Sadece yarım saat...Derek'in evine gelmemizin üzerinden sadece yarım saat geçti ama o çoktan üzerini çıkarıp koltuğa bırakarak yatağına gitmişti. Bende Derek'in Tişörtünü bıraktığı koltukta oturuyordum. Sadece oturuyordum. Ne televizyonu açıyordum, ne telefonu elime alıyordum. Ellerimi bacaklarımın üzerinde birleştirmiş, dümdüz karşıya bakıyordum. Ne istersem yapabileceğimi söylemişti ve zaten uzun zamandır buraya gelip gittiğimden artık bana alışmıştı. Beni misafir olarak görmüyordu. Sanki buranın sahibiydim.
Gözlerim usulca yanımda ki tişörte kaydığında hızlıca kafamı çevirdim. Düşünmek istemiyordum. Tekrar gözüm kırmızı tişörte kaydı. Üzerinde büyük bir kesik vardı ama Derek bunu atmak yerine buraya bırakmıştı. Tişörtü elime aldım ve burnuma götürdüm. Normalde çok güzel kokan Derek'in bu tişörtü şimdi ter ve kan kokuyordu ama yine de hâlâ onun teninin baskın kokusunu alabiliyordum.
Kafamı yastığa koyarak tişörtü burnuma iyice yaklaştırarak gözlerimi yumdum. Onun hiçbir şeyinden tiksinmemem iğrenç miydi bilmiyorum ama yine de kendimi bunu yapmaktan alıkoyamıyordum. Derin ve uzun bir nefes çektim ciğerlerime, sanki böyle yapınca Derek'in kokusu bir daha asla hatırımdan çıkmayacaktı. Yavaşça tişörtü kendime sardım ve hangi ara bilmiyorum ama uykuya daldım.
———"Stiles!"
Korkarak doğrulduğumda elime dolanmış tişört sertçe Derek'in suratına çarptı ve Derek'te gözünü tutarak geriye düştü. "Oh, Affedersin. Çok özür dilerim Derek"
Sabır dilercesine yüzünü sıvadı ve ayağa kalkarak mutfağı gösterdi. "Kahvaltı hazır. Yemeğini yedikten sonra istediğin zaman gidebilirsin. Ya da gitmeyedebilirsin. Burada kalabilirsin. İstediğin kadar"
"Sen? Yemeyecek misin"
"Ben seni kaldıramadım ve yedim"
"Oh, pekala ben...Aslında ben gideyim. Sende...Sende işlerini hallettikten sonra evine gelip dinlenirsin"
Derek omzularını silkerken gözleri hâlâ koluma dolanmış bir şekilde duran tişörte kaydı. "Sen onunla ne yapıyorsun" diye sordu.
Biraz düşündüm. Buna verebilecek bahaneleri sırasıyla aklımdan geçirdim ve bu sadece bir saniyemi aldı.
"O kadar dağınıksın ki Tişörtünü buraya bırakıp gitmişsin. O da benim koluma dolanmış"
Harika gidiyordum. Kesinlikle anlamayacaktı.
"Öyle diyorsan" diyip benimle vedalaştı ve evden çıkıp gözden kayboldu. Ondan her şeyi beklerdim. Kalbimi nasıl parçalara ayıracağını bilmesem de bunu yapacağını biliyordum ve ilk çatlaklar çoktan oluşuyordu. Bu adam beni bitirecekti. Kıracaktı, dökecekti hatta belki de öldürecekti ama ben hepsine tamamdım. Her ne kadar bu huyumdan nefret etsem de öyleydi. Lydia'ya karşı bile bu denli bir bağlılık hissetmemiştim.
Elimde ki tişörtü çöpe atarak mutfağa girdim ve masanın üzerinde ki karışık tostla hala dumanı üzerinde olan çaya baktım. Çayı sevmezdim ve uzun zamandır tost yemiyordum. Haliyle çokta iştahım yoktu ama yine de Derek'in emeğini hiçe saymamak adına masaya oturup yavaşça yemeğimi yedim. Karnımı doyurduğumda evden çıkıp yurda gitmek istedim ama yapamadım. Onun kokusunu her yerde alabildiğim bu evden çıkamadım. Yavaş adımlarla üst kata çıkarak onun odasına girdim. Derek çok dağınık birisiydi ve onun evini gördükçe kalbim tekliyordu. Onun aksine düzenli olduğumu düşünüyordum.
Dolabını açtım. İçini karıştırarak en diplerde beyaz bir tişört buldum ve kırışıklıklarını umursamayarak kendi tişörtümü çıkardım. Derek'in Tişörtünü üzerime geçirerek komodinin üzerinde ki parfümü alarak üzerime sıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlık Sular
FanfictionAnnesini ve babasını kaybeden Mieczlaw, yaşama sebebi Lydia Martin'i elinin tersiyle itecek ve kendisini cidden sevebilecek herhangi biri istiyordu. Onun çok karanlık olduğunu biliyordu. Uzun bir yolculuk olacak... Peki siz bu yolculukta Mieczlaw'ın...