Sarayın bahçesi savaş alanı gibiydi. Yoongi hayatında hiç savaş görmemesine rağmen emindi ki savaş kıyamet kadar yakıcıydı.
Her yer ceset ve kan gölüydü. İnsan cesedinin kokusu dayanılmazdı. Yoongi etrafa baktıkça daha önce tanıdığı, selamlaştığı insanların ceset yığınlarıyla karşılaşıyordu. Anlamıştı ki savaşlarda insanlar vahşi birer hayvana dönüşüyordu. Ve o hayvanlardan en vahşisi, sanki burası onun sarayıymış gibi büyük ve ihtişamlı bahçeye bir taht kurduran ve herkesi yukardan izleyen bu zalim adamdı. Yoongi onun bir ruhunun olduğuna inanmıyordu.
Namjoon hayatta kalmayı başarmış bir avuç saray görevlisi ve çoğu kadın ve çocuklardan oluşan esirleri bir araya toplamıştı. Esirlerinin en nadide parçası soylu prens ayaklarının dibinde diz üstü bekliyordu. Şüphesiz kendi halkı önünde bu duruma düşmek onun için oldukça onur kırıcıydı.
Kurduğu tahtın bir kaç metre önünde, saray bahçesinin tam ortasına çarpı şeklinde iki kazık yere saplanmıştı. Her kolu bir kazığa bağlanan eski kral üzerinde sadece bacak arasını örtecek beyaz bir örtüyle kıyafetsiz bir şekilde asılmıştı. Ahali merak ve korkuyla olanları izliyordu.
"Benim babamı ve abilerimi de bu bahçede diri diri yakmıştın öyle değil mi Min Seong?"
Adamın cevap vermeden, yerde bekleyen oğluna gözlerini diktiğini gören Namjoon sinirlendi ve yerdiki omegayı ayağı ile dürttü.
Ağlamakta olan omega ona acı dolu gözlerle baktığında egosu biraz olsun tatmin olmuştu.
"Babanı diri diri yüzdükten sonra sıra sana gelecek. Eğer hemen bana yalvarmaya başlarsan belki sana acıyabilirim. Ne de olsa sen sadece aptal bir omegasın. Ayaklarıma kapan küçük prens. Ayaklarıma kapan ve benden merhamet dile!"
Yoongi onun gür çıkan sesi yüzünden tir tir titriyordu. Onun ne yapmaya çalıştığını anlayamıyordu. Kendisine ve babasına acı çektirmek onun ailesini geri getirir miydi? Yoongi biliyordu ki Kim Namjoon kendisinin ve babasının canını ne kadar yakarsa yaksın acısı asla dinmeyecekti.
"Lütfen." diyebildi hıçkırıklarının arasında.
Namjoon tahtına yaslandı. Hafifçe güldü. Karşısında ki gösteri onu eğlendirmiyor değildi.
"Lütfen mi? Ah siz asiller, yalvarmanın, ayaklara kapanmanın sadece lütfen demek olduğunu mu zannediyorsun?"
Yoongi'nin saf saf ona ne demek istediğini anlamadığını gösteren bakışları yüzünden Namjoon omuzlarını silkti ve ayakkabılarını genç prense doğru salladı.
"Ayakkabılarım bütün bu kargaşada kan ve pislik ile berbat oldu. Halbuki yeni yaptırmıştım. Eğer onları temizlersen belki keyfim yerine gelir. Ve keyfimin yerine gelmesi hem senin, hem de halkın için iyi bir şey olur."
Genç omeganın elinde herhangi bir kesici alet olsaydı hiç düşünmez bu iğrenç herifin şah damarını keserdi.
Ama öyle bir imkanı yoktu.
Derin bir nefes verdi ve gömleğinin kollarını çekerek adamın ayakkabısını silmek için uzandı, fakat Namjoon ayaklarını geri çekerek cık cıkladı.
"Hayır, hayır, küçük prens. Dilinle temizleyeceksin ayakkabılarımı." Küçük prense cevap verme imkanı tanımadan emir verdi. "Yala."
Yoongi şaşkınlık ve tiksinti içinde şok olurken, Namjoon'un emri üzerine toplanmış halk ve iki kazığa bağlanmış babası olan bitenleri dehşetle izliyorlardı. Min Yoongi sarayda herkesin sevdiği, saygı duyduğu bir prensti. Şimdi onu bu halde görmek, insanların kanını dondurmuştu. Yaşlı kral ne kadar bağlandığı yerden kurtulmak için çaba gösterse de etini daha fazla kesmekten başka hiç bir işe yaramıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tutsak Prens +18
Fanfiction"Çok üzgünüm." Zavallı kadın oğlunu sakinleştirmek istediği halde göz yaşlarına hakim olamıyordu. Kapının hemen ilerisinden gelen çığlıklar ve kılıç darbeleri ikisinin de korkudan yüreklerini titretiyordu. "Çok üzgünüm, prensim." 19 yaşını yeni t...