(2) DOĞRULAR, YANLIŞLAR, KARARSIZLIKLAR

25 1 0
                                    

Bildiğim sokaklar, tanıdığım insanlar, siması artık hafızama kazınmış olan esnaflar, yanından geçerken başını okşadığım birkaç sokak hayvanı, tozlu kaldırımlar, kıymetini bildiğim güneş...
Bir gün ansızın yabancı gelebiliyorlar bana. Sonra içlenerek hatırlatıyorum kendime: bu şehire seni bağlayan tek bir şey kalmadı artık.

İnancımın bir mum alevi gibi sönmekte olduğu bir dönemdeydim. Umudumu korumaktan bir an olsun ödün vermediğim hâlde umutsuzluğa düşeceğim korkusu peşimi bir türlü bırakmıyordu.

Sonra yakamı tutup kendini hatırlatıyordu bana dirayetim.
Sıradan, kalıplaşmış cümleler kendimi ifade etmeme yetmemeye başlamıştı. Artık bana yeni kelime grupları, ağzıma tam anlamıyla oturan hazır cümleler lazımdı.

Mesela "biliyorum" demek yerine "öyle olduğunu düşünüyorum" kullanmaya başlayabilirdim. Veya kelimelerimi yabancı bir dille mi desteklemeliydim...
"I agree..." Yani "katılıyorum" bir fikre katıldığımı böyle belirtebilirdim.
Hayatımda belirsizliklerin olması kesinlik belirten kelimeler kullanmama engel oluyor, ve bununla da kalmayıp beni kendime yabancı kılmayı başarıyordu.

Peki ya nasıl?

Bir karar alırken seçenekler arasında git gel yapar insan. Çünkü yanlış kararlar almaktan korkar. Bir insan yanlış kararlar almaktan neden korkar? Telafisi mi yoktur?
Her zaman doğru yapacaksın diye bir kaide mi var?
Yanlışlar yapılmalıdır elbette.

3 kelimeyi ele alacak olursak: Doğrular, yanlışlar (hatalar) , kararsızlıklar...
Doğrular beraberinde başarıyı, inancı, belki mevkiyi getirir.
Yanlışlar (hatalar) beraberinde tecrübeyi getirir.
Kararsızlıklar ise kocaman içi boş bir vazo gibidir. Açıkçası hiçbir şeyi getirmez. Getirmediği gibi götüredebilir.
böyle baş belası bir şeydir kararsızlık.

Bazen en kötü karar kararsızlıktan iyidir...

Buluşmaya 17 dakika:

Adımlarım birbirini izlerken kulaklığımda (ses dışarıdan duyulacak derecede yüksek) çalan
AC/DC - Highway To Hell parçası. Yüzümde gereksiz bir tebessüm. Elimde Oğuz Atay romanı, ceketimin iç cebinde papatya. Yürüyorum hafif adımlarla...
Ezberlenmiş kestirme sokaklardan devam ediyorum yoluma...

Sahile yaklaştığımı rüzgarın giderek daha hiddetli yüzüme çarpışından anlayabiliyorum.
Sağa doğru 347 adım
sola doğru 142 adım
ve tekrar sağa doğru 876 adım...

Artık sahildeyim. Derin bir nefes almamın ardından bahsettiğim kızla sözleştiğimiz mekana doğru yöneldim.
Kendimden emin bir şekilde, heyecanımı gizlemeyi soğukkanlılıkla başarmış bir şekilde mekana giriş yaptım.

Girer girmez sağ çaprazımda bana kendini belli etmek için çabalayan Doğa dikkatimi çekmişti. Yanına giderek yanındaki sandalyeyi çektim. Oturdum.

"Fazla bekletmedim umarım."

Doğa "hayır, hayır vaktinde geldin. Önümde duran kahveyi soracak olursan gelir gelmez söylemiştim."

Lactus: "Bence biraz erken gelmiş ve bizi beklemiş urgan. Mekan biraz soğuk olmasına rağmen montunu sandalyeye asmış, elleri kıpkırmızı, mimiklerinden anladığım kadarıyla ise kendini elevermeme çabalarına girmiş vaziyette."

İyi gevezelik ettin Lactus. Müsaaden varsa onunla konuşayım.

"Bu masaya bir şekersiz kahve alabilir
miyim?"

Doğa hafif bir tebessümle : "Şekersiz?"

"Evet, şekersiz içmeye alışınca bir daha şekerli içmek zor olabiliyor."

Lactus & Zihnimin OdacıklarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin