Yoongi, otelin salonuna girdi. Kırmızı rengin hakim olduğu geniş salonda ikişer üçer kişi oturuyorlardı. Tek başına oturan çocuk, kendisine mektup yazıp bugün burada buluşmak üzere söz veren o genç çocuk olmalıydı.
Arkası kapıya dönük, büyük camın önüne oturmuştu. Adam çocuğu görüyordu. İlk gözüne çarpan, gencin saçları oldu. Koyu sarı, parlak saçları, hafif aralık duran pencereden içeri sızan rüzgarda ahenkle uçuşuyordu.
Çocuk, Japonya'dan gelmişti. Kendisi gibi Koreli olsa da, orada doğup büyümüş, buraların yabancısıydı ama yabancısı olduğu şehirlerde kendini kaybedip, kalabalığın akışına karışmayı sevdiği için bu yolculuk onu yormamış, bir hayli zevk vermişti. O’nu bir arkadaşı tavsiye etmişti. Genç bir bilimciydi. Konu felsefe ve felsefe tarihiydi.
Yoongi, yan arkadan koyu sarı saçlarını gördüğü gencin yanına giderek adını söyledi.
"Hoseok?"Genç çocuk, omzu üstünden adama döndüğünde parlak, ela gözlerine bakakaldı Yoongi. Işıl ışıl parlıyor, adamın gözlerine doğru bir sıcaklık yayıyordu bu ela gözler. Etkileyici diye düşünmüştü ve gencin yüzündeki o ifadeden, kendinden emin ve bu etkileyiciliğinin pek tabii farkında olduğunu anlamıştı. Bu da onu, saniyeler önce görmüş olmasına rağmen tesiri altına alabilmesine yetmişti.
Bu anı onlarca hatta yüzlerce kez düşünmüş, hayal etmişti ama böylesine aklına ve hayaline sığamayacak kadar kusursuz bir güzelliğe sahip oğlanı hayal edememişti hiçbirinde.
"Yoongi?"
Takım elbiseli, yakışıklı adama gülümseyerek elini uzattı Hoseok, el sıkıştılar. Tenlerinin birbirine değişi bile farklı hisler doğurmuştu bir anda içinde. Şaşırdı. Adamın ona olan hayran bakışları mıydı onu etkileyen bilmiyordu. Kendine gelmek istedi. Vücudunda oluşan garip, daha önce şahit olmadığı bu tepkiler şaşırtıyordu onu. Silkelenmek ister gibi kafasını iki yana salladı ve oturdu.Gencin bu denli etkileyici bir güzelliğe sahip olabileceğini düşünmemişti Yoongi. Güzel ama, güzellikten başka bir şeydi bu; hani yıldız barışması denilen, kan kaynaması denilen, iki insan arasındaki o tam bilinmeyen bağ...
Birbirinin çekiciliğine kapılan böyle insanlar hep güler, gülümserler; her şeyde gülünecek bir yan bulur, ya da gülünecek yanı bulunan şeylerden konuşurlar. Onlar da gülüyor, gülünecek sözler buluyorlardı.
Yoongi, daha rahat konuşabilecekleri bir yere gitmelerini önerdi. Konu felsefe ve bilimdi. Aylarca mektuplaşmalarının ve tam şu anda karşı karşıya duruyor olmalarının sebebi buydu. Ancak daha fazla tanımak istedi onu. Bilmek istedikleri, yalnızca bilimle sınırlı kalmayacaktı şu andan itibaren. Daha fazlasını istiyordu ve daha fazlasını isteyecekti.
Genç, "Olur…" Dedi bu teklife karşılık.
Hoseok'un “Olur” demesini pek bir sevmişti Yoongi. Bir tek sözcük, ama bu bir tek sözcüğü bütün öbürlerinden bir başka türlü söylüyordu. Hayır, söyleyişi doğru değildi; Yoongi'nin hoşuna giden de bu yanlış söyleyişiydi. Bu yüzden ona sık sık “olur” dedirtmeye çalıştı.
O, kolaycacık, en sudan nedenlerle mutlu olanlardandı. Karşısındaki genç, o yanlış söyleyiş biçimiyle “olur” dedikçe daha bir içtenlikle, mutlulukla gülüyordu.
Bir arabaya binip kentin içindeki eski bir orman, ormanın bakımlı bahçesindeki gazinoya gittiler.
Hoseok, adamın kendisinden hangi konuda ve nasıl yardım beklediğini öğrenmek istiyordu ama adamın daha ne iş yaptığını bile bilmiyordu. Ne iş yaptığını bilmiyordu ama, o ana kadarki konuşmalarından adamın sevimli, zeki, aydın bir kişi olduğu izlenimini edinmişti. İşini sordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kan Yüzüğü - Sope (TAMAMLANDI)
Fanfiction"Benden öncekiler gibi, ben de demiri altına dönüştürecek felsefe taşını bulamadım, ama nasıl olsa bir gün felsefe taşını bulacak bir simyacı çıkacak..." "Obscurum per obscurius ignotum per ignotius!"