Bölüm 18

4.6K 189 8
                                    

''Duvar''

Seni sevmeyi ağır ödüyorum, yavaş yavaş batıyorum her yerimden. Birini nasıl aşık edersin kendine? Cevap yok.. Peki nasıl nefret ettirirsin? Binlerce cevabı vardır.

Peki ben hangi birini yaptım ki nefret ettin benden? Çok acıdı canım. Çok yandı, gözyaşım olup aktı. Gecem gündüzümü bir ettin, belkide zamanımı. Zamansız dım ben sana, gel dedin oradaydım. Git dedin gidemedim. Öptün beni izin istemeden, sahip çıktın. İlk defa biri hiç gitmesin istedim, sana koşulsuzca güvenmek istedim, ağladığımda yanımda olmanı istedim, yanında uyanmak, sarılmak, öpmek, kokunu hissetmek istedim.. Sonuç? Yok. Gitmesini istemediğim, gelmedi hiç. Güvenmek istediğim güvenmedi. Ağladığımda yanımda olmasıysa, beni tek ağlatanın o olmasıydı. Ben her ağladığımda oradaydı, yada her ağlattığın da. Kokunsa, kokuna sıkıca sarılmak içime hapsetmek isterdim. Kokuna hiç sahip olamadım.

Buralardan çekip gitmek için onca sebep var elimde, peki cesaret? Ben ki kalmış seni sevmeye cesaret etmişken nasıl gidemiyorum? Nasıl koca bir boşluk kaplıyor yüreğimi?

''Rengin Kayahan, kalk artık. Yeterince mızmızlandın anlat artık ne olduğunu?''

Günlerce odadan çıkmamama rağmen hala kapımın önünde tüneyen Sıla vazgeçmeyecekti. Yastığı, karışmış saçlarıma iyice bastırıp yorganın altına short pijamalarımla sindim. Ses duymak istemiyordum, sadece, sadece yalnız kalmak istiyordum. Ne kadar uzak o kadar iyi değil mi?

''Rengin yeter artık bak sinirleniyorum!'' Sesi kulaklarımı tırmalıyordu, yerimden kalktım makyajı akmış göz altlarıma, az da olsa toparlamak adına, baş parmağımla hilal çizdim. Soğuk zemine sinirimin geçmesi için inadına yankı yapa yapa kapıya gidip kilidi açtım. Yatağıma geri ulaşamadan biri kolumdan tuttuğunda reflex olarak ona doğru gittim.

''Sen kafayı falan mı yedin? Aman Allah ım bu ne hal? Ararım açmazsın anlarım, mesaj atarım cevap vermezsin onuda anlarım, ama 3 gündür kapına gelip gittim. Ne annen konuşuyor nede Ahu abla. Günlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum kendine gel biraz..''

''Sıla ya sus yada git.'' Dayanamayıp yükselttiğim sesimle irkildi. Yüz hatları gerilmeye başladı, korkmuştu. Şuan benden değil, bana olanlardan korkuyordu. Başımı olumlu anlamda sallayıp kolumu elinden kurtardım. Yatağıma geri yattığımda yorganı kapattım yüzüme. Sağ tarafımda bir çökelme olduğunda Sılanın incecik sesini duydum.

''Rengin, hadi kalk da anlat noldu?''

Birine içimi dökmem gerekti, hıçkıra hıçkıra ağlamam gerek. Bağırmam çağırmam.. Belki o zaman atardım içimdeki kinimi, acımı, nefretimi, kırıklarımı.. Belkide o zaman rahat bir nefes alırdım, nefesimi kesene inat. Yorganı yavaşça indirip sırtımı dikleştirdim, duvara dayadım.

''Eee?''

"Uğur.."

Elini ağzına siper edip, "Hiiiii" diye irkildi.

"Sıla gerçekten, dinlemeyeceksen ne beni nede kendini yorma."

"Tamam tamam, sesim çıkmayacak anlat artık sende."

Iç çekip omuzlarımı büktüm ve gözlerimi karşımdaki boş siyah duvara hizzaladim.

"Uğur yaşıyor Sıla, hemde babamın sayesinde."

Ona dos doğrudan bakmasan da konuşmak için kıvrandığını biliyordum.

"Ve her ne dedilerse, yani kağan ve babam, şuan benden nefret ediyor Sıla."

Acımasız KralHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin