabul olmazdı.
O yüzden bekledim, kulaklarım korkunç çığlıklara alışana, yoğun kan kokuları kiliseyi terk edene ve bedenim tüm olan bitene alışana denk bekledim.
Ve bekleyişlerim asla son bulmadı.
Öyle ki; az önce tanrı tarafından kutsanan küçük çocukların, bir anda tanrı için adak olduğu şoku ile bağırışları zihnimden asla çıkmadı.
Gözlerimin önünde parçalanıp, aptal bi' biçimde adak oldukları gerçeği yeniden ve yeniden zihnimde dönüp duruyorken onları kutsayan rahibe baktım.
Şeytanın ta kendisi olan rahibe yalnızca baktım ve baktım.
Bakışlarım, bekleyişlerim hiçbir şekilde son bulmadı aksine;
günahlarım arttı ve ben daha da kamburlaştım.

YOU ARE READING
ölü çiçekler sonatı | katsudeku
Teen Fictionbizden olsun istedim. [ Gangster&Sinner au. ] 1800 yılları japonyasında günahkar olarak adlandırılan Katsuki ve ona ilgisi olan Izuku. [ short story ]