16. Bölüm;GÖREV:BÜYÜK ADAM

1.1K 61 0
                                    


Linkin Park- In The End

~16|GÖREV:BÜYÜK ADAM

🔱

Sefer bizden,zafer Allah'tan.

🦅

“Artık ne olduğunu bana da söyler misin?” Çakır’ın sert, erkeksi sesi Mihrimah’a hiç etki etmediği gibi duymamazlıktan geldi ve işine devam etti. Parmakları klavye üzerinde hızla hareket ediyordu.
 
Çakır burnundan sesli bir nefes verdi. Parmakları alnını ovalarken, "Bu kız adamı deli eder.” Diye mırıldandı. Başını iki yana salladı ve ileri geri yürümeye devam etti.
 
“Başımda dönüp durma!” kadının sesini duyunca durdu. Sesine bile hasret kalmıştı. Onunla gerek olmadıkça konuşmadığı için sesini bile zor duyuyordu adam.
 
“Ne yaptığını söyle başında dönüp durmayayım.”
 
“Vera gelecek.” Dedi kısaca. Çok geçmeden kapı açılıp içeri Vera, Alparslan ve Atalay girdi. Mihrimah ayağa kalkıp Vera ile sarıldı. Çakır’da diğerleriyle erkekçe selamlaştı.
 
“Nerde bizim sarı hatun?” Dedi Vera. Mihrimah iç geçirdi. “Arkada elleri ayakları bağlı oturuyor.” Vera Alparslan’a döndü. “Tamam o zaman alıp gidelim.” Alparslan başını sallayıp Atalay'la bakıştı. Atalay adamın ne demek istediğini anlayıp kadını almaya gitti.
 
Buradan çıktıktan sonra direkt askeriyeye gidip kadını sorgulayacaklardı. Çakır sessizliği bozdu.
 
“Laz kızı?” Vera Çakır'a döndü. “Efendim kardeşim.” Dedi göz kırpıp. “Yanında olamadık,” Mihrimah karnına dirseğini geçirdi. “Kes sesini be adam.” Diye tısladı.
 
Vera anladı. Ama gülümsedi. “Mihrimah.” Diye uyardı arkadaşını. “Önemli değil Çakır. Görevdeydiniz zaten. Olmasaydınız gelirdiniz biliyorum.” Dediğinde Atalay kapıyı açmış sarışın kadınla dışarı çıkmıştı.
 
“Hadi abi gidelim artık. Bu kadın benim iliğimi kemiği sömürdü.” Vera başını salladı. İkisine sarılıp “Görüşelim.” Dedi. İkili başını sallayıp onaylandığında çıktılar. Siyah minibüs tarzı arabanın arkasına kadını bindirdiler.
 
Atalay’ da kadının yanına bindi. Alparslan şoför koltuğuna geçip oturduğunda Vera yanındaki yolcu koltuğuna oturdu.
 
“Kimdi onlar?” Diye sordu Alparslan kendine engel olamayarak. “Aynı mahallede oturuyorduk küçükken. Gerçi onlar hâlâ aynı mahallede oturuyorlar.” Alparslan’ın kasları havaya kalktı.
 
“Neden taşındınız?” Kadından cevap gelmeden hemen kendini açıkladı. “Yani... Anlatmak istemezsen anlarım tabi ki.” Dedi aceleyle. “Bilmem ki,” dedi omuz silkti. “Ben daha küçüktüm, tam hatırlamıyorum.” İşaret parmağını şakağına dayadı. “Annemin kıskançlığı diye hatırlıyorum ama emin değilim Alparslan. Sakın anneme söyleme bak vallahi dilinden kırık yıl kurtulamayız.” Telaşlı sesi, mimikleri adamın gözünden kaçmıyor, her duyguda nasıl tepki verdiğini dikkatle izliyordu.
 
Güldü. “Merak etme, anlatmam. Ee sonra?”
 
