Bölüm 48.2

448 54 21
                                    

İçinde bulundukları durum çok garipti. Birbirlerini dikkatle izliyorlardı ve ne olacağına dair bir fikirleri yoktu. Çocuklar yerlerini aldıkları sırada, Kuyu’nun üst balkonunda bir kapı açılıp kapanmıştı. İçeri giren kişi Bora’ydı. Bir elinde tableti vardı ve dikkatli bakışları üzerlerindeydi. Derin bir nefes alarak yerine oturduğu sırada diğer kapılarda açılıp kapandı. Anlaşılan o ki, gençler halka açık bir konuşma gerçekleştireceklerdi. “Yani onlar sizin kim olduğunuzu biliyorlar, öyle mi?” diye soran Eren Kerim’e baktıklarında kıkırdadılar. Safira, söze girmek için anı kolluyor gibiydi ve bekliyordu.

“Açık açık konuşacağımızı söyledin.” Dedi Diyar. Nihayet konuştuğunda Safira’nın alaycı bakışları kısıldı. “Sesini duymak ne güzel” diyerek neşeyle konuştu “Bende bana küsmüşsündür diye düşünüyordum.”

Diyar’ın dudaklarında hafif bir kımıldama meydana geldiğinde Safira iç geçirerek arkasına yaslandı. “Açık konuşacağız” dedi “Bilmeniz gerekenleri bilecek, sonrasınaysa…” Omuzlarını silkti “Sonra düşüneceğiz.”

“Bülbül…” dedi Diyar, Safira’dan önce davranarak “İsmi Ömer. O bizim kazıcımız.”

“Yani bilgi işlem onda.” Dedi Berat.

Diyar başını sallayarak onu onayladı. “Her anlamda.” Dediğinde Berat yeniden “Gerektiğinde.” Diye karşılık verdi. Ardından Ömer yani Bülbül konuştu. “Peki, senin olayın ne?” diye sordu.

“Bir kazıcı olmadığım kesin.” Dedi Berat. Başka da bir şey söylemedi.

“Bu böyle olmaz ama” dedi Diyar’ın arkasındaki biri. Eren Kerim, başını çevirip “Yalçın” dediğinde kızıl kafalı adam yumruk yaptığı eli havaya kaldırarak sordu “Savaşmayacağız dediniz inandık ama siz sevişmiyorsunuz da”

“Tipimiz değilsiniz canım.” Dedi Cihan ardından Diyar’a baktı. Diyar “Tetikçimiz.” Dediğinde Cihan’ın kaşları havaya kalktı. Karşı taraf kendilerinden bir açıklama beklercesine, yüzlerine bakarlarken büyük kapı açıldı. “Geciktiğim için üzgünüm” diyerek içeri giren Taylan’a döndü tüm başlar. “Beyler, sizleri yeniden aramızda görmek ne güzel.” Diyen Taylan tam ortalarında duracak, her iki tarafı da rahatlıkla izleyebileceği şekilde bir yere otururken Yalçın’ın “Sen hala yaşıyor musun?” diye sormasıyla Taylan sırıtarak “Bir ölüyü kolay kolay öldüremezsin.” Diye karşılık verdi. Akabinde küfürler duyuldu. Sırıtarak arkasına yaslanır, oturduğu yere iyice yerleşirken bakışlarını Safira’ya çevirdi. “Cesur ve Kuzey, cellat olmak üzere eğitiliyorlar.” Dedi Safira. Bakışlarını Taylan’ın üzerinden çekerek Diyar’a baktı.

Diyar’ın kaşları çatıldı. Genç adam “Bu nasıl oluyor?” diye sorduğunda Safira “İkisinin de şu anda kazanmış oldukları üniversitelerde olmaları gerekiyor ancak yerlerine bir başkası bakıyor. Onlar da bunun üzerine buradaki temel eğitimlerini tamamlıyorlar.”

“Nasıl oluyor da onlara bile benzemeyen kişiler, onların yerine okula girip çıkabiliyor?” diye sordu Bülbül. Safira içini çekerek ona baktı. “Bu açıklamak zorunda olduğum bir şey değil.” Dedi.

“Peki, sen?” diye soran Diyar, Safira’nın kıkırdaması üzerine dişlerini sıktı. “Sen tam olarak necisin?” dediğinde genç kızın bakışları gözlerine kilitlenmişti. Konuşmayacaktı. Bunu Diyar da onunla gelen arkadaşları da fark etmişlerdi. Sadece bilmeleri gerekenleri anlatacaktı.

“Aileniz nasıl oluyor da sizi bunun içine dâhil ediyorlar?”

Saruhan “Biz zaten bunun içindeyiz.” Dedi “Oradan bakınca bunu göremiyor olmanız sizin körlüğünüz.”

“Pandoranız kim? Yani biri olmalı değil mi?” Çocuklar, konuşanın kim olduğuna bakınca Diyar’ın hemen arkasında oturan adamın elini kaldırdıklarını gördüler. “Kadir.” Dedi genç adam. Safira kaşlarını kaldırarak gülerken “Sanırım kim olduğunuzu artık söyleyemeyeceğiniz noktaya geldik öyle değil mi?” diye sorunca Diyar “Bizden bir şey alıp karşılığında bir şey vermiyorsan bu durumda yapabileceğim bir şeyde yok.” Dedi.

“Hepiniz bu kadar olamazsınız.” Dedi İnci Tamu “Yani sen tek başına bir lidersin ve sürünün bu kadar az kişiden oluştuğunu düşünmüyorum.”

“As’lar burada.” Dedi Kadir. Bakışları uzunca bir süre Tamu’nun üzerinde kalınca o ana dek gıkı çıkmayan Ezel boğazını temizlemek zorunda kaldı. “Çek o bakışlarını.” Diye tısladı. Diyar’ın bakışları ona yöneldiğinde de dişlerini sıkmaktan çenesi kasılmaya başladı. “Sakin ol.” Dedi Safira ardından ayağa kalktı. Canının yandığını görebilen Diyar, onun yüzünü buruşturup derin bir nefes alarak kendisini toparlamasını bekledi. Cesur’un bakışları da öyleydi ama Safira’nın görüş alanından çıkmasıyla karşılaştığı kişiyle kaşları derinden çatılmıştı. Ana kapı bir kez daha ardına kadar açıldığı sırada hepsi o tarafa döndüler. Tibet.


“Yok, artık!” dediğini duydular Yalçın’ın “Bu itin burada ne işi var?”

“İtlik mertebesine erişen kişilerin siz olduğu kanıtlanmıştı.” Diyen Tibet, ceketinin iç cebinden çıkarttığı çikolatayı Minel’e doğru fırlattı. Kucağına düşen pakete şaşırarak bakan genç kız, başını kaldırdığında gülümsüyordu. Tibet, Taylan’ın yanına ilerlediğinde Minel’in bakışları onu takip etti. Önüne döneceği sırada Eren Kerim’in hiddet dolu bakışlarıyla karşılaştı ve yüzü asıldı. “Ona bakma.” Dedi Kuzey usulca. Sesi çok yüksek değildi ama çok alçakta değildi. Uzanıp Minel’in elinden tuttuğunda “Bakma.” Dedi bir kere daha. Önüne döndüğünde kavgacı bakışları Eren Kerim’in üzerindeydi ve artık tüm arkadaşları öyle bakıyorlardı.

“Bizi bir çark gibi düşünün.” Dedi Safira nihayet “O çarkın dönüp durmakta olan dişlilerinden birer parça olduğumuzu.” Bir öğretmen edasıyla ortalarında yürüyüp duruyordu. Sesinde ne bir alaycılık ne de onları kışkırtmaya yönelik bir ton vardı. Sakindi ve anlatırken bir yandan da inanmalarını ister gibiydi. Diyar, derin bir nefes alarak onu dinlemeye devam ederken kızın kaç farklı yüzü olduğunu düşünüyordu. Geçen akşamki Safira’yla şimdiki aynı kişi değillerdi. Eğitilmiş, mimiklerini ustalıkla kullanan biri vardı karşısında ve o yaşıtı bile değildi. “Birimiz bile eksilirsek çarkın dönmeyi bıraktığını düşünün. Bizde, sizdeki gibi ast üst ilişkisi yok. Hepimiz o çarkın ana parçalarıyız. Güç dengesi eşit.”

“Buna inanmam mümkün değil.” Dedi Kadir “Her zaman bir eşitsizlik vardır. Büyük şirketler, imparatorluklar ya da ordular buna göre kurulur, işler. Siz dediğiniz gibi bir çarkın ana parçalarıysanız sizi bir arada tutan büyük bir güç olmalı. O gücün kaynağı ne?”

“Ya da o güç kim?” diye sordu Yalçın.

Safira, yan yan onlara baktı. Önüne dönüp gülerken içini çekiyordu. “Anlamıyorsunuz çünkü içeriden biri gibi düşünmüyorsunuz” dediğinde “İçeriden biri olduğumuzu mu düşünüyorsun?” diye sordu Ömer. Yani Bülbül “Çünkü değiliz senelerdir bir başınayız.”

“Sizi korudular öyle değil mi?” dedi Safira ardından bir elini uzattı. Taylan yerinden kalkıp yanına geldiğinde eline küçük bir kumanda tutuşturdu. “Size bir hayat verdiler. Bir amaç ama buna rağmen bir başınıza olduğunuzu iddia ediyorsunuz.” Diyen genç kız Bora’nın yardımıyla projeksiyonu açarak, Diyar ve arkadaşlarının tüm özgeçmişlerini gözler önüne serdi. “Bizi aynı yaşta gösterdiler çünkü içinde bulundukları savaştan çıkamayacaklarını düşünüyorlardı. Bizi bir arada tutmayı amaçladılar, ayrı olursak bizi avlamaları daha olasıydı.”

“Ki avladılar da.” Dedi Behrem.

Safira “Öyle.” Diyerek ona baktı “Ama sizi de bir arada tuttular.”

Eren Kerim homurdanarak sordu “Tam olarak nasıl yaptılar bunu?” diye sorduğunda “Ailenin içine soktular” dedi Safira.

