35.Bölüm: Dur!

650 113 67
                                    

Merhabalar canımın canı canımsularım. 💙

👉🏻CANIMSULARIM BURAYI OKUMADAN GEÇMEYİN! OKUYAN HERKES, DAHA BÖLÜMÜ BİTİRMEDEN ALT ÇUBUKTAN YILDIZA BASARAK OYLAYABİLİR Mİ? 👈🏻

Her satıra birkaç yorum bırakır mısınız? Keşfete çıkamadık hâlâ...

Yukarıdaki müziği açalım ve kendimizi kitabın satırlarına bırakalım.

"Bu, Titanic'in bir deniz yıldızı için batma hikayesi..."

İyi okumalar canımsular. 🌊




  🌊

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

35.Bölüm: Dur!

"Dur, demek hiçbir zaman böylesine zor olmamıştı!"

Rüzgar'ın anlatımıyla:

Sağa dönüyor, sola dönüyor fakat bir türlü uykuya dalamıyordum. Huzursuzluk, tüm bedenimin üstüne çökmüş bir kasvet gibi hareket etmemi dahi engelliyordu. Bir an karabasanın geldiğini düşünmüş olsam da daha önce böyle bir şey deneyimlediğimden bunun karabasan olduğunu sanmıyordum.

Saatler sonra uykuya dalmış olmalıydım ki, gözlerimi açtığımda saat 09.15ti. Kaç saat uyuduğumu ya da ne zaman uykuya daldığımı bilmiyor oluşuma aldırmadan yüzümü yıkamak için yataktan çıkmıştım.

Uyumuş olmamın hiçbir şeyi değiştirmediği gibi uyanık olmamın da bir şeyleri değiştiremeyeceğini düşünerek umutsuzluğa kapılıyordum. Buna bir son vererek içimdeki huzursuzluğa çözüm amaçlı bir adım atmalıydım. Güneş'in olumsuz herhangi bir şeyden fazlasıyla etkileneceğini düşünerekten ona bir şey anlatmamalıydım. Fakat içimdeki bu yükten de bir şekilde kurtulmalıydım. Bulut'tan başka anlatacak kimsem yoktu. Her ne kadar bu konuda biraz tereddüt ediyor olsam da son kararım ona her şeyi anlatmak yönündeydi.

Yatağımın üzerindeki telefona elimi attım ve bir çırpıda Bulut'u aradım. Telefon ikinci çalışından sonra açıldı.

"Bulut!"

"Alo? Efendim kuzen? Bir şey mi oldu, sesin hoş gelmiyor?"

Kafamda toparlamaya çalıştığım ve toparlayamadığım onlarca cümle, bir yığın düşünce, bulunamayan kelimeler...

"Rüzgar!

İyi misin?"

"İyiyim kuzen iyiyim. Yalnızca konuşmamız gerekiyor. Söyleyeceklerim pek hoş şeyler değil."

"Seni dinliyorum?"

"Bulut, bu çocuk sandığımız kadar sessiz sakin biri değil. Sessiz sakinliği de geçtim. Hiç tekin değil.

You'll also like

          

Ve yüzde yüz emin olmamakla birlikte Güneş'e zarar verebileceğini düşünüyorum. Sakın telaş yapma ve lütfen bölmeden bitirmemi bekle.

Böyle düşünmemin sebebi herifin daha önceden taciz ettiği bir kadının olması. Farkındayım, bu katlanılacak, dayanılacak bir şey değil. Ama merak etme Güneş benimle. Ben onu yalnız bırakmayacağım ve ne olursa olsun koruyacağım biliyorsun."

"Rüzgar! Ne diyorsun sen! Ne diyorsun allah aşkına! Ciddi misin sen?! Hayır! Hayır bu kadarı çok fazla!"

"Bulut bir sakin ol gözünü seveyim. Lütfen beni sakince dinle. Şu an bir sorun yok merak etme. Bundan sonra da daha dikkatli olacağımı biliyorsun. Yani endişelenecek hiçbir şey yok. Bana güven."

"Rüzgar çok fazla, bu kadarı bana çok fazla. Yapamıyorum daha fazla!"

"Kuzen lütfen sakin ol!"

"Ben sana döneceğim. Görüşürüz."

Cevap vermemi dahi beklemeden telefon yüzüme kapanmıştı. Şimdi yalnızca Güneş için değil, artık bir de Bulut için endişeleniyordum. Yani üzerimdeki huzursuzluktan kurtulacağımı düşünerek yaptığım bu eylemin sonunda huzursuzluğum ikiye katlanmıştı. Peki şimdi ne yapacağım! Salak Rüzgar! Salak!

Bulut'un anlatımıyla:

Telefonu kapatmamın ardından, titrediğimi ve kalbimin sıkıştığını hissediyor gibiydim. Çok fazla, bu kadarı çok fazlaydı. Güneş'imin yanında, böylesine kötü insanlar varken, ona belki de on dakikalık mesafedelerken, onu her istediklerinde görebiliyorlarken... Benimse sadece mesajıma cevap verdiği kadarında olmam, dehşet can yakıcı!

Bu sabredebileceklerim sınırını fazlasıyla aşmış bir şeydi. Derhal Güneş'in yanına gitmem gerekiyordu. Ne olursa olsun!

Kendimi düşüncelerimin arasından dışarıya atmayı yaklaşık on dakika sonra anca başarabilmiştim. Tedavi görmek için hastaneye gitmem gerekiyordu. Aynı zamanda doktorumla görüşüp bu işi bir şekilde halletmeliydim. Fakat ne dersin kafama koymuştum. Güneş'ime gidecektim. Ve o herifin işini bitirecektim.

Hızlı adımlarla yürüyor, nefes alışverişimin zorlaştığını ciğerlerimden hissediyordum. Fakat bu beni durdurmuyor hatta yavaşlatmıyordu bile. Sanki her attığım adımda Güneş'e bir adım daha yaklaşıyordum. Ona gitmek için bir sorun çıkmasını beklemiş olduğum için kendimden çok utanıyordum. Ne yani Merih denen o herifin tekin biri olduğunu bilmesem, Güneş'imin yanına gitmeyecek miydim? Nasıl bir insanım ben ya? Nasıl oldu da sevdiğim kadınla arama mesafeler koyabildim ben?

Her zaman taksiyle gittiğim hastaneye bu kez koşar adımlarla, taksiyle geldiğimle hemen hemen aynı zamanda gelmiştim. Yürümek beni rahatlatmıştı. Biraz sinirimi almış ve hatta biraz da beni cesaretlendirmişti.

Tempomu kaybetmeden hızlı adımları merdivenleri çıkmış ve kendimi içeriye henüz atabilmiştim.

"Hoş geldin Bulut yavrum." Diyen doktorumun sesiyle arkamı döndüm.

"Hoş buldum. Nasılsınız?"

"İyi diyelim iyi olalım. Sen nasılsın? Biraz gergin görünüyorsun gibi geldi. Umarım yanılıyorumdur."

"Tam da düşündüğünüz gibi. Ama önemli bir şey yok."

"Tamam o zaman buyur yavrum. 301. odadayız bugün."

Koridorun sonunda olduğunu bildiğim 301. odaya ağır adımlarla yürüdüm. Kapıda hemşireler beni karşıladı ve içeri aldılar.

Bir buçuk saatlik tedavi sonunda, çıkabilmiştim. Fakat aklımda hala Türkiye'ye gitmek konusunu tekrarlanıp duruyordu. Güneş'i düşünmekten bazen Güneş'e mesaj atmayı dahi unutuyordum. Kafamda kurduğum senaryolar, beni inanılmaz şekilde yoruyordu.

Her tedaviden sonra gittiğim gibi Melih Bey'in odasına gitmiştim. Dosyaları karıştıran Melih Bey'in "Buyur gel Bulutcum." Demesi üzerine usulca odaya girmiş, masasının yanı başındaki sandalyeye oturmuştum.

"Tedavilerimizin süper gittiğinin farkındasın değil mi Bulutcum? Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Çok iyiyim, çok iyiyim de bir şey sormak istiyorum müsaitseniz."

Kafasıyla onaylanmamın ardından söze nereden başlayacağımı seçemeyerek söze bir şekilde atladım.

"Tam şu an, tedaviyi kısmen yarıda bırakarak apar topar Türkiye'ye dönmem nasıl bir sonuç getirir? Yalnızca öğrenmek istiyorum."

"Bulut gerçekten tedavinde çok önemli adımlar atıyoruz ve bunun aksamasının iyi olmayacağını biliyorsun. Defalarca konuştuk bunu. Asla önerdiğim bir şey değil. Bu konuda net olduğumu da biliyorsun."

"Peki ya bir hafta?"

Kafasını olmaz manasında sallamasıyla ısrar etmeye devam ediyordum.

"Peki dört güncük?"

...

"Üç gün de mi olmaz?"

Israrlara bir türlü karşılık gelmiyordu.

"Bu gerçekten benim için çok önemli. Yani bu zamana kadar tedavimde devamlılığıma önem verdim fakat bu kez durum bunu göstermiyor. Lütfen biraz beni anlayın."

"Bulutcum. Lütfen sen de beni anla. Bu çok riskli. Ben elimden gelen her şeyi yapmış olsam bile konu senin sağlığın. Bu benim elimde değil ki? Ben senin iyi olmanı istiyorum. Bu yüzden böyle bir şeye kesinlikle karşıyım. Umarım beni anlıyorsundur."

Hayır anlamıyordum. Anlayamıyordum. Bu hastalığın, bu belanın beni bu ülkeye hapsetmesini ve elimi kolumu böylesine bağlıyor oluşunu hiçbir zaman anlamayacak ve kabullenmeyecektim.

"Anlıyorum. Kolay gelsin ben çıkıyorum. Hoşça kalın."

"Hoşça kal evladım. Kendin için doğru kararlar ver."

Kendim için doğru kararlar... Benim için doğru olan tek şey kalbimin sesi... Ben daha fazla bu hastalığa tutsak olmayacaktım. Duvarlarımı kırmanın zamanı geldi.

Serinletici bir havada acele etmeden ağır ağır evin yolunu tutmuştum. Yine taksiye binmemiş, tüm yolu yürüyüp neredeyse bir haftalık yürüyüşümü yapmıştım.

Tam eve gireceğim sırada telefonumun cebimde titremesiyle irkildim. Güneş arıyordu. Ah benim iyilik meleğim...

Telefonu açtığım sırada bir elimde anahtarı, diğer elimle telefonu tutuyordum ve kapıyı açmaya çalışıyordum.

"Heey! Ne yapıyorsun sen bakayım! Nereden geliyorsun? İnsan bir haber verir!"

"Biraz yürüyüş yaptım güzelim. Başım ağrıyordu. Sen napıyorsun?"

"Ben de evdeyim bugün. Film falan izleyeceğiz annemle. Bir de seni çok özledim işte."

"Beni mi özlemişsin? Hadi canım!"

"Yaa özledik arıyoruz. Siz de o da yok beyefendi."

Uzun uğraşlar sonunda tek elimle kapıyı açmayı başarabilmiştim. Kapıdan girdiğim anda ellerimi dahi yıkamadan Güneş'le rahat konuşabilmek için odama kaçmıştım.

"Ee anlat bakalım güzelim. Bir sıkıntı var mı? Bana söylemen gereken bir şey?"

"Hayır Bulut'um. Sende var mı?"

Dediği anda gelen bildirimdeki Rüzgar'ın mesajı dikkatimi çekti.

"Bulut! Konuşmamız gerekiyor."

Mesafe: Uyudun Mu? Where stories live. Discover now