“Annem babamın eski sevgilisiyle mi aşığıyla mı ne karşılamış işte. Bu kadında ileri geri konuşunca annem babama ya o gidicek bu mahalleden ya da biz diye şart koymuş.” Güldü. “Annem çok kıskanç gerçekten. Sanırım annemden aldığım tek özellik olabilir.” Omuz silkti. “Gerçi babam ve abimde kıskançtır. Hatta Ali Asaf bile, biz sülalecek kıskancız galiba Alparslan.” Dedi yakınır bir şekilde.
 
Kadının tepkileri komiğine gittiği için sırıtıyordu. “Ee?” Dedi meraklı bir şekilde. “Öyle işte. Sonra babam annemi ikna etmeye çalışmış ama annem bu ikna olur mu?”
 
“Olmaz.” Dedi Alparslan. “Olmamış zaten. Sonra biz taşınmışız falan uzun mesele. Ama biz hiç ayrılmadık. Aynı okullarda eğitim gördük falan filan.” Kaşlarını çatıp adama döndü. “Sen beni çok konuşturuyorsun.” Dedi büyük bir ciddiyetle. Alparslan gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.
 
“Ben bir şey yapmadım yavrum." Dediğinde askeriyeye girmek üzereydiler. Nöbetçi askerler kapıyı açtığında Alparslan hızlı hareketlerle arabayı park etti. Hepsi indiğinde Atalay sabır diliyordu. “Kızım bir sus! Motorun soğusun ulan!” sert sesi bıkkın çıkmıştı. Ellerini yakalarına götürüp çekiştirdi. “Yeter bezdim.” Dedi, önden önden yürümeye başladı. Lakin daha ikinci adımını atmadan Alparslan ensesinden yakalayıp adamı geriye çekmişti.
 
“Nereye lan amip?”
 
“Usta bırak Allah aşkına ya.” Vera onları boş verip kadının kolunu tutup içeri sürükledi. Karşıdan gelen Ali'yi görünce eliyle yanına çağırdı. Ali yanına gelip tekmil verdiğinde kadını Ali'nin yanına atıp kantinden çıkan Serdar'a seslenmiş ikisinin kadını sorgu odasına götürmesini söylemişti.
 
Onlar kadını sorgu odasına götürürken kendisi odasına girmiş üniformasını gitmişti. Hulusi Albay ile görüşecekti. Beresini takıp odadan çıktı. Alparslan'la karşılaşmışlardı. O da üniformasını giymişti.
 
İlk defa değil di onu böyle görüşü ama ilk defa kim olduğunu bilerek görüyordu karşısında üniformayla.
 
‘Çok yakışmış.’ Dedi iç sesi. İş çıkmasın başımıza durup dururken. Aklına mukayyet ol oğlum. Diye telkin etti kendi. Başarabilirdi.
 
Üç kere derin nefes aldı verdi. Sakinleşmişti. Yani... Sanırım.
 
“Nereye?” ikisi de dik yürüyordu. Yüzlerine kondurdukları sert ifadeleriyle...
 
“Hulusi Albay çağırmış, onun yanına.” Dedi genç kadın.
 
“Beni de çağırmış.” Dedi Alparslan. Başını salladı kadın.
Albayın odasına gelince kapıyı tıklatıp beklediler.
 
“Gel!” sesi gelince Alparslan kapıyı açıp kadının geçmesi için yol verdi. Vera içeri geçip tekmil verdi ve  bekledi. Alparslan gelince o da tekmil verip bekledi.
 
Yaşlı adam öne doğru kaydı biraz. “Kartal için sahaya inme vakti.” Dediğinde kadının dudakları tehlikeli bir şekilde kıvrıldı. “Ne zaman komutanım?” kendine engel  olamayıp sorduğu soruyla ters bakışlara maruz kalmıştı.
 
“Getirdiğin bilgilere göre dün gece olan sevkiyat bozkurt timi sayesinde engelledi.” Sıkıntılı bir nefes aldı yaşlı kurt.
 
“Bir sorun mu var komutanım?”
 
“Kartal,” yanındaki adama döndü. “Avcı.” Dedi hemen sonra. “Büyük bir alışveriş var. İki gün sonra, buradan yola çıkacak tırın son durağı İzmir .” Dediğinde odada sadece nefes alış veriş sesleri duyuluyordu. Sessizliği Vera bozdu.
 
“İzmir'e  gitmeden alalım komutanım.”
 
“Hayır! O tır İzmir’e sorunsuz gidicek.” İkisi de kaşlarını çatmıştı. “Tırı teslim alacak kişi kim peki komutanım?” Diye sordu bu sefer. “Büyük adam.”
 
“Komutanım,” Dediğinde Hulusi Albay sözünü kesip anlatmaya başladı.
 
“Büyük adam şuan İzmir’de...” Olayı kısaca anlatan Hulusi Albay en sonunda her şeyin ayarladığını ve yarın sabah beş , beş buçuk gibi yola çıkacaklarını söylemişti.
 
Odadan çıktıklarında direkt sorgu odasına geçmişlerdi. Şimdi sırada sarışın hatun vardı. İlk önce Atalay girdi, daha sonra Alparslan ama ikisine de bir şey söylemeyince Vera girmişti yanına.
 
Bir eli masada diğer eli bacağındaydı. “ Seni buradan çıkarmam sarışın.” Dedi sakinlikle. “Ya bugün ötersin ya da ötersin. Başka şansın yok.” Öne doğru eğildi. Ellerini masada birleştirdi ve kadınla olan göz temasını kesmedi.
 
“Bence güzellikle halledebiliriz.” Göz kırptı ve devam etti. “Ne dersin?” kadın yine cevap vermeyince Vera, “Tamam, ben başlayayım.”
 
“Neden ordaydın?”
 
Cevap yok.
 
“Kim için çalışıyorsun?”
 
Cevap yok.
 
“Baysal,” Dediğinde kadının bakışları hemen Vera’ya döndü. Vera sırıttı. “Seni bırakıp gitti sarışın.” İşaret parmağı ile kadının saçlarını gösterip konuştu.
 
“Ayrıca sana sarı saç yakışmıyor, bence siyah daha iyi.” Parmakları saçlarına gitti.
 
“Öyle mi diyorsun?” Derken buldu kendini. “Sen bana güven.” Elini havada salladı. “Ee sarışın, ismin ne? Sana sarışın demem hoşuna gitmez herhalde?”
 
“İsmim, Melda.” Dedi ve gözlerini kaçırdı.
 
 
1-      Gözlerini kaçırdı, yalan söylüyor.
 
“Tamam Melda. O halde bana Baysal ile ne işin olduğunu söyle.”
 
Cevap yok.
 
“Sinirleniyorum sanki." Yüzünde bir gülümseme oluştu ama bu gülümseme alaylı bir gülüştü. Avuç içini masaya vurduğunda sarışın irkilerek geriye kaçtı. “Dilini mi yuttun kızım, konuşsana!” dediğinde siyah camın ardından izleyen Gökalp timi sırıttı.
 
“Niye gülüyorsun oğlum?” Dedi Atalay anlamayarak. Göktuğ çenesiyle Vera’yı gösterdi. “birazdan müzik isteyecek ve kameraları kapatacak.” Kaşlarını kaldırdı.
 
“Bana ordan bir müzik gönderin, enerji olur hem bana.” Dediğinde Göktuğ ordaki bilgisayardan youtube girerek Vera’nın dinlediği tarz şarkılardan birine bastı.
 
Ben bir bordo bereliyim .
Vatan için ant içerim.
 
Sırıttı. İşaret parmağı ile hareket verince içeriyi çeken tüm kameralar devre dışı kaldı. Avuç içlerini masaya yaslayıp ayağa kalktı.
 
“Evet Melda, yalnız kaldık.” Kadının arkasına geldi, üstüne doğru hafif eğildi. “Ne yapayım şimdi ben sana?”
 