“Hangi ailenin?” diye sordu Eren Kerim gülerek. Alay ediyordu ama bilmediği şey Safira’nın insanın damarına nasıl bastığıydı. Genç kız yüzünde sabırlı bir ifadeyle ona gülümsedikten sonra “Senin bu aile zırvalıklarından haberim var ve inan bana umurumda değil. Anam da anam, babam da babam diye tutturmuş gidiyorsun ama dalga geçtiğin bu aile olmasaydı sende o arabanın içinde patlamış olurdun. Bence olmalıydın da ama neyse, konumuz senin ölen ailen değil! Bir şekilde Nefes Teyzemin iyi tarafına denk gelmiş olmalısın yoksa seni canlı tutması imkânsızdı.” Diyerek bakışlarını Eren’den çekerek, Diyar’a çevirdi. “Birbiriniz için önemli olacağınızı biliyorlardı bu yüzden hepinizi en güvendikleri ailelerin yanına yerleştirdiler. Misyonunuz ne olursa olsun bunu göz ardı edemezsiniz. Kaldı ki yaşları konusunda oynama yapılan bir tek biz değiliz. Senin ya da senin…” diyen Safira tüm bedenini Eren Kerim ve Diyar’a, onların arkadaşlarına çevirdiğinde sıkılmış gibi iç geçirdi “Yirmili yaşlarınızın sonunda olduğunuzu biliyoruz” dedi. Sesli bir nefes verdi. “Eh, artık biliyoruz.”

Derin bir sessizlik oluştu. Ekran karardığında üst tarafta bir hareketlilik göze çarptı. Atıl içeri girmişti. Diyar, bakışlarını Karaca’ya çevirdiğinde onun gülümseyerek göz kırpması karşısında o gün ilk defa gülümsedi. Alt dudağını dişlediği sırada “Bir süre buradan bizimle birlikte çalışacaksınız” dedi Safira “Bu konuda size yardımcı da olacaklar.”

“Bilge Han, bugün gidiyor?” diyen Diyar, Safira’nın “Gideceğini düşünüyor” demesi üzerine “Bana planı tam olarak anlatmayacaksan benden nasıl bir iş çıkarmamı bekliyorsun ki?”

Kızın kendisiyle dalga geçer gibi konuşmasından bıkmış usanmıştı. Şu dakikadan itibaren ondan emir almak gibi bir niyeti yoktu. Nefal için bir şekilde sessizliğini, sükûnetini koruyabilirdi ama alaycılığı görmezden gelemezdi. Artık değil.

“Seni tanımıyorum.” Dedi Safira “Sırf en yakın arkadaşımla gönül bağın var diye, sırtımı sana öylece yaslayacağımı mı düşündün? Onu geçtim, en başından beri bu sistemin içerisinde var olan birisisin elbette senden yararlanacağım. Neticede senin korumakla yükümlü olduğun birisiyim. Ama illa sesli dile getirmemi istiyorsan, diğer bir deyişle senin patronun benim.”

Diyar, güldü. Gözlerinin etrafı kırışır, gözleri kısılırken ortam bir anda gerginleşti. Üst katta onları izleyenler durup birbirlerine baktılar. “Sen benim patronum değilsin,” dedi Diyar “Orada bir anlaşalım”

Safira, kaşlarını havaya kaldırınca Diyar devam etti. “Bende sana güvenmiyorum ve açıkçası…” Omuzlarını kaldırıp indirdi “Güvenliğin zerre umurumda değil. Birinin seni öldüreceğini fark edersem, yolundan çekilir, sana çabuk ulaşmasını sağlarım.”

“Diyar!” Cesur’un ses tonu sertti.

“A aa!” dedi Safira, Cesur’a bakarak “Abi demeyi unuttun.” Deyip kıkırdadıktan sonra yeniden Diyar’a dönerek konuştu. “Ama işte benim yolumun sonunda da senin karşına çıkacak biri var.” Dedi “Nefal.”

Adamın dişlerini sıktığını, oturduğu yerde kasıldığını görmek Safira’yı eğlendirmiyordu. Oynamak zorunda olduğu bir rolü vardı ve bu piyes bitmeden kendini koyuvermesi işten bile değildi. “Neyse, madem konuşacaklarımız bu kadar biraz mola verip ardından köşelerimize çekilebiliriz.” Dediğinde “Yani bu kadar mı?” diye sordu Yalçın oturmakta olduğu yerde iyice arkasına yaslanırken.

“Ne olmasını bekliyordun ki?” dedi Naz.

Adam dudak büzdü. “Bilmem bizi buraya çağırınca kavga dövüş falan olur diye umuyordum.” Deyince “Hayalperest” diye mırıldandı Behrem. Ayağa kalkıp, aralarından geçerek çıkmaya çalışan Bülbül’ü gördüklerinde Safira ona arkasını dönerek, Minel’e baktı. Minel çikolatasının son parçasını da ağzına attıktan sonra yerinden kalkarak az önce Safira’nın durmakta olduğu yere yürüdü. Ömer –Bülbül- çıkışa doğru ilerlemek üzereyken Safira “Aslında henüz bitirmemiştim.” Dedi. Ömer’in bakışları önce kıza ardından da Diyar’a döndü. Safira, boynunu bükmüş uğursuz bir şekilde gülümseyince genç adamın bakışları Minel’e kaydı. Genç kız “Üzgünüm.” Diyerek adama kendisini toplama fırsatı vermeden saldırdı.

Ömer “Ah!”

Sağ gözünü, sağ bacağına saplanan şeyle acı içerisinde kapatırken dudaklarından acı dolu bir haykırış yükselmişti.


“Ne yapıyorsun!” diye bağırdı Yalçın ve yerinden kalkmak istediği sırada bedenine yönelen elektrik akımıyla sersemledi. Diyar, şoka girmiş bir halde arkadaşına baktı. Şaşkınlığını üzerinden atar atmaz bakışlarını oturmakta oldukları sandalyelere çevirdi. Tuzak. Safira’nın kıkırdamasıyla başını ağır ağır yerden kaldırdı. “Hareket etmeyin.” Dedi adamlarına. Ardından yukarı, üst kata baktı. Bora. Bora. Bora.

“Delirdin mi sen?” diye bağırdı Kadir “Ömer iyi misin oğlum?” diyerek arkadaşının bacağından sızan kana bakarken dişlerini sıkmıştı.

“Söylemeyi unuttuğum için özür dilerim ama Kuyu’ya hoş geldiniz, beyler.” Dedi Safira “Şimdi yerlerinize iyice yerleşin ve gösterinin tadını çıkarın.”

“Ruh hastası mısın kızım sen!” diye bağıran Eren Kerim yerinden kalkmak istediğinde bacaklarından yukarıya doğru yayılan akımla yerinde dikleşti. Acı içerisinde başı önüne düşerken Minel’in endişe yüklü bakışlarını görmedi. Genç kız yeniden Ömer’e döndüğünde boynunu büktü. Ardından Tamu’nun ayağa kalktığını gördü.

Ömer “Bunu neden yapıyorsun?” diye sordu. Ama o sırada Minel’in buna cevap vermek gibi bir niyeti yoktu. Adamın bacağına doladığı teşbihi elinde iyice gererken, bir yandan da onu kendisine doğru çekiştiriyordu. “Bu ipin sadece sende olması gerekmiyor mu?” diye sordu Diyar, Safira’ya.

“İpin ana kaynağı Esmer. Yani Senem Teyze. Onun kolyesinden baz alınarak yapıldı. Gerçeği Minel’in.” Dedi Safira. Yüz ifadesi taş gibi sertti. Bakışları önlerindeki manzaraya odaklanırken Diyar anlamaya çalışarak aralarında kalan arkadaşına baktı. Ardından Tamu, Ömer’in dizine arkadan vurdu. Onu yere düşüremedi ama sırtına çıktı. İki eliyle çenesini tutup başını geriye doğru çekti. “Oğlum öldürecekler onu.” Diye bağırdı Yalçın “Sikerim böyle işi!” deyip bir kez daha kalkmaya yeltenince bir kere daha çarpıldı. Acı içerisinde tükürükler saçarak küfrederken “Yerinde olsam iyi izlerdim.” Dedi Atıl balkondan aşağı. Dirseklerini demirlere yaslamış aşağıda oynanan oyunu seyrediyordu. Tamu, Ömer’in çenesinden bir elini çekip yan boşluğuna savurdu. Sanki ona gerçekten acı verebilirmiş gibi.

“Hih.” Safira’nın dudaklarından çıkan bu ses hem Cesur’un hem de Diyar’ın dikkatini çekerken, ikisi de aynı anda kızın yüzünün bembeyaz kesildiğini fark ettiler. Minel ile Tamu’ya, Karaca da katıldığında Ömer’in sol eli havaya kalktı. Diyar, yeniden Safira’ya baktı. Cesur, uzanmış elini tutmuştu. Sonra bakışlarını yeniden ortada oynanan oyuna çevirdi. Kendisi gibi arkadaşları da neler olduğunu anlamışlar, sessizleşmişlerdi. Tamu ile Karaca, Ömer’in sol elinin parmaklarını iki ayrı yana çekiştirmeye başladıklarında adamın haykırışıyla durdular. Minel, teşbihi çözerek adamın yanında yere dizlerinin üzerine çökmüştü. Diyar’ın ve arkadaşlarının bakışlarıysa Safira’nın küle dönen yüzündeydi. Titreyen ellerini nereye saklayacağını bilemeyen Diyar, başını önüne eğerken aklına ilk gelen Nefal oldu. “Onu hemen sokağın girişinde bekliyordum” dedi “Arkamdaki kadınların kavga ettiklerini duyuyordum ama umursamıyordum.”

“Senin suçun değil.” Göz göze geldiği kişi Safira’ydı “Bazı şeyleri öngöremeyiz. Eğlence için gittiğin bir yerde başına bunların geleceğini bilemezdin. Bazen en güvenli yerimiz bile bizim için cehenneme dönüşebiliyor.”

“Bu şekilde saldırmaları çok aşağılık.” Dedi Ömer. Minel, yanında durmuş bacağının üzerine eliyle baskı yapıyordu. “Sorun yok.” Dedi genç adam gülümsemeye çalışarak “İyiyim ben.” Kızın elinin üzerine elini koyarak onu tuttu. “Az önceki haykırışımı düşünüyorum da,” dedi “Nefal’in ödü kopmuştur.”

“Yine saldıracaklar” dedi Karaca “Sıradakinin ben olduğumu düşünüyorum ama belli de olmaz.”

“Hepimize aynı anda da saldırabilirler.” Dedi Behrem “Bunu bilmiyoruz.”

“Kız kavgası izlemeyi severim ama bu şekilde olanını değil.” Dedi Yalçın yalpalayarak yanlarına geldiğinde. Yere oturup Ömer’in gözlerinin içine baktı. “İyi misin lan? Bu kaç?” diye sorarak iki parmağını gözünün önünde sallayınca salonda kıkırdamalar oluştu. “Akım verilen ben değilim göt herif. Bence sen kendini düşünsen iyi edersin.” Diyen Ömer, kızların ve de arkadaşının yardımıyla ayağa kalktı. Yalçın’a yaslandığı sırada Atıl’ın “Revire kadar size eşlik edecekler” dediğini duyduklarında kafalarını salladılar. Ama Yalçın’ın bakışlarında kinci bir ifade vardı. Atıl, dik dik kendisine bakmaya devam ederken Diyar aralarına girerek bakışmalarını kesti. Cesur, yanlarından geçerek kapıyı açtı. İçeri giren adamlar, onlara yardım ederken “Yani bizden sizi korumamızı istiyorsunuz” dedi Kadir.

Eren Kerim “Diyar’a pislik yapmadan önce diyemez miydin sanki bunu?” diye sorduğunda sızlayan bacaklarını ovalayıp duruyordu.

“Ödeştik say.” Dedi Kuzey araya girerek.

Eren Kerim “Anlamadım?” dediğinde “Bence iyi anladın” dedi Cihan “Aslında biz arkadaşın yerine senin geçmeni isterdik ama o senden önce davrandı.”


“Bizi biliyorlar,” dedi Yağmur “Ama sizden haberleri yoktur. Kaldı ki Safira’nın, seninle olan son durumundan haberdardırlar yani bir şekilde bize düşman olduğunuzu düşünüyorlardır.”

“Zaten öyleyiz.” Diyen Eren Kerim, çocukların kendisine öfkeyle bakması karşısında “Ne var?” diye söylendi “Yalan mı?” ağzından çıkan her ters sözde Minel’in irkildiğini fark edemediği gibi kendi arkadaşlarının da gerildiğini görmüyordu.

“Kes sesini Eren!” dedi Diyar. Gözlerini deviren genç adam, dikkatini yanında konuşmakta olan Kadir’e verirken o “Burada ne kadar kalacağız?” diye soruyordu.

“Çok değil.” Dedi Kuzey “İş biter bitmez kendi dünyanıza dönebilirsiniz.” Bakışları Eren’in üzerindeydi. “Ha bu arada, İklim’i burada görmeyeceğiz.” Dedi. Bu sözleri de Diyar’aydı. “Onu ne kadar sevdiğin ya da yanında olmasına ne kadar ihtiyacınızın olduğu umurumuzda değil ama o kız burada fink atmayacak!” Safira dudaklarını büzerek gülümserken “Yoksa ne olur?” diye diklenen Eren Kerim, Cihan’ın “Yoksa Allah Kerimciğim, içimizden biri ona iş atar, ondan hoşlandığımıza inandırır ve mercimeği fırına verdikten sonra da bir daha aynı yemeği yemeyeceğini söyler, siktiri çeker.” Demesiyle durmakta olduğu yerden deyim yerindeyse fırladı. Cihan da keza öyle. Kafa kafaya geldiklerinde “Senin Minel’e yapmak istediğin de en başta bu değil miydi amcık!” diye bağıran çocuğun gözlerinden ateş çıkıyordu “Ben söyleyince zoruna mı gitti?”

Eren Kerim “Senin kemiklerini kırarım.”

“He he, aynen.” Diyen Cihan bir şey daha söylese de kavga etsek diyerek gözlerinin içine öyle bir bakıyordu ki; Eren Kerim durduğu yerde çıldırıyordu. “Hem bakarsın bana ya da bir başkasına gerek kalmaz, Cesur halleder o işi.” Dedi Cihan göz kırparak. Nasıl da gülüyordu öyle. “Yanlış hatırlamıyorsam Cesur’un peşinden fıtı fıtı koşup, arkasından naralar atarak şarkı söylüyordu Münü. Yani belki bize gerek kalmaz.” Deyince “Senin ecdadını sikerim!” diye bağırdı Eren Kerim ve çocuğa kafa attı. Herkes bir anda ayağa kalktı. Menaf, o ana dek kullanmadığı bastonuyla Eren’in sağ omzuna sertçe vururken “Geri çekil!” diye bağırdı.

“O başlattı!” dedi Kadir.

“Kimin neyi ne zaman başlattığının artık bir önemi yok!” dedi Menaf sinirlenerek “Onun Minel’e ne amaçla yaklaştığını buradaki herkes biliyor öyle değil mi?”


Kadir’in yargılayan bakışları bu sefer Eren Kerim’eydi. Diyar, ya sabır der gibi gözlerini tavana dikmiş öylece dururken her an silahını çekip birilerini vuracakmış gibi gözüküyordu.

“Köpeği çok beslersen sahibine sararmış. Eren’inki de o hesap.” Diyen Tibet, Minel’i kolunun altına alarak oradan hızla uzaklaştırdı. Cihan ise bu sırada burnundan akan kana rağmen gülerken, dilini dışarı çıkarıp dudağının üzerine akan kanı yalayıp “Nasıl oluyormuş?” diye sordu. Kendisini tutan Berat ile Saruhan’ın kollarından kurtularak dudağının üzerindeki kanı sildi. Bir süre elindeki kana baktı. Sakinleşiyor gibiydi. “Seninki kardeş de bizimki değil mi he orospu çocuğu!” diye bağırınca sakinleşmediğini aksine daha çok sinirlendiğini fark etti. Bu sırada “Doğru konuş!” diye haykırdı Eren Kerim “Benim ailemin adını ağzına alamazsın!”

“Neden? Senin ailenin ne gibi bir özelliği var? Ulan biz olmasaydık sende şu an burada olmazdın! Senin ananı, babanı biz mi öldürdük de böyle kafa tutuyorsun bize yavşak!”

“Cihan! Cihan…” diyen Eren Kerim çocuğun ümüğünü sıkmak ister gibi üzerine doğru yürüyünce “Bana ne amına koyayım öldülerse, bize ne oğlum!” diye bağırdı Cihan. Minel’in, Tibet’le dışarı çıktığını fark ettiklerinde “Sen ailenin ölümünün faturasını benim kardeşime kesemezsin!” diye tısladı Cihan “Öyle bir dünya yok. Bunca zaman Caner amcanın himayesindeymişsin, sorsaydın ona hesabını?”

“Yeter!” diye bağırdı Diyar en sonunda. Eren sinirle kendisine bakınca bir yumruk atarak sağ omzuna vurarak onu geriletti. “Kendine gel! Sizde öyle!” dedi. Cihan’a dönüp baktı. “Buraya ne amaçla gelmiş olursa olsun, amaçladığını yapmadı!” dedi “Minel’i bıraktı, Minel de onu azat etti!” dedikten sonra Eren’e döndü bakışları yeniden. “Kendinize gelin artık!” Eren konuşmak için hamle yapacağı sırada “Sakın!” diye tısladı Diyar “İnan bana kafamın içi kazan gibi ve senin sesine şu anda hiç tahammülüm yok!” Gözlerini kapatırken “Kadir, al şunu gözümün önünden dışarı çıkın.” Dedi.

Kadir, onun dediğini yaparken Diyar gözlerini açarak yeniden Cihan’a döndü. “İklim buraya gelmeyecek.” Dedi. Bakışları Kuzey’e sonra da Safira’ya döndü “Ama sende onunla aynı çatı altında olma fikrine kendini alıştırmalısın. Aranızdaki sorun sizi ilgilendirir ama ona fiilen bir zarar verecek olursan, şu anda bulunduğun haline şükredersin.”

“Çok korktum.” Dedi Safira.

Diyar, hızlı hızlı başını sallarken “Korkmalısın” deyip yanlarından ayrıldı. Behrem, kapanan kapının ardından ıslık çalarken üst kattakiler de ona katılarak alkış tuttular. “Şu bir gerçek ki,” dedi Atıl “Kelimenin tam anlamıyla ağızlarına sıçtınız.” Çocuklar gergin bir halde birbirlerine bakarlarken Cihan “Kavga etmek aklımdan bile geçmedi.” Dedi “Valla.”

“İyi oldu.” Dedi Atıl “Ben bir kafa da sen atarsın demiştim ama kendine iyi sahip çıktın genç.”

Cihan “Ehe, eyvallah abicim” diyerek sırıttı ve burnunu kontrol ederek “Buz lazım ama” diye söylendi. Hep birlikte çıkışa doğru hareketlendikleri sırada Menaf durup “Biri Safir’i kucağına alsın.” Dedi “Bembeyaz olmuş.”

Cihan “Açlıktandır o. Milleti yedi doymadı tabi.” Diyerek Safira’ya takıldığı sırada kızın gözlerinin kaymasıyla “Hop hop!” diye bağırdı.

Saruhan “Tuttum tuttum!”

Cesur, kızı Saruhan’ın kollarından alırken “Odaya götürelim.” Dedi Taylan “Revirde Diyar’ınkiler var, iyice işkillenmesinler.”

“Tamam” diyen Cesur, arkadaşlarının yardımıyla Safira’yı odasına götürdü. İçeri girmelerinin ardından gelen doktor ve hemşire kızın vitallerine baktıklarında “Tansiyonu düşmüş biraz.” Dedi hemşire. Berat, Safira’nın bacaklarını havaya kaldırmıştı. “Serum takmamı ister misin tatlım?” diye soran doktora “Hayır.” Diyen Safira “Ama yemek yersem iyi olacak” deyince doktor gülümseyerek arkadaşlarına baktı. Kötüleşirse haber vermelerini isteyerek yanlarından ayrıldıklarında Kuzey “Bende açım.” Dedi. Yere oturmuş, sırtını yatağa yaslamıştı.

“Çok fazla stres altında kaldın.” Dedi Ezel. Safira, dönüp ona bakınca Ezel de ona baktı. “Belki de senin yerine bir başkası yapmalıydı tüm bunları.”

“Nefal’in buraya gelmesi riskli.” Dedi Safira ve Naz’a baktı “O kadına Nefal’in uyandığından sakın bahsetme.”

Naz başını iki yana sallarken “Asla.” Dedi “Jibit’ten haber var mı?”

“Hayır.” Dedi Karaca “En son Çavuş diye biriyle görüşecekti ama ne oldu bilmiyorum.”

Tamu “Ben gidip mutfakta neler pişiyor bir bakacağım.”

“Bende seninle geliyorum” dedi Yağmur “Burada yiyoruz değil mi?”

Behrem “Çok kalabalığız. Bu sefer de kalabalıktan bayılma?”

“Saçmalama.” Diyen Safira, Berat’a bacaklarını indirebileceğini söyler söylemez çocuklar yardımına koştular. Kabarttıkları yastıklara sırtını yasladığında “Midem bulanıyor” diyerek suratını buruşturan genç kız, Tamu “Yemek işini hemen hallediyoruz o zaman.” Diyerek kız kardeşiyle dışarı çıktılar. Onun peşinden bakan Ezel, Safira’nın “Kedinin ciğere baktığı gibi bakacağına peşinden gitsene kızın.” Demesiyle omuzlarını silkerek “Onu çok kırdım.” Dedi.

Safira “Ee?”

“Muhtemelen benden nefret ediyordur.”

Safira “Eee?”

“Yani beni yanında görmek istemeyecektir.”

Safira “Yani?”

Ezel, çattığı kaşlarıyla Safira’ya döndüğünde “Nesini anlamıyorsun?” diye bağırdı.

“Bağırma bana geri zekâlı!” diye bağırdı Safira da “Buraya yemek getirecekler sonuçta yardım etme bahanesiyle peşinden gidebilecekken, burada durmuş ezikleniyorsun!” Ezel ters ters yüzüne bakmaya devam edince Safira gözlerini devirerek Kuzey’e baktı. Başına giren ağrıyla gözleri kapanırken Ezel’in “Ben gideyim o zaman.” Diyerek dışarı çıkmasıyla “Aptal” diye mırıldandı. Yüzünde her an uykuya dalacakmış gibi bir ifade vardı.

**
Tamu, Yağmur’un elinden tutmuş kah sekiyor kah gülüyordu. Birbirlerini o kadar özlemişlerdi ki… “Burada olduğun için çok mutluyum.” Diyen Tamu, Yağmur’un “Görev için olsa bile, evde olmak çok güzel bir his.” Demesiyle içini çekerek ikizine baktı. “Ben yokken neler yaptığını, Ezel’le neler olduğunu anlatmanı istiyorum.” Dedi.

Tamu’nun yüzünde öylesine bir gülümseme belirirken, dudaklarından “Hayal ettiğin şeyler yaşanmadı” sözleri döküldü.

Yağmur “Ne demek istiyorsun?”

Tamu “Eve gidince anlatırım. İnan şimdi en baştan anlatacak gücüm yok.” Dediğinde “Beni de bekleyin.” Diye seslenen Ezel’e döndüler. Tamu, derin bir nefes alırken Yağmur gülerek Ezel’in koluna girdi “Nasıl gidiyor bakalım?” diye sordu. Ezel, Yağmur’un üzerinden Tamu’ya baktı. “Çok iyi gitmiyor açıkçası” dedi. Yağmur, ikizinin elini sıkarken yan gözle de ona bakmayı ihmal etmedi. “Yaa demek öyle?” dedi “Neden?”

Ezel “ Nereden başlasam bilmiyorum ki.” Diyerek önüne baktığında Tamu çekinerek ona bir bakış attı. Kaşlarını çatarak önüne döndüğünde Yağmur “Anlatmak ister misin?” diye sorduğunu duydu. Ezel’in cevabını beklerken nefesini tutmuştu. “Tabi ki.” Diyen genç adam “Akla da ihtiyacım var hem” demesiyle homurdanmadan edememişti.

Ezel “Ne dedin?” diyerek Yağmur’un yan tarafından başını öne eğmiş, yüzüne bakarken Tamu “Akıl diyorum olmadığı için bir başkasının vereceğini de hiç edersin sen.” Diye çemkirince Yağmur, Ezel’i iterek yanına aldı. Gözleriyle ona sorular sorarken Ezel “Bir kere aptal olduğumun pekâlâ farkındayım ben.” Dedi.

“Hah!” dedi Tamu “Keşke bu bir işe yarıyor olsa!”

Merdivenlerden inerek asansörlerin önüne doğru yürümeye başladılar. “Çok sevmek insanı aptallaştırabiliyor” dedi Yağmur. Aralarında ne olup bittiğini bilmediğinden ne konuşacağından bihaberdi. “Kesinlikle.” Dedi Ezel. Yağmur’a hak veriyor, hızlı hızlı başını sallıyordu. “Çok sevdiğimden oluyor hep. Bir de çok kıskandığımdan.” Beklentiyle Tamu’ya bakıyordu ama kız cevap vermekten çok uzaktı. Öylece asansörün kapalı kapısına bakıyordu. Yine de onun kaş çatışından, kızaran yanaklarından kendisine pay biçen Ezel “Çok kıskanıyorum” diye mırıldandığı sırada Tamu başını çevirerek gözlerinin içine baktı. Kalbinin kırıkları Ezel’e batarken Yağmur’un irkilerek geriye doğru sıçramasıyla ikisi de içinde bulundukları andan sıyrılarak bakışlarını önce ona ardından asansörün çıkışında dikilmekte olan çocuğa çevirdiler.

Gencer.
Şaşkınlığından ilk kurtulan Yağmur’du. “Senin burada ne işin var?” diye sorduğunda Gencer ona bir cevap vermek yerine hızla yanlarından geçerek yürümeye başladı. Yağmur, peşinden bakakaldı. “Onun burada ne işi var?” diyerek tekrar tekrar sorarken Gencer de nereye gittiğinin bilincinde değildi.

**
Minel, yatağın kenarına iliştirdiği sandalyede oturmuş Ömer’in dikiş atılmakta olan bacağına bakıyordu. İçeriye girdiklerinden beri adamdan özür dileyip durmuştu. Yalçın ise Tibet’e sataşmıştı. “Ben daha çok ikizinin saldıracağını düşünmüştüm.” Diyerek Minel’in ürkek bakışlarını üzerine çektiğinde kızın “Nasıl yani?” diye sormasıyla “İçeride Cihan’la birbirlerine girdiler ya hani? Ben Kuzey’in saldıracağını düşünmüştüm.” Diyen Yalçın’a “Benim için” diye cevap verdi genç kız.

Yalçın “Nasıl yani?”

Minel, omuz silkti “Öyle işte.” Diyerek adamın gözlerinin içine bakarken Tibet “Kuzey ona haddini öncesinde bildirdi.” Diyerek aralarına girdi.

Yalçın “Am biti gibisin yemin ediyorum.” Diyerek Tibet’i iteklerken genç adam gülerek geriledi. “Hadi Minel,” dedi kızı kolundan tutarak “Gidelim.”

“Ben iyiyim.” Dedi Bülbül bir kez daha. Minel, başını sallayıp ayağa kalktığında adamın aniden elinden tutmasıyla ona baktı. “Bizimkileri bilmiyorum ama benim korumama ihtiyaç duyduğunuz müddetçe yanınızdayım.” Demesi üzerine Minel gülümseyerek gözlerinin içine baktı. Ömer’in elini tutan elinin üzerine elini koyup sıktı “Teşekkür ederim.” Dedikten sonra, Tibet’le yanlarından ayrıldılar. Safira’nın yanına gitmek üzere asansöre bindiklerinde “Videoyu birebir canlandırmak nasıl bir duyguydu?” diye sordu Tibet.

Minel “Midemi bulandırdı” dedi “Üçe karşı bir, iğrenç.”

Sırtını sıvazlayan Tibet, kızın içini çekerek başını omzuna yaslamasıyla bir kolunu omzuna sararak onu kendisine çekti. “Hayat adil değil” dedi.

“Eğer bir kavga olacaksa teke tek olmalı.” Dedi Minel “Değilse bu işkenceden farksız. Kendimi nasıl savunabilirim ki?”

Tibet “Neyse ki Bülbül sayesinde güvenliğinden endişe etmene gerek kalmayacak.” Dediğinde Minel kıkırdadı. “İyi biri.” Dedi.

“Hı hı, o iyiliği senin üzerinde yoğunlaşırsa Eren onu kuytu da kıstırabilir benden söylemesi.” Diyen Tibet, asansörün kapıları açıldığında kızı kendisinden uzaklaştırarak dışarı çıktılar. Alt katta Yağmur’un bağırdığını duyduklarında durup birbirlerine baktılar. Minel, arkadaşlarının yanına koşar adımlarla inerken Yağmur da çıldırmanın eşiğine gelmiş gibi Atıl’ın odasından içeriye giriş yapıyordu.
*
Atıl, gülerek Bora ve Seda’ya bir şeyler anlatırken Yağmur’un aniden odaya dalmasıyla ona döndü. Yüzündeki gülümseme anında kaybolurken “Sorun nedir?” diye sordu.

Ezel ile Tamu birbirlerine baktılar. Ardından peşlerinden içeri giren Minel ile Tibet’e.

“Kilid, ne zamandan beri tacizcileri içeri alıyor?” diye bağıran Yağmur sulanan gözlerle kendisine bakarken Atıl “Kimden bahsediyorsun?” diye sordu.

Tamu buz gibi bir sesle “Gencer’den.” Dedi.

Atıl’ın bakışları ondan Yağmur’a dönerken “Bunu Jibit ile konuşsan iyi olur.” Dediğinde Yağmur başını iki yana sallayıp, itiraz etti. “Kilid’in kurulma amacı; taciz edilen, tacize uğrayan insanları kurtarmak. Onları yeniden hayata döndürmek. O… O bir tacizci ve beni taciz etti. Eğer fırsatını bulsaydı daha ileri gidecekti ve siz onu burada mı tutuyorsunuz? Hangi akla hizmet?”

Tamu “Naz’ın gözetiminde.” Deyince Yağmur inanamıyormuş gibi ikizine baktı. Tamu, kayıtsız bir şekilde omuzlarını silkti. Yağmur, burnunu çekip “Onu buradan göndereceksin.” Dedi.

Atıl “Bunu yapamam.”

“Ben mi yapayım istiyorsun?” diye sordu Yağmur “Çünkü artık emir verme yetkisine sahibim ve istediğimi yaparım.”

Atıl “Jibit’i bekle.” Diyerek kızın kollarından tuttuğunda Yağmur başını iki yana sallayarak konuştu. “İki saat.” Dedi “İki saatin sonunda Gencer’in, Kilid’le olan tüm bağlantısını kesecek ve onu göndereceksin Atıl ağabey.”

Atıl’ın gözleri kısıldı “Yoksa?” diye sordu. Yağmur, uzunca bir süre gözlerinin içine baktıktan sonra kollarını kurtaran ellerinden kurtularak arkasını dönüp, dışarı çıktı.
**

Kuzey, hala yerde oturmaktaydı. Menaf ile Cesur duvar kenarındaki ikili koltuğun üzerindeydiler. Onların hemen yanında da Berat ve Saruhan vardı. Cihan, Minel’in araması üzerine yanlarından ayrılmış, onları yalnız bırakmıştı. Safira elindeki telefonla ilgilendikten sonra “Nefal bugün daha iyi.” Dedi.

“Gelmeden önce bende yanına uğradım.” Dedi Menaf “Çabuk toparlıyor.” Başını çevirip Cesur’a baktı “Sen ne düşünüyorsun?” diye sordu. Cesur yanaklarını şişirerek nefesini dışarı verirken “Çok sıkıldım” dedi. Gözlerini yumdu ve bir elini gözlerinin üzerine kapatıp ovuşturdu. “Düşünüp durmaktan, her an bir şey olacakmış hissiyle yaşamaktan sıkıldım. Aşağıdaki gösteriden de sıkıldım, Diyar’ın arkadaşlarından da.”

“Bak buna bende katılıyorum.” Dedi Behrem “Hadi Diyar neyse peki diğerleri?” Yüzünü buruşturarak önüne dönerken Cesur “Çok fazla insan geliyor ve içimize giriyorlar. Beni en çok rahatsız eden şey bu. Sanki bir anda kişisel alanlarımız ihlal edilmiş gibi.” Dediğinde Safira “Bunun böyle olacağını biliyorduk.” Diyerek araya girdi. Cesur gözlerinin içine bakınca “En azından kalabalıklaşacağımızı. Birilerinden dayak yiyeceğimizi değil.”

“Sanki biri bizim görmediğimiz bir tuşa bastı ve yaz tatilinden beri, burnumuz boktan çıkmadı.” Dedi Berat. İçini çekerek gülümsedi. Başını iki yana sallayıp “Ben birini öldürdüm.” Dedi “ Ve bunu aklımdan çıkaramıyorum. Bunun olması gerektiğini biliyorum ama kabullenemiyorum.”

“Bundan sonraki hayatımızın özeti” diyen Kuzey başını çevirip Berat’a bakınca onun kaşlarını çatması karşısında “Ne?” dedi. “Hepimiz bir şekilde bu hayatın içine gireceğimizi biliyorduk. Oğlum buna göre yetiştirildik lan.”

“Yine de bu kadar basit olmamalı. Sen nasıl böyle konuşabiliyorsun ki?” diye sordu Berat ama daha çok kızar gibiydi. Kuzey’in bakışları anlık da olsa Cesur’a değdikten sonra yeniden Berat’a baktılar “Hiç cellatlarla eğitime katılmadığın için bu söylediklerini pas geçiyorum ama basite de indirgemiyorum sadece olacakları söylüyorum. Safir aşağıda ast üst ilişkisinin olmadığını söyledi ama biz bir eğitim alıyoruz ve rollerimiz çoktan belirlendi. Sende oradaydın.” Diyerek göz kırptığında Berat başını arkaya atarak ofladı. Menaf’ın dizi yanağına değiyordu. “Ben sadece bu kadar çabuk olacağını düşünmemiştim” diye homurdandı “Ne bileyim belki otuzlarımın ortalarında bu işlerin içerisine girerim diye düşünüyordum.” Deyince Cesur gülerek kafasına vurdu.

Saruhan ise “Paylaştırılan miras hesabınıza geçer geçmez bu dünyanın içerisine girdiniz.” Diyerek çocukların kendisine dönmesine sebep olurken, omuzlarını silkip “Yani benim için biraz daha zaman var ve ben neden kendimi payımı almadığımı deli gibi merak ediyor olsam da; bir şekilde sizinle bu dünyaya adım atmış bulunuyorum değil mi?” dediğinde Berat “En şanslımız sensin Saru.” Dedi Kuzey.

Saruhan “He he” diyerek başını salladı. Bakışları Behrem’i bulduğunda gülümsedi ve ona havadan bir öpücük gönderdi. Menaf yanı başında homurdandığında “Buna alışsan iyi olur kayınçocuğum” diyerek onunla dalga geçti.

Çocuklar kıkırdadılar. Menaf ise “Neyse ki Behrem’in henüz seninle evlenmek gibi bir niyeti yok da içim rahat” diye hırladı. Saruhan’ın çikolata renkli gözleri kısılırken, kaşları da hafiften çatıldı ve sordu “ Sen artık beni sevmiyor musun oğlum? Ne bu gıcıklık?”

Menaf uzun bir süre tek kelime dahi etmeden Saruhan’ın gözlerinin içine baktı. Önüne dönmeden önce “O kız kardeşimle çıkmaya başlamadan önceydi.” Dedi. Dilinin ağzının içinde dolaştıran Saruhan’ın yüzüne yayılan sevimli gülümseme, Behrem’in de keyifle onları seyretmesine neden oluyordu. Saruhan, Menaf’ın dizine bir öpücük kondurduğunda çocuğun yeşil bakışları kısılarak yüzüne indi “Öpme lan” dedi.

Saruhan “Öperim.” Diyerek arkadaşının dizine bir öpücük daha kondurduğunda Menaf bir eliyle yüzünü sıvazladı ancak gülümsüyordu. İçini çekerek arkasına yaslanırken bir eliyle Saruhan’ın saçlarını karıştırarak, kafasından ittirdi.

“Bazı şeylerin değişmediğini görmek güzel.” Dedi onları izleyen Safira. Tüm bakışlar bir anda kendisine çevrilince omuzlarını silkerek “Okumak için dört bir yana dağıldık ve evden uzaklaşanlara dair çok fazla şey duyup, gördük değil mi? Geri dönünce aynı sıcaklığı bulamayacağımdan kendi adıma gayet emindim.” Dediğinde Berat “Karaca konusunda hepimizin sana kızmış olduğunu ve yargıladığımızı biliyorum. Ama başımız derde girdiğinde ya da konuşmak istediğimizde arayacağımız ilk kişi olduğunu da biliyorum.” Demesiyle gülümsediğinde Behrem’in “Üstelik dayak yemiştin.” Demesi üzerine bir kaşı havaya kalktı.

Safira “Yani?”


“Ben sana acıdım.” Dedi Behrem bakışlarını başka tarafa çevirerek “Sonuçta seni ben değil bir başkası dövmüştü bu yüzden sana sırt çeviremezdim.”

“Ah vicdanlı ikizim benim.” Diyen Menaf kıkırdadığında Behrem “Yani ben ve vicdanıma dua et bence.” Diyerek Safira’ya baktı. Kaşlarını çatıp, ona dil çıkarınca çocuklar tutamadıkları kahkahalarını serbest bıraktılar.

“Kimse Behrem’in Karaca sevgisinden şüphe etmesin.” Diyen Naz esneyerek aralarına girdiğinde Safira bir elini göğsünün üzerine koyarak “Asla.” Dedi “Böyle bir şeyden şüphe edersem kıyamet kopar.”

Behrem ile Karaca dönüp birbirlerine baktılar ardından gülerek yine sımsıkı kucaklaştılar. Naz gözlerini devirirken Cesur’a döndü “Konu dışına çıkıyorum ama neden aşağıda Diyar ve arkadaşlarına her şeyi anlatmaktan vazgeçtik?” diye sordu.

“Gereğinden fazla ön yargıyla gelmişlerdi” dedi Cesur “Diyar, Safira’yı düşmanı bellemiş olabilir ama diğerlerinin tutumu o anda konuşmamamız için yeterli sebebi verdi. Eğer uzun vadede bizimle olacaklarsa zaten, tanıdıkça kim olduğumuzu anlayacaklardır.”

“Siz ikiniz gidince onlardan bir kaçı burada mı kalacak peki?” diye sordu Naz “Aslında onları içeri almamızın bir nedeni de bu değil mi?”

Menaf “Benim için sorun değil.” Dedi.

Saruhan, güldü. “Senin için hiçbiri sorun değil ki.”

“Şahsi olarak tanımadığım ve umursamadığım insanların ne yaptığıyla ilgilenmiyorum.” Dedi Menaf.

Cesur “Jibit’in kafasında bir şeyler var,” diyerek dikkatleri üzerine çekti “Biz, Kuzey’le buradan ayrılır ayrılmaz bir şeyler yapacaktır.”

“Ayşegül teyze bu durumdan nefret ediyor.” Dedi Naz.


Cesur “Annem Pollyannacılık oynamayı seviyor ve bazen bunu abartabiliyor” diyerek içini çektikten sonra Safira’nın “Diyar’ı sevmiyor.” Demesi üzerine başını salladı.

“Bulsa bir kaşık suda boğacak” dedi Cesur. Başını iki yana sallayarak gözlerini kapattığı sırada odanın kapısı ardına kadar açıldı. Minel ellerinde kola şişeleriyle içeriye girdiğinde peşinden yemek tezgâhını sürükleyen Tibet, çocuklara kısa bir selam verdikten sonra Cihan’ın omzunda ağlayarak içeri giren Yağmur’a bakıp ofladı. Ezel ile Tamu da peşlerinden geldiğinde genç adam “Size afiyet olsun.” Diyerek Minel’e bakıp, göz kırptı. Kapıyı kapatıp onları yalnız bıraktıklarında Safira yatmakta olduğu yerden hızla doğruldu. Sendelediği sırada “Yavaş!” diye kızdı Cesur. Dirseğinden tutup az önce kalktığı yere kızı geri oturttu ve Ezel’in uzattığı kâseyi eline tutuşturdu.

“Yağmur ağlıyor!” diye çemkirdi Safira.

“Ve sonsuza kadar ağlamayacak.” Diye karşılık verdi Cesur da “Şimdi şunu ye.” Diye buyurdu. Kızın yanına oturup, bedenini Cihan’ın kollarının arasında hıçkırarak ağlamakta olan Yağmur’a çevirdiğinde “Gencer’i gördün değil mi?” diye sordu. Yağmur’un ıslak bakışları Cesur’a döndü. Neredeyse kekeleyerek konuşuyordu. “Onun burada ne işi var Cesur?” dedi “Kilid’in sistemine nasıl dâhil oldu?”

Cesur sıkıntıyla iç geçirirken bir eliyle yanağını kaşıdı. “Kep töreninde olanları biliyorsun” dedi “Mir Ali ile Safira’nın hayatını kurtardı ve Jibit’de onun tedavi masraflarını üstlendi. Okuldayken de aslında buradan burs gibi bir şey alıyordu. Başta iyileşir iyileşmez onu başka bir yere yerleştireceklerdi ama Gencer hepsini reddetti ve…”

“Benim gözetimime verildi” dedi Naz.

Yağmur burnunu çekti. “Efendim?” dedi “Ne demek senin gözetimine, neden?” diye sorduğunda Naz dudak bükerek “Bilmem” dedi “Sanırım bende o sırada mezuna kalmış olmanın boşluğu içerisindeydim ve Jibit de bana bir amaç vermek istedi. Bende kabul ettim.”

Tamu öfkeyle “İyi anlaşıyorlar” dediğinde Naz gözlerini devirdi “Kimsenin kimseyle iyi anlaştığı yok.” Dedi ama Tamu’nun “Senin odanda kaldığını, bazı geceler sabahladığınızı biliyoruz.” Demesiyle “Yani?” diye sordu Naz ama artık sinirleniyordu. Dudaklarını ıslatarak Yağmur’a baktı “Bak oradan nasıl gözüktüğünün farkındayım tamam mı ama kararları sorgulamak bana düşmez zaten ilgilenmiyorum da. Gencer’e burada bir eğitim veriliyor ve o eğitimin sonunda zaten buradan gidecek.”

Yağmur “O bana tecavüz edecekti Naz.” Dedi “Ona güvenip nasıl onunla aynı odada kalabiliyorsun?” diye sorunca Cihan’ın kollarının sıkılaşması üzerine başını kaldırıp ona baktı.

“Kilid’de bir sürü çocuk var. İstismara uğramış insanlar var. Gencer her an patlamaya hazır bir bomba, onun burada, o insanların içerisinde dolaşmasının ne kadar tehlikeli olduğunu bilmiyor musunuz?” diye sorunca Naz “Bunu söylediğim için hepiniz benden nefret edeceksiniz ama bilmiyorum belki de bu kadar katı olmamalısın. Sonuçta bir zamanlar onu seviyordun?” dediğinde Yağmur “Çok” dedi “Ne isterse yapan, ne derse inanan biriydim. Beni arkadaşlarımdan uzaklaştırdı Naz ve bunu yaparken öyle tatlı, kendisinden emindi ki. Ondan başka hiç kimseye ihtiyacımın olmadığını hissettiriyordu bana. Bir gün gözümü yarı baygın çatı katında açıncaya dek ama. Hayır dediğim halde benim de istediğimi söyleyip üzerime abanmasını, etimi sıkıştırdığında canımı yakışını unutamıyorum mesela. Mir Ali o gün gelmemiş olsaydı…” Dudaklarını birbirine bastırarak bir süre bekledi. Derin bir nefes aldıktan sonra yeniden Naz’a baktı. “Dikkatli olmanı istiyorum” dedi. Naz bu tepkiyi beklemediğinden o kadar şaşırdı ki bu şaşkınlık tüm bedenine yayıldı. “Onunla arana mesafe koyacaksın” diyordu Yağmur “Yavaş yavaş onu kendinden uzaklaştıracaksın.”

Naz kendisinden emin bir ifadeyle “O bana bir şey yapamaz” dediğinde Yağmur gülümsedi “O bir erkek,” dedi “Bunu sakın küçümseme.”

“İçini biraz olsun rahatlatacaksa Cihan onun ağzına sıçtı.” Diyen Naz uğuldayan kulaklarını elleriyle kapattığında Yağmur bir kez daha Cihan’a baktı. Birbirlerine gülümsediklerinde Tamu “İki saate falan o piçi buradan göndermeyecekler.” Diye homurdandı.

Yemek barından bir tabak alan Naz parmağını patates püresine daldırıp ağzına tıkmadan hemen önce “Evet,” dedi “Çünkü onu harcayacaklar.”

Ela gözleri Yağmur’un bakışlarına takıldığında dudakları kıvrıldı. Bir gözünü kırptı ve “Ben bu patates püresini tek başıma yiyeceğim, istemek yok ona göre!” dedikten sonra Saruhan’ın tabağını almaya çalışması karşısında kavgaya tutuştular.

*

Naz, odasının kilidini açıp içeri girdiğinde dikkatini ilk çeken yatağının üzerindeki paketler oldu. Cep telefonunu ve tabletini masasının üzerine bırakarak yatağına koşan genç kız, paketleri ters çevirerek yatağın üzerine boşaltırken kapıdaki hareketlilik kısa bir süreliğine duraksamasına neden oldu.

Berat “Profiterollerini unuttun.” Diyerek elinde tatlı tabağıyla kapısının önünde dikiliyordu.

“Bunları sen mi aldın?” diye soran genç kız, Berat’ın “Kendisine her şeyi alabilecek bir servete sahip olan biri gibi davranmıyorsun.” Demesi üzerine gülerek not defterlerini göğsüne bastırdı. “Bu birinin bana hediye almasından daha güzel bir his değil.” Diye şakıdı. Bir sürü, boy boy, çizgili, kareli, çizgisiz not defterleri ve rengârenk post itler. Fizik ile ilgili birkaç tane ödüllü kitap… Ağlamaya benzer sesler çıkararak ayağa kalktı ve içeri giren Berat’ın boynuna atladı. Çocuk bir elinde tatlı tabağı diğeriyle belinden tutarken güldü “Sakin ol” dedi.

Naz, geri çekilerek çocuğun gözlerinin içine baktı. Yanaklarına birer öpücük bıraktıktan sonra “Tatlımı seninle paylaşacağım.” Dedi.

Berat kaşlarını havaya kaldırarak gülerken “İstemem.” Dedi. Kızın yanağından bir makas alarak elindeki tabağı çalışma masasının üzerine bıraktıktan sonra yatağına doğru ilerledi. “Bunları sana İzmir’e gitmeden önce söylemiştim.” Dedi Naz. Bir bacağını kalçasının altına alarak Berat’ın çaprazına, karşısına gelecek şekilde oturmuştu. Berat, yatağın üzerindeki hediyelere bakarken gülümsedi “Daha erken getirmeyi isterdim ama işte.” Diyerek omuzlarını silkti.

Naz “Ben bana kızgınsındır diye düşünüyordum?” deyince Berat içini çekti “Yanlış düşünmüşsün” dedi.

Naz, post itlerinden birini kucağına çekerek renk skalalarıyla oynamaya başladı. “Ne bileyim sonuçta biyolojik babanın sistemi hakkında çok kafa patlatıyordum ve senin de, bu konuya ilgin olduğunu düşünüyordum.” Demesiyle Berat “Senin deyiminle biyolojik babamla ilgileniyorum ama onun ölümüne neden olan şeyle değil. Senin, o aleti çalıştırmak istediğini öğrendiğimde aklımdan geçen ilk düşünce ümüğünü sıkmak oldu.” Dedi.

“Zaten başıma düşündüğün gibi bir şey gelmezdi.” Diyen Naz, Berat’ın “Çok küçümsüyorsun” demesi üzerine kaşlarını çatarak ona baktı. Berat da bunun üzerine “Zekisin ve karşındakinin zekâsını küçümsüyorsun. O alet buradan, bir başka ülkeye uzanarak oradaki birini de öldürdü. Karşıma geçmiş bana bunu savunuyorsun. Hala.” Dediğinde Naz “Sıkıcısın.” Diyerek burun kıvırdı. Berat kızın bu tavrına gülümsese de içinden o burnu tutup çekmek ve kıza haddini bildirinceye dek onu sarsmak geçiyordu. Kızın komodininin üzerindeki not defterini eline alıp açtı. “Kitaplar ve alıntılar mı?” diye söylendiğinde Naz “O kadar çok şey okuyup duruyorum ki, bir yere kaydetme ihtiyacı hissediyorum. Sevdiğim alıntılar falan işte.” Dedi.


Berat gelişi güzel bir şekilde sayfalara bakarken Naz “Biliyor musun Hande de fizikle ilgileniyor.” Dedi.

Berat güldü. Başını kaldırıp kızın gözlerinin içine, yanaklarını kızartıncaya dek baktığında “Hande henüz altı yaşında,” dedi “Kız kardeşimden uzak dur Naz. Ciddiyim.” Naz oflayarak yüz üstü yanına uzandığında elindeki defterle kızın sırtına vuran Berat “Çok fazla şey için o küçük beynini yoruyorsun” dediğinde aşağı doğru kayarak kızın yanına uzandı. Bir bacağını diğerinin üzerine atmıştı. “Kendimi sürekli meşgul etmezsem zaman hiç geçmeyecekmiş gibi geliyor” dedi Naz da.

“Kilid’de bir sürü akranın var hiç mi ilgini çeken biri yok?” diye sordu Berat.

Naz “Biriyle çıkmam gerektiğini mi söylüyorsun?”

“Bir kız arkadaşta edinebilirsin?” diye öneren Berat, Naz’ın “Kızlar beni sevmiyor” demesiyle başını çevirerek ona baktı. “Bu aslında siz kızların genel kanısı biliyorsun değil mi?” diye sorduğunda “Bana ne!” diye çemkirdi Naz “Anlaşamıyoruz” dedi “Bizim hakkımızda çok kötü düşünüyorlar ve erkekler de muhtemelen öyledir. Birileriyle öylesine bir şeyler paylaşmak istemiyorum”

Berat esnedi. “Bazen öylesine bir ilişki de güzel olabilir.”

Naz, kızdı. “Sen ilişkiler hakkında ne biliyorsun ki?” diye sorduğunda Berat bir gözünü ovuşturarak ona bakıp gülümsedi.

Naz “Vay sinsi köpek seni! Bizde seni iyi aile çocuğu sanıp bağrımıza bastık bunca zaman.” Diyerek çocuğun kolunu çimdiklediğinde Berat “Kes şunu.” Diyerek kızın eline vurup, tuttu. “Uyumam lazım.” Dedi.

Naz “Git evinde uyu.” Dedi.

“Cık.” Dedi Berat gözleri kapalı bir halde “Evimdeyim zaten.”

Naz, gözlerini kısarak bir süre çocuğun yüzünü seyretti. Ardından elini tutan elinden kurtularak doğruldu. Çocuğun üzerini örtüp, yatağın üzerindeki eşyalarını alarak bir köşeye bırakan genç kız, odanın ışıklarını söndürerek çalışma masasının başına gitti. Sandalyesini çekip oturduktan sonra, tepe lambasını açarak önce bilgisayarını ardından da tabletini açtı. Kaldığı yerden ders çalışmaya devam etmeden önce ellerini birbirine geçirerek, bedenini esnetti ve birkaç saatlik ders çalışma maratonuna başladı.

**

Arabanın kapısına yaslanmış olan Menaf kız kardeşini beklerken bir yandan da düşüncelere dalmış gibiydi. Safira, Taylan ile ayrılalı çok olmuştu. Minel de Kuzey’le kavga etmeden duramadığı için gecenin bu saatine kadar kalakalmışlardı. Şimdiyse sabırla Behrem’i beklerken bir yandan da bakışları az ötede Yağmur’la konuşmakta olan Tamu’yu izliyordu.

“Eve gitmek gibi bir niyetleri yok.” Diyen Ezel’in sesiyle ona bakan Menaf “Yani yorulmak nedir bilmiyorlar.” Diyerek omuz silktiğinde bakışlarını kız kardeşine çevirerek bağırdı. “Behrem, hadi!”

Kızın şaşkınlıkla kendisine bakması karşısında dişlerini sıkan Menaf, Ezel’in “Aslında seninle konuşmak istiyorum.” Demesiyle ona baktı. Kaşlarını çatarak “Ne konuşacağız?” diye sordu “Bir sorun mu var?”

Ezel “Tamu olanları anlatmıştır.” Diye başladığında Menaf aniden dayandığı yerden doğrularak bastonunu yere indirdi. “Ve anlattığı yerde kaldı.” Dedi Ezel’e bakıp “Bir daha konusunu açmama gerek yok.”

“Kalbini kırdım Menaf.” Diyen Ezel, Menaf “Benim mi?” diye sorunca ona bakarak “Hayır, Tamu’nun.” Diye karşılık verdi.

Menaf burnunu çekti. Üşüyordu, bacağı ağrıyordu ve sinirlenmeye başlıyordu. Bir eliyle ensesini kaşırken “Bak, ben sizin ilişkiniz hakkında bir şey dinlemek istemiyorum tamam mı?” dedi “ Beni her şeyden haberdar etmenize gerek yok.” Bir adım geri çekilerek arabanın kapısını açtığında Ezel’in “Özür dilerim Mena.” Demesiyle ona baktı. “Benden değil dostum” dedi Menaf “Tamu’dan özür dilemesin çünkü beni değil onu kırdın. Benden özür dileyerek beni sadece sinirlendiriyorsun” dediğinde “Aramızda sorun olsun istemiyorum” dedi Ezel. Menaf’ın durduğu yerden bakıldığında Ezel hiçte iyi gözükmüyordu. Menaf derin bir nefes alarak dudaklarını ıslattı ardından “Bizim aramızda bir sorun yok” dedi. Ezel kendisine bakınca “Ciddiyim” dedi “Uzatmazsan benim için önemi bile yok Ezel bu yüzden üsteleme ki sorun olmasın.” Göz kırptıktan sonra bastonuyla uzanıp arkadaşının bacağına vurdu. Başıyla kızı işaret ederek “Gerekirse kapısında yat” dedi “Ama kendini affettir.” Ezel’in gülümsemesi üzerine Menaf da ona gülümsedi. Arabaya geçip, kapısını kapattıktan sonra yüzündeki gülümseme de hızla kayboldu. Elindeki bastonu koltuğun bir ucuna fırlattığında iki eliyle bacağına dokunarak dişlerini sıktı.
**
Ezel derin bir nefes alıp duruşunu düzelttikten sonra kızların yanına ilerledi. Yağmur’un kendisine kaçamak bakışlarla bakmasına nazaran Tamu’nun o güzel gözleri bir kez olsun üstüne dönmemişti. Akşam yemeği niyetine yemek yedikleri sırada bile birbirleriyle hiç konuşmamışlardı. “Ben arabaya geçiyorum.” Diyen Yağmur, Ezel’in koluna dokunup gülümseyerek yanından geçip gitti. Tamu, kız kardeşinin arkasından kötü kötü bakmaktan kendisini alamadı. O da montunun önünü iyice kapattıktan sonra Ezel’i görmezlikten gelmeye devam ederek, yanından geçip gitmek istese de başaramadı. Ezel’in önüne çıkan suretine bakmamak için kendisiyle mücadele ederken onun yalvarır gibi çıkan ses tonu karşısında öfkeli ve de kırgın bakışlarını ona çevirdi. “Umurumda bile değilsin.” Dedi.

“Özür dilerim.” Dedi Ezel “Aptallık ettim.”

Tamu, ellerini mantosunun ceplerine sokarak “Zaten aptalsın” diye tersledi. Gözlerini ondan çekip herhangi bir şeye odaklanmaya çalışırken Ezel’in “Tüm hıncımı senden çıkardığımı biliyorum ve bunun için ne kadar pişmanım anlatamam. Dün gece de o sözleri söylememeliydim ama…” sonda durup duraksamasıyla Tamu’nun kırgın bakışları da Ezel’e dönmüştü. Çocuğun başı öne eğilmiş, düşünüyordu. “Kafam çok karışıktı” diyebildiğinde genç kızın kaşları yeniden çatıldı. “Her taraftan kuşatılmışım, baskı altındaymışım gibi geliyordu.” Diyen Ezel, Cihan’ın “Biz gidiyoruz gençler!” diye bağırmasıyla “Gidin!” diye bağırdı.

Tamu “Beni bekleyin!”

Ezel, kızın bileğinden tutarak onun gidişine engel olurken “Siz gidin” dedi yeniden ve kızın gözlerinin içine baktı “Söyleyeceklerimi dinle, ondan sonra seni serbest bırakacağım.” Dedi.

Tamu burnundan soluyarak gözlerinin içine bakarken “Bence dün akşam söyleyeceğin her şeyi söyledin.” Dedi.

“Özür dilerim sevgilim.” Diyen Ezel, kızın “Bana öyle söyleme” demesi karşısında tutmakta olduğu bileği bırakıp kızın eline tutundu “Yemin ederim ben, bende değildim. Babam, Diyar, tüm bu olanlar… Saçma sapan bir ruh hali içerisindeydim ve sana sarılmak varken, tüm gücümle seni ittim.”


Tamu “Beni kırdın.” Dediğinde Ezel hızla başını salladı “Biliyorum ve allah belamı versin çok pişmanım.” Dedi “Asla öyle şeyler söylemek istemedim. Aklımın ucundan bile geçmedi.”

“Bunları bir anlık sinirle de söylemiş olamazsın ama?” diye soran Tamu, Ezel’in bakışlarını kaçırması karşısında “Bana bak.” Dedi.

Ezel suçlu bir çocuk gibi başını çevirip kızın gözlerinin içine bakınca “Normalde kendime çok güvenen birisiyimdir” dedi. Yüzünde hafif bir tebessüm vardı “Ama ilk kez kalbimle hareket ediyorum ve senin öncesinde Menaf’ı sevdiğini bilmek, buna şahit olmak…” Alt dudağını dişleyerek derin bir nefes aldı. Kızın elini bırakıp yürümeye başladığında, Tamu da peşine takıldı. “Kendimi ezik gibi hissettiriyor” dedi Ezel yeniden “Biliyorum en yakın arkadaşın ben olmayacağım hiçbir zaman ama artık onunla da öyle çok iyi arkadaş olmanı istemiyorum. Ağlamak istediğinde koşarak gittiğin kişinin o olmasını da istemiyorum.” Sinirlenerek gülerken başını iki yana salladı “Menaf’ın çocukluğunu biliyorum. Bak seni değil ama onun her şeyini biliyorum, birlikte büyüdük ve onun benden bir konuda önde olması fikri beni delirtiyor. Hiçbir şey yapmadan öylece duruyor ve bu beni kudurtuyor.”

Tamu “Saçmalıyorsun.” Dediğinde Ezel “Bunu bilmiyorum mu sanıyorsun?” dedi “Bunu düşünmek bile bana kendimi pislik gibi hissettiriyor ama ne yapabilirim? Kıskanıyorum. Kıskanıyorum ve bunu sesli dile getiremiyor olmak bazen canımı çok yakıyor. Kendi içime sığamıyorum kızım, deliriyorum sanki.”

Tamu üşüyordu ama Ezel’in söyledikleri karşısında da cayır cayır yanıyordu. Onun Menaf’ı kıskanması o kadar yersizdi ki… Menaf asla hislerine karşılık vermemişti çünkü asla Tamu’ya o gözle bakmamıştı. Kaşlarını çatarak “Seni seviyorum” dediğinde Ezel’in nefes nefese kaldığını görerek ekledi “Ama senin için Menaf’tan vazgeçmem. Sende benim için geçmezsin. O ikimizin de en iyi arkadaşı.”

Ezel, usul usul başını salladığında Tamu “Gözün her döndüğünde, olmayan şeylerle beni itham edemezsin” dedi.

“Biliyorum” dedi Ezel.

Tamu “Senin yüzünden ağlayıp duruyorum” deyince Ezel’in ellerini yüzünde hissederek gözlerini kapattı. “Bana güvenmen, inanman için ne yapabilirim bilmiyorum çünkü seni sevdiğime inanmıyorsan, inanmıyorsun demektir. Aşkın kanıta ihtiyacı yoktur bence.” Diye sızlandı. Ezel’in sıcacık dudaklarını kendi dudaklarının üzerinde hissedince gözlerini aralayarak ona baktı. “Öpme” dedi. Nefesi boğazında düğümleniyor, konuşmakta güçlük çekiyordu.

“Öpeceğim” dedi Ezel ve “Sana inanıyorum. İnanamadığım kişi, kendim.” Dedikten sonra kızın dudaklarına kapandı. Onu öpmediği günlerin, saatlerin acısını çıkarırcasına Tamu’nun dudaklarının tadına varırken, kızı kollarının arasına alıp sımsıkı sarıldı. İhtiyaç duyduğu tek şey oydu. “Seni seviyorum.” Dedi öpücüklerinin arasında nefes nefese “Yemin ederim seni o kadar çok seviyorum ki, kimseyle paylaşmak istemiyorum. Bencillik, zorbalık ne dersen de.” Yeniden kızın dudaklarına kapandı. Tamu’yu öpmek nefes almak gibiydi. Öyleyse şimdi nefes alıyordu. Kızın parmak uçları alev alan yüzünde dolaşırken dudaklarına doğru “Üşümüşsün” diye mırıldandı. Tamu, miyavlamaya benzer bir ses çıkarınca Ezel kendisini çekerek başını eğdi, yüzünü kızın boynuna gömdü. “Seni çok özledim” dedi. Bir yandan kokusunu içine çekerken bir yandan ellerinden kayıp gitmesinden korkar gibi kıza sarılıyordu.

Tamu “Bende çok özledim” dedikten sonra “Ezel?” dedi.

“Söyle sevgilim.” Dedi çocuk.

Tamu “Kalbim çok çarpıyor,” dediğinde ikisi birden güldüler “Lütfen, ya içeri girelim ya da eve gidelim.” Kız başını çevirip dudaklarını çocuğun kulağının altındaki hassas tene değdirdi. Dudakları yeniden buluşuncaya dek Ezel’in tenine küçük dokunuşlar armağan ederken, kalp çarpıntısına, ayakkabılarının içinde kıvrılan ayak parmaklarına ve tüm bedenine verilen bu hayat dolu enerjiye inanamıyordu. Onu seviyordu. Dudaklarına değen dudaklarını, bedenini okşayan ellerini ve tüm bunlar olurken ruhuna dolan o eşsiz hissi çok seviyordu. İçini çekerek, Ezel’in yüzünü ellerinin arasına alıp gözlerinin içine baktı. “Beni öpmeni seviyorum.” Dedi kaşlarını çatarak.

Ezel kızın çatık kaşlarına bakıp gülümserken “Neden bundan memnun değilmişsin gibi bakıyorsun o halde?” diye sordu.

Tamu “Çünkü beni sinirlendiriyorsun” dedi. Çocuğun dudaklarının kenarına minik minik öpücükler bıraktıktan sonra burnuyla burnunu dürttü. “Beni bile isteye kırmanı istemiyorum.” Dedi “Ne hissedersen hisset, benimle konuşabilmelisin.”

Ezel “Özür dilerim.”

Tamu, başparmaklarıyla Ezel’in yanaklarını okşarken “Dilemelisin ama sürekli özür dileyecek şeyler yapmaya devam edersen, bir süre sonra bir anlamı kalmayacak.” Diye mırıldandı. Ezel, gözlerini kapatıp kendisine küfrederken Tamu içini çekerek ona sokuldu. Dün gece bu saatlerde yatağına uzanmış hıçkırarak ağlarken şimdi o gözyaşlarının sebebine sokulmuş, kokusunu içine çekiyordu. İnleyerek yüzünü Ezel’in boynuna doğru çevirirken “Eve gidelim.” Dedi.

“Gidelim.” Diye karşılık verdi Ezel de. El ele tutuşup, kendilerini almak için gelen arabaya doğru ilerledikleri sırada onları geriden izleyen Diyar’ın yüzünde gülümseme vardı.

**
Cesur, Safira’yı eve bırakmıştı. Genç kız kalabileceğini söylemiş olsa dahi, eve gitmesi gerektiğini söylemişti. Dinlenmesi gerekiyordu. Tüm gün ayakta durmaktan, gerginlikten kendi yaraları da gerim gerim gerilmişlerdi. Didem Teyzesine iyi geceler dileyerek evden çıkmak üzereydi ki içeriye giren Taylan’la bakışları kısılarak, adımlarını durdurdu. Adamın karşısına dikildiğinde bakışlarındaki öfkeyi görmesi için bir şey yapmasına gerek kalmamıştı. “Yolunu mu şaşırdın?” diye sorduğunda Taylan’ın kayıtsız bir sesle “Yo” demesi karşısında bir kaşını havaya kaldırmıştı.

“Diğer korumalarla aynı yerde kalabilirsin.” Diyen Cesur, Taylan’ın “Ben diğer korumalardan değilim.” Demesiyle dişlerini sıktı. Bir süre birbirlerine dik dik baktılar. İkisinden biri bakışlarını kaçırma gereği duymadığından yine ilk konuşan Cesur oldu. “Safira’dan uzak duracaksın.” Dedi.

Bir kaşı havaya kalkan Taylan’dı. Ellerini ceplerine sokup “Siz ayrıldınız.” Dediğinde Cesur başını salladı “Ama bu seninle olabileceği anlamına gelmiyor.” Dedi.

Taylan güldü. “Safira reşit biri ve istediği kişiyle birlikte olma hakkına sahip. Benden neyi olmamı isterse o olurum ya da nerede olmamı isterse.” Deyip göz kırptığında Cesur’un gülümsemesi karşısında kendi yüzündeki gülümseme ağır ağır kayboldu. Cesur “İşte o seni bir yerlerde isteyebilir ama sen buna cüret edebileceğini sanıyorsan yanılıyorsun” dedikten sonra Taylan’ın yanından geçerek kapıyı açtı, ardından sertçe kapattı. Taylan dudaklarını büzerek önüne döndüğünde “Anlaşılan eğlence asıl şimdi başlıyor” diye mırıldandı ve dudaklarında bir ıslıkla üst kata yöneldi.

**
Ada tezgâhın bir köşesinde oturmuş dilimlediği peynirleri yiyor, kız kardeşiyse patates kızartıyordu. “Gecenin bu saatinde böyle bir günah işlemek istemiyordum aslında” diyen Behrem’e bakmadan gülümseyen Menaf “O halde neden buradayız?” diye sorarak başını kaldırdı. Göz göze geldiklerinde Behrem’in elindeki kevgiri sallayarak “Benden bir şey saklıyorsun” demesiyle içini çekip dudaklarını birbirine bastırdı.
Tavadaki patateslere bakan Behrem “Hissediyorum tamam mı? Bunun ikizim olmanla bir ilgisi yok” dediğinde Menaf “Ben iyiyim” diyerek oturmakta olduğu yerden kalkıp kardeşinin yanına yürüdü. “Bacağım ağrıyor sadece” dediğinde Behrem’in endişe yüklü bakışları bacağına değdi “Ağrı kesici içiyor musun?” diye sorduğunda Menaf “O kadar büyütülecek bir durum değil,” dedi “Soğuk havalarda sızlayabileceğini doktor söylemişti, unuttun mu?”

Behrem “Acı çekmenden hoşlanmıyorum” diyerek kızaran patatesleri Menaf’ın uzattığı tabağa koyarken “Başka?” diye sordu.

“Ne başka?” dedi Menaf.

Behrem “Başka bir şeylerde olmakta.” Diyerek ona bakınca Menaf tebessüm ederek bir elini kaldırıp kardeşinin yanağına dokundu “Seni seviyorum kardeşim ama çok fazla dert ediyorsun.” Dediğinde Behrem “Çünkü sen benim derdimsin.” Dedi. Ocağın altını kapattıktan sonra ada tezgâha yöneldiler. Sessizlik içerisinde yemeklerini yerlerken, Menaf karar vermeye çalışır gibi Behrem’e bakıp durdu. En sonunda “Bir şeyler düşünüyorum” dedi.

Behrem, ısırdığı peynirinin geri kalanını onun ağzına doğru uzatırken gözlerine baktı “Bunu fark ediyorum” dedi “İçine kapanıyorsun. Sen içine kapanmazsın, kapandığında neler olduğunu ikimizde iyi biliyoruz”

Menaf güldü. Yanağını kız kardeşinin omzuna yasladığında içini çekerek “ Endişe etmeni gerektirecek bir durum yok ortada” deyip yağlı dudaklarıyla kızın omzunu öpüp geri çekildi. Behrem, bundan hoşlanmasa da sesini çıkarmadı. Bunun yerine “Dikkatli olmanı istiyorum.” Dedi.

Menaf “Ne garip ki bende senin için aynı şeyi düşünüyorum.”

“Safira benim yanımdayken bana bir şey olmaz.” Diyen Behrem, Menaf’ın “İnsanların hayatlarımıza müdahale etmesinden hoşlanmıyorum.” Demesiyle boynunu bükerek, başını Menaf’ın omzuna yasladı. “Ben anahtarım unuttun mu? Açamayacağım kilit yok.” Demesiyle Menaf, başını çevirip alnına bir öpücük bıraktı. “Bende bundan korkuyorum ya” deyip kollarını kız kardeşinin etrafına doladığında gelecek olan o günün bir an önce geçip gitmesi için dua etmeye başladı.

**
Yağmur, babasının Cihan’a tüm çemkirmelerini bir şekilde sineye çekerken, bahçedeki çardakta yan yana oturmuş, soğuk havayı içlerine çekiyorlardı. Omuzlarına aldıkları battaniyenin altında birbirlerine sokulmuşlar, günün kritiğini yapıyorlardı. “Gözlerim acıyor.” Dedi Cihan “Gözlerim öyle bir acıyor ki, şimdi uyursam beni iki gün sonra ancak uyandırırsınız”

Yağmur “Bende öyle hissediyorum” diyerek başını Cihan’ın omzuna yasladığında “Ne gündü değil mi?” diye sordu.

Cihan “Yani ben daha aksiyonlu geçeceğini düşünmüştüm ama buna da şükür.” Diyerek kıkırdadığında “Sana bir şey söyleyeceğim.” Dedi Yağmur.

Cihan “Söyle güzelim.”

Yağmur doğrulup, Cihan’a döndü. Saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırıp “Eren Kerim sence de aşırı tepki göstermiyor mu?” diye sorduğunda Cihan “Hangi konuda? Ailesi için mi diyorsun?”

“Yani o da var,” dedi Yağmur düşünceli bir halde “Ama altta yatan nedeni düşündükçe sanırım daha çok Minel’le ilgili”

Cihan kaşlarını çattı “Adam kızdan nefret ediyor.” Dedi.

Yağmur “Bence etmiyor yani evet ona karşı bir şey hissetmiyor olabilir ama içinde bir yerde Minel’e dair bir şeyler olmalı.” Deyip beklentiyle Cihan’ın gözlerinin içine baktı. Cihan’ın bir kaşı havaya kalkarken “Senin aklından ne geçiyor?” diye sorduğunda genç kız “Biraz,” dedi başparmağı ve işaret parmağını gösterip “Birazcık Eren Kerim’le oynayalım mı?”

Cihan, gözlerinde heyecanlı bakışlarla kıza bakıp gülerken “Sadece birazcık mı?” diye sordu.

Yağmur yeniden kollarının arasına girip, içini çekerek başını omzuna yaslarken “Tüm bu kasvetli havayı da dağıtmış oluruz” diye söylendi.

Cihan “Jibit’i unutmayalım. Bizi yakalarsa, hele beni yemin ederim selamı okurlar.” Dediğinde Yağmur gülerek bir kolunu çocuğun beline sardı “Ben seni korurum” dedi.

Cihan “Eh madem kendinden bu kadar eminsin o halde ne zaman başlıyoruz?” diye sordu.

Esneyen genç kız “Hemen.” Dediğinde yüzünde tatlı, keyifli ama en çok emin bir ifade vardı.





Yasmina notu " Arkadaşlar bölüm çok ama çok uzun ve kaydetme sırasında hata verip duruyor. Bu yüzden bu bölümün bir üçüncü kısmı daha gelecek onu da hafta içi bir gün paylaşacağım. Şimdilik iyi okumalar."





ARKADAŞKÇA -2 (KİLİD)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin