BÖLÜM 2

216 8 117
                                    

Bedenimi annem doğurmuştu, ruhumu ise babam. Biraz neşe biraz göz yaşıydı kalbimi oluşturan...

1994-

Sevinç/

Kadın elinde ki hamur teknesini alıp bahçeye çıktı. Tekneyi kenara serdiği kilimin üzerine bıraktı. Oğlu peşinden gelmiş bahçenin ortasında ki akasya ağacından sarkan salıncağa oturmaya çalışıyordu. Evinin altında ki yoldan çocukların neşeli sesleri geliyordu. Kadın yan yana belirli aralıklarla koyduğu tuğlaların üzerine oturttu siyah sacı. Altını odunla doldurdu. Oğlu salıncağa oturmayı başarmıştı ama ayakları yere değmediği için sallanamıyordu. Sürekli "şayya, şayyaaaa!" diyordu. İşi vardı kadının onunla oynayamazdı. Can sıkıntısı ile iç çekti çocukların haykırışlarını dinledi bir süre. Ahsen'in sesi gelmiyordu kulağına. Acaba görümcesinde miydi? Gelip kardeşini oyalaması lazımdı. Onun çok işi vardı yine. Kadın boğazını temizledi ağzında ki sakızı başörtüsünün üzerine yapıştırdı. Var gücüyle bağırdı "Ahsen! Ahseeeenn! Eve gel hemen!" kızı ses vermiyorsa gelirdi. Ses veriyorsa kesinlikle itiraz etmek için çıkardı sesi bir süre dinledi, ses yoktu. Sacın altındaki odunları tutuşturup, hamur teknesinin yanına bir kucak odun daha koydu. Sofranın başına oturdu ve oklavasını eline aldı yufkaları açmaya başladı. Gözleme yapacaktı çocukları seviyordu. Kız erik ağacının tepesinden duymuştu annesinin sesini. Gözlerini sildi önce, sonra da burnunu koluna sildi. Yavaş yavaş indi ağaçtan. Eve gitmek istemiyordu bebek gibi ağlamıştı. Annesi bu sefer çok kızacaktı ama gitmezse daha çok kızardı. Başına gelecekleri düşünmek kalbini sıkıyordu şimdiden. O kötü çocuk az kalsın dövecekti onu ama asıl korktuğu şey çocuğun kanlar içinde kalan yüzüydü. Annem çok kızacak, diye düşündü. Ağaçtan atlayıp yavaş adımlarla yürüdü eve doğru. Kadın ayak seslerini duymuştu kızın, henüz arkası dönüktü. Kardeşi heyecanla "ayçen" demeye başlamıştı. Bakmadan konuştu "halanda mıydın?" Kız sustu biraz sonra sesinin titremesine aldırmadan sessizce cevap verdi "ağaçtaydım." Kadın kızına doğru döndü. Dağılmış saçları, kızarmış gözleri toprağa bulanmış bedenine içini çekerek baktı. Bitmeyen çamaşır belası yüzünden iyice aşınmış ellerine çevirdi gözlerini. İçini çekti yine hangisi ile kavga etmişti acaba? Emir'le mi Eren'le mi yoksa ikisi ile birden mi? Üzerinde ki kıyafetler Eren'indi. Kadın daha da bunaldı birden. Sabahtan beri çok yorulmuştu. Kocası izin günü olmasına rağmen evde yoktu. Sorumsuz adam kesin kahvede kumara oturmuştu yine. Bir de görümcesinin lafını çekmek zorunda kalacaktı şimdi. Oğlunun sabırsız peltek kelimelerini duymazdan geldi. Kızına kaşlarını çatarak baktı, kızın gözleri elinde ki oklavadaydı alacağı cevaptan bunalarak sordu "ne yaptın yine?" Kız annesinin sert çıkmayan ses tonundan sinirli olmadığını düşündü. Bunalmış olduğunu bilmiyordu. Bunalmanın ne demek olduğunu dahi bilmiyordu. Dürüstçe cevap verdi "kavga ettim." Al işte, dedi kadın kendi kendine. Korktuğu başına gelmişti. Biliyordu. Bir gün sorunsuz geçse şaşardı. Bütün gece neredeyse elişini tamamlamak için uğraşmıştı. Sabahtan beri ev işleri, üzerine kocası zaten bitkindi. "Hangisi ile?" görümcesinin laflarını tahmin etmek istiyordu bu soru ile. Kızın dudağı biraz daha titredi. "tanımıyorum karşı mahallenin sarı çocuğu ile." Kadın duyduklarına bir anlam vermeye çalıştı. Karşı mahallede sarışın çocuk Müzeyyen'in üçüncü oğlu muydu en küçüğü müydü? Büyüğü olsa gücü yetmezdi, belli ki küçüğünü dövmüştü. Yani kendisinde ağlaması dışında birşey görünmüyordu. Belli ki dövmüştü işte. Kadın iyice bunaldı göğsü daraldı. Kendi mahallesi yetmemiş, şimdi de karşı mahalleye mi dadanmıştı bu haşarı çocuk? Hem bacak kadar boyuyla ne işi vardı orada? Müzeyyen çaçaron bir kadındı. Akşama kesin kapıya dayanırdı. Zaten Ahsen yüzünden mahalleli de sık sık kapıya dayanırdı. Kiminin camını kırar, kiminin kiremitini. Bazen meyvelerini çiçeklerini yolar bazen çocuklarını döverdi. Bundan sonra karşı mahalle de aşındırırdı artık evlerinin kapısını. Kızının bir daha böyle birşey yapmaması lazımdı. En azından oradan uzak durmalıydı. Dişlerini sıktı aralarından konuştu. Bağırmıyordu. Bağıracak bile gücü yoktu artık. "Ne yaptın? Ne oldu ne işin vardı senin karşı mahallede?" Kız annesinin bağırmamasını başına geleceklerden habersiz hayra yordu. İçini çekti, dolan gözlerini gök yüzüne dikti. Ağlamayacaktı elbette. Ağlarsa daha çok kızardı annesi, sesini buldu bir an sonra olanları hatırlayınca kalbi daraldı boğazına bir şey takıldı çok kanamıştı çocuğun kafası tekrar korkuyla sıkıştı küçük kalbi. Annesi gözlerini ayırmadan izliyordu onu göz yaşları donunca konuştu kız "top oynuyorduk bana vurdu. Ben de elimde ki taşla kafasına vurdum. Çok kanadı kan oldu hep yüzü" kadının ağzı bir an şaşkınlıkla açıldı. Ne demişti o? Taşla mı vurmuştu? Eyvah!... Gözleri kısıldı dişlerini iyice sıktı ve olduğu yerden hışımla kalktı. Bıkmıştı bu çocuktan, bunun aşırılıklarından. Ne demekti taşla kafa yarmak? Bir telaşa kapıldı mutlaka hastaneye gitmişti Müzeyyen. Aksi olamazdı kesin kötü birşey olmuştu çocuğa, yoksa kapısına dayanırdı çoktan. Elinde ki oklavayı savurdu kızın bacaklarına "Seni canına yandığımın kızı! Sen bela mısın başıma benim! Bıktım artık senden!" Kız o anda hangisi daha fazla acıtmıştı kalbini bilmiyordu annesinin ondan bıkması mı yoksa bacaklarına dolanan oklavanın acısı mı? Kaçmaya çalışmıştı ama annesi kolundan yakalamış bütün öfkesi ile dolamıştı onu oklavaya. Kardeşi ağlayarak korku ile salıncaktan kendisini yere atıp ağlamaya başlamıştı. Kızsa yediği dayağa rağmen ağlamadı bu annesini daha çok öfkelendirdi. Bilmiyordu kızının göz yaşlarını canının acısına rağmen tuttuğunu. O daha fazla kızmasın diye yapıyordu bunu. Ağlayınca daha çok kızıyordu. Kes sesini zırlama başımda diye bağırıyordu öyle zamanlarda. Bir çocuğa yapılacak en büyük kötülüklerden birinin hem canını yakmak hem de ağlamasına izin vermemek olduğunu bilmiyordu kadın. Yorgunluktan ağrıyan başı daha fazla şişsin istemiyordu sadece. Yaramazlık yapan sonucuna da katlanacaktı tabii. Kız bütün bu hırçınlıkları ona inat olsun diye yapıyordu sanki. Annesinin elinden kurtuldu kardeşine doğru atıldı kız. Yere düşen çocuğu kucakladı. Kardeşi korku ile sarılıp kafasını boynuna gömmüştü. Sarı saçlarını öptü kardeşinin. Göz yaşı bir damla ondan izinsiz kaçmıştı. Hızla burnunu sildi koluna kardeşine sarılırken. Annesi vurmayı kesmişti. Sertçe bağırdı "Al kardeşini içeriye gir! Baban gelene kadar çıkmayacaksın evden." Kız kardeşinin elini tuttu eve doğru sızlayan bacaklarına dişlerini sıkarak yürüdü. Müzeyyenin ev telefonu acaba görümcesinde var mıydı? Arayıp bir çocuğun durumunu öğrense iyi olacaktı. Kalktı sinirle içeriye girdi. Oğlu salonda sessizce oturmuş arabası ile oynuyordu. Kız bu kadar yaramazken en azından oğlu onu yormayacak kadar sakin bir çocuktu. İçinden buna şükrederken sevgi ile gülümsedi sevimli oğluna. Sonra Ahsen aklına gelince kaşlarını çattı yeniden. Hışımla kaldırdı telefonu görümcesini aradı. Müzeyyen'in numarasını aldı. Hemen aradı kadını. Çaldı, çaldı, çaldı... Açan yoktu. "Allah kahretmesin senin gibi çocuğu!" dedi göğsüne bir ağırlık çökerken. Korktuğu kadar vardı demek. Kocası erken gelseydi bari, alkollü gelmezdi inşallah. Acaba Emir'i kahveye yollayıp çağırtsa mıydı? Öfke ile dişlerini sıkarak çıktı bahçeye. Akşam olacaklardan korkarak açmaya başladı yufkaları.

KAHR-I AŞK (+18)Where stories live. Discover now