“B-ben gerçekten hiçbir şey bilmiyorum.” Ellerini omuzlarına koyup ovdu. “Tabi ki bilmiyorsun canım. Ben sadece merak ediyorum, senin ne iş yaptığını.”  Kadının omuzlarını sıkıp  “Ha Melda, ne iş yapıyorsun orda?”
 
“B-Baysal benim...” Biraz daha sıktı omuzlarını.
 
“Ee senin neyin Baysal?”
 
“Er-Erkek arkadaşım.” Bu sefer aşağı yukarı ovdu kadının omuzlarını. “Tamam çok güzel, olabilir böyle şeyler utanmıyorsun değil mi? Zamanında bizim de olmuştu öyle şeylerimiz.” Başını iki yana salladı Melda. “Tamam devam et.”
 
Şarkı değişmiş yerine mehter marşı çalmaya başlamıştı. Gülümsedi yavaşça.
 
“Seni dinliyorum Melda.”
 
“Oraya şey için gitmiştik.”
 
“Hıhım, çok iyi devam et.”
 
“Alış veriş vardı. Onun için adamlar gelecekmiş.” Kaşları çatıldı. Engellenmişti ama.
 
“Ee?”
 
“Uyuşturucu. Uyuşturucu ticareti. Küçük çocuklar içindi, okul önünde satılacaktı ama siz geldiniz, olmadı yapamadı Baysal. Sinirlendi sonra, çok sinirlendi.” Yutkundu genç kadın.
 
“Adamların ismini hatırlıyor musun?” kafasını salladı hemen. “söyle!”
 
“Boran,” dediğinde Vera bir anda yükseldi. “Soyadı yok mu bu herifin?!” hızlıca başını iki yana salladı. Yemin ederim bilmiyorum.”
 
“Başka?”
 
“Ejder vardı bir de. Başka yoktu.” Eli masada ritim tutuyordu Vera’nın. Sarışının gözlerinin içinde baktı. Elini havaya kaldırıp cama doğru kestik işareti yaptı. Kamera tekrar kayda başladığında Vera kadına son kez bakıp çıktı sorgudan. Çıktığında önünde duran askerle ellerini arkasında birleştirdi. Tekmil verdikten sonra “Telefonunuz çok çaldı komutanım. Bende önemli bir şeydir diye size getirdim.”
 
“Sağ ol asker.” Dedi telefonunu alırken. Alparslan ve Gökalp timi izleme odasından çıktılar o sıra. Vera çağrılara bakınca Ali Asaf’ın aramış olduğunu gördü.
Vakit kaybetmeden hemen aradı kardeşini.
 
Ali Asaf , “Abla.” Dediğinde nefesini usulca verdi Vera.
 
“Nasılsın Asaf?”
 
“İyiyim abla, şimdi girdik başkanlığa üstümü değiştirmeden aradım hemen.”
 
“İyi yaptın oğlum.” Burnunu çekti. “Herkes iyi değil mi?” Diye sordu korka korka. Ali Asaf’tan beklediği kimseye bir şey olmadı, hepimiz sapasağlamız demesiydi. Ama ne Ali Asaf öyle bir şey dedi ne de Vera rahatça nefesini verdi.
 
“Bir yaralı, bir şehit.” Dedi kısık sesiyle. Söylemeye dili varmıyordu. Omuz omuza sırt sırta vuruştuğu kardeşini kaybetmişti. Gözünden bir damla yaş aktığında hemen sildi.
 
“Başımız sağ olsun.” Dedi Vera. “Vatan sağ olsun ablam.”
Yutkundu.
 
“Kim?”
 
“İbrahim abi.” Vera’nın gözünden bir damla yaş düştü.
 
“Daha yeni çocuğu olmuştu.” Göktuğ yanına gidip sarıldı kadına.
 
“Cenazesi ne zaman?” Dedi titreyen sesiyle.
 
“Yarın ikindi ezanıyla.” Dedi Ali Asaf hüzünle. Vera’nın omuzları düştü. “Tamam oğlum. Gelince konuşuruz.” Dedi ve kapadı. Ali Asaf’a oğlum diyordu çünkü aralarındaki ilişki anne oğul ilişki gibiydi.
 
Göktuğ’a döndü yavaşça. “İbrahim abi şehit olmuş. Göktuğ daha yeni çocuğu olmuştu.” Dedi yakınırcasına.
 
“Güzelim benim.” Göktuğ kadının başına hafif baskı uygulayıp göğsüne çekti. Gözlerini çevirdiği yerde Alparslan vardı. “Cenazesi yarın ikindi namazında kalkacak ama ben gidemem ki.”
 
“Biz gideriz timle. Senin gözün arkada kalmasın. Küçük aslan parçasına da bir şeyler alır götürürüz.” Vera minnetle gülümsedi.
 
“Teşekkür ederim.”
 
“Teşekküre lüzum yok beyaaağ.” Göz kırptı. Bayram gözlerini kıstı. “Bu kızan ne der beyaaağ. Dalga mı geçiyon sen benle.” Dediğinde Göktuğ kahkahayı patlattı. Ardından Vera ve diğerleri. Bayram ellerini beline yerleştirmiş kısık gözlerle bakıyordu hepsine. Başını iki yana sallayıp arkasını döndüğünde hâlâ konuşuyordu.
 
“A bu kızanlara yapacağımı bilirim ben.”
 

 
Ali Asaf eve geldiğinde annesini mutfaktan çıkarken görmüştü. “Anne, ne zaman geldiniz?” Dedi yorgun sesiyle. Mine oğluna baktı. Omuzları çökmüştü, yüzü solgundu. Yorgun olduğu her halinden belli olan oğlunu kollarının arasına çağırdı. Asaf vakit kaybetmeden annesinin kolları arasına girdi.
 
“Ne oldu benim Asaf'ıma?” saçlarını okşadı. Koltuğa oturduğunda oğlu dizlerine yattı. Bacaklarını kendine çekmiş cenin pozisyonu almıştı.
 
“Şehit verdik anne.” Bitkin sesi kadının yüreğini dağladı sanki. İlk değildi, son da olmayacaktı hepsi bunun farkındaydı ama alışmak istemiyorlardı. Bir can kaybetmek kolay bir şey değildi.
 
Bir anne olarak kaybetmenin ne demek olduğunu çok iyi biliyordu. Aybars ile ne sorunlar yaşamıştı zamanında.
 
Kaybetme korkusu çok kötü bir şeydi.
Sevdiklerini kaybetmek çok kötüydü.
O bunu yaşamıştı, yaşıyordu.
Çocukları, kocası...
 
“Vatan sağ olsun oğlum.” Dedi kadın.
 
“Vatan sağ olsun anne.” Diye fısıldadı genç adam.
 
Gözlerini kapadı. Annesinin dizi o kadar rahattı ki, burdan kalmak istemiyordu. Mine gülümseyip oğlunun yumuşak saçlarına öpücük kondurdu.
 
Yarım saat sonra Vera ve Ömer eve girdi. Salona girdiklerinde annelerinin dizlerinde yatan Asaf’ı gördüler. Vera kaşlarını çattı. Annesine baktı, “ Bir yerinde bir şey mi var? İyi mi?” Diye sordu peş peşe. “Sakin ol bebeğim. Kardeşin iyi, sadece biraz yorgun düşmüş ve üzgün.” Nefes alamadı bir an Vera.
 
“İbrahim abi,” dedi getiremedi devamını. Ömer ve Vera aynı anda yutkundu. İbrahim onların hepsinin abisi gibiydi. Babasıyla babaları zamanında aynı görevde rol oynamışlar. Babasının mesleğini devam ettirmek isteyen İbrahim ise polis olmuştu.  Daha sonra özel harekât sınavlarına hazırlanmış ve kazanmış.
 
Daha iki sene önce evlenmişti gül kokulu karısıyla. Oğlunu daha yeni kucağına almıştı.
Her şeye rağmen İbrahim’in oğlu çok şanslı bir çocuktu.

İRTİBAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin