Kral Sadar

159 28 0
                                    


Uçsuz bucaksız Talay Denizi bizi selamlıyordu. Karanlıkla harmanlanan yeryüzü bizi selamlıyordu. Yanaklarımızı okşayan hafif serin rüzgâr bizi selamlıyordu. Güneşin doğmamak için küstüğü bu topraklar için savaşacaktık. Tıpkı aşağıdaki suyu yarıp geçen gemi gibi kılıçlar bedenimizi parçalara ayırsa bile ilerlemeye devam edecektik... en uçtaki geminin güvertesinde öylece ileriyi seyrediyordum. Zihnimde planlarım kalbimde anılarım akıp gidiyordu: bir taraftan strateji geliştirirken diğer bir taraftan annem ile birlikte saraydaki anılarımızı düşünüyordum. İkisini de çok özlemiştim, annemle babamı. Çoğu şeyi özlemiştim ve bunu şu an benimsiyordum. Sanırım yalnızlık ve deniz insana bunu yaptırıyor; hakan olman bunu değiştirmiyor. Huzur ve güven. Şu an duyduğum duygular bunlardı. Dalgaların sesi huzurluydu ve yine deniz güvenimdi. Hissedebiliyordum onu, özünü. Güçlerim tanrı ve tanrıçaların kanından yapılmaydı ve sadece bunlar bile muazzam güçlü hissettiriyordu ki göktekiler neden bu denli kendilerini övdüklerini anlayabiliyordum. Kibir vardı ama beni alt edemiyordu. Bu ise Erlik Han'ın bana ulaşmasına izin vermiyordu.

''sanırım'' diye bir ses işittiğimde dalgınlığım son buldu. Akel arkamda duruyordu ve sanırım bir müddet buradaydı, ''lider olunca böyle oluyor'' sesi yumuşaktı ve düşünceli. Daha önce tüm liderlerin böyle yaptığını söylüyordu ve kendisinin de lider olsaydı böyle olacağını akıl etmiş olabilirdi.

''her liderin isteğidir, sessizlik ve huzur.'' Engin denize bakarak söylemiştim bunu ve Akel sağıma geçerek yan görüş açıma girdi. O da benim gibi baktı ufka, ''yani biz senin için ses yığınıyız öyle mi?'' sesinde alaycılık vardı ve gülmemek için zor tutuyordu kendisini ama ben gülümsemiştim, ''gülme ciddiyim'' hayır, değildi. Gözlerimi ufuktan alıp onun çilli ve ısırmamak için zor tuttuğum yüzüne çevirdiğimde minik burunu çok hoş durmuştu. Tam asil bir burun. ''siz benim için hep önemliydiniz ve öyle de olacaksınız. Ben size hizmet için varım,'' gözlerimi ondan ayırmadığım bu anlarda bana yöneldi ve gözlerini gözlerime kilitledi, ''ben biz olduğumuz zaman benim.'' Yüce Umay Ana yarattığın en güzel çocuğu yanıma vermişsin. Gözlerinde kaybolmamak imkansızdı. Dalıyordum ve etraftaki akış yavaşlıyordu, sesler kesiliyordu: evet, sessizlik içinde sessizlik. ''aslında zırhın çok güzel demek için gelmiştim'' derken bile gözleri kıpırdamıyordu. İkimiz de öylece bakışıyorduk ve bizi birbirimize çeken bir güç varmış gibi yakınlaşıyordu ama yerlerimizden hiç kıpırdamıyorduk. Yüzümde büyük bir tebessüm belirdiğinde gözlerim kırpılmıştı ve bu büyülü anlar yok olup gitmişti. Gözlerimi etrafta gezdirdim sırf onunla göz göze gelmemek için yoksa şimdi istemediğim şeyler olabilirdi. Arkamızdaki gemileri seyrettiğimde hepsinin bayrak direğinden ateş yanmaya başladı, teker teker. Bu uyarıydı ve başımı kaldırdığımda bizim bayrak direğindeki gözlemci yanındaki meşaleyi yakarak havaya kaldırdı, ''kara göründü!''

''nihayet'' dedi Akel. Günlerdir ilerliyorduk ve şimdi karaya varmıştık. Gözlerimi ileriye diktiğimde tepeler görünüyordu ve çok uzaktı. Lakin ben daha da fazlasını görüyordum. Tıpkı oradaymışım gibi, kıyı ve tepeler gözümün önündeydi. Ağaçlar her yeri sarmış gemilerin yanaşabileceği hiçbir yer yoktu ve tepelerin üzerinde onlarca ejderha hazır bir şekilde duruyorlardı. İçlerinden biri bizi görmüştü ve gövdesini dikleştirerek başını öne uzattı: gözleri gözlerimle kesişiyordu ama beni fark edecek bakış açısı yoktu. Devasa gözleri kısıldığında burun deliklerinden öfkeyle çıkan soluk bizden pek haz etmediğini kanıtlıyordu. Açtı kanatlarını ve uçup gitti... oraya bakmayı bıraktığımda herkes ayaklanmıştı. İris ve komutanlar geminin gövdesinde duruyorlardı. Emirlerimi bekliyorlardı. Birkaç adım öne geçerek bekledikleri şeyleri söyledim, ''biraz daha ilerleyin ve durun. İlk önce anlaşma yoluna gideceğiz. Eğer onları ikan edebilirsem savaşa gerek kalmadan karaya geçeriz. Yok eğer yapamazsam tek emrim var o da düşmana acımayın.'' Ciddiyetle dilimden dökülen sözlerden sonra herkesin yüzündeki gerilmeyi sezmiştim. Yerime geçtiğimde Akel bana bakıyordu, ''ve sen prenses, bir yay ile birçok ok bulursan iyi edersin. Merküt yalnız uçmayı sevmez.'' Ne demek istediğimi anlamış ve hızla yanımdan gitti.

Şamanlar büyü yardımıyla emirlerimi diğerlerine ulaştırırken İris yanımdaydı. Konuşmadı sadece lider olarak yanımdaki yerini almıştı ve ikimizde gözümüzü artık çok iyi görünen karadan ayırmıyorduk. Yelkenleri kapanan gemiler durduğunda artık ejderhalar gözle görülür derecede uçmaya başlamışlardı, bu açıkça göz dağıydı. Gittikçe çoğalıyorlardı ve nihayet birileri insan şeklinde belirmişti. Ve liderleri oradaydı, atının üzerinde kıyafetleri olmadan duruyordu: sadece belini ve avrat mahalini örten bir kumaş vardı. Yanındaki kanatlı haberciyle konuşuyordu. Yüzündeki öfkeye bakılırsa haberci hiçte iyi sözler getirmeyecekti. Haberi alan haberci kanatlanıp havalandı ve hızla bize yaklaştı. İris bana bakmıştı ve haberci uzakta olsa da karşımızda dikiliyordu. Merküte seslendim zihnimden ve aniden arkamızdan belirerek habercinin yanına gitti. Havada dolanan Merküt haberciden haberi alarak geri döndü ve önümde gemi burnuna konarak haberi açıkladı, ''Orman Krallığının Kralı Sadar diyor ki; burası bizim topraklarımız ve topraklarımız Kral Akman'a bağlı. Eğer bize saldırırsanız direneceğiz zira bir çocuğun liderliğini kabul edecek değiliz.'' Böyle bitmişti haber ve Merküt önümden çekilerek arkama geçti. Açıkçası bana çocuk denilmesi zoruma gitmişti ve bu adama güzel bir ders vermem gerektiğine inancımı İris'in sözleri körükleyecekti, ''çocuk olmadığını gördüğünde ne yapacak çok merak ediyorum.'' İkimizde sırıtmıştık ve ne istediğimizi biliyorduk. Derin bir nefes alarak seslendim denizlere ve gördüm iki elimin etrafında dönen mavi çizgileri. Su yükseliyordu ve bunu avuçlarımız içinde hissedebiliyordum: avuçlarım gıdıklanıyordu. Gücün verdiği hazla daha da yüklendim. Aşağıdaki su yükseldikçe yükseldi ve tam önümden başlayarak Kral Sadar'a kadar bir yol oldu. Önünde biten su birikintisine bakan kral afallamışa benziyordu. Ben atladım, bir çırpıda suyun üzerine geçtim. Batmıyordum, su yukarıda kalmam için elinden geleni yapıyordu. Tek başıma yolun yarısına kadar gittim artık iki tarafın ortasındaydım. Tek başıma bekledim Sadar'ı ve geleceğini biliyordum. Etrafındakiler her ne kadar gitme deseler de o gözünü bana dikmiş sadece bana bakıyordu. Nihayet atından inip yaptığım su köprüsüne adımını atmıştı. O da tek başına geliyordu.

''bana güvendin'' dedim yanıma geldiğinde. Yüzü tedirgindi ve uzun saçları çıplak kaslı omuzlarını örtüyordu.

''sana güvendiğimden değil çocuk: savaş ahlakı.''

''sizinle savaşmak istemiyoruz. Geçişimize izin verin ve Akman'a yardım etmeyi bırakın.''

''bunu neden yapalım?''

''neden yapman gerektiğini çok iyi biliyorsun. Benim savaşım sizlerle değil. Akman şu an benim tahtımda oturuyor.''

''senin götün şehrin tahtında otursun diye ben ülkemi ve halkımı tehlikeye atmayacağım. Hakan olduğunu iddia ediyorsun o zaman deniz gücünü kullan ve kuzeye gidin. Oradan saldırın şehre. Senin amacın yeryüzünü ele geçirmek ve bizler senin için tehdidiz.''

''Akman'a neden biat ettiniz?''

''gökyüzüne savaş açan herkes bizim dostumuzdur ve gökyüzünden olan herkes bizim düşmanımızdır.'' Öfkesi yeni yeni beliriyordu. Başından beri sakindi ama şimdi gözlerindeki öfkeyi görebiliyordum.

''belki de sizin sınavınız da buydu. Lakin sana müjdem: o sınav henüz bitmedi. Gökyüzü sizi affetmeye hazır.''

''sana yardım edersek... değil mi?'' kahkaha atmıştı. ''akıllı davran Sadar şu an tek emrimle ülkenin içine Tepegözleri yollayabilirim,'' durmuştu ve ciddiyetle bana bakıyordu ve aşağıdaki suya, ''sizinle savaşmamıza gerek yok. Ülkenizden geçene kadar...''

''anlaşma yok çocuk. Ya savaş ya da anakarayı dolaş.'' Öfkeli bakışlarla döndü ve geldiği yolu geri yürüdü. Anakarayı dolaşma yolu vardı ama bunca orduyu şehre en kısa sürede ulaştıracak tek yol buydu ve onlar buna müsaade etmeyeceklerini söyleyerek savaşı ilan etmişlerdi.

MAROBİS (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin